HURUFAT DEFTERLERİNE GÖRE SEYYİD MAHMUD HAYRANÎ MANZÛMESİ


                                   Prof. Dr. Yusuf KÜÇÜKDAĞ*


            Anadolu’da XIII. yüzyılda yaşamış büyük Türk mutasavvıflarından biri de Akşehir’de türbesi halen ayakta bulunan Seyyid Mahmud Hayranî’dir. O, türbedeki kitâbeye göre, H. 667 / M. 1268’de vefat etmiştir[1]. Şu halde Seyyid Mahmud Hayranî, Hacı Bektaş-ı Veli, Mevlânâ Celâleddin-i Rumî’nin muasırıdır. Fuad Köprülü’ye göre, Seyyid Mahmud Hayranî, Hacı Bektaş-ı Velî’den önce Anadolu’ya gelmiş, bu diyarda ondan önce şöhret kazanmış mutasavvıflardandır[2]. Gelibolulu Mustafa Âlî’nin anlattıklarına bakılırsa, Seyyid Mahmud Hayranî, “üçyüz derviş-i ‘uryân uydurub, kendüsi bir arslana binüb ve bir yılanı tâziyâne idinüb, Hazret’e ‘azîmet” etmiş[3] yani Hacı Bektaş-ı Veli’yi ziyarete gitmiştir. Bektaşî menkıbelerinde Hacı Bektaş-ı Veli ile münasebetleri anlatılmakla birlikte onun Bektaşîlik’le ilgisini kurmak zor görünmektedir. Bektaşî kaynaklarından Vilâyetnâme’de “üçyüz Mevlevî dervişiyle Hünkârı görmek için yola çıktı”[4] denmesi, Bektaşîlerin onu Mevlevî olarak kabul ettiğine işaret etmektedir. Eflâkî’nin anlattıklarına göre, Seyyid Mahmud Hayranî, Mevlânâ Celâleddin-i Rumî ile yakın temas halinde, Allah dostu bir şeyhti[5]. Bununla birlikte Seyyid Mahmud Hayranî’nin torunu Seyyidî Ali b. Muhammed’in kabir kitâbesine “er-Rufâî” şeklinde bir kayıt düşüldüğüne bakılırsa[6], Seyyid Mahmud Hayranî’nin Rufaî Tarikatı’ndan olduğu, soyundan gelenlerin aynı tarikatı devam ettirdikleri söylenebilir.
            Kaynaklarda yer alan menkıbeler, Seyyid Mahmud Hayranî’nin çağdaşı olan diğer Türk mutasavvıflarıyla yakından ilgilendiğini, onların manevî yolda ilerlemeleri için gerekli alt yapıyı oluşturmaya çalıştığını göstermektedir. Nitekim Seyyid Mahmud Hayranî, Müneccimbaşı’na göre, Sarı Saltık[7] bir çoban iken izhar ettiği kerâmetle onu tasavvuf yoluna sevketmiş bir velidir[8].
            Seyyid Mahmud Hayranî, Osmanlı döneminde büyük mutasavvıflardan olduğuna inanılmış; bu nedenle merkezden gönderilen yazılarda onun için: “Akşehir’de medfûn eizze-i kirâmdan Kutbü’l-Ârifîn es-Seyyid Mahmud Hayran-ı Velî kuddise sırrahü’l-azîz” denmiştir[9]. Sultanlar da onun aziz bir kişi olduğuna inanıyorlardı. Nitekim Yıldırım Bâyezid’in 14 Şaban 805 / 9 Mart 1403 günü Akşehir’de vefatı üzerine Timur, naşının Şeyh Mahmud Hayranî’nin türbesine defnedilmesini istemiştir. Bunun üzerine Bâyezid’in cesedi tahnit edilip Şeyh Mahmud-ı Hayranî Türbesi’ne geçici olarak konmuş; Yıldırım Bâyezid’in Bursa’ya gömülmesine dair vasiyeti olduğu anlaşılınca, Musa Çelebi naşını Bursa’ya nakletmiştir[10].
            Seyyid Mahmud Hayranî’nin türbesi, İstanbul tarafından gelen hac kafilelerince de Konya’daki Mevlânâ Türbesi’nden önce ziyâret edilen kutsal mahallerden biri idi. Osmanlı döneminde kaleme alınan Hac Seyahatnâmeleri’nde bununla ilgili bilgilere yer verilmiştir. Şair Nâbî’nin Tuhfetü’l-Harameyn adlı Hac Seyahatnâmesi’nde “irfan dairesinin kutbu Şeyh Mahmud-ı Hayran hazretleri” denmesi[11], onun büyük bir mutasavvıf olarak kabul edildiğini göstermektedir. Bu kısa açıklamadan sonra aşağıda türbe, zâviye, imaret, medrese, iki mescit, hamam ve kabristandan meydana gelen Seyyid Mahmud Hayranî Manzûmesi, belgeler ışığında incelenecektir.

            1. Türbe
            Akşehir’de Selçuklu dönemine ait olup hâlen ayakta bulunan Seyyid Mahmud Hayranî Türbesi, Cumhuriyet döneminde Anıt olarak değiştirilen “Seyyidî” Mahallesi’ndedir. Mimarî durumu, birçok araştırmacı tarafından incelenmiş ve değişik zamanlarda yayımlanmıştır[12].
            Aşağıda değinileceği üzere türbenin çevresinde, muhtemelen daha sonra ihtiyâca binaen ilâve edilmiş değişik işlevleri olan yapılar da mevcuttu. Cl. Huart, Mevlevîler Beldesi Konya adlı eserinde, Seyyid Mahmud Hayranî Türbesi’nin çevresinde birçok binanın bulunduğuna işaret etmekte, ancak bunlardan sadece türbe ile cami hakkında bilgi vermektedir[13]. Konyalı, türbe ve mescitten başka zâviyeden de bahsetmektedir[14]. Hakkı Önkal’a göre Seyyid Mahmud Hayranî Türbesi’nin başlangıçta yüksekliği şimdiki gibi değildi. Etrafına sonradan yapılan binalardan daha yüksek görünmesi için ikinci bir gövde ile yükseltilmiş olup, bu şekli ile günümüze kadar gelmiştir[15]. Bu açıklamalar, türbenin dışında çok sayıda yapının varlığına işaret etmektedir.
            Türbe, tasavvuf yapılarının en önemli bölümüdür. Bu nedenle türbeye itina ile bakılırdı. Seyyid Mahmud Hayranî Türbesi’nde sürekli bir türbedâr görev yapardı. Bununla ilgili çok sayıda belge bulunmaktadır[16]. Tekkelerin özellikle türbe bölümünün bakım ve onarımına da oldukça önem verilirdi. Bunun için vakıf gelirlerinden ücret alan bir görevli, sürekli hafif onarım işlerine bakardı. Bu onarım işine “meremmet”, onarımı yapan kişiye ise “meremmatçı” veya “meremmim” denirdi. Seyyid Mahmud Hayranî Türbesi’nde Recep 1108/Ocak 1697’de bir akçe yevmiye ile Hüseyin “meremmatçı” olarak çalışıyordu[17]. Daha sonraki kayıtlarda meremmim olarak geçen bu usta[18], vakfın tüm binalarına bakmakla yükümlü idi.

            2. Zâviye
            Seyyid Mahmud Hayranî Zâviyesi’nin ne zaman inşa edildiği bilinmemektedir. Fatih’in H. 881 / M.1476 yılında yaptırdığı Karaman-ili vakıf tahririnde Akşehir’de zâviyenin bulunduğuna bakılırsa[19], Karamanoğulları döneminde bu yapı mevcut idi. Mustafa Âlî, Seyyid Mahmud Hayranî’nin üçyüz müridiyle Hacı Bektaş-ı Velî’yi ziyarete gittiğini yazmaktadır[20]. Daha sağlığında çok sayıda müntesibinin onun yanında bulunması, daha XIII. yüzyılda burada bir tekkenin var olduğunu düşündürmektedir. Öyle ise zâviye, türbe gibi Selçuklu döneminde inşa edilmiştir. Konyalı’ya göre, mescitle zâviye, türbenin kıblesinde idi. Girişi güney yönünde bulunan bu iki yapıdan mescit sağ, zâviye ise sol tarafta yer alıyordu[21].
            Bilindiği üzere zâviyeler, şeyhler tarafından yönetilirdi. Seyyid Mahmud Hayranî Zâviyesi’ne çok sayıda şeyh ataması bulunmaktadır[22].

            3. İmâret
            Tekkelerin en önemli ünitesi, “matbah-ı şerîf” de denilen imâret bölümü idi. Konya Mevlânâ Dergâhı bünyesindeki matbah[23], tasavvuf yapılarında bunun önemini göstermesi bakımından açık bir örnek teşkil etmektedir. Akşehir’de daha XIII. yüzyılda kalabalık bir mürit topluluğuna sahip olan Seyyid Mahmud Hayranî’nin kurduğu tekkede de bir matbahın bulunması gerekir. Ancak Osmanlı dönemi belgelerinde zikredilen “Seyyid Mahmud Hayranî İmareti”nin[24] tekkedeki yeri ile inşa tarihi şimdilik belirlenememiştir. Muhtemelen tekke gibi daha Seyyid Mahmud Hayranî’nin sağlığında mevcut idi.
            Seyyid Mahmud Hayranî İmareti’nde bir anbarın bulunduğu, buraya atanan “anbârî”[25], “anbardâr”[26] ve “anbarcı”[27] adı verilen görevlilerden anlaşılmaktadır.
            Tekkelerdeki imâretlerin düzenli çalışmasını sağlamak için herşeyden önce bir imaret şeyhi görevlendirilirdi[28]. Akşehir’deki Seyyid Mahmud Hayranî İmareti’nde de 3 akçe gündelikle bir şeyh görev yapıyor[29], buna “tabbâh şeyhi” de deniyordu[30].
            İmârette yemek yapan görevliye tabbah denirdi. Seyyid Mahmud Hayranî Zaviyesi’ndeki tabbaha “tabbah-ı taâm” deniyor[31], hazırladığı yemek karşılığında kendisine günlük 3 akçe veriliyordu[32].
            Yukarıdaki tespitler, Seyyid Mahmud Hayranî İmâreti’nin düzenli çalıştığını göstermektedir.

            4. Medrese
            Seyyid Mahmud Hayranî Zâviyesi’nin çevresinde XVIII. yüzyılın ortalarında bir de medresenin bulunduğu belgelerden anlaşılmaktadır. Safer 1155 / Nisan 1742 tarihli berat özetinde “Akşehir’de vâki merhûm Seyyid Mahmud Hayranî Sultan Medresesi’ne muttasıl Seyyidî Mahallesi’nde binâ eylediği mescid-i şerif” diyerek[33], medresenin bitişiğinde Seyyid Mahmud Hayranî’nin bir mescit inşa ettirdiği söylenmek istenmiştir.
            R. âhir 1168 / Ocak 1755 tarihli belgede bu konu biraz daha açık yazılmış; “Akşehir’de Seyyid Mahmud Hayranî Medresesi Mescidi” şeklinde ifade edilmiştir[34].
            C. âhir 1170 / Aralık 1756 tarihli üçüncü belgede ise, medresenin Seyyidî Mahallesi’ nde bulunduğuna işaret etmek için: “Akşehir’de Seyyid Mahmud Hayranî Medresesi’nde Seyyidî Mahallesi’nde mescid” denmiştir[35].
            Yukarıdaki üç belge, Seyyid Mahmud Hayranî Medresesi’nin Seyyidî Mahallesi’nde bulunduğunu, medresenin bir de mescidinin mevcut olduğunu göstermektedir. Seyyid Mahmud Hayranî Türbesi’nin de aynı mahallede olduğuna daha önce değinilmişti. Şu halde medrese, türbenin yakınında inşa edilmiştir. Her ne kadar belgelerde medresenin bânisi olarak Seyyid Mahmud Hayranî gösteriliyorsa da bu eğitim yapısının inşa tarihi, türbe ve zâviye gibi eski olmamalıdır. Konya’da tekkelere bağlı medresenin ihdası, XVII. yüzyıl sonlarındadır. Nitekim Konya’da Pîrî Mehmed Paşa Zâviyesi’nin vakfiyesinde medreseden söz edilmediği halde Pîrî Mehmed Paşa Medresesi’nde XVIII. yüzyıl başlarında tedrisat yapılmaya başlandığı belirlenmiştir[36]. Seyyid Mahmud Hayranî Medresesi de XVIII. yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkmış olmalıdır.
            Medreseye müderris atandığına dair belgeye şimdilik rastlanmamıştır. Seyyid Mahmud Hayranî Zâviyesi vakıf gelirlerinden “bâki kalan taâmiyesi içün Tecvîd-i Kur’an-Azîm eden”[37];“Tecvîd-i Kur’ân-ı Azîmü’ş-şân okutmak üzere mutasarrıf olan” bir görevli bulunuyordu. Bu kişi, medresede ders okutan hocalardan biri olmalıdır.

            5. Mescitler
            Seyyid Mahmud Hayranî Manzûmesi’nde iki adet mescidin bulunduğu Osmanlı dönemi belgelerinden anlaşılmaktadır. Bunlardan biri zâviyenin, diğeri medresenin mescididir.

            a. Ferruh Şah Mescidi
            Tekkelerde, burada kalan dervişlerin vakit namazlarını kılmaları için mescit bölümleri de bulunurdu[38]. Büyük bir tasavvuf yapısı olduğu belgelerden anlaşılan Seyyid Mahmud Hayranî Zâviyesi’nin de bir mescidi mevcut idi. Konyalı’nın, bir yerde Ferruh Şah , bir yerde de Mahmud Hayran Mescidi dediği bu yapı[39], Alâeddin Keykubad döneminde, 1 R.evvel 621/23 Mart 1224 yılında Ferruh Şah tarafından inşa edilmiştir[40]. Osmanlı belgelerinde Seyyidî Mahallesi’nde gösterilen zâviyenin bu mabet bölümü[41], aynı zamanda mahallenin mescidi olmalıdır.

            b. Seyyid Mahmud Hayranî Medresesi Mescidi
            Medresenin inşası ile birlikte manzûmede ikinci bir mescidin ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Seyyid Mahmud Hayranî Medresesi Mescidi olarak da anılan bu mabet, yukarıda zikredildiği üzere, medresenin bünyesinde yer alıyordu. Medrese gibi mescit de XVIII. yüzyılın ilk yarısında inşa edilmiş olmalıdır. Mescidin, medrese talebelerinin vakit namazlarını kılmaları için inşa edildiği anlaşılmaktadır. Seyyid Mahmud Hayranî Medresesi Mescidi’ne XVIII. yüzyıl ortalarından sonra imam atamaları bulunmaktadır[42].


            6. Hamam
            Seyyid Mahmud Hayranî Türbesi’nin doğusunda iken zamanla yıkılan ve yeri park hâline getirilen Seyyidî/Dizdar Hamamı, manzûmenin yakınında bulunuyordu. Konyalı, bu hamamın sehimlerinden bir kısmının Seyyid Mahmud Hayranî Zâviyesi’ne ait olduğunu, belge vermeden söylemektedir[43]. Manzûmenin yakınında yer alması, tekkede ikamet eden dervişler için inşa edildiğini düşündürmektedir.

            7. Mezarlık
            Hemen her türbenin çevresinde olduğu gibi Seyyid Mahmud Hayranî Türbesi’nin çevresinde de bir mezarlık mevcut idi. Yaklaşık üç dönüm büyüklüğündeki mezarlık, 1930-1931 yılında ortadan kaldırılmış; yeri çocuk bahçesi haline getirilmiştir[44].

            Sonuç
            Seyyid Mahmud Hayranî Manzumesi ile ilgili bu tebliğ, Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi’nde bulunan 26 adet Akşehir Kazası Hurufat Defteri’ndeki belgeler belirlenerek hazırlanmıştır.
            Seyyid Mahmud Hayranî, XIII. yüzyılda Akşehir’de yaşamış büyük bir Türk mutasavvıfıdır. Onun türbesinin çevresinde oluşan manzûmede, zâviye, imâret, medrese, iki adet mescit ile hamam ve mezarlık yer almakta idi. Değişik zamanlarda inşa edildiği anlaşılan yapılardan türbe, Ferruh Şah Mescidi ile hamam dışındakilerin yerleri bilinmemektedir. Sanat tarihçilerinin hafriyat çalışmaları yaparak bunların temellerini


* Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Öğretim Üyesi, Konya.
[1] Kitâbe için bkz. İbrahim Hakkı Konyalı, Nasreddin Hocanın Şehri Akşehir, İstanbul 1945, s. 432-433.
[2] Türk Edebiyatında Mutasavvıflar, (4. Baskı), Ankara 1981, s. 203,257.
[3] Kitâbü’t-Târih-i Künhü’l-Ahbâr, (Haz. A. Uğur, M. Çuhadar, A. Gül, İ. Hakkı Çuhadar), Kayseri 1997, s. 96.
[4] Anonim, Vilâyet-Nâme, (Yay. Abdülbaki Gölpınarlı), İstanbul (tarihsiz), s.49.
[5] Eflâkî, Âriflerin Menkıbeleri,II., (Çev. Tahsin Yazıcı), İstanbul 1973,s.70-71.
[6] Konyalı, aynı eser s. 440, 442.
[7] Hayatı hakkında bkz. A. Yaşar Ocak, Sarı Saltık, Ankara 2002.
[8] Müneccimbaşı Ahmed b. Lütfullah, Câmiu’d-Düvel, II., (Yay. Ali Öngül), İzmir 2001, s.110.
[9] Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi, Defter (Kısaltma:VAD) no.1141, s.161.
[10] Müneccimbaşı, Camiü’d-Düvel, (Haz. Ahmet Ağırakça), İstanbul 1995, s.145-146; İsmail Aka, Timur ve Devleti, Ankara 1991, s.30.
[11] Şair Nabi, Hicaz Seyahatnamesi (Tuhfet’ul Harameyn), (Yay. Seyfettin Ünlü), İstanbul 1996, s.16; Menderes Çoşkun, Manzum ve Mensur Osmanlı Hac Seyahatnameleri ve Nâbî’nin Tuhfetü’l-Harameyn’i, Ankara 2002, s.166.
[12] Rıfkı Melûl Meriç, “Akşehir Türbe ve Mezarları”, Türkiyat Mecmuası, Sayı 5 (İstanbul 1936), s.141-212+ekler; Yılmaz ÖNGE, “Konya-Akşehir-Seyyid Mahmûd Hayran Türbesinin Restorasyonu”, Rölöve ve Restorasyon Dergisi, II, (Ankara 1975), s.78-82. Ayrıca yapılan geniş bir inceleme için bkz. Hakkı Önkal, Anadolu Selçuklu Türbeleri, Ankara 1996, s.418-426.
[13] Clément Huart, Mevlevîler Beldesi Konya,(Çev. Nezih Uzel), İstanbul 1978, s.79-80.
[14] Konyalı, aynı yer.
[15] Önkal, aynı eser, s.422.
[16] VAD. no.1141, s.161; no.1069, vr.41b; no.1062, s.13b; no.1057, s.118; no.1065, vr.15a; no.1057, s.118; no.1064, vr.76a; no.1060, s.48; no.534, s.71; no.534, s.72; no.535, s.46.
[17] VAD. no.1140, s.80.
[18] VAD. no.1140, s.82; no.1069, vr.43a,43b; no.1057, s.116; no.1059, s.98; no.1064, vr.77a; no.533, s.142.
[19] Konyalı, aynı eser, s.440.
[20] Mustafa Âlî, aynı yer.
[21] Konyalı, aynı eser, s.442.
[22] Örnek için bkz. VAD, no.1069, vr.416; no.1065, vr.15a; no.531, s.57; no.534, s.71; no.534, s.72.
[23] Abdülbâki Gölpınarlı, Mevlânâ’dan sonra Mevlevîlik,İstanbul 1983, s.342; Yusuf Küçükdağ, “Konya’da Bir Mevlevî Manzumesi (Piri Mehmed Paşa Zâviyesi ve Vakfiyesi)”, IX. Vakıf Haftası Kitabı, Ankara 1992, s.160,163.
[24] VAD, no.1057, s.118, Recep 1181 / Kasım 1767; no. 1064, vr.76b, C. Evvel 1197 / Nisan 1783; vr.77a, Recep 1198 / Mayıs 1784; no.533, s. 142, C. Evvel 1224 / Haziran 1809.
[25] VAD, no.1144, s.78.
[26] VAD, no.1057, s.116; no.1065, vr.15a.
[27] VAD, no.1064, vr.75a.
[28] Küçükdağ, aynı tebliğ, s.162.
[29] VAD, no.1057, s.118; no.1064, vr.76b, 77a; no.533, s.142.
[30] VAD, no.1069, vr.44a.
[31] VAD, no.1064, vr.76b; no.1060,s.49.
[32] VAD, no.1069, vr.42a,43a,43b; no.1062,vr.12a; no 1057, s.116.
[33] VAD, no.1061, s.215.
[34] VAD, no.1062, vr.11b.
[35] VAD, no.1062, vr.13a.
[36] Küçükdağ, aynı tebliğ, s. 161-162.
[37] VAD, 1069, vr.44b
[38] Mevlevîhânelerin mescitleri buna örnek olarak gösterilebilir. Bkz. Yusuf KÜÇÜKDAĞ, “Antep Mevlevîhâne-si ve Vakfiyeleri”, Osmanlı Döneminde Gaziantep Sempozyumu (22 Ekim 1999), Gaziantep 2000, s.214-215.
[39] Aynı eser, s.442.
[40] Huart, aynı yer. XIX. yüzyılın başlarında Ferruh Şah Mescidi’nin bânisi olarak Sultan Alâeddin’in gösterilmesi (VAD, no.533,s.144), bu kitâbeye göre gerçeği yansıtmamaktadır.
[41] VAD, no.1069, vr.43b, 44b; no.1144, s.78; no.1068, s.188; no.1061, s.219; no.1062, vr.11b.
[42] VAD, no.1061, s.215; no.1062, vr.11b, 13a.
[43] Aynı eser, s.415-416,442.
[44] Meriç, aynı makale, s.142,144,150.

Yorumlar

Popüler Yayınlar