MEVLANA ÖĞRETİLERİNDE TOPLUMSAL BARIŞ
Mevlânâ, genelde şair, düşünür, mutasavvıf, filozof vb.
yönleri ile ele alınır. Hâlbuki bütün o sıfatların yüklediği sorumlulukla;
toplumsal barışı sağlayarak, toplumu ayakta tutup geleceğe taşıyan tarafı, yani
eğitimciliği ve geleceğin neslini yetiştirme yönü daha önde gelmektedir. Hatta
diğer sıfatları, eğitimci yönünü güçlendirmek, etkisini artırmak içindir
denilebilir.
Hz.Mevlana şair, mutasavvıf, en önemli özelliğinden
biri manevi bir öğretmen ve erdem sahibi bir kişi olmasıydı.. Kur'an ve dini
ilimler hususunda bir otorite ve dünya hayatı ile ilgili sorunlarının çözümünde
bir üstad idi. Onun erdem zenginliği ve örnek yaşam tarzı insanlığa hep rehber
olmuştur.
Asırlar boyunca sesiyle , soluğuyla, varidâtıyla,
aşkıyla heyecanıyla, vaat ettikleriyle çağlar geçse de onlar hep taze ve canlı
kalmıştır. Zaman onları eskitememiş, olaylar ve esen rüzgarlar tesirsiz
kalmıştır.Onlar yüzlerce önce yıl yaşamış olsalar da her zaman eskimez yeniler
olarak kalacaklardır.
Ortaya koyduğu Çağlar üstü ölümsüzlük mesajları,fazilet
ve meziyet yüklü öğretileri,uyuyan gönülleri uyarmış ve uyandırmıştır. Ortaya
koyduğu ruhî ve ahlakî kaideler o kadar yenidir ki, kendisini bu yolda
yetiştirmeye çalışacak olanlar bunun ne kadar doğru olduğunu anlayabilecek
seviyeye ulaşmıştır.
Hz. Mevlâna bütün gücünü Kur'an ve sünnetten almış;
Kur'na-ı Kerim'in Kölesi , Hz. Muhammed (SAV)'in yolunun tozu olduğunu
söylemekten herzaman onur duymuştur. 700 yıl kadar önce bugün Türkiye olarak
adlandırılan Anadolu'da, Konya'da mutasavvıf, ve mukaddes bir şahsiyet olarak
yaşayan Celaleddin-i Rumî İnsanlara; İlahi aşkı, Hoşgörüyü, Umudu, öğretti.
Günümüze kadar bu değerler geçerliliklerini kaybetmedi. Özellikle gerçek
değerlerin yitirildiği,ortalıkta kan ve barut kokularının yayıldığı, kardeş
kavgalarının zirveye çıktığı zamanlarda Mevlana öğretilerinin değeri daha da
arttı.
Günümüzde canla ten; akılla şehvet, ulvî olanlarla
süflî olanlar bir araya gelmiş, hatta karışmış bulunuyor. Ulvî his ve
hasletlerimiz kanat olup bizi yükseklere uçurmak istemekte, buna mukabil
bedenimiz ait olduğu yer kabuğuna pençelerini geçirmekte ve ona dört elle
sarılmaktadır:
“Can, yücelere kanat çırpmak istemede; ten ise zemine
tırnaklarını geçirmiş.”
Bütün İslâm mütefekkirleri gibi Mevlânâ'ya göre de
insan, bedeniyle pek küçük ve değersizdir ama mânâ cihetiyle o alemin en
kıymetli unsurudur:
“Sen görünüşte bu alemde zerresin ama taşıdığın mânâ
bakımından en büyük âlem sensin.”
Mevlânâ Mesnevî'sinde “ en büyük alem” olarak
nitelendirdiği insanla ilgili zihinsel karmaşaya ve yersiz sorulara dair
örnekler vermektedir:
Saçına kır düşmüş bir adam aceleyle iyi bir berbere
geldi.
“Ey yiğit! Sakalımdaki beyaz kılları temizle; yeni
gelin aldım” dedi.
-Berber- sakalını kesti ve hepsini önüne dökerek “Sen
seç, benim işim çıktı” dedi.
Bu soru, o da cevaptır; onu seç; bunların başında din
derdi yok.
Biri, Zeyd'e bir sille vurdu; o da karşılık olarak ona
saldırdı.
Tokat vuran dedi: “Sana soru soracağım, sonra bana
cevap ver ve o zaman bana vur.
Kafana vurdum, “Şak” diye ses geldi. Burada iyi niyetle
bir sorum var.
Ey padişahın övüncü! Bu şak benim elimden miydi, yoksa
senin kafandan mıydı?”
-Zeyd- dedi: “Sillenin acısından kurtulmadım ki bu
düşünce ve düşünmede bulunayım.
Sen dertsizsin, bunu düşün; dert sahibinin bu düşüncesi
yoktur, kendine gel!”( Mesnevî, 3/1375-1384.)
Fîhi Mâ Fîh'te Hz. Mevlânâ, günlük hayatımızda her an
bizlere bir şekilde dünya değerlerine bağlılıktan uzaklaşmamıza yardımcı olacak
önemli bir nükteye işaret etmektedir:
Bir şahıs imamlık yapıyordu. “Bedevîler küfür ve
nifak bakımından daha beterdir”. (Tevbe, 9/97)” ayetini okudu. Arap
reislerinden biri orada bulunuyordu. Ona kuvvetli bir sille vurdu. İmam ikinci
rekatta “ Bedevîlerden Allah'a ve
ahiret gününe inanan vardır.” (Tevbe, 9/99)” ayetini okudu. O Arap,
“Sille seni islah etti” dedi.( Mevlânâ, Fîhi Mâ Fîh, A. Avni Konuk, İstanbul,
1994, s. 166.)
Bir ayet-i kerimeyi ayırımcılık sanıp aldanan bir
Arabın hikâyesidir bu. Her zaman kavga için sebep arayan, söz ve davranışları
yanlış yorumlayan kişiler sözü ve davranışı, hatta ayetleri bile yanlış
düşüncelerine alet edebilir. Sorun, bu örnekte olduğu gibi cahilce art niyet
aramaktır, dürüst ve samimi olmamaktadır. Anlaşmayı ve uzlaşmayı gönülden amaç
edinmiş kişiler toplumda huzur ve güven sağlayıcı olmuştur.
Yine Hz. Mevlana :
“Aynı dili kullanmak, akrabalık ve bağlılıktır. İnsan
yakın olmayanlarla bir arada tutsak gibidir.
Nice aynı dili konuşan Hindu ve Türk vardır; nice
yabancılar gibi iki Türk vardır.
Öyleyse yakınlık dili bizatihi başkadır. Gönüldaşlik,
aynı dili konuşmaktan daha iyidir.
Gönülden konuşmasız, imasız ve kayıtsız yüz binlerce
tercüman yükselir.” ( Mesnevî, 1/1206-1209)
Buyurarak gönülden konuşmanın ve anlaşmak için yolları
bulunmalıdır. Ayrılık için harekete geçenler, insanları kavim kavim yaratan ve
ona can veren Hakk'ın ayetlerini dahi ayrılık aracı yapmışlardır,
yapabileceklerdir. Bunlar varlıklarını kendi dışındakilerin moda tabirle
“ötekiler” in yokluğuna endekslemişlerdir. Halbuki dünya hepimize yetecek
genişliktedir.
Mevlânâ. Akılların buluşmasını kardeşliğin
gelişmesiniöğütlerken nefsi davranışlardan kaçınmayı kaçınmayı fazilet olarak
değerlendirir
“Akıl akılla iki kat olur; ışık çoğalıp yol belli
olur.
Nefis başka nefisle güldüğünde karanlık artar, yol
gizlenir.”( Mesnevî, 2/26-27.)
Duygu ve üslup farklılığı, kişilere ve dönemlere göre
anlama sorununu büyültmekte veya küçültmektedir. İttifak ettiklerimizde birleşik
ihtilaf ettiklerimizde barışık olmayı öğütleyen Mevlânâ diyor ki:
“Dokunulmamış sözü yorumladın. Kendini yorumla,
Kur'ân'ı değil.
Arzunca Kur'ân'ı yorumluyorsun. Yüce anlam, senin
yüzünden alçaldı, eğrildi.”( Mesnevî, 1/1080-1081)
“Kendini yorumla, haberleri/hadisleri değil; beynine
kötü de, gül bahçesine değil.”1414 Mesnevî, 1/3743.
“Suretlerde kalırsan putperestsin. Sureti bırak ve
manaya bak.
Hac adamısın, bir hacı yol arkadaşı ara; ister Hintli,
ister Türk veya Arap.
Onun şekline ve rengine bakma; onun azmine ve niyetine
bak.
O, siyah olsa da seninle aynı niyettedir. Sen ona beyaz
de, zira seninle aynı renktedir.”(Mesnevî, 1/2892-2895.)
“Yol arkadaşlarını ziyareti gerekli say, kim olursa;
ister yaya, ister atlı.
Düşmanın da olsa bu ihsan, yine iyidir; çünkü güzel
davranışla nice düşman dost olmuştur.
Dost olmazsa kini azalır. Çünkü güzel davranış kine
merhem olur.
Ey iyi dost! Bunun dışında nice faydaları vardır; fakat
uzamasından korkuyorum.
Sözün özü şudur: Topluma dost ol; putçu gibi taştan
arkadaş yont.
Çünkü kervanın kalabalığı ve çokluğu, yol kesicilerin
belini ve mızrağını kırar.” (Mesnevî, 2/2139-2144.)
Öğütlerinde; gerçek insanlardan oluşan mutlu toplumun
nasıl oluşacağını anlatan Hz. Mevlana: Gerçek insanın vasfını şu şekilde
açıklamaktadır:
“Bir rahip güpegündüz elinde bir kandille çarşı pazar
dolaşıp dururdu. Bir ahmak ona sordu:
-Böyle güpegündüz elinde bu kandille ne diye çarşı
çarşı, dükkân dükkân dolaşırsın. Yaptığın şey neyin nesi?
-Bir insan arıyorum.
-Allah, Allah. İşte çarşı pazar insan dolu ya.
-Hayır hayır. Ben hırs ve öfke zamanında kendisine
hâkim olabilen gerçek bir insan arıyorum.
Onu bulsam da ayaklarına toprak olsam.”
Mevlana aşk ve bilgisiyle dünyayı aydınlatmasının
barış ve kardeşliğin gelişmesine katkı sağlamasının yolu; O'nun öğretilerinin
gönüllere nakşedilmesinden geçecektir.
Yorumlar