Meşhur Meçhulümüz Hz.MEVLÂNA
Bekir ŞAHİN
İnsani değerlerin yok olduğu, her türlü çirkinliğin ölçü haline geldiği,
güzelliklerin, fıtri, anlayışların lüks olarak algılandığı günümüz dünyasında
Hz. Mevlâna yerli-yabancı araştırıcılar tarafından,modern dünya'nın acı çektiği
hastalıkla- ra ilaç olarak keşfedilmiştir. Çünkü Mevlâna'da hakikatin
tasarımının mükemmel bir insanî formda açıklanması ve maneviyatın deneyimi
vardır.
Ancak onun insana dair temel mesajları üzerinde durulmamaktadır. Kuran ve hadis eksenli düşünceleri göz ardı edilmektedir.
Hz. Mevlâna'nın mesajlarının en önemli eseri olan Mesnevi konunun taliplerine irfanî bir miras olarak bırakılmıştır. Hakikat Taliplerine rehberliği ilke edinen ve Mevlâna'nın hayatının kemal devrinde yazılmış bu eser onu tanımada ve tanıtmada önemlidir.
Mevla anın Mesnevideki görüşlerinin maksadının ve hedef kitlesinin anlaşılmasında mesnevinin yazılışıyla ilgili rivayetleri bilmek önemlidir.
Hüsameddin Çelebi; Mevlâna'nın etrafındaki dostlarından Hakim Senai'nin İlahiname'sini Attar'ın Musıbetname ve Mantıku't-Tayr'ını okuyup mütala etmeye çok düşkün olduklarını gerekçe göstererek gazellerin bir hayli arttığını, ancak bunların esrarının herkesçe anlaşılamadığını bu yüzden mezkur eserlerin üslubunda bu yolun yolcularına hatıra olmak üzere bir eser telif etmesini Mevlâna'dan ister. Bu teklif yapılır yapılmaz Mevlâna, Mesnevi'nin ilk onsekiz beytinin yazılı olduğu metni sarığının arasından çıkararak ona verir. Ayrıca Yazma işini Hüsameddin Çelebi'in üstlenmesi şartıyla bu eseri takrir edeceğini belirtir. Çelebi'nin bu rica ve gayretleri sonucu Mesnevi yazılır.
Eser,Müritlerin ve daha sonraki taliplerin ahlaki eğitimi için bir rehber ve manevi bir sülüknamedir. İnsan benliğine ve davranışlarına yönelik rehber bir eserdir. Ancak bu mesaj ve içeriğin bir takım nedenlerden dolayı günümüz insanına aktarılamadığı bir gerçektir.
Dünyanın hemen hemen her coğrafyasında değişik etütlerin konusu olan Mevlâna'nın öğretilerinin temelini teşkil eden düşünceler ya eksik ya da yanlış olarak ortaya konulmaktadır.
Mesnevi'nin her beytinde bir ayet, hadis veya İslam tarihinden bir olaya işaret bulunmasına rağmen bazı çalışmalarda Mevlâna söz konusu İslami arka plandan koparılarak fantastik bir şair, mistik bir kâhin, hümanist bir vaiz gibi algılanmaktadır.Vurgu yapılan sevgi ve hoşgörü- nün içi boşaltılmaktadır.
Mevlâna'nın ve görüşlerinin doğru ve sıhhatli anlaşılıp yorumlanmasının önüne birçok engeller konulmuştur. Mevlâna'yı tam ve doğru anlamanın birinci yolu onun eserlerini, özellikle mesnevisini okumaktan ve yaşadığı devrin şartlarını çok iyi bilmekten geçer.
Mesnevi şerh ve yorumlarına ilişkin kültür tarihimizdeki geleneğin engin bir birikimine rağmen bu birikim görmezlikten gelmektedir. Birçok aydınımız batılı mühtedilerin eser ve tespitlerinden hareket ederek Mevlâna'yı tanımaya ve tanıtmaya çalışmaktadır. Bu metot da Mevlâna- nın görüşlerini tespit ve izahta geleneğimizde ki kaynaklarla kıyaslandığında oldukça sığ kalmakta- dır. Mevlâna özünden uzaklaştırılmakta hatta karşımıza bambaşka bir Mevlâna çıkmaktadır.
Yine kültür tarihimizde oluşan Mevlevi menkı- be geleneği ile alakalı, Mevlâna ve Mevlevilik tarihi hakkında önemli tarihi kaynaklar olmasına rağmen sonraki dönemlerde Mevlâna'nın mitsel bir kahraman hatta hamasi model bir şahsiyete dönüşmesine malzeme oldukları görülmektedir. Bu kaynaklardan hareketle Mevlâna'nın efsanevi bir kahraman haline getirilmesinin kasıtlı ve planlanan bir süreç olmadığı düşünülebilir. Ancak toplum hafızası olağan dışına, keramete itibar ve özen gösterdiğinde önceki kaynaklardaki bazı rivayetlerin kısa bir süre sonra efsane ve keramete dönüştürüldüğü de gözlenmektedir. Mesela, Mevlâna'ya yıllarca hizmet eden Sipehsalar'ın risalesi ile Eflaki Dede'nin Menakıbı'nın aynı konudaki rivayetleri karşılaştırıldığında bu gerçek görülecektir.
Bu sürecin doğal bir sonucu olarak bir çok keramet ve mitlerden beslenen bir düşüncenin insan gerçeğine ilişkin görüşleri kimi zaman bu sis perdesinin arkasında kalabilmektedir. Mevlâna'nın eserlerini bu gelenek vasıtasıyla günümüze ulaşmasının bu sis perdesini aralayan bir unsur olarak görmekte mümkündür. Bu saydığımız nedenlerden dolayı Mevlana'nın çağdaş kültürü- müzün meşhur bir meçhulü haline geldiğini düşünüyoruz.
Mevlana'nın görüş ve eserleri insanın mutlak hakikat karşısında ki durumunu resmeden, mutlak hakikat ile yaşayan, kimi zaman doğrudan kimi zamanda dolaylı diyalogun bu yolun taliplilerine tam bir aktarıcı olmayıp hissettirilmesi gayesine yöneliktir. Çünkü tecrübelerimizin dizildiği bir ipliğe benzeyen kelimeler sofinin deneyimlerini ifadeye dökülürken tam olarak yüklenemezler. Bu tür zirve deneyimler söz ipliğine takılıp pazara çıkarılamaz. Mevlâna bu durumunu “candan yükselen sözler yine canı perdeler” diye ifade eder. Bu açıdan Mevlana'nın eserlerinin de onun görüş ve fikirlerinin tam bir aktarıcı olmadığını belirtmek gerekir. Bizzat Mevlana sözün bu kifayetsizliğine ve hakikati taşımadaki acziyetine vurgu yapmakta, tecrübesinin söz ile aktarılamayacağını, surete ilişkin sözün manaya dair hakikati gölgelediğini bir çok kere ifade etmektedir. Bu bakımdan Mevlana'nın eserlerini hep birer işaret kabilinden anlamak ve onları sofinin benliğinde hissettiği hakikat ile yaşanan yoğun ve zirve deneyimlerin ifadeye bürünebilenleri olarak görmek gerekmektedir.
Sözcükler bir yandan hakikatin önünde engel olmalarına rağmen diğer yandan da bize doğru yolu gösteren hakikatlerdir. Kısaca elimizdeki kağıt haritanın bölgenin kendisi olmadığını ancak harita olmaksızın da bölgeyi keşfedemeyeceğimizi bilmeliyiz.
Ancak bildiğimiz bir gerçek vardır ki; Mevlana'nın beslendiği temel kaynak; Kur'an ve sünnettir. Kur'ansız ve sünnetsiz, hülasa; İslamsız bir Mevlana düşünülemez. Mevlana ve eserlerine bu mantıkla bakılmadığı sürece; Mevlâna meşhur meçhulümüz olmaya devam edecektir
Ancak onun insana dair temel mesajları üzerinde durulmamaktadır. Kuran ve hadis eksenli düşünceleri göz ardı edilmektedir.
Hz. Mevlâna'nın mesajlarının en önemli eseri olan Mesnevi konunun taliplerine irfanî bir miras olarak bırakılmıştır. Hakikat Taliplerine rehberliği ilke edinen ve Mevlâna'nın hayatının kemal devrinde yazılmış bu eser onu tanımada ve tanıtmada önemlidir.
Mevla anın Mesnevideki görüşlerinin maksadının ve hedef kitlesinin anlaşılmasında mesnevinin yazılışıyla ilgili rivayetleri bilmek önemlidir.
Hüsameddin Çelebi; Mevlâna'nın etrafındaki dostlarından Hakim Senai'nin İlahiname'sini Attar'ın Musıbetname ve Mantıku't-Tayr'ını okuyup mütala etmeye çok düşkün olduklarını gerekçe göstererek gazellerin bir hayli arttığını, ancak bunların esrarının herkesçe anlaşılamadığını bu yüzden mezkur eserlerin üslubunda bu yolun yolcularına hatıra olmak üzere bir eser telif etmesini Mevlâna'dan ister. Bu teklif yapılır yapılmaz Mevlâna, Mesnevi'nin ilk onsekiz beytinin yazılı olduğu metni sarığının arasından çıkararak ona verir. Ayrıca Yazma işini Hüsameddin Çelebi'in üstlenmesi şartıyla bu eseri takrir edeceğini belirtir. Çelebi'nin bu rica ve gayretleri sonucu Mesnevi yazılır.
Eser,Müritlerin ve daha sonraki taliplerin ahlaki eğitimi için bir rehber ve manevi bir sülüknamedir. İnsan benliğine ve davranışlarına yönelik rehber bir eserdir. Ancak bu mesaj ve içeriğin bir takım nedenlerden dolayı günümüz insanına aktarılamadığı bir gerçektir.
Dünyanın hemen hemen her coğrafyasında değişik etütlerin konusu olan Mevlâna'nın öğretilerinin temelini teşkil eden düşünceler ya eksik ya da yanlış olarak ortaya konulmaktadır.
Mesnevi'nin her beytinde bir ayet, hadis veya İslam tarihinden bir olaya işaret bulunmasına rağmen bazı çalışmalarda Mevlâna söz konusu İslami arka plandan koparılarak fantastik bir şair, mistik bir kâhin, hümanist bir vaiz gibi algılanmaktadır.Vurgu yapılan sevgi ve hoşgörü- nün içi boşaltılmaktadır.
Mevlâna'nın ve görüşlerinin doğru ve sıhhatli anlaşılıp yorumlanmasının önüne birçok engeller konulmuştur. Mevlâna'yı tam ve doğru anlamanın birinci yolu onun eserlerini, özellikle mesnevisini okumaktan ve yaşadığı devrin şartlarını çok iyi bilmekten geçer.
Mesnevi şerh ve yorumlarına ilişkin kültür tarihimizdeki geleneğin engin bir birikimine rağmen bu birikim görmezlikten gelmektedir. Birçok aydınımız batılı mühtedilerin eser ve tespitlerinden hareket ederek Mevlâna'yı tanımaya ve tanıtmaya çalışmaktadır. Bu metot da Mevlâna- nın görüşlerini tespit ve izahta geleneğimizde ki kaynaklarla kıyaslandığında oldukça sığ kalmakta- dır. Mevlâna özünden uzaklaştırılmakta hatta karşımıza bambaşka bir Mevlâna çıkmaktadır.
Yine kültür tarihimizde oluşan Mevlevi menkı- be geleneği ile alakalı, Mevlâna ve Mevlevilik tarihi hakkında önemli tarihi kaynaklar olmasına rağmen sonraki dönemlerde Mevlâna'nın mitsel bir kahraman hatta hamasi model bir şahsiyete dönüşmesine malzeme oldukları görülmektedir. Bu kaynaklardan hareketle Mevlâna'nın efsanevi bir kahraman haline getirilmesinin kasıtlı ve planlanan bir süreç olmadığı düşünülebilir. Ancak toplum hafızası olağan dışına, keramete itibar ve özen gösterdiğinde önceki kaynaklardaki bazı rivayetlerin kısa bir süre sonra efsane ve keramete dönüştürüldüğü de gözlenmektedir. Mesela, Mevlâna'ya yıllarca hizmet eden Sipehsalar'ın risalesi ile Eflaki Dede'nin Menakıbı'nın aynı konudaki rivayetleri karşılaştırıldığında bu gerçek görülecektir.
Bu sürecin doğal bir sonucu olarak bir çok keramet ve mitlerden beslenen bir düşüncenin insan gerçeğine ilişkin görüşleri kimi zaman bu sis perdesinin arkasında kalabilmektedir. Mevlâna'nın eserlerini bu gelenek vasıtasıyla günümüze ulaşmasının bu sis perdesini aralayan bir unsur olarak görmekte mümkündür. Bu saydığımız nedenlerden dolayı Mevlana'nın çağdaş kültürü- müzün meşhur bir meçhulü haline geldiğini düşünüyoruz.
Mevlana'nın görüş ve eserleri insanın mutlak hakikat karşısında ki durumunu resmeden, mutlak hakikat ile yaşayan, kimi zaman doğrudan kimi zamanda dolaylı diyalogun bu yolun taliplilerine tam bir aktarıcı olmayıp hissettirilmesi gayesine yöneliktir. Çünkü tecrübelerimizin dizildiği bir ipliğe benzeyen kelimeler sofinin deneyimlerini ifadeye dökülürken tam olarak yüklenemezler. Bu tür zirve deneyimler söz ipliğine takılıp pazara çıkarılamaz. Mevlâna bu durumunu “candan yükselen sözler yine canı perdeler” diye ifade eder. Bu açıdan Mevlana'nın eserlerinin de onun görüş ve fikirlerinin tam bir aktarıcı olmadığını belirtmek gerekir. Bizzat Mevlana sözün bu kifayetsizliğine ve hakikati taşımadaki acziyetine vurgu yapmakta, tecrübesinin söz ile aktarılamayacağını, surete ilişkin sözün manaya dair hakikati gölgelediğini bir çok kere ifade etmektedir. Bu bakımdan Mevlana'nın eserlerini hep birer işaret kabilinden anlamak ve onları sofinin benliğinde hissettiği hakikat ile yaşanan yoğun ve zirve deneyimlerin ifadeye bürünebilenleri olarak görmek gerekmektedir.
Sözcükler bir yandan hakikatin önünde engel olmalarına rağmen diğer yandan da bize doğru yolu gösteren hakikatlerdir. Kısaca elimizdeki kağıt haritanın bölgenin kendisi olmadığını ancak harita olmaksızın da bölgeyi keşfedemeyeceğimizi bilmeliyiz.
Ancak bildiğimiz bir gerçek vardır ki; Mevlana'nın beslendiği temel kaynak; Kur'an ve sünnettir. Kur'ansız ve sünnetsiz, hülasa; İslamsız bir Mevlana düşünülemez. Mevlana ve eserlerine bu mantıkla bakılmadığı sürece; Mevlâna meşhur meçhulümüz olmaya devam edecektir
Yorumlar