EL YAZMASI ESERLERİMİZİN DÜNÜ BUGÜNÜ YARINI
Bekir ŞAHİN*
Kıymetli misafirler
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
El yazması kitaplarımız, matbaanın Türkiye'de
kurulmasından evvel, elle yazılan ve elle çoğaltılan kitaplardır. Bu eserler;
akıllara elçi, ilimlere hüccet,
medeniyetlere senettir.
İlimlerin Hucceti medeniyetlerimizin senetleri olan el
yazması kitaplarımız, birer sanat
şaheseridir. Bunlar her sayfasında, en az (10-12) sanatkârın hünerlerini sergilediği
eserlerdir.
Bu eserlerimiz, tezhibli,
minyatürlü, altın cetvelli vb. Süslemelerle
bezenmiştir.
Cildleri itina ile yapılır.
Her döneme ait cild sanatının (Lâke, zerbahar, ciharguşe, soğuk ve sıcak şemse
vb.) eşsiz numuneleri sergilenir.
Yazma eserlerimiz büyük bir
titizlikle, büyük bir itina ile hazırlanan kağıdı, mürekkebi ve satır düzeniyle,
kalemiyle de mükemmellik arz ederler.
En önemlisi de bu
eserlerimizde hattıyla göz nuru, gönül aydınlığı katan hattatlarımızın
mükemmelliği, zarâfeti hâkimdir.
Yazma eserlerimiz,
muhtevası bakımından da milletimizin güzel ve önemli hasletlerini dile getiren,
dini, kültürel ve sosyal hayatımızın önemli
belgeleridir.
Bunlar yok oldukça, ait
oldukları devirlere ait bilgi ve belgelerimizde yok
oluyor.
Bu kayıpların telâfisi de
mümkün değildir. Çünkü özel çalışmalardır, dönüşü
yoktur.
Ne yazık ki, bugün dahi
Türkiye kütüphanelerinde bulunan "Yazma Eserlerin" 'basmaların' eksiksiz bir
katalogu hala mevcut değildir. Bu bakımdan kayıplarımızın da sağlıklı bir
tespiti yapılamamaktadır.
Kültür değerlerimizin
yabancı kütüphanelere gitmesini önlemek için 18 yy. Başında (1667-1716) Sadrazam
Şehit Ali Paşa, memleketin kitaplarının dışarıya satılmasını yasaklamıştı. Fakat
hiçbir zaman bu satışların ve kaybolan kültür değerlerimizin önü
kesilemedi.
El yazması eserlerimizin en
güzel korunacağı yer, Yazma Eserler
Kütüphaneleridir.
BAKIMI
Babamızdan, dedemizden
hatıra diye evlerimizin çatı katlarında, bodrumlarında, sandıklar içinde kalan
pek çok yazma eserlerimiz vardır. Bunlar oralarda korunamaz gün be gün de yok
olmaktadırlar.
Yazma eserlerimiz devamlı
bakım ister.
Cildinin kirden, küften,
nemden, kemirici hayvanların zararlarından, sıcaktan korunması
gerekir.
Kitap blokunun, kağıdının
yıpranmasını önlemek gerekir.
Süslemelerinin (tezhibinin)
bozulmaması, yazıların, mürekkebin, kağıdın, kirden, nemden, küften, sıcaktan
soğuktan zarar görmemesi gerekir.
Kağıdın Hazırlanması: Yazma
kitaplarda kullanılan kağıtlar, kitapları yaprakları önce itina ile tesbit
edilir. (Habeşî, Dımışkî, Semerkandî, Devletâbâdî, Hatayî, Hindî, Sultanî,
Harîrî, Venedik kağıtları vb.)
Bu kağıtlar tabi ve özel
renklerdedir. Nohudî, mavî, siyah vb.
Kağıt seçiminden sonra
kağıt aherlenir, mührelenir. Kağıda sürülen bir madde ile hem kağıt
güçlendirilir, hem de yazı yazarken yapılan hataların düzeltilmesi iz bırakmadan
sağlanır.
Yazıya gerekli olan
mürekkebin yapılması da ayrı bir özellik arz eder.
Yazının diğer malzemeleri,
kalem, kalem traş, makas, mıstar, makta (kalemin açılacağı
yer)
Divit, rıhdan, lika
(halkanın içine konulan ham ipek) vs.
Bundan sonra, hüsn-i
hattımız devreye girer. Hüsn-i hat çeşitlerine göre (ma'kılî, küfî) ana kökünden
doğan sülüs, muhakkak, reyhanî, nesih, tevkiî, rik'a, talik, divanî) istihbari
yazılarda kullanılan siyakat yazıları eserlerimize bir ruh
katmıştır.
Bu şaheserlere yazılarıyla
hayat veren Türk hattatlarımızdan, Şeyh Hamidullah, Ahmet Karahisarî, Hafız
Osman, Mustafa rakım, Mehmet Şevkî, Hâmid vb. Şöhreti İslâm âleminde tâc
olmuştur.
"Kur'an, Mekke'de nâzil
oldu, Kahire'de okundu, İstanbul'da yazıldı" sözü, Türklerin Kur'an yazısını
sanat haline getirdiğini gösterir.
Yazma eserlerimizde,
bilhassa ilk sayfalarında -bazende eserin tamamında- görülen süslemeleri
(tezhipleri) yapan müzehhipler, minyatürleri yapan nakkaşlar, ayrı ayrı
sanatkârlardır.
Kitabın cildini yapan
mücellidler, her devre ait cild sanatını, tekâmülün nâdide örneklerini
sunarlar.
Cild malzemesinin seçimi de
ayrı bir estetik anlayışına dayanır.
Eserlerin, vakfedenlerin
mühürleri bazen de eserin kimin veya kimlerin sahip olduğunu gösteren kayıtlar,
birer emek mahsûlüdür.
Yazma eserlerin ilk sayfası
BESMELE ile başlar. (c.c.) hamd, peygambere salâvatla devam
eder.
Sonra eserin yazılış
sebebi, kitap adı, müellifin adı belirtilir. Daha sonra esas metin başlar, devam
eder.
Kitabın en sonunda "ketebe"
kaydı vardır.
İstinsah tarihi, kitabı
çoğaltanın adı kayıtlıdır.
Yazma eserlerin konusu
çeşitlidir. Kur'ân-ı Kerim, Tefsir, Hadis, Fıkıh, Akaid, Kelâm, tasavvuf ve
siyer gibi.
Dini konular yanında,
mantık, hesap-hendese, tarih, coğrafya, astronomi, tıp, edebiyat, dil, kimya vb.
Konularda yazılırdı. Dil genellikle Türkçe idi. Bazen gereğine göre Arapça,
Farsça yazılıyordu.
Yazma Eser Kütüphaneleri,
Cumhuriyet'e kadar vakıflar yoluyla korunuyordu. Padişahlar, sadrazamlar,
vezirler, kadın sultanlar, din, devlet, ilim adamları, hayırsever vatandaşlar
tarafından kurulurdu.
Eski kütüphanelerimizin
çoğu vakıf adlarıyla analır. 'Ragıp Paşa Külliyesi, Esat Efendi Kütüphanesi, Ali
Emirî Kütüphanesi) veya, bulunduğu yerin adıyla
anılırdı.
Ayasofya Kütüphanesi, Yeni
Cami Selimiye Kütüphaneleri gibi...
Biz kitapsever bir
milletiz, unutulan hasletlerimizin ciddi bir eğitimle canlandırılması
gerekiyor.
Bugün “el yazması eser”
kavramı her ne kadar kâğıt üzerine elle yazılarak üretilen kitap/belge olarak
algılansa da, aslında yazılı dünya tarihinin başlangıcından, matbaanın
bulunmasına kadar toplumların bilgi, beceri, hizmet ve yaşam süreçlerini
belgelendirme biçimidir.
Yazının bulunmasıyla insan
yaşamına giren bilginin biriktirilmesi gereksinimi, yazılı belgelerin de
başlangıcıdır. Başlangıcından bu yana dünyadaki çeşitli uygarlıkların giderek
yeni kimlikler kazanmasıyla yazılı belgelerin biçimi de değişmiştir. Yeryüzünün
dört bir tarafındaki mağaraların/anıt mezarların duvarlarına kazılarak yapılan
resimli anlatımlardan sonra ilk taşınabilir elle yazılmış malzeme kil
tabletlerdir.
Bütün bunlar malzemeleri ne
olursa olsun yeniden kullanılmak üzere bilginin saklanması için elle yazılmış
belgeler olduklarına göre hepsini de “el yazması eser” sınıfı içine almak
gerekir.
El yazması eser üretimi
Osmanlı İmparatorluğu’nda hızını kaybetmemişti. Çünkü elle yazılmış kitap
üretimi başlı başına bir sektördü.
Kâğıdı temin edenler,
kâğıdı çizgileyenler, metni
yazanlar,
yazıları kontrol edenler,
sayfalara cetvel çekenler,
sayfaları süsleyenler,
ciltleyenler, ciltleri
süsleyenler hep ayrı sanatkârlardı.
Biraz öce belirttiğimşz gibi;Nadide bir el
yazması eser oluşuncaya kadar en az 10-12 sanat dalı dolaşıyordu..
. Böylece Osmanlı 271 sene
sonra 1726 yılında Sadrazam Damat İbrahim Paşa’nın desteği, İbrahim
Müteferrika’nın gayretleri ile ilk matbaasına kavuştu.
el yazması eser üretimi
Osmanlı da 1900’lü yıllara kadar devam etti. Bu yüzden dünyanın kâğıt üzerindeki
en büyük “el yazması eser” koleksiyonları Osmanlı İmparatorluğu içinde idi
Hemen hemen hiçbir batı
ülkesinde yazma kitap ve kütüphaneleri devri bizdeki kadar uzun olmamıştır.
Semerkant’da kâğıt üretimini başlangıç tarihi olarak alırsak M.S. 751’den
1726’da İbrahim Müteferrika’nın ilk baskı kitabı gerçekleştirmesine kadar 974
yıl yani yaklaşık 1000 yıl “el yazması” eser üretmişiz. Bu da bizi iki önemli
sonuca götürmektedir. Birincisi, dünyanın en büyük ve en kıymetli el yazması
eser koleksiyonuna sahip olmamız,
ikincisi bu koleksiyonun özellikle Osmanlı
toprakları üzerinde uzak, küçük şehir ve kasaba kütüphanelerine, medrese/cami
kitaplıklarına kadar yayılmış olmasıdır.
Bugün sahip olduğumuz el
yazması eserlerin büyük bir çoğunluğu Türklerin Anadolu’ya yerleşmelerinden
sonraki dönemde oluşmuş koleksiyonlardır. Cami ve medreselerde oluşturulan küçük
kitaplıklardan sonra “Vakıf Kütüphaneleri” kurulmaya başlanmıştır.
Anadolu’da ilk vakıf
kütüphanesi Selçuklu vezirlerinden Şemsüddin Altun-Aba tarafından 1201’de
Konya’da kurulmuştur. Altun-Aba Vakfiyesi ile ilk defa el yazması eserlerin
korunması, kullanılması, kontrolü yazılı kurallara bağlanmıştır. Bu kütüphaneden
kalan yazmaların XIX. yüzyıl sonuna kadar İplikçi Medresesi’nde kaldığı,
sonradan kitapların Konya Yusuf Ağa Kütüphanesi’ne nakledildiği bilinmektedir.
Ama kütüphanenin oluşumundaki kitap sayısını gösteren hiçbir belge
yoktur.
Bu “vakıf kütüphane”
geleneği yüzlerce yıl devam etmiştir. Cami-medrese kitaplıkları dahil vakıf
kütüphanelerinin hiçbiri devlet bütçesinden katkı almamıştır. Yönetimleri ve
gelirleri “Vakfiye Senedi” ile belirlenmiştir. Vakfiyelerin orijinalleri
genellikle mütevellilerin elinde bulundurulur, tasdikli birer suretleri devlet
arşivlerinde saklanırdı. Vakfiyelerde hizmetler en ince detayına kadar
düşünülmüş ve kurala bağlanmıştır. Örneğin Hüseyin Ağa’nın 1760’da Bursa’da
yaptırdığı tekke ve kütüphanesinin vakfiyesinde; “...ve tullab ve küttab gelüp
kitap istedüklerinde hüsn-i mu’amele ile çıkarup, birkaç defadur götürdüp
getürdürsün diye dil-azarlık alunmayıp...”4 denilerek hafız-ı kütüpün kibar ve
sabırlı olması istenmektedir. Yüzlerce yıl el yazması eserler bu düzen içinde
okurlara sunulmuştur.
Cami ve medreselerde
bulunan el yazması eserler bağış olup envanterleri de yoktur. Bir nevi halk
kütüphanesi hizmeti biçiminde yararlandırıldıkları için başka şahısların eline
geçmiş ve çoğu batı kütüphanelerine mal edilmiştir. El yazmalarının yağmalanması
önce buralardan başlamıştır.
Vakfiyelerde; vakfedilen
mal, mülk, eşya ile birlikte bağışlanan kitapların da bir listesi verilmekteydi.
Genellikle kitap adlarından oluşan bu listelerde bazen yazar adı ve cilt sayısı
da belirtilirdi. İlk devir kütüphanelerinin katalogları olmadığı için bu
listeler kullanılıyordu. Ancak bu listelerin de bir tasnif sırası vardı. Önce
Kur’an ve sonra tefsir, hadis, fıkıh gibi bilim dalları
sıralanırdı.
Katalog niteliği
taşıyabilen ilk belgeler Kanuni dönemine aittir. Ebced hesabı ile düşülen tarih
1552’yi göstermektedir. Bu dönemden günümüze ulaşabilen diğer bir katalog Fatih
Camii Kütüphanesine ait 1560-1561 tarihli
katalogdur.5
Eserlerin özelliklerinin en
ufak ayrıntılarına kadar kaydedildiği bu katalog, Vakıf Kütüphaneleri için
hazırlanan katalogların en düzenlisidir. Giderek kütüphane kataloglarının
hazırlatılması ilkesi yerleşmişse de kurallarda birliktelik yoktur, konu
başlıkları gereksinimi karışılamaz.
1729’da matbaanın Osmanlı
İmparatorluğu’nda yer almasından sonra tamamen el yazması eserlerden oluşan
kütüphane koleksiyonlarına baskı kitaplar da eklenmeye başladı. Devletin
kütüphanecilik hizmetlerine eğilmesi
Tanzimat Dönemi ile başlar.
Islahat Fermanı kütüphane konusunu da ele almış ve bu konuda ilk olarak Münif
Paşa Layihası yayınlanmıştır. Bunu takiben bir dizi yeniden yapılandırma
çalışmaları yapılmıştır. Bunlardan en önemlisi 1 Eylül 1869’da yayınlanan
“Maarif-i Umumiye Nizamnamesi” idi. Nizamname doğrultusunda yapılan çalışmalar
sonucu 1884 yılında kırk cilt halinde İstanbul’daki 69 vakıf kütüphanesinin
fihristi hazırlanmıştır. Cumhuriyet döneminde Fehmi Etem Karatay’ın başlattığı
kataloglama çalışmalarına kadar da yüzlerce yıllık bilgi birikimini içeren bu
koleksiyonların sağlıklı bir toplu katalogu
olmamıştır.
Birikimi bin yıllık bir
zaman dilimini kapsayan bu koleksiyonun sayım ve kontrolleri hakkında bazı
önemli noktaları belirtmek gerekir. Kütüphane kurucuları genellikle vakıf
senetlerine, vakfettikleri kitapların sayımı ve kontrolü ile ilgili bazı
maddeler koymuşlardır. İlk örneği; Umur Bey’in Bursa’da kurduğu kütüphanenin
1453 tarihli vakıf kaydında
“Mezkur imarete kim şeyh olursa bu kitaplara
daima hıfz-u nazar ide, altı ayda bir defa bu kitapları hesab ide”6 talimatının
bulunmasıdır.
Bu şartlar a uyulduğu
sürece kitaplar korunmuştur.
Arada bir de olsa bu sayım
ve kontrollerin sonunda kütüphanelerin kitap kaybından çok kitap değiştirmeyle
zarara uğratıldığı görülmektedir. Sinan Paşa’nın kardeşi Ahmet Paşa, II.
Beyazid’e yazdığı iki mektupta, Molla Lütfi’yi Darülhadis’in Sıhah-ı
Cevheri’sini ve Sinan Paşa’nın değerli kitaplarını değiştirmekle itham
etmiştir.
Kitap sayımları için
nazırlar, müfettişler ve hafız-ı kütüpler görevlendirilmiştir. Bunlar eserleri
sadece saymakla kalmayıp sayfa sayfa, satır satır da kontrol ediyor,
değiştirilmiş olanları, arasından sayfası alınmışları da tespit ediyorlardı.
Yazma eserlerin sayımları sırasında temizlik ve bakımları da yapılıyor, çok
harap olanlar tamir ediliyordu.
İstanbul kütüphanelerinde
kitap toplamı 71.129, “Vilâyât-ı
şâhânede kâin kütüphanelerde (s. 276), 76.773’ü yazma, 35.829’u basma 112.602
idi. 1907 (H.1323) tarihli bir istatistik, İstanbul kütüphanelerindeki toplam
kitap sayısının 154.944, 1926 yılındaki bir saptamaya göre İstanbul
kütüphanelerinde 116.000’i yazma, 288.407 ciltlik yayın birikimi
vardı.
NİÇİN
KORUMALIYIZ
Yazma eserler içerik, sanat
ve etnografik özelliklerden birini ya da tümünü içinde taşıdıkları, çok zahmetli
bir çalışmanın ürünü oldukları, uzun bir geçmiş zaman dilimi içinde meydana
geldikleri için ulusal ve evrensel kültürün çok önemli bir bölümünü
oluştururlar. Bu nedenle el yazması eserlerimiz, bilimsel içeriğinin yanı sıra
cilt, tezhip ve yazı sanatımızın da paha biçilmez örneklerini oluşturdukları
için en iyi biçimde korumamız gereken, gelecek kuşaklara sağlıklı bir biçimde
aktarmakla yükümlü olduğumuz kültür hazinelerimizdir. Yukarıdaki raporda
belirtilen önlemler Cumhuriyetimizin ilk yıllarında üzerinde hassasiyetle
durulmuş konulardır. Ancak el yazma eserlerin koleksiyon olarak çok dağınık bir
haritaya sahip olması korunma ve değerlendirilmelerini
güçleştirmiştir.
Toplumlar, kültürel
varlıkları ve bu varlıkların belirli dönemlerde yeryüzünde bıraktığı olumlu
etkilerle, izlerle övünür. Bir toplumu diğer toplumlardan ayıracak olan da bu
zengin ve değerli kültür kaynaklarıdır. Geçmişle ilgili bilim, sanat, tarih,
edebiyat ve siyasi araştırmalar konularında en güvenilir bilgi kaynakları el
yazması eser koleksiyonlarımızdır. Bunların yüzlerce yıl bilim alemine
tanıtılmaması açıklanamaz bir ihmaldir. Ülkemizde devlet yönetimi, getirisi
olmayan akçeli hizmetten yana olmamakta, özel sektör de kalkınmış medeni
ülkelerde olduğu gibi bu tür kültürel hizmetleri finanse
etmemektedir.
Öncelikle bütün vakıf
kütüphaneleri devlet çatısı altına alınmış, demirbaş kayıt defterleri
düzenlenmiştir. Kapatılan tekke-zaviye ve medreselerdeki koleksiyonlar
bulundukları yörede açılan halk kütüphanelerine devredilmiş, kütüphane olmayan
bölgelerde el yazması eserler en yakın müzelere teslim edilmiştir. Böylelikle
kısmen de olsa yazmalar kayıt altına alınmıştır.
Araştırmacılarının bu
zengin kültür hazinesinden yararlanabilmesi için toplu kataloglarının
hazırlanması gerekiyordu. Bu konuda 1937 tarihinde Fehmi Etem Karatay’ın
başlattığı çalışmalar sonunda İstanbul Kütüphanelerine ait; Arapça Yazma
Eserler, Farsça Yazma Eserler, Tarih-Coğrafya Yazmaları, Divanlar toplu
katalogları yayınlanmıştır. Çalışmalar o noktada kalmış, uzun süreler el
yazmalarının ülke çapında toplu kataloglarının hazırlanması konusuna önem
verilmemiştir.
Çalışmaların Kütüphaneler Genel Müdürlüğü
yönetiminde geçen 14 yılı içersinde, 24 ilimize ait 60.000 el yazması
kitap/risalenin bilimsel temellere göre bibliyografik kimliği belirlenmiş,
yayımlanan 21 cilt katalogla 18.953 eserin tanıtımı yapılarak bilim dünyasının
yararına sunulmuştur.
Ülke genelinde 300.000
elyazması eser olduğu varsayılmaktadır. Ancak biz bu sayının 500.000 olduğunu
düşünüyoruz Bazı el yazması kitapların birden fazla eser içerdiği ve mecmua-ı
risalelerin çokluğu da göz önüne alınırsa toplu katalog için künye adedi
1000.000 adedi bulmaktadır..
Bütün dünyada artık
bütünleşmeden, paylaşımdan söz edildiği bir dönemde biz sahip olduğumuz bu
kültür ve bilim hazinesini tanıtamamışsak, tanıtamıyorsak bu konudaki
eksikliğimizi ciddi olarak düşünmemiz gerekir. Gelişmiş ülkelerin tümü onlarca
yıl önce nadir eserlerinin toplu kataloglarını tamamlamış, tarihi ve bilimsel
bilgi birikimlerinin kaynaklarını tüm dünyaya duyurmuşlardır.
|
| ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
|
Bu çizelgeden de
anlaşılacağı üzere Türkiye genelinde 254.767 adet sayılabilen el yazması eser
koleksiyonu küçümsenmeyecek bir rakamdır
Bir el yazması eser kağıt,
mürekkep, süslemelerde kullanılan boya, cilt yapımındaki deri, kumaş, ebru,
işlenmiş karton ve kimyasal yapıştırıcı içeren şirazeden oluşmaktadır. Arşiv,
depo ve kütüphanelerde saklanan bu eserlerin yaşlanma ve bozulma süreçleri
genellikle kimyasal, biyolojik (mikroorganizmalar ve böcekler), fiziksel (ışık,
kullanım, su, nem, kirlilik) etkenlerin birleşmesiyle ortaya çıkar. Bu bozulma
sürecinin yavaşlatılması için yapılacak en önemli işlem eserlerin etkili biçimde
korunmasıdır. Dünyadaki uygar ülkeler ilk çözüm olarak yazma koleksiyonlarını
bir merkezde toplamışlardır.
Ülkemizdeki el yazması
eserlerin bilimsel olarak bakım ve onarımları ilk defa Süleymaniye
Kütüphanesinde gerçekleştirilmeye başlanmıştır. 1955-1960 yılları arasında
devletin desteği ve yöneticilerin azmi sayesinde Süleymaniye Külliyesi içinde
bir “restorasyon atölyesi” kurulmuştur. 1962 yılında atölye sorumlusu bu konuda
İtalya’da uzmanlık eğitimi almış bir kimya mühendisidir ve çalışanların sayısı
15’e ulaşmıştır. Yetişmiş eleman sayısının giderek azalması, ücretlerin
yetersizliği, bölümün gelişme hızını azaltmıştır. Daha sonraki yıllar içinde
yazma eserlerin korunması ve onarımı için Kültür Bakanlığınca birçok proje
hazırlanmış ancak hepsi teklif aşamasında kalmıştır. 1991 yılı içinde yatırım
programında yer alan ve Ankara’da kurulması planlanan “Yazma ve Nadir Eserler
Restorasyon Merkezi”nin Milli Kütüphane Başkanlığı’na bağlı bir kuruluş olarak
teşkilatlandırılması 7.2.1992 gün ve 12/601-436 sayılı makam onayı ile
öngörülmüştür. Onay doğrultusunda “Yazma ve Nadir Eserler Restorasyon Merkezi
Etüd Proje Fizibilitesi” hazırlattırılmıştır. Bu projeler için yatırım bütçesine
gerekli ödenek de konmuştur. Ancak Milli Kütüphane binası içinde “Restorasyon
Merkezi için ayrılan alanların plan ve inşaat olarak uygun olmadığı tespit
edilmiştir. Bu nedenle proje yeniden Kütüphaneler Genel Müdürlüğü’ne
devredilmiştir.
Kültür Bakanlığı
Kütüphaneler Genel Müdürlüğü tarafından 1991 yılında İstanbul Yazma ve Nadir
Eserler Patoloji ve Restorasyon Araştırma Merkezi’nin kurulması projesi
başlatılmıştır. Süleymaniye Külliyesi içinde bulunan Zarifi Bey Konağı bu
merkeze tahsis edilerek gerekli restorasyonu yapılmıştır. İç donanımı ile
birlikte merkez 54.830.500.000 TL’ye mal olmuştur. 10 yıllık bir zaman dilimi
içindeki bütçe ödeneklerinin toplamı olan bu rakam her yıl içerisindeki dolar
karşılığı olarak hesaplandığında bugünkü maliyeti 1.500.000.000.000.TL’yi
bulmaktadır. 1999 yılında tamamlanan merkez hala tam kapasiteyle
çalışamamaktadır
Konya Bölge Yazma Eser
Kütüphanesi bünyesindeki restorasyon merkezi için gerekli makine ve donanım
geçtiğimiz yıllar içerisinde Kültür Bakanlığı’nca sağlanmış ve merkez hizmete
hazır hale getirilmişse de, daha sonra bir takım sebeplerle yapılan çalışmalar
adeta çürümeye terkedilmiştir. Ancak bugün itibariyle meyvesini kısa sürede
alacağımızı düşündüğümüz çalışmalar sürmektedir.. Ayrıca Konya Bölge Yazma
Eserler Kütüphanesinin Kısa sürede ülkemizin, hatta dünyanın sayılı
kütüphaneleri arasına gireceğini inşallah birkaç yıl içinde hep beraber
göreceğiz.
Dünya çapında bir restorasyon
merkez inin kurulması, Unutulmaya yüz
tutmuş klasik cilt yapılacak bir çilt atölyesinin tesisi, Bütün yazma eserlerin
dijital kopyasının çıkarılması, Başta Türk Cumhuriyetleri olmak üzere dünya
kütüphanelerinde bulunan yazma eserlerimizin hiç değilse dijital kopyalarının
ülkemize getirilerek araştırmacılarımızın hizmete sunulması ve birde Konya
belleği adı altında Konyamız ile ilgili öncelikle ülkemizin değişik kurum ve
kuruluş kütüphanelerinde bulunan bilgi be belgelerin toplanması yakın planda
gerçekleştirilmesini ümit ettiğimiz planlarımız
dahilindedir.
Bu merkezler ülkemizdeki
diğer kuruluşların da koleksiyonlarında bulunan el yazması/nadir eserlerin bakım
ve onarımı için de hizmet verebilecektir. Yine bu merkezlerde zaman içinde
verilecek pratik ve teorik eğitimle konservasyon konusunda yeni elemanlar
yetiştirilmesi mümkün olacaktır.
Dününü ve bugününü oldukça
detaylı bir biçimde anlatmaya çalıştığımız kültür mirasımızın bu koşullar
altında yarını için ümitvar olduğumu
söyleyebilirim.Hatta bu gün için yazma eserler kefenini yırtmıştı diye biliriz.
Ama hala hastadır ve gözü yaşlıdır. Hastamızı ayağa kaldırmak ve göz yaşlarını
dindirmek bizim için birinci derece de öncelikli bir vebaldir.
Beni sabırla dinlediğinizi
için saygılarımı sunarım
Yorumlar