MECMAU’L BAHREYN
Mİ? MARACE'L-BAHREYN Mİ? BURASI NERESİ?
Bekir ŞAHİN*[1]
ÖZET
Mevlânâ dinî ve tasavvufî eğitimini tamamladıktan sonra Konya’da
bir taraftan tekkesinde tasavvuf eğitimi vermekte, bir yandan medresede
talebelere dinî dersler okutmakta, diğer taraftan da halka vaazlar vermekteydi.
Bu faaliyetleriyle birçok kesimin takdirini kazanmış, itibar ve tanınırlığı gün
be gün artmıştı. Tam bu sırada Şems-i Tebrizî ile karşılaştı ve bu karşılaşma
onun hayatında bir dönüm noktası oluşturdu.
Mevlâna ile Şemsin buluşması, buluşma yeri, buluşma anı ve buluşma
yerinin isimlendirilmesi hep tartışma konusu olmuştur. Yedi yüz yıldır konuşulmaktadır. Tarihi
gerçekleri açıklamada “menakıb” tarzı
hikâyeler yetersiz kalmaktadır.
Buluşma yerinin isimlendirilmesi konusunda değişik rivayetler
bulunmaktadır. Buluşma yeri bazılarına göre “Merace’l- Bahreyn” ,
bazılarına göre de “Mecmau’l Bahreyn” olarak adlandırılmıştır.
Mecmâu’l Bahreyn: İki denizin kavuştuğu yer, birleştiği nokta, “Kâbe kavseyn” mertebesi, bu mertebe Hz.
Muhammed’in Miraç’ta Allah’a olan yakınlığını ifade eden bir derece olarak
adlandırılırken; Tasavvuf geleneğinde ise sûfînin Hakk Teâlâ’ya yakınlığını
ifade eder.
Kur’an’da, değişik tefsirlerde, şiirlerde ve edebî metinlerde bu tabirlere
rastlanmaktadır.
Kehf suresinin 60. ayetindeki Mecmau’l-Bahreyn (iki denizin
birleştiği yer) ve Furkan suresinin 53. ayetine geçen Merace’l-Bahreyn
ifadelerini verebiliriz. Burada iki denizin birleştiği yer ifadesinin neresi
olduğu konusunda birtakım rivayetler vardır.
Mevlâna ile Şemsin ilk buluştuğu yer olarak kabul edilen mekânda
farklı zamanlarda farklı anıtlar yapılmıştır.
Biz bu makalemizde, kaynaklara dayalı olarak Mevlâna ile Şems’in
buluşma yerine Mecmau’l Bahreyn mi?
Marace'l-Bahreyn mi? Denilmelidir? Ve burası neresidir? Ve buralara hangi
anıtlar yapılmıştır? Gibi sorulara cevaplar bulmaya çalışacağız.
Anahtar
Kelimeler: Mevlâna,
Şems, Mecmâu’l Bahreyn,
Marace'l-Bahreyn, Aşk.
SUMMARY
The meeting of Mevlana with Şemsine, the meeting
place, the meeting time and the naming of the meeting place have always been
the subject of discussion. It has been spoken for seven hundred years. In
describing the historical facts, "menagi" style stories are
inadequate.
There are different stories about the place of
meeting. The meeting place was called "Merace'l-Bahrain" according to
some, and "Mecmau'l Bahreyn" according to others.
Mecmâu'l Bahreyn: The place
where the two seas meet, the point where they merge, the order of "kâba
kavseyn", this order Hz. It is called as a degree which expresses
Muhammad's closeness to Allah in Miracu; In Sufi tradition, Sufin expresses the
closeness to Hakkâlâ.
This expression is found in the Qur'an, in various
tafsir, in poems and literary texts.
We can give the expressions of Mecmau'l-Bahreyn
(the place where the two seas meet) and Merace'l-Bahreyn (the two seas
separated), which pass on the 53rd verse of the furkan. Here are some rumors
about where the land representation of the two seas is coming from.
Different monuments were made at different times in
the place where Mevlana and Şemsin were considered as the first place to meet.
In this article, is Mecmâu'l Bahreyn instead of
Mevlana and Shams meeting based on resources? Marace-Bahrain? It should be
called? And where is this? And which monuments were built around here? We will
try to find answers to such questions.
Key Words: Mevlana, Şems, Mecmâu'l Bahreyn, Marace'l-Bahrain, Love.
Mevlâna’nın
Şems ile buluşması Doğu İslam tasavvufunda Hallacı Mansur’un “Enel Hak” demesinden sonra en çok
tartışılan konudur. Adı geçen buluşma sonucunda Şems, Mevlânâ’nın, fıtratında
saklı olan Allah aşkını ateşlemiş ve çıkan yangının dehşetinden kendisi bile
korkup kaçmıştır. Mevlânâ’nın yıkılan
barajı önünde tutunamayan Şems’in ne şekilde ortadan kaybolduğu da bilinmezler
arasındadır… Tarihsel gerçekleri açıklamada yetersiz kalan “menakıb” tarzı hikâyeler, bize fazla bir şey söylemiyor.[2]
Mecmau’l
Bahreyn: İki denizin kavuştuğu yer, birleştiği nokta, “Kâbe kavseyn” mertebesi, bu mertebe Hz. Muhammed’in Miraç’ta
Allah’a olan yakınlığını ifade eden bir derecedir. Tasavvuf geleneğinde ise
sûfînin Hakk Teâlâ’ya yakınlığını ifade eden derecedir.[3]
Akşemseddin’e
göre; İnsan-ı kâmil olan kişi “Mecmaü’l-Bahreyn”dir. Yani insan iki
denizin birleştiği yerdir. Bu iki deniz, ilâhi ruh ile bu ilahi ruhun isim ve sıfatlarını
tecelligâhı olan insanın gönlüdür. Bu gönlün derinliği ve sınırı yoktur.[4]
Akşemseddin
insanı iki denizin buluştuğu yer olarak tarif ettiği şu beyit dikkat çekicidir.
“Mecma’ul- Bahreyn” oldun hem
Hudâ’nın ma’şukı
Pes senündür cümle âlem hem dâhi
dosta visâl.[5]
Akşemseddin’e
göre insan ilahi hakikatler ile dünyevî unsurların bir arada buluştuğu gönül
birleşme noktasında sahip kişi olarak yani iki denizin birleştiği yer anlamında “mecmau’l-bahreyn” olarak
isimlendirmektedir.
Sözleri
edip Harabi'ye ait olan, batıni nefesler albümünde yer alan bir deyiş:
“mecmâü'l bahreyne vardığım zaman
hızrı bulup candan kölesi oldum
ledün ilmin bana eyledi ihsan.”[6]
Kehf
suresinin 60. ayetindeki Mecmâu’l-Bahreyn (iki denizin birleştiği yer)
ve Furkan suresinin 53. ayetine geçen Merace’l-Bahreyn (iki denizi salıverdi)
ifadelerini verebiliriz. Burada iki denizin birleştiği yer ifadesinin neresi
olduğu konusunda birtakım rivayetler vardır. Buna göre burası Rum ve Fars
denizi veya Tanca olduğu söylenmiştir. Birisinin doğu yönünde diğerinin ise
batı yönünde olduğu rivayet edilmiştir.
Burası
ise muhtemelen Babu’l-Mendep mevkiinde Kızıl Deniz ile Hint Okyanusu’nun ya da
Cebel-i Tarık’ta Akdeniz ile Atlas Okyanusu’nun birleştiği yer; Ayette cins isim olarak geçen iki adamın ise
Mekke halkından Velid b.Muğire el-Mahzumi ve Tâif halkından Habib b.Amir
b.Umeyr es-Sakâfî olduğu yönündedir. Bunların ise zenginlik ve toplumsal itibar
yönünden önde oldukları dile getirilmektedir.
“Musa uşağına demişti ki durmayıp
ya iki denizin birleştiği yere varacağım veya uzun bir zaman yürüyeceğim”
(Kehf, 18/60 ) Bu ayette geçen ‘iki
denizin birleştiği yer’ Mübhematu’l-Kur’an’a
ilişkin kitaplarda belirtilmeye çalışılmış ve çeşitli rivayetlere yer
verilmiştir. Mesela bu denizin Ürdün ve Galzem, İran ve Rum Denizi, Mağrib ve
Zukak denizi olduğu hatta buranın Afrika ve Tanca olduğu söylenmiştir.
İki
denizin birleştiği yer ifadesi her ne kadar Musa (a.s.) döneminden bahsetse de
Arapların zihin dünyasında bu ifadeye ilişkin bir mefhumun olduğunu
söyleyebiliriz. Çünkü o günün Arapları o bölgede yaşamışlar ve mesajın içeriği
de yaşadıkları dünyadan ve onları çevreleyen coğrafi bölgeden seçilmiştir. Merace’l-Bahreyn
ifadesinin geçmiş olduğu ayetler “O iki
denizi birbirine salmıştır. Bu tatlı, susuzluğu giderici, bu tuzlu ve acıdır.
Ve ikisinin arasına birbirine kavuşmalarına engel olan bir perde koymuştur.”(Furkan,
25/53; diğer ayet, Rahman,55/19)
Ayaşlı
Şakir:
Şakir
Bey, sağlığında iken, vefatında gömüleceği yeri belirlemiştir. Bu yerle ilgili
hatırayı İbrahim Aczi Kendi naklediyor.
Bir
gün tam Şems Mezarlığı önünde bir tesadüf eseri hocamız Şakir Bey’le
karşılaştık. O vakit mezarlık duvarları harap ve ingindi.
Şimdi
hâlâ ayakta duran kümbetin hizasında durarak:
-
İbrahim, burada ki kutup birleşti. Burası “ictimâ-i
nûreyn, İki nurun (Mevlânâ ile Şems) bir araya geldiği yerdir. Biliyor musun?
“ Diyerek beraber yürüdük.
Yolda,
bunun Şems-i Tebrizî ile Mevlânâ’nın mülakat yeri olduğunun izah ederek, “Eğer ben ölürsem buraya yatacağım. Çünkü
burada melekut âlemine açık bir hava var” dedi.[7]
“(Mecmua’u’l- Bahreyn) olmuş Konya bezm-i
telakki
İki kutub birleşip olmuş bunda
mülâkî
Meftûnen ararım gezdikleri o esvâkı
Şems-i Tebrizî’yi o cihân-ârâyı
düşündüm”[8].
Fikir
sahiplerinin meclisi Konya, iki denizin (Mevlânâ ve Şems) kavuşma yeri olmuş.
İki yüce kişi burada buluşup görüşmüşlerdir. Gezdikleri çarşı pazarı
vurulmuşçasına ararım. Cihanı süsleyen Tebrizli Şemsi düşündüm.
“Hz. Mevlânâ, İplikçi Camisi'nde verdiği
dersten çıkıp öğrencileriyle birlikte bu yoldan geçerek, evine doğru gidiyor.
Bu sırada da kendisini bekleyen Şems ile karşılaşıyor. Bu nokta, Alâeddin
Tepesi ile Mevlânâ Müzesi arasındaki yolun başlangıç noktasıdır. Geçmişte tekke
ve dergâhların kapatılmasından önce, bu bulunduğumuz noktada, bir kandil vardı.
Her akşam Mevlevî Dergâhından getirilen yağ ile Kandilci Dede tarafından bu
kandil uyandırılıyordu, yani yakılıyordu. Sabaha karşı da küçük bir tören şeklinde
söndürülüyordu.” (Nuri Şimşekler)
Fortoğraf 1.1980’ li Yıllarda Yapılan Kandil. |
Mevlânâ’nın
oğlu Sultan Veled, “İbtidâ-Nâme” de Mevlâna’nın Şems ile buluşmasını,
şeriat sahibi büyük bir peygamber olan Musa’nın, Hızır (as) ile buluşmasına
benzetir ve önce, Kur’an’daki bu hikâyeyi anlatır da sonra Musa’dan maksadının
Mevlânâ olduğunu, bütün erenlerden üstün olduğu halde daima Allah erlerini
aramakta bulunduğunu ve Tebrizli Şems’in ona Hızırlık ettiğini söyler ve şöyle
der: “Şems’in yüzünü görünce aydın gün gibi sırlar açıldı ona. Görülmemiş
şeyleri gördü, kimsenin duymadıklarını duydu. Yanında, yücelikle alçaklık bir
oldu. Şems’i evine çağırıp “Padişahım” dedi, “şu dervişi dinle. Evim sana lâyık
değil ama sana gerçek âşıkım ben. Kulun nesi varsa, eline ne geçerse hepsi,
efendisinindir; bundan böyle o, senin evin.”
Sultan
Veled, Şems’in gelişini şöyle anlatır: “Ansızın Şems geldi, ona ulaştı. Mevlânâ’nın
gölgesi, onun ışığının parıltısında yok oldu. Aşk âleminin ötesinden defsiz,
sadâsız bir sestir erişti. Şems, ona sevgili oluş hâlinden bahisler açtı. Bu
suretle Mevlânâ’nın sırrı, gökleri aştı. Şems dedi ki: “İç âlemde ilerisin ama şunu duy ki ben, iç âlemin de içiyim. Sırların
sırrıyım, nurların nuruyum ben. Diri sevgi, kapımda ölüdür…”
Şems
onu öyle şaşılacak bir âleme çağırdı ki o âlemi ne Türk rüyasında gördü, ne
Arap… Üstad şeyh, yeni bilgi beller bir hale geldi; her gün, huzurunda ders
okuyordu. Sona ermişti, işe yeni baştan başladı. Kendisine uyuluyordu, bu sefer
o Şems’e uydu. Yokluk bilgisinde olgundu, fakat Şems’in ona gösterdiği bilgi,
yepyeni bir bilgiydi.”
Mevlevî
kaynaklar, Mevlâna-Şems buluşmasını Kur'an’da anlatılan, Musa-Hızır buluşmasının
bir benzeri olarak görürler. Mevlevî kaynaklarda, Musa-Hızır prototipin de
Mevlâna, Hz. Musa'ya, Hızır ise, Şems'e nispet edilerek bu benzerlik kurulur.
Eflâkî'de yer alan bir rivayette, bizzat Mevlâna'nın, Şems'in hücresinin
kapısının önüne kendi el yazısıyla “Hızır'ın maşukunun makamı” diye yazarak
Hızır ile Şems arasında nispet kurduğundan bahsedilir. Şems'in kendisi de,
sohbetlerinde Musa-Hızır kıssasını genişçe yorumlamaktadır.
Tebrizli
Şems, 29 Kasım 1244 yılı cumartesi günü Konya’ya gelir ve Şekerciler
Hanı’na iner. Şems kendisini bir tacir olarak tanıtır. Bazı
kaynaklar Şems’in Konya’ya gelişini 26 Kasım 1242 olarak verir.
Şems
handa kendisini bir tacir olarak tanıtır. O gün Mevlâna ders verdiği medreseden
çıkmış, ailece yaşadıkları evlerine doğru gidiyor. Talebeleri arkasında,
bindiği katırı iki öğrencisi çekmekte... Mevlâna olacakların
verdiği heyecan içerisinde ağır ağır ilerler. Yolun yarısında ve tam ortasında
iki çıplak kol hayvanın dizginlerinden tutar. Katırın silkinmesi ile Mevlâna
daldığı derin düşüncelerden sıyrılır, kor gibi yanan bir çift esrarlı gözle
karşı karşıya gelir. Bir süre karşılıklı bakışırlar. Bu bir anlık bakıştan her
ikisi de etkilenmiştir. Sessizliği o güne kadar hiç görmediği, garip halli
derviş bozar ve rivayete göre aralarında şu konuşma geçer:
“Cismini
gördüm, isminizi de öğrenmek isterim.”
“İsmim
Muhammed Celâleddin.”
“Ey
Rum diyarının sultanı! Bir müşkülüm var, söyle bana; Âlemlerin Fahri Hazret-i
Muhammed mi büyüktür, yoksa Beyazıd-ı Bestamî mi?”
“-Bu
nasıl soru? Elbette Hazret-i Muhammed bilcümle enbiya ve evliyanın büyüğüdür.”
Kim
olduğu bilinmeyen garip derviş bu cevap üzerine tebessüm eder ve son sorusunu
sorar:
-
Peki, ama Hazret-i Muhammed, “Mâ arafnâke hakka ma'rifetike”, (Biz seni
lâyıkıyla bilemedik ya Rabbi!) buyurduğu halde, Beyazıd-ı Bestamî; “Süphânî
mâ â'zame şâni”, ( Ben, beni noksanlardan tenzih ederim, şanım ne kadar
büyüktür.) diye söyledi. Bunun sebebi nedir?”
Mevlâna
cevabında:
- “Elbette Hazret-i Muhammed
(Sallallahü Aleyhi Vesellem), günde sayısız makamlar aşıyor, her makam ve
mertebeye vardıkça da, evvelki bilgi ve makamından istiğfar ediyor ve ‘Ey
bizim idrakimizin üstünde olan Allah, biz seni gereğince bilemedik’ diyordu.
Beyazıd-ı Bestamî ise, ulaştığı ilk makamın mestliğine kapılıp, bu sözü söyledi.”
Derviş
almış olduğu cevabın dehşetine dayanamayıp, bir çığlık atarak ve “Ya Hû” diyerek kendinden geçer ve düşüp
bayılır. Mevlâna binitinden inip, dervişi kaldırır, kucaklaşırlar. Bu iki yeni
dost, kol kola oldukları halde ve hiç bir şey konuşmadan kaldıkları medreseye
doğru yürürler. Durumu görenler hayretler içinde arkalarından bakakalırlar.
Mevlâna’nın
Şems’le görüşmesi muhtelif şekillerde anlatılmıştır. En makul olanı ve itibar
edileni yukarıda anlatılan Eflâni’nin anlatımıdır.
İlk
karşılaştıkları bu yere, sonradan; Rahman Suresi'nin 19. âyet-i kerimesinden
ilham alınarak, “İki denizin kavuşması” anlamında; “Merace'l-Bahreyn” denilecektir. Konyalı, Mehmet Önder gibi son
zamanlarda bu konuyla ilgili araştırma yapanlar bu
görüştedir. Kaynaklarını zikretmemişlerdir. Ancak kadım kaynaklarda “Mecmâu’l-Bahreyn” tabiri geçmektedir.
Mevlâna
ile Şems’in Buluşma Mekânı
Burası
neresidir? Mevlevîler Bugünkü İş Bankasının karşısında bir yeri Mevlâna
ve Şems’in buluştukları yer olarak kabul eder. Burası asırlarca Dergâhtan
gelen kandille ışıklandırılmıştır.
Bir
gün Mehmet Önder Ankaravî Mehmet Dede’yi yanına alır ve Mevlâna ile
Şems’in buluştukları yeri, göstermesini söyler. Mehmet Dede,
bastonu ile Selçuk Oteli’nin karşısında kaldırımın kenarında bir yeri işaret
ederek “İşte Mevlâna ile Şems’in buluştukları yer burasıdır” der.
Bir
rivayet de Hatuniye Camii'ne giden yol üzerinde, bir tarafı Şems Parkı'na diğer
tarafı Altun-Aba Medresesi'ne çıkan güzergâhtadır. İbrahim Hakkı Konyalı, her
şeyin doğrusunu bildiğine inandığı hocası Şeyh Zade Ziya Efendi'den dinlediği
bu rivayete itibar eder. İki Dostun karşılaştığı yerin burası olması
gerektiğine inanır.[9]
Bu konuda diğer bir rivayet de, Şimdiki Şems Parkı’nın doğu kenarında
Şems Camii’nin kümbetinin karşısında bir yerdir. Bu da İbrahim Aczi Kendi’nin
Ayaşlı Şakir’den naklidir. Ayaşlı Şakir’in kabri de buradadır.
Mecmuau’l- Bahreyn Buk’ası
Buk’a;
mimarîde büyük yapı anlamına gelmektedir.
Selçuklu
dönemi tarikat yapılarından fizikî ve kapasite bakımından büyük
olanlarına “buk’a” dendiği, Osmanlı döneminde özelliğini koruyan yapılara aynı
adın verilmesinden anlaşılmaktadır. Hâlen ayakta bulunan bazı buk’aların
bünyesinde kubbeli bir sofa ve ona açılan tonozlu eyvan ile mescit, türbe ve
hücrelerin bulunması, bu görüşü doğrulamaktadır.
Bu konu, ilk defa bilim allemine Prof. Dr. Yusuf Küçükdağ tarafından
duyurulmuştur.
Mecma’u’l-Bahreyn Buk’ası, Konya’da Mevlânâ
ile Şems’in ilk buluştukları yerde inşa edilmişti. Diğer Selçuklu dönemi
buk’aları gibi muhtemelen mescit, birçok hücre ile sofadan meydana gelen bu
yapı, önemli bir Mevlevî Tekkesi idi. Zamanla yıkılmış; Osmanlı döneminde
Karaman Valisi Derviş Mustafa Paşa, eski şeklinde uygun olarak tekrar
yaptırmıştır. XVIII. yüzyılda sadece mescit bölümü faal durumda iken, yukarıda
değinilen zâviyeler gibi muhtemelen XIX. yüzyılın ortadan kalkmış; yerine evler
inşa edilmiştir. Bu yüzden yapısı hakkında şimdilik daha ayrıntılı bilgi verme
imkânı bulunmamaktadır.[10]
Tasavvufi
düşüncenin önemli özelliklerinden biri; dini kaynaklarda zikredilen olay yahut
kişisel tecrübeleri, Musa-Hızır örneğinde olduğu gibi, salt bir tarihsel olayın
aktarımı olarak görmez. Bu tür olay ve tecrübeleri, her bir insanın deneyim
alanıyla ilgili işaretleri de içeren, birer numune olarak değerlendirir.
Kur'an'da anlatılan Musa-Hızır kıssası diğer müminlere neleri işaret
etmektedir? Diğer bir ifadeyle, Hz. Musa'nın risalet makamı gereği sorguladığı
için, arkadaşlığından mahrum kaldığı ilm-i ledün sahibi (Hızır) ile arkadaşlığa
öğrenilecek sır nedir? İşte Mevlevî kaynaklar, bu yakıcı soruların cevabının, Mevlânâ-Şems
ilişkisinde saklı olduğunu hissettirirler.[11]
Şems'le
Mevlânâ'nın ilk defa buluşup görüştükleri bu yere Mevlevîler sonradan Kur'an-ı
Kerim Rahman Suresinin 19. ayetinden alınan “Merac'el-Bahreyn” ifadesi Şems ile
Mevlâna'nın Konya'da ilk karşılaştıkları yere makam adı olarak verimliler ve
burasını bir çevrikle işaretlemişlerdi. Selçuklular devrinde, Şekerfurûş
Hanı'nın önüne isabet eden bu yer, evvelce bir parmaklıkla çevrilmiş ve ziyaretgâh
haline getirilmişti. Şimdiki Selçuk Otel'in Maarif Evlerine bakan köşesine
rastlayan bu yer, zeminden yükseltilmiş, önü parmaklıkla ayrılmıştı. Oraya
akşamları, Türbeden kandil yollanır ve orada kandil uyandırılırdı. Bilhassa
Mevlevîler tarafından ziyaret edilirdi.
Fotoğraf:2. 2015 Yılında Yeniden Yapılan Anıt.
Buraya 2015 yılında yeniden bir simge olarak küçük bir anıt yapılmıştır. |
İbrahim
Hakkı Konyalı, bu iki ilim ve mana denizinin kavuştukları yer için çok güzel
seçilmiş bir addır. Burasının neresi olduğu hakkında ihtilâf vardır. Büyük Türk
ve İslâm Âlimi üstadım Şeyh Zâde Ziya Efendi merhum burasının eski Paşa
dairesiyle Çumralı Salim Efendi'nin evlerini ayıran sokağın içinde Ağazâde
Tevfik'in eski evinin önünde olduğunu söylerdi. Bu yol Hatuniye'ye, Şems-i
Tebrizi'ye, Seyfiye Medresesi'ne ve Akıncı Mescidi'ne giden yolların başıdır.
Bazıları
da burasının Selçuk Oteli'nin yanına rastladığını söylerler. Burada Selçuk ve
Sincari Mescitleri, eski kabristan, İbrahim Bey İmareti'nin odun ambarları vardı.
Gerçi bu yol da Akıncı Mescidi'ne ve Kız Öğretmen Okulu'na çıkar. Amma biz;
bildiğini iyi bilen ve güvenilir bir ilim otoritesi olan Ziya Efendi merhumun
rivayetini tercih etmek istiyoruz”. Demektedir.
Ancak
yıllarca mum yakılan, ziyaret edilen yer olarak Selçuk otelin bulunduğu Babalık
sokağın girişindeki sol köşe olduğu bilinmektedir. Ogün'den bugüne şehir
planlarındaki değişiklikler düşünülürse nokta bir yer tayin etmek zor
olacaktır.
Cumhuriyetten
sonra, Tekke ve Türbelerin kapatılmasıyla çevriğe kandil gönderilemez olmuş,
1927 yılında Alâeddin Caddesi üzerinde Maarif Evleri'nin yapılması ile çevrik
de kaldırılmıştır.
Mecmâu’l-Bahreyn'e
Mevlânâ Dergâhından kandil getiren Mevlevî dervişlerinden biri de Mevlânâ
Müzesi ziyarete açıldıktan sonra kendisine müzenin derviş odalarında bir hücre
verilen ve ölümüne kadar (ö.1957) bu hücrede oturan Ankaralı Mehmet Dede idi.
Konya’da
1953 yılında M. Muhlis Koner'in başkanlığında, Abdülbaki Gölpınarlı, Mehmet
Önder ve Belediye Turizm Müdürü Konyalı yazar Celâleddin Kişmir'in üyesi olduğu
bir komisyon kurdu. Komisyon, anıt üzerine yazılacak kitabeyi hazırlayacak,
ayrıca çizilecek anıt projesinin fikri yapısını oluşturacaktı. 1953 yılı Ekim
ayında bu konuda toplantılar yapıldı. Konya'da Gazi Lisesi'ni, Atatürk
Heykeli'nin kaidesini yapan tanınmış mimar Muzaffer'in oğlu, mimar Mukadder
projeyi çizdi. Abdülbaki Gölpınarlı anıt üzerine yapılacak metinleri hazırladı.
Bir dosya halinde Belediye Başkanı Rüştü Özal'a verildi, Belediyenin ödenek
yokluğu yüzünden bu anıt gerçekleştirilemedi. Rahmetli Abdülbaki Gölpınarlı bir
kitabe hazırladı.
Mevlânâ
ile Şems'in ilk buluştukları yer için 1953 yılında hazırlanan kitabe metni
şöyledir:
“Büyük bilgin ve mutasavvıf Mevlânâ
Celâleddin ile O’nun gönül dostu Şemseddin-i Tebrizî 30 Kasım 1244 günü ilk
defa burada buluştu, görüştüler. Bu buluşmadan sonra, burası “Marac'al-bahreyn”
yani “İki denizin buluştuğu yer” olarak adlandırılırdı. Bu anıt, bu buluşmanın
anısına dikildi.
“Güneşim, ayım geldi.
Gözüm, kulağım geldi.
O altın madenim geldi.
Başımın sarhoşluğu geldi
Gözümün nuru geldi.
Bir dileğim olmuşsa,
işte o dilediğim geldi.
Dün gece mumla aradığım dost,
Bugün bir gül demeti gibi yoluma
çıkageldi.” MEVLÂNA
Daha sonra, 2015 yılında hazırlanan
kitabe ve yeniden yaptırılan anıta buranın ismi. Mecmau’l-Bahreyn”
olarak yazılmıştır.
Fotoğraf: 3. 2015 Yılında
Hazırlanan Kitabeye Mecmau’l-Bahreyn” Olarak Yazılmıştır.
|
Ghanbarzad
Khajeh tarafından yapılan anıt 2017 yılında içinde kandil bulunan anıtın yerine
konulmuştur.
Mevlânâ
ve Şems-i-Tebrizi hazretlerinin ilk karşılaşma anısına yapılan anıt, ona
verilmiş olan isim gibi (Mecmau’l-Bahreyn) yani iki denizin
buluşması gibi irfanî soyut bir anlam taşımaktadır. Kuran-ı Kerim’ den alınan bu
metafor Mevlânâ’nın Mesnevi’sinin 1. Defterinde de yer almaktadır ve hikayeye
zaman içinde tarih, edebiyat, irfan ve müfessirler tarafından da farklı
yorumlar yapılmıştır.
Anıtı
yapan sanatçı Ghanbarzad Khajeh anıtı şu şekilde betimlemiştir:
Benim
annem Farsça Edebiyatı lise öğretmenidir ve çocukluğumda geceleri bana okuduğu
uyku hikâyelerinin bir kısmını da Mesnevi hikâyeleri oluşturmaktadır. Bu
sebeple Mevlânâ ile ilk ne zaman tanıştığımı hatırlayamıyorum. Annemin
hikâyeleri anlatmadan önce hikâyelerin daha zengin anlamlar içerdiğini
vurguladığını hatırlıyorum.
Mevlâna,
hikâyelerinde soyut irfani kavramları somutlaştırmaya çalışmıştır. Bizim
tasarladığımız anıt da benzer bir yaklaşımla ilk bakışta basit görünen bir
görüşmenin önemini soyut bir ifadeyle ortaya çıkarmaya çalışmaktadır. Bir
bakıma Mevlânâ’nın yaptığı işin tam tersini oluşturmaktadır. Bu seçim edebiyat
ve görsel sanatların ifade biçimindeki farkı da ortaya çıkarmaktadır. Bu
görüşme Mevlânâ için alevlenmenin simgesidir ve bazı yazılarında da bu
görüşmeyi bir çiçeğin açmasına benzetmektedir. Bu metaforları sürekli Şems’in
Divan’ında da görüyoruz. Mevlânâ ve Şems tarikatında arifin yolculuğu adım
adımdır. Arif basamakları tek tek çıkar. anıtta bu metafor çelik parçaların
birbirine tek tek kaynakla bağlanmasıyla yansıtılmıştır.
Anıtta fark edilebilen iki parçadan
hangisinin Mevlânâ veya Şems olduğu belli değildir. Bu seçim vahdet-i vücut düşüncesini
temsil etmeye çalışmaktadır.
Fotoğraf:4. Ghanbarzad
Khajeh Tarafından, 2017 Yılında Mevlana ve Şems-i-Tebrizi’nin karşılaşma
anısına yapılan anıt.
Anıtı
anlatmak için Mevlânâ’nın kendi şiirleri de çok yardımcı olmaktadır.
“İhsan
sahibi öldü ama ihsanı ölmedi ki… Allah indinde din ve ihsan küçük ve değersiz
bir şey değildir!” (Mevlânâ Mesnevisi 4. Defter)
“Adı
sakınılan, her şeyi adıyla yaşatandır. Böylece taze bahardır, filizdir.
Adı
sakınılan, her şeyi varlığında yok edendir. Böylece yakıp kavuran, kül eden
alevdir.
Adı
sakınılan, ilmek ilmek var olmaktır. Varlığını vatan eylemektir. Böylece bir
şehit direnişidir.
Adı
sakınılan, zamanı, mekânı ve bütün renkleri soğuran, renk almayandır. Böylece
fezadır, karadeliktir.
Adı
sakınılan, ka'tedilip kuyulara atılan vuslattır. Böylece simsiyah bir matemdir.
Adı
sakınılan, ikilikten birliğe ermektir, cem olmaktır. Böylece millettir,
medeniyettir.
Adı
sakınılan, ancak mazlum için, Hak için kalkan kılıçtır. Böylece istiklaldir.
Adı
sakınılan, insanla neşet eden uyuşmazlığı dindiren son karardır. Böylece
hükümdür.
Adı
sakınılan, fani olan insanın Elest Bezmine rücu kanatlarıdır. Böylece bekadır.”
Metinde
“adı sakınılan”dan “aşk” kastedilerek Şems ve Mevlâna'nın buluşmasının
hatırasına yapılan soyut anıtın ifade zenginliğine şerh düşülmüştür.
İki
okyanusun bütünleşmesi anıtın alt kaidesinin içinde bulunduğu havuz ile
betimlenirken;
Anıtın
kendisi; filiz formunda, alev formunda
ve ayrıca adım adım, ilmek ilmek var olmayı, ikilikten birliğe ermeyi anlatan
bir yapıdadır.
SONUÇ
Mevlâna’nın Şems-i Tebrizî ile karşılaması onun hayatında bir dönüm
noktasını oluşturmuştur. Bu buluşma, buluşma yeri, buluşma anı ve buluşma
yerinin isimlendirilmesi hep tartışılmıştır.
Yedi yüz yıldır da konuşulduğu görülmüştür.
Buluşma yerinin isimlendirilmesi konusunda değişik rivayetler
bulunmaktadır. Buluşma kadim kaynaklara göre;“Mecmau’l Bahreyn” olarak
adlandırılmıştır. “Merace’l-Bahreyn” tabiri ise son dömem araştırmacıları; Mehmet Önder, Abdülbaki Gölpınarlı
tarafından ifade edildiği görülmüştür. Onları bu şekilde ifade etmelerinin
tarihi gerekçelerine de ulaşılamamıştır.
Mecmâu’l Bahreyn: İki denizin kavuştuğu yer, birleştiği nokta, “Kâbe kavseyn” mertebesi, bu mertebe Hz.
Muhammed’in Miraç’ta Allah’a olan yakınlığını ifade eden bir derece olarak
adlandırılırken; Tasavvuf geleneğinde ise sûfînin Hakk Teâlâ’ya yakınlığını
ifade ettiği anlaşılmaktadır.
Kur’an’da, değişik tefsirlerde, şiirlerde ve edebî metinlerde bu tabirlere
rastlanmaktadır.
Kehf suresinin 60. ayetindeki Mecmau’l-Bahreyn (iki denizin
birleştiği yer) ve Furkan suresinin 53. ayetine geçen Merace’l-Bahreyn
ifadelerini görmekteyiz. Burada iki denizin birleştiği yer ifadesinin neresi
olduğu konusunda birtakım rivayetler vardır.
Mevlâna ile Şemsin ilk buluştuğu yer olarak kabul edilen mekânlar hakkında
farklı rivayetler bulunmaktadır. Konuyla alakalı farklı zamanlarda farklı
anıtlar yapılmıştır. Bu anıtların hep aynı mekana yapıldığı tespit edilmiştir. Bu
anıtların ikisinin fotoğrafına ulaşılabildi.
Son olarak yapılan anıt bu önemli buluşmayı betimlemesi yönüyle
önem arz etmektedir. Bu anıtın yapıldığı mekan, gerçekten Mevlâna’nın ile Şems-i Tebrizî ile buluştuğu mekan mıdır? Buna
kesin cevap vermek zor olsa da olabilirliği ihtimal dahilindedir diyebiliriz.
KAYNAKÇA
ERASLAN,
Kemal, “Akşemseddin’in Dinî Tasavvufî Şiirleri”, Türk Dili Edebiyat
Dergisi, C. XLVIII, Ankara, 1984.
Eraslan,
Kemal, Akşemseddin’in Dinî Tasavvufî Şiirleri, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı,
Belleten 1984, TTK Basımevi, Ankara, 1987.
Eraslan,
Kemal, “Akşemseddin’in Şiirleri”, Akşemseddin Sempozyumu 25-27 Mayıs
1988, Göynük Tebliğler, Akşemseddin Vakfı Yayınları, Bolu, 1988.
Konyalı,
İbrahim, Konya Tarihi, Hakkı, 1964.
Önder,
Mehmed “Mevlânâ Şehri Konya”, (İkinci
Baskı), Ankara 1971, s. 381.
Şahin,Bekir,Merace’l-BahreynNeresidir?(Erişim;05.012020) ttp://akademik.semazen.net/author_article_print.php?id=1569
Işık,
Ali, “Ayaşlı Şakir”, Konya 2011 s.42
Yavuz,
Kerim, “Şiirleri İçinde Akşemseddin’in
Tasavvuf Dünyası ve Psikolojik Yaklaşımlar”, Akşemseddin Sempozyumu Bildirileri, Akşemseddin
Hazretleri Vakfı Yayınları, Ankara, 1990, s. 52
Yıldız,
Muhammed Ali, “Akşemseddin’de Allah, Kâinat ve İnsan”, Doktora tezi, Ankara
Üniversitesi sosyal Bilimler Enstitüsü.
Yusuf Küçükdağ “Lâle Devri’nde Konya”, (S.Ü
Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Yeniçağ Tarihi Bilim Dalı Doktora Tezi), Konya 1981, s.46.
[2]
http://nezihuzel.net/index.php/2011/12/28/iki-denizin-birlesmesi/ Erişim
tarihi; 25/08/2019, saat;19
[3] Eraslan,
Kemal, “Akşemseddin’in Dinî Tasavvufî Şiirleri”, s.73.
[4]
Yavuz, Kerim, “Şiirleri İçinde Akşemseddin’in Tasavvuf Dünyası ve Psikolojik Yaklaşımlar”, Akşemseddin Sempozyumu Bildirileri,
Akşemseddin Hazretleri Vakfı Yayınları,
Ankara, 1990, s. 52.
[5]
Eraslan, Kemal, “Akşemseddin’in Dinî Tasavvufî Şiirleri”, s. 32.
[6]
Yıldız, Muhammed Ali, “Akşemseddin’de Allah, Kâinat ve İnsan,”
Doktora tezi, Ankara Üniversitesi sosyal Bilimler Enstitüsü. s.299.
[7] Işık, Ali, “Ayaşlı Şakir”, Konya
2011 s.42.
[8] Işık, Aynı ese, s.156.
[9]Konyalı, İbrahim, Konya Tarihi, Hakkı, 1964, s, 802.
[10] Bkz.
Sedat Emir, “Erken Osmanlı Mimarlığında Çok İşlevli Yapılar”: “Kentsel
İzmir Kolonizasyon Yapıları Olarak Zaviyeler”, İzmir 1994, s. 30-33,
46-50.; “Safîne-i Nefîse-i Mevlevîyan”, I., Mısır 1283, s.204-205,
208-209.; Yusuf Küçükdağ “Lâle Devri’nde
Konya”, (S.Ü Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Yeniçağ Tarihi
Bilim Dalı Doktora Tezi), Konya 1981, s.46. Bu zâviye, şimdiki Babalık
Sokağı’ında idi. Bkz. Mehmed Önder, “Mevlânâ Şehri Konya”, (İkinci
Baskı), Ankara 1971, s. 381.
[11]Şahin,Bekir,Merace’l-BahreynNeresidir?(Erişim;05.012020) ttp://akademik.semazen.net/author_article_print.php?id=1569
Yorumlar