HALİL İBRAHİM SAYAR'IN ANLATIMIYLA SİLLE
Bekir ŞAHİN
BEREKET DOLU BİR HAYAT: HALİL İBRAHİM SAYAR
Sizi Tanıya bilir miyiz?
Erenköy ile Konya arasında biz o zaman parsana
derdik. 1920 yılında doğmuşum. Sille parsana da Sille yolu üzerinde doğmuşum. Aşağı
yukarı 1923-1924 yıllarında 3-4 yaşlarına kadar orada kalmışız. Babamın mesleği
duvarcı ustası olması hasebiyle posta hanenin arkasında kiraya bir eve gelmişiz.
Aşağı yukarı 1928 e kadar orada oturduk. Evimizin köşesinde O gün ki altın
Çeşme İlkokulu vardı. Altın Çeşme İlkokulu'na 7 yaşında kaydoluyorum. Okul
üçüncü sınıfta birinci ikinci üçüncü sınıflar üçe kadar orada okuyorum üçten
sonra altın Çeşme İlkokulu başka bir binaya taşındı ve dördüncü sınıf Akif Paşa
İlköğretim Okulu'nda okudum.
Hocalarla geçilemediğini için Akif Paşa'nın
dördüncü sınıftan tasdiknamemi aldım. Rehberi Hürriyet sonradan onun adı 19
Mayıs oldu küllük başından botsalı sokağın içerisinde cezaevi Caddesi'ne bakan
Orada büyük bir okul vardı. Oraya taşındık. Rehberi Hürriyet olarak Rehberi
Hürriyet Okulu’nda da bir sene okudum çok haylazdım. Bu yüzden dolayı Babam
benimle ilgilenemezdi iş sebebiyle. Çünkü babamın ayrıca ama gereği Hem dördüncü
sınıfı Hem beşinci sınıfı ikişer Sene okudum hocalarla kavga eder sonra verin
benim tasdiknamemi der öteki okula giderdim. Oradaki hoca’yla geçinemez alırım
tasdikname. Öbür tarafa geçerim Neticede
1935- 36 zannediyorum 19 Mayıstan mezun oldum şimdiki karma Ortaokulu'na kayıt
oldum okuma sevgisi bende yeni başladı. O zamana kadar okudum mu? Haylazlıklarımın
Nedenini de bilemiyorum. Hiç takıntısız ikinci sınıfa geçtim. Nazif Baydur isminde
bir müdür vardı. Kendisini o binada astı müdür.
Ortaokul
yok muydu?
Sillede
ortaokul yok değil. Biz daha ziyade babamın bütün işleri Konya'da olduğu için hep
Konya'da oturduk. Sille ile O zaman diyalogunuz nasıldı? Sille ile o zaman çocuğuz
sille o zaman diyalogumuz. O zaman anneannem Sille’de oturuyor. Her pazar o
zamanlar tatiller Cuma günleri olur. Perşembe gider ondan sonra Cuma tatili
yapar cumartesi günü tekrar okullar açılır geliriz.
Anneannenizin
ismi nedir?
Anneannemin İsmi
ismihan
İsmihan Hanım
orada ne yapardı?
İsmihan Ana üç çocuğu vardı İki kız biri erkek Tabii
Rumlarla beraber oldukları zamanlarda annem Evlenmeden evvel teyzenle birlikte
devamlı surette Rumların bütün Ticaret elinde. Ben çocukken hatırladığıma göre
380 tane dükkân vardı Sille'de. Şimdi müze haline gelen okul var hamamın oradan
başlıyor baraj yoluna kadar Sağlı sollu hep dükkân. Toptan, bakkaliye, toptan
Manifatura, sarraflık, Bakırcılık yani Konya'da bir şey yokken bütün Konya'nın halkı
silleye gelirdi alışveriş etmeye.
Bütün ticaret bunlarda. Doğrudan Avrupa'ya
ilişkileri var bütün dokunan halılar Avrupa'ya gider. Rumlara halı dokumak
için ortaya çıkan kimseler.
Teyzeme halı dokuyan genç kızlara bunu şu güne
yetiştirirseniz sizi ikramiye vereceğiz. Çünkü aldıkları siparişleri
yetiştirebilmek için ve gece yarılarına kadar çalışırdık derdi annem. Eve
geldikleri zaman Sille'de ısınma tandır. Nasıl ekmek yapılan tandır var.
Onların küçüğü. Mutlaka her evde O
tandırdan bir tane gömülü. Odaların arasındaki Mesafeler. Mutfaklarda taş
döşeli. Konya'da o zaman yoktu O günkü medeniyet. Ve Odaların içinde ateş
konmuş mangalı getirirler indirirler. Onun üstüne tabure koyarlar ve onun
üstüne Kilim örterler ona her gelen o kilimin altına girer. Ayaklarını uzatıp
aynı yemek sinisi gibi boğazlarına kadar gömülürler. Bunları Biz gördük hep
orada Hem ısınırız. Hem uyurlar dinlenirler. O zamanki Sille'de ısınma şekli bu.
İki kız kardeşi iki erkek kardeş ile evlenmişler. Ağabeyleri o da çok mükemmel
bir usta. Hatta eseri de Konya'da şimdiki Mimarlar odasının oturduğu binalar. O
binanın yapılışı benim dayım tarafından yapılmıştır. Konya'daki birçok binaları
da silleliler yaptı. Evet, orada o binayı yaparken iskeleden düşüyor. Beyin
kanaması ile beraber dayın ölüyor dayım. Allah rahmet eylesin.
Şimdi
bu Halıcılığa tekrar dönecek olursak. O Halıyla alakalı malzemeler silleden mi
üretilirdi?
Doğrudan doğruya halen annemin o zamanda dokuduğu
seccade halı evde kullanırız.
Neleri
kullanırlardı hangi boyalar bitkiler mesela?
Bunların
içerisinden Bir tane tek bildiğim cehri o cehri mercimek gibi yuvarlak halı boyalarının
hemen hepsinde cehri vardı. Cehri Gevelinin eteklerinde Onların bir Mevsimi var.
o mevsimde bütün silleli gider. Oradaki Gevelinin eteklerindeki cehriler aynı
üzüm bağı gibi Taksim edilmiş Senin yerin benim ciğerim senin cahilliğin nokta o
şehri o zaman da herkes kendiliğinden merkeplerine biner bir iki gün evvelden
yemek hazırlıkları yapılır. Orada bir iki gün kalırlardı.
Cehri
dışında boya malzemesi hatırlar mısınız?
Boya malzemesi başka hatırlamıyorum
Kökboyası diye tabir ederler. Kazanlarını çocukken
hatırlarım. Rumlar yapardı bunu. Ben annenle bile fakir abisi ölmüş okumaya
vakitleri yok geçim sıkıntısıyla halı döküyorlar. Saat bile bilmiyor. Altı yedi
yaşlarında bir Rum komşuları otur sana saati öğreteyim demiş. Dua ederdi o Rum
bunlara. Orada komşulukları Müslümanlardan hiçbir farkı yoktur. Hatta amcamdan
işitirim iki üç kilise vardı iki tanesine Ben çocukken gider gelirdim ve bir
papaz vardı otururdu devamlı Sille'de.
Ayrıca 8-10 camimiz vardı bütün camiler
ve imamları düğün yapıldığı zaman halen bazı köylerimizde adet işte davul zurna
bir hafta evrenden o düğün evi onları getirir çalmak suretiyle bütün mahalleleri dolaşırlardı.
Cami geldiği zaman davulun başında dur camiye geçtikten sonra tekrar davulcu
vurmaya başlar kilise gelince vur. Yani
Cami gelince dur kilise gelince vur. Ve tabii Rum hanımlarının çok gücüne gider
Cami gelince dur duruyorsunuz kilise gelince buz duruyorsunuz. Kendi topraklarına bu şikâyeti ediyorlar
papazları da sille'deki ileri gelen hocaları toparlıyor diyor. Öyle bir durum
var. Sizin ibadethanenin nasıl saygı gösteriliyorsa bizim ibadet hanemize de
saygı gösterirsin. Tüm imamlar bunu haklı buluyorlar ve o günden sonra Cami
gelirse de dur kilise geldiği zamanda duruyorlar. Bu bizim gücümüze gidiyor
diyorlar. Kardeşçe oturuyorlar hiçbir zaman ayrılık yok. Tabii tüm zenginlik onların
elindeydi. Mesela yanı başındaki komşunun bir yumurta alınıyor yumurtanın beyazı
lazım. Kırıldıktan sonra alınıyor sarısı komşusuna geri veriliyor yumurtayı ile
paylaşıyorlar.
Sille çayının 12 ay hiç susuz
olduğunu bilmeyiz. Devamlı suyla dolu Meram çayı gibi akardı. Ve o akan sularla
sillenin bütün Bağları sulanırdı. Başka yerden su yok. En lezzetli üzümler
sille'nin üzümleridir.
Üzümlerin İsimleri neydi bir tanesi beyaz Gut
derdik. Daneleri arasında boşluk yok. İkincisi Büzgüllü
onlar uzun uzun olur. Ve devamlı surette kışın yenilir. Kışa kadar katiyen büzgülüleri
Bağdan hiç toplamazlardı. Kud Büzgüllü ondan sonra da dimnit. Dimnit hala
günümüzde var. Konya'nın en güzel üzümlerinden birisidir. Sıralı ince kabuk ve
başka vilayetlerden üzümler gelir. Hepsinin kabukları kalın. Konya'nın dimnit
üzümü başka vilayetlere gitme şansı yok. Hatta bazı yerlerde taptaze olsun misafire
ikram edelim düşüncesiyle Heybenin bir gözü ne sepetler konur hiç debelenmeden
Bağan sille'ye Kadar gelir. Açıldığı zaman Bağan koptuğu gibi hiç zedelenmemiş
Ama arabayla getirmeye çalışırsanız sarsıntıdan dolayı salkımları çıkarırken
bakarsınız ki birçok yeri patlamış üzümler ıslanmış.
Peki, bağbozumu falan olur muydu?
Tabi olur. Şenlikleri var Onların bağbozumu
ilanı gene Rumların elindeydi.
Onlar mı ilan ederdi?
Onlar ilan ederlerdi. İlan etmeleri de bir
defa üzüm yenebilecek hale geldiği zaman üzüm papaza gelir. Papaz Onu yedikten
sonra papaza üzüm geldi denir. İlan edilir. Ondan sonra herkes Bağlara ve
papaza üzüm geldiği tarihten başlayıp bağ bozumuna kadar o devam ederdi. Herkes
pazar günleri çocuğuyla Herkes Kendi bağlama gider. Bağ bozumuna kadar orada
devam ederdi
O zaman Rumların da Bağlar vardı?
Rumların da Bağlar
var.
Hangi senelerde zaten buradan hepsi Rumlarında
zaten Mevlana hazretleri de Rum diyarına geldiği zaman Orta Asya'dan çıktıktan
sonra Türklerin buraya gelişi var. Ondan evvel buralarda hep Rumlar var.
Peki, bu Rumların buradan tehcir
olayı ile alakalı anlatılan hatıralar var mı?
Artık tabii çok küçük olduğum için bilemem ama
çok üzüntülü olarak kucaklaşarak gözyaşları ile ayrıldıklarını söylerler. Hala
yakın zamana kadar bazı Rumların çocukları dedeleri babalarından aldıkları
resimlerden diğerlerini ziyarete gelirlerdi. 1974 Kıbrıs Harekâtı ilk harekâtta
Biz Ticaret Odası olarak gitmiştik. Kıbrıs'taki Türklere ait olan yerleri
Gezerken Hangi eve gitsem o evde Hepsiyle
kıyafeti ile fotoğraflar vardı. Yani hemen hemen silleden gidenlerin hepsi
bunların Kıbrıs'a mı yerleştirdiler bilmiyorum? Hatta bazı resimleri aldım duvardan çünkü Türk
ordusu oraya girdikten sonra Kaçan kaçana ve biz tam o esnada girdik. İlk giden
Konya Ticaret Odası olarak bizlerdik. Yollarda yanan arabalar, dumanı tüten. Ne
bileyim Maliye Bakanlığı tarafından Bütün mağazaların hepsi mühürlenmiş. Girdiğimiz
bir büyük mağazaya giriyoruz ki envai çeşit araba. Daha biz Türkiye'de mevcut
arabaları tamir etmek suretiyle hiçbir şeysi yok. Ama orada ama onun
mağazalarında en son model taksiler. Hepsini getirip ve bir dışarı ile ilgileri
vardı. Şey hatırlıyorum bir şey de meydanda aşağı yukarı Alâeddin Tepesi gibi
inşaat demiri yığılı. Onu gördüğüm zaman ağlamaya başladım Yahu dedim bu demir
nereden geldi?
Biz eğri
demirleri toplayıp doğrultup kullanıyoruz yeni demirimiz yok. Aşağı yukarı iplikçi
Camisi'ni Ben 1958 de o zamanki Devlet bakanı Allah razı olsun bana çok yardım
etti. Orası müze idi biliyorsunuz. O müzenin bütün taşlarını sahip Ata
Camisi'nin şimdi müze olarak yapılan yer tarla idi. onlarında Allah razı olsun.
Üçüncü bölge müdürü Bingöl bana caraskal vesaire verdi. Onları teker teker
oraya götürmek suretiyle taban çaktırdım. Çivi ararım çivi yok. Arkasına bir
şey yaptım. Şadırvan 6 santimlik bir 3 kilo çivi lazım çivi bulamıyorum. Hatta
şurda Onların resimleri var. Bir Müteahhitlik geçiyormuş Yahu dedim bir iki kg
üç kilo 6 santimetrelik çivi lazım dedim bende var dedi. Kilisenin karşısında
Fahrettin Paşa Parkı vardı bilmiyorum hatırlar mısınız oraları? Sonradan
belediye orayı sattığı Mesken yapıldı oradan bir yer almış Bodrum katına indik
Bana iki kilo çivi verdi. O çivi ile Ben İplikçi Cami arkasındaki
şadırvanın kalıbını tamamladım her şey var ama hepsini de hemen Maliye
Bakanlığı mühürlemiş hiç kimse içeriye giremiyor. Öyle bir ganimet var ki:
dedim ki şu ganimet Türkiye'nin belini Doğrultur. Yani oradaki gördüğüm o
zenginliği Çünkü 74 teki O bizim durumumuz Kıbrıs'taki Rumların durumunu her
şey var bizde bir şey yok kürek yok Kazma yok yani zengin bir vatanın evladı
nasıl hiçbir şeye dokunmadan yemiş yatmış yaşamış. Türklerde öyle yaşamışlar.
Kilit Avrupa'dan gelir, Menteşe Avrupa'dan gelir kürek kazma Avrupa'dan gelir.
Türkiye'de de aşağı yukarı 1943 ikinci Cihan harbinin olduğu sırada Şükrü
Saraçoğlu başbakandı bir Varlık Vergisi koydu. Tayin ettiği askerin tayin
ettiği memurun oturacağı evi yok. Bu kadar fakirdi. Allah razı olsun Hep dua
ediyorum. 43 teki koyduğu Varlık Vergisi Rum Ermeni Yahudi'nin elinde ticarette
sanatta herkes onlardan alır satar. Onlar
getirir Avrupa'dan. Hiçbir Türk tüccarı Avrupa'dan şeysi yok. Ve Türk tüccarına
50 lira koydu Yahudi’nin kini 50 milyon lira 50 lira 50 milyon lira ve Rum
Yahudi Ermeniler hükümet tarafından konulan Varlık Vergisi ne itirazda
etmeyecekler. Neleri varsa sattılar. 500 lira daha borçları kaldı. Aşkale’ye
doğru doğrudan doğruya yol yapmaya. Bütün varlığını verdi ve Yahudi Rum parası
yetişmezdi. Kazma kürekle oraya çalışmaya gitti. Konya'ya mesela Yahudiler
geldiler. Abide'nin etrafındaki asfaltı o zaman Onlara döktürdük. Bir tek
asfaltı biz o zaman 1943 de gördük. Çünkü ilk gittiğimizde iki şeyin Kıbrıs'ın
zenginliğini görünce o zaman Ticaret Odası Başkanımız kim idi? Rahim Özkaymak zannediyorum.
Halil İbrahim abı Oradaki gördüğün
fotoğraflar şimdi Sizde var mı? O elbise fotoğrafları var mı elbise
fotoğrafları var mı bilmiyorum Evde falan bir arayayım.
O zaman annem falan sağ idi anneme
göstermiştim bak dedim Sille'de ki halen Rumlardan kalma. Annemin annesinden
kalma bazı Hatıraları saklarız. Eğer varsa o Rumlardan kalma giysi Rumlardan
kalma hatıra varsa.
Peki,
Halil İbrahim abi dedenizin babanızın anlattığı o günlerde aklınızda kalan
Hatıralar Var mı?
Mesela bu hatıralardan bu düğün evindeki şey
var. Anne babam yıkıp yaptığım Cami'nin müezzini idi. Kamber derlermiş.
Konya'dan sesini dinlerlermiş. O kadar güzel sesi varmış ki. Şey okur. Halen Tabi o minareyi ben hiç yıkmadım. Diğer
tarafta mimari durumunu bozmayacak şekilde korumaya aldım. Ustalarımızla dört
duvarının olduğu gibi yıktım duvarı çıkmadan evvel bütün damlar Çorak. Çorak ı bilir
misiniz? Evet, akmasın diye zaten o da gene Sille dağlarından birisinde çıkar.
Herkes ağacını düşer kamıştan hasırlarını serer. Ondan sonra başlar çorap
koymaya başka şey konmaz. Çorak her şeyde de yuvarlanmak suretiyle üç sene
sonra aktı tekrar Çorak dökülür beş sene sonra dökülür tekrar çorak dökülür ve
caminin
Badanasını
boyasını her şeyini yaptık. Ondan sonra da o esnada bir hanım geldi. Evladım
dedi buraya şadırvan yapacak mısın? Öyle mi yaptıracağım teyze dedim. O zaman
dedi bunun parasını ben vereyim dedi. Ama dedim 25 bin lira filan gider ne
Giderse Gitsin dedi ben vereyim. İstanbul’a da çok sık gider gelirim her vakit
Hangi camiye rastlarsa Namazı orada kılarım. Sirkeci deyim.. Ezan okunuyor
hiçbir tarafta yakın cami neresi Mahmutlar Camisi bir defa Aksaray
tarafındaydı işim. Orada hangi Cami’de? Her neyse orada şimdi hatırlayamadım.
Her neyse şadırvanı çok hoşuma gitti. Lazım olursa ben bu şadırvanın eşini
yaptırayım. Edirnekapı o zaman oranın fotoğrafını oradan aldım. Bunu dedim iplikçi
Camisi'ne yaptırayım. Sağlamı buluncaya kadar hep dolma oralar 4 metre filan
indim aşağıya büyük bir şeyle. O zaman ne kepçe var ne şey var amele ile kaz
iskeleden iskele toprakları atmak suretiyle. Neticede Cami bitti ibadete açıldı.
Yıllar Sonra Mahmut Sami Ramazanoğlu Anadolu İmam Hatip Lisesi Okulu'nda yapma
da bu fakire nasip oldu.
1987 Medine-i Münevvere deyim. Sami
Efendi ile de devamlı surette her gün saat onda Medine münevvere de peygamber
efendimiz sallallahu aleyhi ve selem Kabri saadetinin karşısında. Öyle Trabzonlarla
çevrilmiş bir yer var oraya Ebu suffa deniliyor Ebu suffa peygamber efendimiz
sallallahu aleyhi ve sellem yatsı namazlarından sonra her gün Ashabı ile orada
istişare edermiş. Her gün. İşte ümmetine en büyük miraslardan biri her işinizde
istişare edin. Koşun konuşun anlatın birbirinize. Ben suyum Ben buyum zenginin
padişahım bilmem neyin bunu kaldırın. Saat 11 de Efendi Hazretleri gelir. Birlikte
namazı kılar ayrılırız. 1987 de 73tü ilk gidişim. Renault'lar yeni gelmiş idi
İstanbul da gördüm Babıâli’de Yahu dedim Ne güzel bir araba imiş Allah Allah. Renonun
12si ilahiyatın önünde durdum aşağı yukarı sirkeciden geri döndüm da yukarı
geri döndüm.
İplikçi
Caminin arkasına yaptığım bir şadırvan Dolayısıyla hatıra uzun. Yaş doksan beş
1920 doğum onuncu ayda 95 bitiyor Neticede Sami Efendi Hazretleri 1987 de vefat
etti ve ilk o reno ile
1973 de Umre yapmıştım. Akşam ezanına yakın girdim
Medine'ye. Ali Ulvi abi ile ille de iyi bir arkadaşız. Konya'da iken idman
Yurdu'nda beraber top oynardık. Doğru kapılarının önüne gidip arabayı koydum. Kucaklaştık
akşam ezanında okunuyor. Hemen koştum camiye öteki Kolundan tutar. Öteki bilmem
ne yapar. Yer sofraları serilmiş boydan boya. Allah başladım ağlamaya Bu ne
güzel bir adet. Orada bir dua etmiştim. Yarabbi dedim bana her sene nasip eyle.
Bu sene kırk üçüncü sene idi. hiç ara vermeden bir bu sene gidemedim Hanım
rahatsız oldu.
Allah şifa versin
Neticede 87 de otelinin odasında Sami Efendi
Hazretleri oturuyor Rüyamda önümde bir telefon var bende karşısındayım benim
önümde de bir telefon var Telefonu aldı bugünkü Mahmut Sami Ramazanoğlu binası
Camisi onu öyle göstererek evladım dedi bu Camii dedi imam hatip okulunu Sen yaptıracaksın.
Başüstüne
Efendim dedim
Telefonu
kapattık. Başucundan da soba borusu gibi bir boru var. Gözyaşı gibi su akıyor.
Su kayboluyor. Sonra borularla adamlar geldiler. Dediler ki şu suyu Bağla da
boşa gitmesin. Başımı şöyle bir sana çevirdim üç tane boru var. Aynı kalınlıkta
üçü de. Adamakıllı kalın Siz dedim boruları bırakın. İlk defa ben şu
tıkanıklıkları bir açayım. Ondan sonra boruları bağlarım. Peki dediler borular
bıraktılar Bende uyandım Allah Allah dedim Bu Rüya neye gelecek? Bu hazretin bu
kadar bana iltifat göstermesi. Neyse dedik döndün Suudi Arabistan’dan. Sene
1990 Allah razı olsun Özal Konya'ya 3 tane belediye Selçuklu Karatay ve Meram
Belediyesi olarak Selçuklu belediye Başkanı İsmail Öksüzler o zaman toptancılar
dayım Burası daha yok. Dedi hacı amca bu benim üçüncü beni bir kere ziyaret
etmeye gelmedin.
Seçimden
önce evleri gezerken mahalleler gezerken her evde eğer beni Belediye Başkanlığı
yaparsanız Selçuklu mıntıkasına bir İmam Hatip Okulu yaptıracağım dedim. Cenabı
hak nasip etti. Kime gittiysem sayara gideceksin sayara gideceksin dediler
Valla teveccühün var olsun da Havacılar geldiler. Albay Yarbay 74 Kıbrıs Harekâtı’nda
her subayımız iki rekât namaz kıldı Uçağa bindi. Namaz kılacak 2500 mevcutlu
2500 mevcutlu bir yerimiz yok. Camiye yap bize. Kime gittiysek sayara
gideceksin dediler. Onlara dedim ki Cami yapıyorum falan yerde İnşaat'ın var
uğurladık aradan bir hafta geçti Halil Ürün Veysel Candan Mustafa Özkafa Meram
yolunda misafirhane var ya oraya davet ettiler geleyim başkan dedim gittim
yemeği yedik. Şark odası oturduk çay içerken 4 kalktılar ellerini kaldırarak
biz dediler kayıtsız şartsız sana teslimiz.
Selçuklu mıntıkasına yapılacak imam hatip okulunu
sen yapacaksın. Ne istersen iste bizden Makine iste malzeme iste onlara da peki
dedik. Oraya hatırıma geldi
Dedim bari bu Anadolu olsun Çünkü 51 de
kurduğumuz Dernek tüzüğünü falan göstereceğim. 50 kişi 60 kişi 70 kişi
sınıflarda. Anadolu olursa sınıflar 32 kişiye iner. Belki bir de yabancı lisan
öğrenirler. Huduttan Çıktıkları zaman onların insanı ile İslâm anlatırlar. Ne
yapayım Anadolu İmam Hatip Lisesi Derneğini kurdum. İlk işim Ankara'ya Gittik
Mehmet Keçeciler Devlet bakanı. Fakir bir ailenin çocuğuydu. Biz okuttuk onu. Anlattım
olma durumu hadi gidelim dedi. Avni Akyol Milli Eğitim Bakanı. Ona beni tanıttı
dedi İsmail Bey Evren Paşa'nın İmam hatip okulları hakkında yazdığı mektup
hepimizin başucunda duruyor. Seninde cebinde duruyor. Sende de duruyor. Bırak
dedi Yeni İmam Hatip Lisesi okulunu açmayı Eskileri muhafaza edebilirsek dedi.
Vallahi bilmem dedi. Bu amcayı geri çevirme. o açmam de ısrar eder bende
sırtıma artık dayadım Sami Efendi Hazretleri'ne. O dedin bana Himmet etti. O gösterdi çünkü evladım bunları sen
yapacaksın. Resmi olarak açamam da dedi. Konya’da bir imam hatip Okulu'nun bir
şubesi olarak 2 sınıf vereyim dedi. Razıyım dedim. Ondan onu aldım İslam
Enstitüsü olarak yaptığın binadan 2 sınıf hazırladım 33 yerden 64 talebe aldık.
Neyse ondan sonraki Safahat Daha uzun.
Daha yapılıncaya kadar olan Safahat uzun.
İnşallah
onu ayrı bir konuşmada yapalım silleye dönecek olursak.
Sille'de
Rumların birçok dükkânlarından bahsettik. Burada silleli Müslüman onların
yanlarında yani Rumların yanında çalışır mıydı?
Çalışırdı
hepsi çalışırlardı beraber çalışırlardı. Çünkü neden forumlarda kültür bizim
kimseleri mi mesela Annemi hiç okuma yazma bilmez. Yollamışlar mektebe. İşte
bir saati de Rum öğretiyor. Yani nereden gelme Bu cehalet okumama hâlbuki ilk ayet
kerime oku. Her şeyin onların ellerinde olması hasebiyle Rumlar hâkim konumda
Silleye Rumlar hakim.
Hatta
belediye reisleri falan birkaç devre onlar tarafından belediye reisi olmuştur.
Sille'de bunu daha iyi bilenler o belediye başkanları Rum.
Tostçu Arif bilir bunları. O daha iyi hâkim bu
konulara.
Peki,
sizin kendi aranızda İnşaat ustaları yanında çalıştırdıkları kalfaları veya
marangoz vesaire Usta Çırak ilişkileri nasıl idi?
Şimdi mesela
bakıyorum Yedi yaşına girdiğin zaman annesi elmas ana anaların anası hiç unutamıyorum
iyi tanırım onu. Böyle battı çıktıdan çıkarken Orada iki tane bina yaptım. Birisinde
köşedeki yer. Şimdi Necmettin Erbakan Üniversitesi'nin bir şubesi oturur. İkinci
binalarda Elmas ana Konağı adını verdim 14 dairelik bir yer vardı orada çocuklarımı
büyüteceğim diye genç yaşta bir daha evlenmiyor İki oğlu var biri babam Sıtkı
aşağı yukarı iki yaşında idi diğeri Mehmet de 1 yaşında devamlı surette o
çocukları büyüteceğim kimseye muhtaç olmayacağım diye Rumlara çalışmaya giderdi.
Yatsı ezanı okunur. O gün yaz günlerinin
hesap et başladığı işi bitireceğiz diye yatsı ezanına kadar o işi de bitirir
Ondan sonra evine gelir öyle 8 saat çalışmaydı 7 saat çalışmayla falan yok ve
çocukların da o kadar katiyen evden ayrılmayacaksınız.
Yatsı
namazından geldiğim zaman bakardım. Eşikte iki çocuğuyla beraber otururlar. Ve
7 yaşında sanata veriyor. Sonradan Ömer Usta isminde birisini transfer oluyor. Onunla
başladıktan sonra Ömer Usta da Konya'nın sille'nin sayılı ustalarındandı. Birinci Cihan harbi çıkıncaya kadar onun
yanında çalışıyor. Yaşı 18 Yapı Kredi Bankası'nın yapıyorlar. Belki o Yapı
Kredi Bankası'nın yaptıranlar da Mehmet rüştü biraderler. İstanbul'da çizilmiş
planı. Ustabaşı sı da bir Ermeni. Babamın bağlı olduğu o Hasan Usta oranın
inşaatını işini alıyor. Ermeni'nin nezaretinde. Her Perşembe geldi mi o
Ermeni'nin çalışanları tayin ettiği paraları zarfa koyar teker teker verilmiş. Babam
da aldığı zarfı doğrudan doğruya ustasına. Ermeni niye veriyorsun ona? Demiş
biz bazen hıdırellezden Kasım'a kadar iki sarı liraya çalışırız. Bu arada Ben
ne kazanırsam ustama veririm. Yahudi Olur mu böyle şey ve bu aşağı yukarı orayı
bitiriyor ve hep söylerdi köşe taşlarındaki bütün taşları bana koy dururlardı
derdi. Cebimde bir Kurşunlu taşırdım. Mesela camilerin üzerine döşenen yaprak
kurşunlar var ya onları keser her taşı oturturken köşelerini teraziye almak
için. Geçen aklıma geldi Babam böyle söyler gibi bir gideyim Yapı Kredi
Bankası'nın o taşlarının arasını çivi ile söyle kazıdım hakikaten kurşun var
orada. Hala duruyor. Tamamen doğrudan doğruya Usta ilişkileri kimin yanında
başladı ise onun yanında başladığı zaman ki para alma verme işleri hep
Kasım'dan Hıdırellez e kadar. Bütün sille'deki duvarcı olsun tuğla ocakları
olsun testi ocakları olsun çünkü bütün sille'deki çalışan kimseler nafakalarını
senin için ekseriyeti İzmir tarafında giderlerin çalışmaya Salihli Urganlı
bilmem ne oralarda testi ocaklarında giderlerken Hıdırellez de gidiyor. Kasımda
geliyor kaç para 600 liraya Tamam. O arada bir daha bir şey yoktur. Sıvacısı da,
duvarcısı da, tesisatçısı da bütün Hıdırellez Kasım a pazarlıkları ve itaat
sureti katiyetle ustasının önünden geçmez. Ustası yemeye oturdukları zaman
ustası yemeği önceden başlamadan onlar başlamaz. Yani öyle bir disiplin terbiyeleri
vardı. O terbiye halen bazı büyüklerimizin içerisinde var hala. Şurada
fotoğrafı var o şeyi Siz yakalasanız orada çok güzel malumat var.
Açtım ki göstereyim diye. Orada o kadar güzel
bilgiler var ki. Selçuklu Belediye Başkanı İsmail Öksüz iken şu ağabeyimiz Ziya
Sezen Evet bu aşağı yukarı işte 80 90 a yakın ölüyor. Kim idi bu ziya Sezen oda
Sille'de doğma çok iyi bir usta sonra Ankara'ya nakletti işini Ankara'da işini
İstanbul'a nakletti gözleri görmezdi ve İsmail Öksüz Mustafa dedi ki yahu silmeyi
şöyle bir bilen adam bunda Ben baştan aşağı
Beraberce İsmail öküzle Beraber fotoğraf çektik. O
adamlar da benimle beraber geldiler. Gittik Orada fotoğraflarını çektim. Hem
kaç saat silleyi anlattı.
Yayınlandı mı
bu?
Efendim?
Yayınlandı mı dergi gazete vesaire gibi yerlerde?
Görmedim ama bu kayıtlar Selçuklu Belediyesi'nde var.
Evet, İsmail
Öksüzler zamanında bütün bir tarih gibi Arşiv var. Hiç aramaya lüzum yok. Hatta
bir tanesini de dedim bana verin de kendisi O zaman İstanbul'da ve çocukları
var idi. çocuklarına teslim ettim. Bu babanın Konya Belediyesi'nin tertip
ettiği konuşmasının kaydı bu. Kaseti bu.
Çocukları
nerede?
Çocukların
İstanbul'da idi.
Peki, şimdi silleye tekrar döndüğümüzde Sille'de
çocukların Dini ahlaki eğitimleri nasıl verilirdi?
Dini ahlaki eğitimleri her caminin
imamı olduğu için kız erkek çocuklar Orada mesela tatil sebebiyle gittiğimiz
zaman Anneannem beni Şaban Efendi diye anılan çok güler yüzlü sevimli bir insan
vardı. Ona götürüldü. Konya’da okuduğum kapı Camisi'nin imamı Hacı Haydar
Efendi'den sonra bir haftalık bir tatile gittiğim zaman unutmayayım diye hemen
o Şaban hocaya beni götürür. Şaban Hoca'da okuturlardı okuturlar da Kuran'ı
Kerim mesela Elif bayi bitirdiyse anne elem tereden aşağısı bitirdiyse Amme
ammeyi bitirdiyse Tebareke, Tebareke bitirdiyse kaç seneye bitiyor vesaire fark
at sonra da Kuranı Kerimin silsile sırası bu. Ben doğrudan doğruya ilk mektebe
gitmeden evvel gerek sille'deki hocalara gerek Konya'da
Külah Medresesi var. Şerafettin Medresesi'ni önünde gittiğin zaman orada
yol ikiye ayrılır. Birisi Şems Parkı'na doğru gider. Diğeri ara sokağa gider.
Çıkmaz sokağın içerisinde silleli hoca ana Tayyibe ana Tayyibe den gelme. Onda
Elif'ten başladım. Kuranı Kerimi geçtim. Hatim ettim. Ondan sonra ilk Mektebi
başladım. İlk mektebe gitmeden evvel bütün aileler çocuklarına din dersi
verirlerdi.
Peki, burada annenizin ne Deniz'in yaptığı dualar
veya yaptığı söylediği ninniler yahut karşılaştıklarında sohbetlerinde
konuştukları sohbetler nasıldı?
Efendim
tabi biz çocuktuk. O günkü toplantıları da götürürlerdi bizleri de fakat bir
oyun oynayacağız diye çıkar
Veya
şöyle soralım anneniz nineniz size en çok nasıl dua ederdi? Güzel bir iş
yaptığınız zaman?
Güzel bir
iş yaptığımızda bir defa o elma sana dediğim iki oğlu var. Birisi Mehmet birisi
sıktı. İki kız kardeşle 2 oğlan kardeş evlenmişler. Ve ilk defa ben doğmuşum.
15 gün sonra da amcamın o çocuğu. Onun ismi de Yakup. Anahtarcılık yaptı Hacı
Hasan Cami içinde uzun yıllar müezzinlik yaptı. Annelerimiz kardeş hem
babalarımız kardeş. Mekke-i mükerreme de vefat etti.
Heybenin bir gözüne beni diğer gözüne onu
koyarmış nereye giderse bizi de götürür bizi ne kadar sever yanından ayırmak
istemezmiş. Ben şeyi çok severdim merkebi ve beni uyutacağım zaman annem
doğrudan doğruya elmas anaya beni verir.
-Bak eşek alacağım.
ee ana,
-senin üzerine
bineceksin
ee ana,
Öyle bir tatlı tatlı anlatırdı ki bana beni
uyutmak için.
- Sepete koyacağız.
Ee ana
Bağa gideceksin
Ee ana
-bağda işte şöyle
Üzümleri kopartacaksın
Ee ana
Kayısı yok mu?
Kayısı zamanı
Yani derken ben uyuyorum. Yani uyacakları
zaman o Elmas anaya teslim ederlerdi. O bize öğütleri vererek uyuturdu.
Sille'de
hatırladığınız lakaplar nelerdir? Meşhur ailelerin lakapları nelerdi?
Lakapları
nelerdi? Biz kendi
şeylerimizden başlayacak olursak.
Anneannem: bir hanım teyze, iki Aliye teyze, üç…
Dört kızlar bunlar.
Sizin ailenizin lakabın neydi?
Bizim aileye Baba tarafından: Çandırlılar çındırlar yani Halil Paşa mı ne
onun soyundan geliyor. Halen Kabir taşında çındırlar yazmışlar Hâlbuki
Çandırlılar. Bütün Sille bize böyle Çandırlılar anarlardı.
Ana tarafı?
İşte o isim yapmış kamber ağa sülalesi diye. Hafız
güzel sesli olması hasebiyle Kamber Ağa deniyor. Kamber ağanın kızı İsmahan
üçüncü.
Bir öncekini hatırladım. Hanım, Aliye,
Ismahan, hürü. Bir daha var. Bunlar Abit ana anaları. Bunların da büyük bir
bağları varmış. Bu beş kızın üzerine Taksim ediliyor ve Abit Bağları deniliyor,
anılıyor. Ve şöyle de acıklı bir durumu var bunun. O Abit ana beş kızından
sonra bir tane oğlu oluyor askere gidiyor. Sekiz dokuz sene sonra dönüyor.
Konya istasyonları trenle geldiği zaman istasyonda vefat ediyor.
Babam 8 sene askerlik yapmıştır amcam
zannedersem on, on bir sene askerlik yapmış Biz ikinci Dünya Savaşı'na tesadüf
ettik Ben 4 sene askerlik yaptım. 38 in sonunda harp başladı.
En şiddetli zamanlarda bir asker dik.
Peki,
askere gider iken tören vesaire yapılır mıydı?
Askere
giderken bir tören, cihan sırasında böyle bir şey yoktu. Zaten Konya'da Ben
yalnız başına bindim gittim. Giderken de askerlik şubesine uğradım. Askerlik
Şubesi benden önce gelen elbisesi ile gelir elbiseleri şu beye bırakır. Elbiseleri
potinleri. Bana askerden gelmiş birisinin eski elbisesini verdiler. Annem
güzelce yıkadı onlar giyerek gittim. Yani böyle yenisi falan yok. Askere
gittiğim zaman bir yatak kılıfı verdiler. Bana aşağı yukarı Cumhuriyet Bayramı
sırasında tarlayı gördün mü? Gördüm Evet.
Beğendiğin ottan doldur dediler bana. Gittik yatağa doldurduk. Öyle yaptım.
Evet, Şimdi askere giderken tabii uğurlamaları her zamanki adetler. İşte
ağlamalar gülmeler. Ve onların kalıntısı olarak şimdiki askere gidenler de
doğrudan doğruya yapılan şeyler.
Peki,
bayramlarda ve özel günlerde gelenek olarak yapılan kutlamalarda neler yapılırdı?
Efendim
çocukken hatırladıklarım: bütün aşağı yukarı Sille hanımlarının iki yerleri
vardı bir yukarı Bağlar bir aşağı bağlar. Yukarı bağlar: barajın olduğu gevellenin
eteklerinde oralarda bağlar vardı. İşte Hıdırellez den sonra başlayan Bu
Şehirde pazar günleri yukarı Bağlara gideceklerse Perşembe günü aşağı Bağlara
giderler. Yani devamlı surette bağ mevsimi başladığı zaman bütün sille
kadınları yukarı bağlar gününde yukarı Bağları,
aşağı bağlar gününde aşağı bağlara kasıma kadar gider gelirlerdi. İkiye ayrılır
yukarı bağların günleri ayrı aşağı bağların günleri ayrı. Ve en fazla damlıkaya
diye tabir edilen nasıl birisin koydularsa. Hemen hemen büyük yağışlarda sel
gelir. Sille çayını biliyorsunuz. O sille çayında günde 7 defa sel geldiği
günler olur. Hem de dolu dolu. Çay da ne varsa at eşek sürerek getiri. O
Kaya'dan Damlı Kaya'dan akan suyun sesini ta sillede duyalar. Sel geliyor diye
hemen bir tellal başlardı mahallelere haber vermeye duyurmaya. Sel geliyor. Ki
millet tedbir alsın diye. Allah razı olsun. Himmet ölçmen böyle bir baraj yaptı
çok çalıştığı çok koştu. Halk Partisi doğuştan itibaren bu millete bir gün
göstermedi. Bir disiplin bir tahakküm bir korkma cezalandırma hep böyle. Millet
İnsan herkesi dini söyleyemez edemez. Barajın ifadesi çok uzundur. Epeyce
müteahitlere başvuruldu. En nihayet başvuruldu en nihayet Hollandalı dünya
genelinde 175 tane baraj kurmuş Onu bulmuş. Konya'ya getirdiler. O zaman Zile
Belediye Başkanı Küçük Mustafa Diye dinle
Onunla beraber sille'deki o tarihi hamamın
önünde başlıyorlar. Yaya olarak. Bir iki erzak falan yüklemişler. Şimdiki
barajın olduğu yer. O barajın olduğu yere geldiği zaman Hollandalı o baraj
mütehassısı delirdi zannettim diyor. Keçi gibi bir oraya fırlar bir oraya
fırlar aşağı iner yukarı çıkar. Sağa Bakar. Sola Bakar. Demiş ki: Barajı buraya
kuracağım. Oradaki dağın tabii taşlarının en sağlam olduğu bir yer. Geniş
havaleyi kapatmışlar. Ondan sonra daha ne kadar yürüyeceğiz ne kadar yürüdülerse
artık. Şeyin eteklerinde gevellenin eteklerine geliyorlar. Oraya Baraj yapıldı. Su toplamaya başladı. Halk
partililer başladılar alay etmeye mecliste. Yahu Himmet ölçmen dünyanın
parasını harcadı bu milletin parasına Yazık değil mi? toplamının suyunu iki tane İnek içer bitirir.
Yazık değil mi diye tahrik ettiler.
Çıktı zavallı çünkü onların şeyler var
resimleri
İsmini vereceğiz bazı resimler var. Orada ben
daha hepinizin dedi hangi gün istiyorsanız sandal sefasına davet etti. Yani iki
ineğin içeceğiz su mu? Yoksa bir kayıkla gezecek hale gelmiş mi? İnsaf edin dedi yahu. Meydanda: yapılan
barajlar. Yapılan baraj da meydanda
topladığı suda: meydanda. Bir gidelim oradaki suyu görün. Ondan sonra iki inek
içecek mi? Siz Buradan hep yalan söylüyorsunuz. Hep iftira ediyorsunuz. Bu
millete yazık ediyorsunuz. Dolayısıyla ismini vermek için müracaat ettik. Özmen
de o zaman hangi partiden milletvekili idi. en nihayet dediler ki Konya
Belediyesi buraya baraj ismini vermeye ilkten oradan başlayacak. Onlardan
yazıya aldık şeyde o zaman başbakandı galiba Demirel. Daha Duyar duymaz getir
O
Barajı yaptıran himmet ölçmen. Çünkü o
da o zaman barajları müdürlüğünü filan vardı ya. Onun imzasından sonra Himmet
Ören Barajı ismi alabildik. Bende güzel bir şeyler yaptırdım. Ben de dedim ki
bunu kime verdireyim? Sıtkı Bilginle d yassı adada beraber yattılar. Efendim Sıtkı
ağabeyi de çağırayım onu da çağırayım orada plaket verdik. Şura da konuşuyorum
şu Himmet ölçmen şu Sıtkı Bilgin Bunların Hepsi öldüler.
Şimdi
Halil İbrahim amca hatırladığınız bilmece dua beddua sillelilerin kullandığı
neler var?
Hatta
ninni.
Bunların aşağı yukarı hepsi zaman ister
yazayım edeyim. Ama olsun Ziya Bey'in şeyini mutlaka bulun.
Arşivinde bulun belediyenin arşivinde var. Ve
o arşivdekini alabilir seniz bütün konuşmalarını hepsini bulacaksınız
Lütfederseniz biz de onları alır kitaba
koyarız. Ninniler, dualar veya o zaman ki tekerlemeler, yağmur yağdığında falan
sokaklarda dolaşır mıydınız?
Gitme
yağmur yağdığı zamanlarda aşağı yukarı onu bir adı vardı.
Sakallı
uzun boylu.
O
yağmurun başlamasından yağmurun bitimine kadar dualar ederek yağmurun altında
dolaşırdı. Katiyen ıslanma önemli değil hep dua. Yani âşık bir adamdı. Gazeller
söyleyerek. O yağmurun altında O dolaşmasını çocukken hatırlıyorum.
Ona
saya gezme denilir miydi?
‘Teknede hamur arabada çamur’ gibi değişik
deyişlerle.
O tabii malayani şeyler ama. O hep dua okurdu
Allah'a şükrederek Mesela dün Tömek deydim. Yıllardan beri yağış az olduğu için
sulanmayan araziye sahip Tömek işte şöyle böyle Ekin biterdi. En sonunda yağmur
duasına çıkardık. Bu sene Yağmur olunca köylü Selçuklu müftüsü geçen vefat etti.
Ali hoca Allah rahmet eylesin.
Ona diyorlar ki hocam Biz yokluk zamanlarda böyle
dua ediyorduk. Yağmur duasına çıkardık. Ama bu sene de öyle bir Cenabı Hak
Yağmur verdi ki. Bize diyor ne olur bir şey yap da köyümüzde bir şükür duasına
çıkalım. Muhtar Dün anlattı arkadaşlar aşağıda o bakımdan Tabii halkadan
hakikaten Sille O bakımdan
Konya'dan farklı hocaların tefsiri mi?
yoksa Rumlardan aldığı bir şey mi? Konya'nın dışında bir dışında bir
terbiyeye sahip. Kapı nasıl açılır örtülür? Büyük geldiği zaman neler yapılır?
Neler
yapışırdı mesela? Kapı nasıl açılırdı?
Mesela kapı pat küt açılmaz. Yavaşça açılır
gıcırdatmanın oradaki bulunan rahatsız etmeden örterken hakeza. Ve içeriye
girdi mi Şöyle bir bakar kendi yaşına ve daha evvelki odalarda oturanların yaşlarına
en mütevazı yere hemen otururdu. Paldır küldür şuraya geçeyim falan yok. Kolundan
tutan bile o çocuk o insanı oturtamazsın. Oranın sahibi o araya ben oturmam.
Sonra yemek yenecek kocası yok daha gelmemiş veyahut da akşam kendi eşi kocası
gelmedikten sonra yenecek yemeği kendisi yemez Neyse karnı acıktığı zaman öğlen
falan bir pekmezle en fazla Hatta o pekmezi bile açacağı çömleği kayınvalide
validesi ondan izin almak suretiyle açar alır.
Yani
hiçbir yiyecek hiçbir içeceği kendi mutfağa girsin istediğini alsın yesin yok. Mutlaka
büyüğün görgüsü haberi altında alacak yiyecek. Ve gelini kayınvalidesi Evin
erkeği yoksa şayet yenecek bazı yemekleri kendi başlarına yemezler. Mutlaka
Evin erkeği gelecek hep beraber yiyecekler. Neyse o şey.
Ne yemekler vardı?
En fazla şeyleri balıktı. Yeşil kanat diye
tabir ettikleri balık mevsiminde balıkçılarda zaten bilir. Arabalar ile
getirilir. Her ev on kilo yirmi kilo beş kilo bir kilo onu kurarlar. O
balıkları bilhassa üzüm zamanları geleceği zaman Gavinna ismini söylerlerdi.
Onu Rumcadan kalma bir kelime. Gavinna var mı? Gelecek derlerdi. Ve o soyulur.
Üzüm yapraklarının üzerine o balıklar serilir. Üzümlerle beraber yenilir.
Bir gün misafirin çocuğu galiba gelmiş. Bir
şey yapıyor. Evin sahibi de ne diyor çocuk diye soruyor karnı acıkmış. Hemen
diyor azıcık balık suyu koy verinde gelin diyor. Kurulmuş balığın suyunu tuzlu
suyunu bir sahanda getirir. Çocuk ekmeğini batırarak öyle bir lezzetli olur ki.
Öyle misafiri ağırlamak çok tutumlu bir şey yok. Ama balık da öyle bir gıdadır ki.
Taze
iken kavrulur. Ondan sonra kurdukları zaman onu artık bir seni küpte idareli
olarak kış yaz yenilirdi. Kurma balık.
Peki,
bu Rumca veya Ermenice bu gayrimüslimlerin dilini bilenler olur muydu? Veya onların
kullandığı kelimeleri silleliler kullanır mıydı?
Kullanırlardı birbirlerine. Yanı başında Rum. Onun
dili onun şunu bunu tabii Rumcayı öğrendiler. Ne bileyim gitti, geldi, buyurdu,
vesaire eşyaya verdikleri isimleri mesela. Mesela Gavinna ben hiç unutmuyorum
balık.
Peki,
bu yabancı dil olarak değil de bir komşu dil olarak mı algılanırdı?
Komşu dili olarak.
Yani Rumca Ermenice komşu diliydi.
Evet, komşu diliydi.
Mesela hatırladığınız Rumca Ermenice balık
dışında kelimeler var mı?
Yok, çünkü Sille'de
işte ben pek oturmazdım.
Peki, onlar Türkçeyi nasıl kullanırlardı?
Onlar
tabi Türkçeyi onlar da bildikleri kadarını kullanırlar geri kendi aralarındaki
konuşmaları Rumlar Rumca konuşup Türkler Türkçe konuşurlardı. Ancak
birbirlerine gelip giderken işte tesadüfen mesela Arabistan gittiğimiz zaman
bir ay kalırız. O bir ay kaldığın zaman bile ekmeğin suyun adı git gel o kadar
kelimeli orada lazım olduğu için öğreniriz. O gibi.
Çocuk
oyunları var mıydı? Çocukların oyuncakları oyunları nelerdir?
Çocukların
oyuncakları işte böyle çabuktan dikme toplar vardı. Bir çok ufak tefek bez
parçalarını kumaş parçalarını toplarlar. bir şeyle güzelce dikerler. top olarak
bize onu verirlerdi
Kızlara
da aynı kızlara gene o toplardan el kol baş olacak şekilde bir şey dikerler. Onlara
da onu verirler. Öyle bugün ki gibi görünen o oyuncakların hiçbir tanesi yoktu.
Hep ellerindeki bulunan malzeme neyse o malzemeyi değerlendirerek çocukları
oyuncak olarak verirlerdi.
Peki, o oyun
isimleri nelerdi?
Çelik çomak gibi Saklambaç gibi değişik
oyunlar var mıydı?
Bilhassa
silledeki oyun aşık ve sanki Konya'dan mesela boncuktu. Demir bilye boncuk.
Sille'de ise aşık. Bütün yenen yemeklerde kemiklerin arasında çıkan aşıkları
Aşık bilirsiniz değil mi?
Evet
o aşıkları hemen alırlarş iyice temizlerler yıkarlar . her çocuğun oyuncak
olarak 5 6 tane aşığı vardır. Bazı büyük aşıklar vardı. Onu oynarken şöyle
fırlatmak için sağa sola yapamaması için o aşık'ın içine kurşun dökmek
suretiyle o anaç aşık oluyor. Yani o aşıklar oynanırdı.
Nasıl
oynanırdı mesela aşıkları böyle şey yapar o Anaç dediğimiz aşağı elimizde
Artık
artık
iyice Meleke kesbetmiş. Şöyle çevirdiğimiz zaman şurada dizili aşıkların
hangisini değerse o Aşık onun olurdu. Konya'dakilerde boncuk. Demir bilyeler
var. Onlarda böyle çizerler Demir billyeyi buradan fırlattığı zaman hangi
oyuncuya tesadüf etti ise o aldı. Bazıları öyle bir usta hangisini avladıysa
onu alırdı. Mesela çekirdekçi Necati vardı. o kadar Usta idi ki toprağa dizilir
alır eline attı mı alır. Sonradan fırça. Fırça devri başladı. Ağaçtan fırça
uçlarında kabara var. o kabaradan itibaren ucuna ip sarılır. Onu attığımız
zaman gene dizili olan fırçalardan hangisini vurursa o fırçayı onun olurdu.
aşık
boncuk fırça. Top devri sonradan başladı.
Peki,
Halil İbrahim amca Sille denildiğinde silleyi bir cümleyle anlatın derse ne
dersiniz?
Efendim,
Sille denildiği zaman öyle bir neşe öyle bir sevinç olurdu ki. Silleye
gideceğiz. O zaman silleye üç tane yaylı araba var. Terkenli Hanı.
Bilmiyorum hanları bilir misiniz?
Geçen üniversitede çocuğun birinin babası
Konya’daki hamları yazmıştım. 14 15 tane Han. İsimlerini masanın üzerine Terkenli,
Tarhanlı, Dedeler, Mecidiye Han, Kara Mustafa'nın Han, Akhan, Ne bileyim yani
böyle Terkenli Hanı da silleye yaylılar giderken çalışan doktor özel hastane
yapmıştı. Kasım şifa gibi neydi o doktorun adı? Evet, şimdi hatırıma gelir. O Terkenli Hanı
İstanbul Caddesi'nde eski İstanbul Caddesi'nde ora da şimdi Otel oldu solda.
Doktor Kasım şifa yurdunun sahibinin adı Orası Terkenli Hanı. Silleye
yalnız üç tane yayını vardı. Birisi Cinbiz
Aliağa,
Neticede sabahleyin oradan gelir akşamüzeri de
gider. Yaylalar dört tekerli. Aşağı yukarı yemişçi bayırı yani Şimdiki yeni
özel okul yapılan yer. Oraya kadar gider orada öbür tarafa dağın etrafını
dolaşacak. Herkes Yayladan iner. Kaç kişi ise yaylada 3 kişi 5 kişi 10 kişi
bazen Çoluk çocuk dolardı. Oradaki ancak ihtiyarlar kalır. iteleyerek dağın
etrafını dolaşır. Sille inecek şimdiki o özel okul olan yerden evvel. O yemişçi
Bayırı Öngel tepesi diye tabir edilen Kombassan evler yaptırdılar. O oraya
kadar gider. Orada herkes iner. Orada başlar artık dağın etrafında dolanmaya.
Hep de yokuş. Bir tarafında aşağıya doğru uçurum bir tarafta Yüksek dağ var. Bir
araba geçecek kadar. O gün ki insanlar yol açabilirler ama gene Allah razı
olsun. Himmet ölçmen o bayırın oradan başladığı yerden karayolları dozerleri
ile açıverdi. Yeni yapılan okula okulun adı neydi? TED Koleji'nin oraya inerdi.
O dağın etrafını dolaşırdı. Şimdi Hatta bazı düğüne gidecek olan kimseler silledeki
düğünler 1 hafta 10 gün devam eder. bir gün arabanın arkasından düşmüş. Haberleri
yok. Yaylıların arka tarafında şöyle bir kafesli yerler var. Aşağı iniyorlar
bavul yok. Hemen erkekleri koşarak geliyorlar. Bir gün evvel düşmüş orada durur.
İçinde kiminin 8 beşi birliği var, kiminin 3 beşi birliği. Hepsi düğün
kıyafetleri ile takacaklar. ve o yemişçi bayırında biz geçler doğrudan doğruya
yürüyerek giderdik. Daha bisikletimiz falan da yok. Mesela Babamgil akşama
kadar çalışırlar. Askerden evvel. Yürüyerek silleye gelecekler. Arkalarına 10,
15 kiloluk bir taş alırlar sırtlarına. Epeyce bir zaman gelir ondan sonra taşı
attılar mı hafifleyiverirler. Ondan sonra yürüme daha kolaylaşıyor.
Taşı
niye alırlardı?
Yani o taşı götüreceğim diye vücutta bir enerji peyda
oluyor. o taştan Tabii götüreceğim diye bir enerji sarf ediyor sonra enerjiyi
sağladıktan sonra taşı attılar mı enerji onları yürütüyor enteresan gerçekten.
Peki, Halil
İbrahim amca son olarak sille ile alakalı ne demek istersiniz?
Neleri
anlatmak istersiniz?
Efendim Sille hakikaten o günkü duruma göre Konya ve
civarlarına nazarı itibare alalım. ayrı bir medeniyet. Ayrı bir yaşantı. Yani
diğer yerlerdeki yaşayan insanlara nazaran oradakilerin yaşantılarından daha
bir insancıl davranışlar, konuşmalar, hareketler, İnsanların birbirlerine yapması lazım gelen
insanın görevleri yapma hali vardı. Konya'da falan yoktu. Konya çok kaba bir yerdi.
O zaman silleliler silleliyiz derdi. Yahu nerede bu sille?
İşte Konya da. ‘Konya'yı kabul etmeyiz’ derlerdi. Çünkü ayrı bir nezaket. Nereden
geldiyse? Bu nezaketi bu ikramı Konya'da Biz göremediğimiz için sille denildiği
zaman biz hemen silleye gidelim. Bizi çekerdi sille'deki yaşantı. Herkes güler
yüzlü, samimi, fakir olmalarına rağmen kendi yemez içmez geldiği zaman ben bunu
misafirine ikram edeceğim diye onu saklardı. bu hasletleri sureti katiyetle Ben
şahsen Unutamam.
çok teşekkür
ederiz sizi çok yorduk İnşallah bu hazırlıklar içinde mutlaka size daha ihtiyaç
olacak inşallah eski fotoğraflar bizim için çok önemli.
Eğer varsa yine o sizin dediğiniz Selçuklu
Belediyesi'ndeki arşivde ismail öksüzlerin zamanında inşallah.
İplikçi Camisi'nin müze olduğu devirleri bilmezsiniz.
Arkeoloji Müzesiydi. Yani Şimdiki Arkeoloji müzesindeki insan heykelleri,
aslanlar, kaplanlar neyse hep caminin içerisinde idi. 58 de devlet bakanı Allah
razı olsun boşaltma emrini verdi. O bende başladım baştan aşağıya tamire bir
tane cemiyetimiz vardı. Alaaddin ve emsali camileri tamir Derneği. İlk defa
zaten Alaaddin caminin askeri malzeme doluydu orası. Oradan başladık. Neticede orayı
yaparken İşte o bayan dedi ki evladım şadırvan yapacak mısın buraya?
Evet dedim bende.
Onun parasını
ben vermek istiyorum dedi.
Ama dedim bir
25 bin lira falan gider. Olsun dedi. Vereyim dedi. Neticede Allah razı olsun
verdi. Ben de yaptım. Yıllar sonra şadırvanı zaten şekilde var. Burada bugünkü
hali. Zaten akustik bir yönü de var değil mi? Evet Onu okuyacağım zaten şimdi
ölçüsü Edirnekapı camisinden. Edirne camisinin şadırvanı hoşuma gitmişti. Oradan
ölçüyü aldım. 4 metre sağlamı buluncaya kadar kaldırdım. Çimento, kireç, harç,
Aktaşlar ile toprak seviyesine kadar çıktım. Ondan sonra heyeti umumiye sine demirli
20 santim kalınlığında beton döktüm. aşağı yukarı Şuradaki mermerleri de bir
Mermerci ye yaptırdım 7000 liraya Onları da monta ettirdik. Suyu verdik bilmem
ne yaptık
Okuyorum : ‘Cami'nin içindeki bu tarih kokan büyülü
atmosfer Şimdilik yeterince teneffüs ettik kanaati olunca bahçeye çıktık şadırvana
Doğru yol alıyoruz o güzel caminin gene şadırvanı çok güzel ve insanı şaşırtan
bir şaşırma kadranı var Caminin şadırvanının birbirine 3 metre mesafe ile iki
sütunları karşılıklı olarak Duran iki kişi birbirlerine sırtlarını dönüp sütunun
arkasından sırtlan dönüp tutulmasından birbirlerine konuşunca sanki telefonla
konuşuyormuş gibi bir rahatlık ile duyula biliyor. Durur muyuz? Biz de hemen aynı pozisyonu alıp kısa bir
deneme yaptık akustik mi müthiş diye anlatıyor.
Zaten bu özelliğinden dolayı camimizin şadırvanı
ziyaretçilerin hep ilgisini çekti. Şadırvanın ne zaman yapıldığına dair
kayıtlarda bir yer bulamıyoruz? Maalesef birçok araştırmanın caminin
bahçesindeki şadırvanı gelerek araştırma yaptığını ve ancak bu ana kadar
şadırvanın güzel akustiğinin nasıl gerçekleştirildiğinin anlayamıyoruz.’
Şimdi baştan
itibaren anlattığım şekilde. Garip yaptı bunu. Burada bir akustik varsa o
hanımın doğrudan doğruya kendisi ben vereceğim parasını dedi ya onun himmeti. Öyle
Hangi yıldı o?
1958. ondan
sonra zaten 60 İhtilalı oldu.
O hanımın
ismi ne idi?
O hanımın
ismi Behice değil de hediye de değil. Şalvarlı içlikli örtülü. Hani bizim Konya
örtüleri var ya. Örtülü öyle bir hanım. Yani modern bir giyinişi olan hanım
değil. Kapalı böyle geldi. Kuzum dedi. Sen buraya şadırvan yapacakmışım dedi. Evet,
yapacağım Teyze dedim. o zaman bunun parasını ben vereceğim dedi. Bende takribi
hesap ettim. 20 - 25 bin gider dedim. ne giderse vereyim dedi.
O zaman son dönemde yapılan Yapı Kredi Bankası gibi
yine İplikçi Camii şadırvanı gibi yerleri silleli Ustalar yaptı.
Tabii
Silleli
ustaların özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan önemli binalarda
emeklileri var. Konya'nın en önemli ustalarıdır diyebiliriz. Çünkü Sille Taş
devri zamanında. Mesela Konya tamamen kerpiçdir. Kerpiç nasıl dökülür bilir misiniz?
Gördünüz mü bilmem. Doğrudan doğruya siyah Toprak kırmızı toprak ne ise toprağa su azar azar
Toprak böyle Azar Azar karıştırarak bir iki kişi de çiğner onları. Aktarırlar
aşağı yukarı o iki üç gün bekler. Kendisine göre Onun bir mayalanması var Ondan
sonra da kuzu ana, Kuzu ana birisi 30-30 ise mesela birisi 20-30 mesela kalıplarında
bunlar vardır.
Aşağı yukarı En az 10 kişi olurlar bir kişi
çamuru tekrar çiğner. Bir iki kişi aktarır. Bir iki kişi o kalıp yere saman
dökülür nereye dökecekse geniş bir bahçeye. Başlar baştan kalıbı koyar. Öteki
Tezkere ile. İki kişi taşır kalıba kalıbın üzerine döker. Kalıbın üzerine dökenin
elinde bir tahta mala vardır. Öyle İyice onları pekiştirir. Yan yana yan yana
böyle Kerpiçler. 3 gün sonra 4 gün sonra hava şartlarına göre o kişiler hep
değişir Kerpiçler hep değişir. Kaldırırlar yerinden. Öyle sağa sola dikine. İyice
kurur. Kuruduktan sonra bir yere onlar yığılır. Bütün Konya'nın evleri kerpiçtir.
Ama Sille'de sureti katiyetle bir tane Kerpiç ev arasan bulamazsın bütün evler Rum
Evleri de diğerleri de taştır. Çünkü o zaman harç da yok. o zaman Kum Gibi
vesaire yok. Kuru kuruya yaparlar ki imkânı yok yıkılmaz. işte Şuradaki
fotoğrafını son belediyedeki Işte Şuradaki fotoğrafını son belediyedeki şu
mesela hatıl geçirirler aralarına. Tahta hatıl. Yani çamur yok. Dışı sonradan
çamurla sıvanır.
Evet
Başka eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Size vermek
istediğim bir şey var da
Şurada fazla varsa şundan bir tane vereyim.
Şundan bende iki taneymiş. Birisini size vereyim.
Teşekkür ederim.
Türkiye Mimarlar Odası hangi seneydi geldi. Beraberce
onların istediği şekilde bütün silleyi baştan aşağı dolaştı. Birçok orada
şeyler var.
Teşekkür ederiz.
Yorumlar