DİVAN-I KEBİR'DEN SEÇMELER


 Bekir ŞAHİN


• Allah, kuluna; "Ey kulum!Dön, yine kapımıza gel, kulağından gaflet pamuğunu çıkar da göklerden gelen; 'Haydi, artık orada durmayın gelin.' sesini duy!" diye buyuruyor;  

• Ey zavallı, ne zamana kadar, dünya dikenliğinde yalınayak koşup duracaksın? Biz, öteki alemde, gül bahçelerinin kapılarını senin için açtık.

• Canı ben yarattım ama, ona bir de dert verdim. Derdini veren, elbette onun dermanını da verir.


• Ey ölüler arasında yaşayan diri oğlu diri! Ölülerin kokusu ile nasılsın? Ne haldesin? Şu yaşayan ölüler, şu pis kokular, senin içini sıkmıyor mu? Seni iğrendirmiyor mu?

• Sen gaflet içinde yaşayan, karıncalar gibi kaynaşıp duran insan kalabalığının hepsini ölü sanma! Bu dünya da, öteki dünya da insana hayat veren ebedî ve ezelî dirilerle dopdolu. Fakat, onları görecek göz nerede? Sen şimdi, üç beş günlük bir dünya hayatına kanarak, dünyayı ebedî  hayata değişme, bizden ayrılma!


• Koşa koşa şarkılar söyleyerek, güzel kokular yayarak gelen, ilkbahar rüzgarı soğuk havaları kovar, dünyayı neşelendirir, güldürür.

Onun verdiği sevgi  ile bir çok yılanlar birbirine dost olur. Gül dikenle barışır. Allah lütfu ile dünya bahçesini güllerle, çiçeklerle süsler, ihtişamlı bir saray haline getirir.

• Her fidanın sırrı dipten baş verir, yücelir. Göklere doğru yükselen, boy mi'rac eden ağlar, sanki bahçelerde göklere merdivenler koymuştur. Sanki duygulu insanları mi'raca davet etmektedirler.

Kuşlar ve bülbüller dallara konmuşlar da görevlerini icra ederler. Rızıklarını da Allah'ın gizli hazinesinden alırlar.

•Şu yapraklar dil gibidir. meyveler gönüle benzer. Gönüller olgulaşınca diller aşka gelir, aşk hakkında anlamlı sözler söylerler.

 


*Allahtan vahiy geldi. Can kulağınızla işitin. Çünkü can kulağı ık olana, Allah hakîkati gören göz ihsan eder.


•Kıyamet günü günü sana der ki; "Ben, sana nefsanî arzularını ayak altına al!" dememiş miydim? işte nefsini terk ettin ve dostunu buldun.

• Eğer sen, insan gibi yaşarsan, sadık bir kişi olursan, can buluşma evine girer. Doğrulardan değilsen, seni atlaslara, giyinmeye, kuşanmaya çeker götürür.

• Dünya hayatında başına gelen belalara, cefa dikenlerine katlan! Çünkü çektiğin acılar, sıkıntılar seni dikenlerden alır da güllere kavuşturur. Reyhanların, yaseminlerin bulunduğu bahçeye çeker götürür.

•Dost uğruna düşmanların lanetini, hakaretini, küfürlerini şerbet gibi iç! Çünkü bu lanetler, hakaretler, küfürler, seni lütuflara, senalara, aferinlere manevî derecelere ulaştırır.



• Temiz canına yemin ederim ki; ben sabredemiyorum. Sensiz yapamıyorum. Ey azîz dost, ey cömertlik, ihsan ve vefa madeni, artık gel!

• Sabrın yeri mi var? Sabır nedir ki: Sabır Kaf dağı da olsa, ayrılık günesi ile erir yok olur gider.

• İster bana inan, ister inanma da; "îş böyle değil!" de! Vefanın tertemiz üzerine yemin ederim ki: "Ben senin aşkında vefalıyım."

• Eğer sana karşı duyduğum derin sevgi hakkında çok konuştumsa, sözüm uzayıp gittiyse beni kınamayın; belki halimi anlarsınız, insafa gelirsiniz, acırsınız diye söylenip duruyorum.

• Benim içimde sevgi tenceresini kaynatan bir harlı ateş var ki; o ateş, gökyüzüne düşse, gökyüzünün tavanını bile yakar, delik deşik eder, çökertir.

• Gökyüzü tavanına, yüzyıllardan beri, güneşten ve onun ateşinden bir zarar gelmemiştir, güneş onu karartmamıştır. Ama, gök benim ateşime dayanamaz.

• Dertli varlığımdan öyle bir kan ırmağı akmaktadır ki, onun nereden nereye aktığından benim bile haberim yok.

• Irmağa; "Ey ırmak akma!" mı diyeyim? Onunla nasıl başa çıkılır? Haydi, sen deniz kenarına git de, denize; "Ey deniz, coşma, dalgalanma, köpürme!" de;deniz seni dinler mi?

 

• 0 bir çimendir. Kıyamete kadar onun gülleri ılsın, solmasın. 0 bır eşsiz güzeldir. îki dünya da onun yüzüne feda olsun.

• Güzellerin emîri, sabahleyin erkenden salına salına ava çıkıyor. Onun bakışlarının oklarına gönlümüz av olsun.

• Her an, onun güzel gözlerinden, benim iki gözüme bilsen ne haberler geliyor? Gözlerim, onun haberleri ile aydınlatılsın, mahmurlaştıkça mahmurlaşsın."

•Ben Onu görünce zahitlik kapısını kırdım. Günah işlemeye karar verdim. 0 bana inkisarda bulundu da; "Git!" dedi. Dilerim zamanın kararsızlıkla geçsin:

•Onun duası kabul edildi. Ben bir sevgiliye düştüm, şimdi bende ne karar kaldı. ne gönül! Sevgili, bizim kanımıza susamış, Allah yardımcısı olsun.

•Bizim bedenimiz, aya benziyor, aşk yüzünden eriyor, tükeniyor. Gönlümüzde sanki zührenin çengi, teli kopsun da takılmasın.

•Sen ayın eriyişine, tükenişine bakma, darılma. Sen sevgilinin bize verdiği gamın tatlılığına bak! Dilerim bana verdiği gamın biri, bin olsun!

 
•Seher vakti herkes uykuda iken, mutluluk geldi, beni üç defa öptü. Allahın lutfuna ve inayetine erdim. Bu seher vakti kutlu olsun, mübarek olsun.

•Ey gönül hatırındamı? Dün gece rüyada ne görmüştün? Ne görmüstün ki, , bu seher vakti mutluluk geldi. bana bir kapı tı.

•Yoksa rüyada şunumu görmüştün: Ay göklerden yeryüzüne inmiş gelmiş,  yücelere, gökyüzünün üstüne çıkarıp bırakmış.

• Gönlü, onun yolunda, onun ayaklarının altına harap, perîşan bir halde yıkılmış gördüm. îşte şu an başıma bu mutluluk geldi.

• "Ben çok mutluyum, ben çok mutluyum!" diye şarkı söylemekteyirn.

• Aşk ile gönlümün arasında çok hadiseler var. Çok işler var. Şimdi azar onların hepsi de hatırıma geldi.

• Zahirde aşk benden doğmuş görünüyorsa da, sen buna inanma, işin hakati şöyle ki: Aşk benden doğmadı, aşk beni doğurdu. Ben aşkın çocuğuyum.

• Ey sıfatları ıkta olan, görünen, zatı can gibi gizli olan Allah'ım! Senin zatına yemin ederim ki, benim bütün dileğim, arzum, bütün isteğim, ancak sensin, ben seni seviyorum, seni istiyorum, başkasını değil!

• Senden daima, bana gizli iltifatlar, gizli öpücükler gelmede, fakat ben, et ve kemikten bir yığın olan şu beden perdesinin ötesindeyim. Beni kim öpüyor kendini bana kim öptürüyor? Bu halleri göremiyorum, bilemiyorum.

• Allah'ım, bana acımaktan vazgeçme, yoksa, yokluğa düşerim de; "Aman bana yardım edin, fena haldeyim!" diye feryada başlarım.

• Fakat, sevgilim, bana lütuflarda bulunmasa, öpücük vermese de, bana hakaret etse de, sevse de şikayetçi değilim. Ben yine memnunum, yine hoşum, mutluyum. Efendim ile benim aramda hadiseler var. Beni öper de, söver de, kim ne karışır?.. Kime ne?

•Topallaya topallaya yürü! Çünkü bu yolda yürüyenlerin hepsi de topal.Ayağına bir bez sar da eğri büğrü, başını titrete titrete, ayağını sürüye sürüye yol al

 •Ay yüzlü gibi güzel birisiysen, yüzüne safran sür, sarart. Güzellığını sakla!Şayet güzel yüzünü gösterirsen, seni çekemeyenler çok olur, sopa yersin, paralanırsın.

•Ffendi sen bir çirkin kişi görürsen, aynanı koltuğunun altında sakla! Yoksa Aynanın adını kötüye çıkarırsın.

•Aklın başında oldukça uzlaş, dost ol, iyi geçinmeye bak! Ama sarhoş oldunmu ne olursa olsun, çünkü herkes senin uygunsuz halini sarhoşluğa verir.

• 0 söylediğin sözleri bir kere daha söyle, ben onları unuttum. Ey ay yüzlü sevgili, Allah seni selamete ulaştırsın!

• Allah seni selamete ulaştırsın, bütün günlerin hoş geçsin. Ey nefesi ölüleri dirilten, Allah seni selamete ulaştırsın!

• Biz, senin güzelliğinden bir şey dilenmek için çok uzaklardan gelmişiz. Ay nurlu yüzünden nurlar sar, cömertliklerde bulunur. Onun adeti böyledir. Sen de, bir ay yüzlüsün; yüzünün nurundan Allah rızası için bize de ver.


Biz sufiler senin mahallene geldik, sana geldik, Allah rızası için yüzünün güzelliğinden  bize azıcık bir sey ver sususuz  senin ırmağından başka bir yerde tatlı su yok. Bidonları da, testilerimizi de beraber getirdik."
• Sevgilim, gökteki ay benim duamı duydu da, senin ay yüzüne karşı ellerini tı. Senden nür istiyor. Bana da; "El , nür iste!" demeye başladı.

• Ey Allah'ım, güneş de, ay da, gökler de, manalar da, akıllar da bize göre yücedir, değerlidir, zengindir. Fakat, senin karşısında hepsi de fakir ve yoksuldurlar.

 
• Bu dünyada yaptığımız işlerden ötürü, gönlümüzde yüzlerce davul çalınıyor, kıyametler kopuyor. Yarın, yani ölünce davulların gümbürtülerini duyacağız.

• Bugün gaflet, kulağımıza pamuk dolmuş, onu tıkamış; göze de, hakîkati göstertermeyen kıl kesilmiştir. Bu yüzden, biz, sevda vesvesesine kapılmış ve yarının gamı ile, endişesi ile çırpınıp duruyoruz.

• Hallac-ı Mansur gibi, safa ehli gibi, sen de, hakîkati duyurmayan gaflet muğuna aşk ateşi düşür, onu yak da, sağırlıktan kurtul.

• Aşk ile buluşma zamanı yakınlaştı, bu sebeple kendine çekidüzen ver,buluşma günü için güzelleş!

• Bizim ölümüz, her ne kadar sana matem olursa da, aslında, hakla buluşma vakti olduğu için, bizim en neşeli, en mutlu zamanımızdır.

• Çünkü bu dünya, bizim zindanımızdır. Zindanın harap oluşu, yıkılışı, zindandakileri sevindirir. Yani bizim bedenimiz, ruhumuz için bir zindan kesilmiştir. Ölüm, bedeni yıkınca, toprağa düşürünce, ruh zindandan kurtulak, Hakk'a kavuşacaktır. 

• Aklını başına al da, fanî olan bu dünya zindanında kimsede vefa arama!bu dünyanın vefası bile vefasızdır!

•Ey vefalı kişi, gel, gel, daha yakına gel! Beni, benliği, bizi, bizliği bırak! Çabuk, vakit geçirmeden gel!

•Gel daha yakın gel! Biz'den, ben'den vazgeç, gel, gel. Sen'lik ve biz'lik yok oluncaya kadar gel. Ne "sen" kalasın, ne de "biz" kalalım!

• Kibri ve kendini beğenmeyi bırak da, yere göğe sığmayan o büyükler büyüğüne gönlünde yer ver!

• Cenab-ı Hakk, ezel aleminde  "Ben sizin Rabbiniz değil miyim" diye buyurdu. Sen de ona; "Evet, Rabbimiz sensin!" diye cevap verdin.

• Evet sözün şükrü nedir? Yani o emri nasıl yerine getireceksin? Bu dünyada, şikayet etmeden, Hakk'tan gelen belalara, ıstıraplara sabretmektir. Ses çıkarmamaktır.

• Bela'nın bir sırrı da; ben fakr, yokluk dergahının kapısmı çalıyorum demektir.

• Sen, kendinden kurtul, benliğinden temizlen, toprak ol, ayak altına seril de toprağından otlar bitsin. Ot gibi benliği üstünden atar, kurursan hoş bir şekilde aşk ateşine yanarsın.

• Senin yanışınla meydana gelen kül, toprak, kimya gibi dertlere deva olur.

• Illetlerle, nefsanî arzularla dolu olan hayvanî rühunu ona ver de sonsuz olan, hoş olan insanî rühu elde et!

 
•Her an gökyüzünden gönüllere gizli olarak şöyle vahiyler gelmede: "Ne zamana kadar, tortu gibi yeryüzünde çöküp kalacaksınız? Göğe yükselin, göğe yükselin!"

• Ancak tembel olanlar, ağır canlılar şarap tortusu gibi dibe çökerler. Tortudan kendini kurtaran, arınan, temizlenen ise küpün üstüne çıkar.

• Hemen balçığı, çamuru karıştırma! Suyunıı bulandırma da arınsın. Tortun aydınlansın ve derdine derman bulunsun.

•İnsanda şu'le gibi bir can var. Fakat onun dumanı, nurıından daha fazla. Duman haddini aşınca, fazla olunca, gönül evinde bulunan Hakk ışığını göstermez olur.

• Eser, gönül evindeki dumanı azaltırsan yani günah kiılerinden arınırsan, senin nürun ile her iki dünya da, bu dünya da, öteki dünya da aydınlanır.

• Bulanık bir suya bakarsan, orada ne ay görebilirsin, ne de gök! Hava kararınca güneş de gizlenir, ay da!

• Güney rüzgarı esince, havayı tertemiz eder. Bu yüzdendir ki, sabahın erken saatlerinde seher yeli eser. Adeta dünyayı cilalar, parlatır.

• Alıp verdiğimiz nefes de gönüldeki sıkıntıyı, derdi temizler, arıtır, adeta insanın içini cilalar. însan bir an bile nefes alıp veremezse, varlığına yokluk gelir çatar.

•Bu dünyada garip olan rüh, mekansızlık aleminin özlemini çeker. Hayvan nefis ise bilmem ki, ne diye şu dünya otlağında otlar durur? Geldiği yeri unuturda dünya nimetleri için çırpınır durur.

 


• Ey bedenimizin padişahı; ey bize acıyarak, bizi neşelendiren, güldüren aziz varlık! Ey gözlerimize görüş kabiliyeti veren, ey can gözümüze tutya çeken, parlatan Rabbimiz!

• Canı parlattın ama ona cefalar verdin, onu deliye, divaneye çevirdin. Bazen onu yalnızlığa aşık ettin. Bazen, bir güzel yüzlünün peşinde koştuıdun, üryan düşürdün.

• Bazen top olduk, çöğeninin eğri ucuna uyduk, onun önünde başı dönmüş bir top gibi kah neşeye, eğlence yerine, kah belaya, cefaya, derde, ıstıraba doğru yuvarlandık durduk.

• Bazen gaflet uykusuna daldırırsın, bazen sebeplere doğıu sürersin, bazen de yoklıık çölünde bizi süründürürsün.

• Bazen yüksek mevkî, altın t sevdasına düşürürsün. Bazen de tutar basına topraklar sarsın. Bazen kendini kayzer, padişah sanır, bazen de yoksullar gıbi yamalı hırkalara bürünür.

• Kah diken olur, kah gül! Bazen sirke olur, bazen şarap; kah davulcu olur. davul çalar, kah davul olur, tokmaklar yer.

• Bazen acaip bir ağ gibi elma verir, bazen kabak yetiştirir. Bazen zehir verir bazen şükür; bazen dert verir, bazen derman.

Hayat  ne acaip bir ırmaktır ki, bazen su olur, bazen kan; bazen la'l renkli şarap kesilir, bazen süt; bazen de şifalar veren bal.

• Bazen çeşitli renklerden sıyrılır. Hz. îsa'nın küpüne girer, bir renge bürünür böylece bazen "Allah'ın boyası" meydana çıkar. "Allah dilediğini vapar

"Hz. İsa'nın bir küpü varmış. oraya atılan kumaslar çeşilli renklerde de olsa tek renk olarak çıkarmış. Bu "Allah boyası"dır. Allah'ın takdirine uymayı ifade eder. Bu beytte 2. Bakara suresinin138 çi ayetine işaret edilmektedir"

.

 

• Canım mana helvası istiyor, helva! Helva vadini yarına bırakma!

• Bu mana helvası ne de güzel, sıcak, hoş; onun kokusu her an yücelerden ötelerden geliyor.

• Sen bu mana helvasını ağızla yiyemezsin, bu sebeple, incir gibi ağzını kapa da, o nefis hoş kokulu, sıcak helvayı gönülden ye; ona dudaklarını, elini değdirme.

• Bu helva, dünyada yapılan helvalardan değildir. 0 taraftandır. Onu görünmez el pişirmiştir. 0 eldendir. 0 helva, o görünmez alemde süt içti, hurma yedi de tatlılaştı. Bu yüzden o, ötelerin helvası oldu.

• Biz hepimiz Akl-ı Küll'ün oğullarıyız. Bu sebepten de ötelerden "Ey babasının canı!" diye sesler gelip durmadadır.

 "Akl-ı Küll", Allah'ın kudretinden, Akl-ı Evvel'den yani ulühiyyet mertebesinden evvel ortaya çıkan akıl mertebesidir. "Arş-ı Azam", "Cebrail" Hz. Muhammed'in nüru gıbı, Aklı Küll'ün, Akl-ı Evvel'den sonra gelen bir mertebe olduğunu bilmek gerek. Çünkü, "Allah'ın ilk yarattığı şey akıldır." hadîsi ile Akl-ı Evvel'e işaret vardır. Arifler, bütün bu meıtebeleri, Kur'aıı ve hadîslerden yararlanarak, biz aciz insanlara Cenab-ı Hakk'a dair bilgiler vermeye çalışmaktadırlar.

• Sevgilinin dudağından anlatılamaz zevkler duyarak mest olmak istiyorsan, dudagını her öpüşe verme, kirlenme, her yemeğe onu bulaştırma!

• Bövle yap da senin dudağından başkasının kokusu gelmesin; o dudaklar yalnız ve yalnız aşk kesilsin. Lekesiz; hiçbir dudağa dokunmamış, tertemiz kalsın da eşsiz bir hale gelsin.

• Sunu iyi bil ve ibret gözü ile bak da gör ki: kadîm olan, evveline evvel olmayan Allah'ın nürundan başka ne varsa hepsi de bir mezbelede, yani pislik dolu bir yerde bulunan kokmuş pislikten ibarettir.

• Sen, manen kirlenip pislik olunca, kutsallığın, takdîsin üstünlüğünü, manevî tadını ne bilirsin? Aklını başına al! Pislik olmaktan kurtul, temizlen de kutluluk, yücelik tarafına git!

• Hz. Musa, Firavun'un nimetinden elini çekti. Ağzını yıkadı da Allah ona nürlu el ve kerem denizini bağışladı.

• Kendine gel, gözünü kapa ki, o göz, pek kıskançtır. Aklını başına al, madeni boş tut ki, senin için hazırlanmış bir mana yemeği var!

 
Varlık, benlik karanlıklanndan bir adım bile dışarı atsan, kendini kurtarsan yokluk ab-ı hayatını içer, yüzlerce Hızır gibi sonsuzluğa kavuşursun.

• Adım adım yürü, manevî pisliklerini, günahlarını üstünden at, ve aşıkcasına bir hamle yap da mekansızhk alemine gel!

• Eğer sen benlikden kurtulur, benliğini yok edersen, benliksiz olursan ona kavuşursun; o zaman sen bir dertken deva olursun da, bütün yaralara merhem kesilirsin.

• Kamış, şekerle dolu olursa, ses vermez; eğer sen kamış değil isen; içini kötü duygulardan, benlikden temizlemiş, boşaltmış isen, dudağını, ney çalanın du-ağına korsun. Manevî şekerler çiğnersin.

• Her iki dünyadan gönlünü çekmiş, kurtarmışsan, bu cihanın isteklerinden vazgeçmişsen, kendi benliğini de, varlığını da yok etmişsindir.

• Her iki dünyada da yönelecek kıbleyi arıyorsan, sana söyleyeyim, haber vereyim Şemseddin'in varlığı, Safa ile Merve arasında bulunan bir kıbledir.

 

• Cenab-ı Hakk; "Ben gizli bir hazineydim, bilinmeyi istedim." diye buyurduğu için ad mananın mazharı oldu. Onun için kalp gözleri ık olan arifler, mana üzerinde dururlar da, adlara önem vermezler. Gölgeyi değil, gölge düşüreni düşünürler.
• Sen,  sevdaya doymuş bir aşık gördün mü? îçinde bulunduğu,  denize doymuş bir balık gördün mü?

• Eğer ağ hareket etseydi, ne testere eziyetini çeker, ne de  çeşitli yerlerde kesilir, biçilir, cefalar çekerdi.

• Eğer güneş ve ay, dönüp durmasalardı, sağır kayalar gibi oldukları yerde durabilselerdi, ne güneş ışık sarak dünyayı aydınlatır, ne de ay  geceleri hoş nurlar sardı.

• Deniz suyu yolculuğa çıktı. Önce buhar halinde havaya yükseldi, orada bulut oldu. Acılıktan kurtuldu, helvaya döndü.

• Hz. Muhammed mi'rac gecesi Burak'a bindi, yola çıktı. Hakk'a manen yaklaştı, yakınlaştı, makamını buldu.

. Her zerre; "Sabır sıkıntı'nın anahtarıdır!" "Şükür de Allah'tan razı olmanın anahtarıdır!" diye çığlık atar.

• Madem ki sen  Yüsuf olmaya talipsin, öyleyse kuyuya atılmaktan, zindana sokulmaktan kurtulamazsın. Sen kahır zehrini şeker say!

• " Eğer sen "Ekber" dediğin o büyükler büyüğünün kuluysan  bu büyüklere yakışır şekilde gel! Kendine çeki düzen ver!

• Ne diye altın arıyorsun? Kendi bakırını altın et! Altın olmuyorsa gel o gümüş bedenliye!

• Melek sıfatlarına mahremsen, melek gibi erkeklikten de, dişilikten de mü nezzeh ol da öyle gel!

  Yolculukta gönül sıfatını elde ettinse, gönül gibi ayaksız gel, başsız gel! 

 
• Biz "biz"siz kalıyoruz da, her zaman , mutluyuz. Bu sebeple daima "biz"siz olalım, "biz"siz kalalım .

• Kapıların hepsi de yüzümüze kapanmıştı. Biz, bizden kurtulunca, kapıların hepsi de ıldı.

 
• Fanî olan devlet, zenginlik, varlık hiç beni aldatabilir mi?

• Allahım! Bitmez, tükenmez cömertliğinle bana hesapsız mülkler versen, ne kadar gizli hazinelerin varsa onları önüme koysan, ben candan secde ederek derim ki:  "Ey Allahım! Benim için senin aşkın bütün bunların hepsinden daha değerlidir."

 

• Halk gece olunca uykuya dalar. Aşıklar ise  Allah'a" yalvarırlar, dua ederler, adeta onunla söyleşirler.

  Aşık olanın gözüne uyku girer mi?

• Çünkü aşık gönlünün derdini, çektiği acıları sevgilisine söylemek için yalnızlık ister, geceyi bekler, gecenin karanlığında gizlenir.

• El,ayak bir derde düçar olunca, elin ayağın senin için bir yılan olur.

• Köpeğe bile ekmek verilince, önce koklar sonra yer! Sen köpek değilsin ! Sen arslansın. Ekmek için bu kadar uğraşmana, didinmene, değer mi? 


• Yıldızlar göğün etrafında döner. Çünkü cins cinsi ile anlaşır, onunla huzura erer.

• Kaza ve kaderin oyunlarına karşı hiç kimsenin hilesi kâr etmez..

• Ey aşık! Vakit geçirmeden aşıklar evine dön gel! Çünkü aşksız ömür geçirmek, ömrü boş yere harcamaktır.

 

• Beden helva yiyince helaya gider. Fakat can helva yiyince arşa yükselir.


• Ben onun güverciniyim. Beni kovsa bile evinin damının çevresinden başka nereye uçabilirim?


• Yeter artık, sözü bırak da duaya başla! Hz. îsa bile dördüncü kat göğe dua ile çıktı.

 

• Dikkatle etrafına bakarsan görürsün ki Allah çok zengindir. Herkes ona nazaran fakir, herkes kederli, dertli, herkesin suratı asık. Hayat şartları herkesi perişan etmiş, boş yere kavgalar hayatı zehir etmiş; zengin ve neşeli gördüğün insanların yüzleri gülüyor ama hırslarından içleri kan ağlıyor.

• Dünya nimetlerinin sarhoşluğu ile kendimize hayatı zehir ettik ve binlerce kuyuya düştük. Ancak onun aşkı bizi bu kuyudan  kurtarır.

•Bulut nasıl gülü, gül bahçesini sularsa, rebab da gönüller gıdasıdır, ruhlar sakisidir..

Şehvet peşinde koşanlara, aşktan pek söz ma! Çünkü onlar, korku ve ümit arasında yaşamakta, sevap ve günah hesabıyla uğraşmaktadırlar.

 


• Önce Hakk'tan aynldık buraya geldik. Fakat biz halden hale girerek, döne dolaşa yine ona gidiyoruz.

• Rebabın bu feryadı ister Türk olsun, ister Rum olsun, ister Arap olsun, aşık ise onun dilincedir, onun dilidir.

.

•Ey gönül! Bu gece uyuma! Varacağın menzile doğru yürü. Çünkü gizli şili hep bizi gözetlemektedir.

•Yanını yere koyup uyuma ki, sevgili senin yanı başındadır. Sevgi sırrını da sakla ki, bu gece yüzünden o sır çok hoştur, çok latiftir.

•Elinden  tutacak olan geldi. Bu gece elinden tuttu. Bu sebeple bu gece devlet saadet dalı yemyeşil olarak oynamaya başladı.

•Allah'a yemin ederim ki, bu gece uyku, bana haramdır. Çünkü su kuşu olan can, kevsere kavuştu, kevseri buldu.

2.cilt



• O'nun tarafından, bunca keremler, senden ise, manasız  işler; O'ndan pek çok nimetler, senden ise sayılamayacak kadar çok hatalar suçlar,

• Senden bunca haset, bunca kötü düşünce, bunca dedikodu. O'ndan ise bunca ihsan, bunca lütuf, bunca iyilikler.

• Ey zavallı insan, bu düşüşlerden, bu hallerden sakın ye'se kapılma; gizli gizli o kadar çok dua et, geceleri, o kadar çok ağla, inle ki; sonunda yedi kat gökten kulağına kurtuluş sesleri gelsin.

 


• Nerede o gözler ki onu görsün; nerede hakîkatleri duyacak kulak, düşünecek akıl?

• "Cüz'ler külle gidiyor. Reyhan reyhana, gül güle kavuşuyor, her şey bizim dikenliğimizin hapishanesinden kurtuluyor." diye can diyarından davul sesleri gelmeğe başladı.

 


• Nur, sebebi yaratandır. Ne kadar sebep varsa hepsi de onun gölgesidir.Allah, sebepsizliği her şeye sebep kılmıştır.

• Sebebi yaratan ile sebep birbirinin aynasıdır. Kim ayna gibi tertertemiz değilse, aynayı ve aynadakini göremez.

• O'nun tarafından, bunca keremler, senden ise, manasız aykırı işler; O'ndan pek çok nimetler, senden ise sayılamayacak kadar çok hatalar suçlar, günahlar...

• Senden bunca haset, bunca kötü düşünce, bunca dedikodu. O'ndan ise bunca ihsan, bunca lütuf, bunca iyilikler.

• Yaptığın kötülüklerden, işlediğin günahlardan pişman olup da, gönülden Allah dediğin zaman, seni belalardan kurtarmak için senin imdadına yetişen, O'dur.

 


• Dün, sevgilim kederli, gamlı dostunu okşadı. Acılar çeken, sitemler tatmış olan cana, tatlı sözteri ile kendi tadından tat verdi.

• Akla, akıl üstünlüğü verdi, hoş öğütleri ile kulağa küpe taktı, tadı tatlılığı coşturdu. Gözlere nOr bağışladı.

• Bana; "Ey benim yüzümden zayıflayan, hasta düşen, perişan olan dost, ey benden ürken, korkan kişi, ben kerem sahibiyim, ben kendi satın aldığım ku-lumu satmam." dedi.

• Dikkatle bak da gör: Sevgili ne yardımlarda bulunuyor? Bize nasıl ferahlıklar veriyor? Yüsuf, güzelliği uğrunda ellerini kesenleri arıyor.
• Ona; "Beni aciz, zavallı sanma!" dedim. "Kanlı göz yaşlarıma da bakma, ey sevgili senin haberin yok, ben seni altınla işlenmiş atlas bir elbise gibi giymişim, seninle beraberim, beni kimsesiz sanma!"

• Kim de dünya sevgisini bırakıp Hakk'a yönelmek isteği varsa, o nefsini yendiği için şaşılacak bir kişidir. Kendinden, kendi varlığından kurtulmuş bir canda, zevk içinde, zevk vardır.

• Allah aşkına sus, yersiz sözler söyleyerek, susma huyunu öldürme! Bu kasî-deyi uzatma, kısa kes; çünkü asîde geliyor.

"Kasîde, İslamî edebiyatta bir nazım şeklidir. Kafıye kuruluşu gazel gibidir. Övgü şiirleri olduğu için, beyit sayıları gazellerden fazladır. Asîde, nişasta, yağ ve balla yapılan bir çeşit tatlıdır. Doğu Anadolu yemeklerinden "hasuta" belki de "asîde" adlı Selçuklu yemeğinden alınmıştır. Çünkü hasuta da nişasta, tereyağı ve şekerle yapılmaktadır. Midelerine düşkün olanlar "Lokmasız sohbette yoktur faide / Rabbena ünzül aleyna Ma'ide"

 
• Ne yazık ki, hakîkat sarayının Sadrazamı, beni meclisine kabul etmiyor, beni can mahremi yapmıyor, beni sırlarına mahrem etmiyor.

• Onu gördüğüm an rengim uçtu, gücüm, kuvvetim kalmadı, perişan oldum, o durumu anlamadı da; "Rengin nerede? Gücün, kuvvetin nerede?" diye sordu.

• Ben kerem ırmağına daldım, ben seher vaktinin kuluyum, kölesiyim. Öyle umuyorum ki, bu lütuflarla, feyizlerle dolu seher vaktinde, o güzel kokulu gül gelir, beni alır, mana gül bahçesine götürür.

• Irmağa dalan kişiye, elbisesi yük olur. Benim şu sarığım ile hırkam bana yük oluyor, ağır geliyor. Mal, mülk, mutluluğa ulaşmak sebepleri, hepsi de o tatlı edalı ay yüzlüdendir. Sevgili bana yakınlık gösterir, vefalı olursa, mal da odur, mülk de odur. 

• Dükkanım çalışma yerim, senin olsun, san'atım, hünerim, bilgiler, yığın, yığın kitaplar hep senin olsun, arslan da senin olsun, orman da senin olsun . Tatar ülkesinin ceylanı bana yeter.

• Aşk insanı yok eder, var eder. Gönülsüz bırakır, elsiz, ayaksız9 bir hale so- i kar. Aşk meyhanesinin sakîsi, şarap sunar, mest eder, insanı kendinden alır.

• Dilin halkası bir zincir oldu, ayağıma geçti. Sakın, bu zinciri çözme, yalvarırım sana, artık akıl kervanın önünü ben vuramayacağım, sen vur!

• Ben senin mestinim, seninle neşeliyim, seninle hoş bir haldeyim. Ben senin iyiliklerinin, lütuflarının altında kalmışım eziliyorum, sanki lütfundan gebe kalmışım, gebe eğer yükünü taşımazsa, bunu suç sayma!

• Hiç gökyüzü, kendi başından dönme sevdasını çıkarabilir mi? Yeryüzü de teninden titremeyi hiç giderebilir mi?

• 0 padişah mukadderat kalemi ile rakamlar yazıp duruyor. Göniil, onun elinde bir kalem. Hoca sen de bir an için olsun hayattan şikayeti bırak, kadere boyun eğ de, müslümanlığını yenile!

• Padişah, kader gereği seni imtihan için cefa eder. Sıkıntılar verir. Sen o cefayı padişahın elinde bir kabarcık gibi bil! Padişahın elini tutan kişi o kabarcığı öper.

• Dünya, cihanın gizli hükümlerini ihtiva eden bir kitap gibidir. Senin canın da o kitabın baş yazısı. Düşün de bu meseleyi iyi anla!

"Kainatta çeşitli varlıklar yaşıyor; karalarda, denizlerde yaşayan sayılamayacak kadar çok olan bu varlıkların adlannı, cinslerini ihtiva eden bir kitap yazılsa; yani: Kitab-ı Kainat kaleme alınsa, bu kainat kitabının fihristinde ilk numaraya insanın adı yazılacaktır. Sonra diğer hayvanlar, balıklar, kuşlar, böcekler gelecektir. Neden o kitabın başyazısı insan ile başlayacaktır; insan, bütün yaratılmış mahlükların en başında yer alacaktır? Çiinkü insan bütiın mahlükların en şereflisidir, sonra insan da ilahî emanet vardır. İnsan; "Rühumdan ona üfürdüm!" sırrına mazhar olmuş, üstün ve bir mahluktur."

• Daima neşeli ol; arada sırada gelen cefalarla yüzünü ekşit ama, gönlünü hoş tut, suyu döndür, başka tarafa aksın. Sen de sus artık, eşeğin boynundaki o oyalayıcı çıngırağı çöz!

 
• Ey sevgili, sen gökteki aya benziyorsun ama, sen neredesin, ay nerede? Senin yüzündeki güzellik, nür, ayın yüzünde bulunabilir mi?

• Herkes ay ışığını seviyor, ayı seviyor. Ay ise senin aşkının esiri olmuş, senin elinden feryat ediyor. Senin elinden "Ey Allah'ım!" diye yalvarıyor.

• Parlak yüzüne karşı, güneş de, ay da secde ediyor. Çünkü senin güzelliğin ayla, güneşle maceraya girişiyor. ;

• Ay dün gece sana secde etmeye geldi. Fakat seni sevenlerin kıskançlığı ayın önüne çıktı; "Def ol, git, gelme!" diye naralar atmaya başladı.

• Haydi kalk sevgilim, hoş bir eda ile salına salına yürü de, melekler bile gökyüzü pencerelerinden başlarını çıkarsınlar, yeryüzüne eğilip seni seyre dalsınlar. ¦

• Senin parlak yüzünden, şimşekler çakmaya başlayınca, gönüller, gözlerini korumak için elleri ile yüzlerini kaparlar.

• Her ne kadar gönül bahçesi zevk ve safa elde ettiyse de, kış gibi olan bu ayrılık yüzünden hepsini kaybetti.

• Can bahçesi, sonbahara benzeyen ayrılık gamı ile, hazan gibi sarardı, soldu. Senin baharın ne zaman gelecek de, beni yeşertecek, hayata kavuşturacak?

• Dün, gönlüm, senin oturduğun mahallenin başında yorgun, perişan, uyuya kalmıştı. Hayalin oradan geçti de, gönlümü o halde gördü de...

• Dedi ki: "Nasılsın? Bu ağır hayat şartlarının sana yüklediği yükün altından nasıl çıkacaksın? Öyle acılar çekmiş, öyle zayıflaşmışsın ki, bedenin artık gözle görünmez olmuş."

• Böyle söyledi, sonra geçti, gitti. Fakat o güzel dudaklardan çıkan bu sözün tesiri onun tadından, bu yaralı gönlüm, iyi oldu sağlık buldu, ya Rabbî, onun sevabını sen ver!

 
• Ey vefasız güzel, neden böyle yapıyorsun? Beni perişan ediyorsun? Neden vüzüme bakmıyorsun? Neden beni görünce yüzünü ekşitiyorsun?

• Neden yalnız sana ayrılan, sana bağlanıp kalan, senin vefalı dostun olan gönlümü, her an mızrakla yaralıyorsun?

• Senin cevherin kuyumcuda müşterilerce pek beğenildi. Yani asaletine, rühî güzelliğine, Hakk aşıkları hayran oldular. Öyle olduğu halde neden bizim canımızı da, cihanımızı da alıp götürüyorsun? Neden bize acımıyorsun?

• Sen Hızır'ın çeşmesisin, sen bir kevsersin, ab-ı hayattan bile hoşsun. Senin ayrılık ateşinle yanıp duran ancak benim, neden beni sevmiyorsun?

• Senin sevgin can gibi gizlidir. Sevgi mührünün de eseri, izi yoktur. Böyle olduğu halde, neden gönlüme mühürünü bastın; izler, nakışlar bıraktın? Neden kendini bana böyle sevdirdin?

• Dedi ki: "Ben canın canıyım, canı görmeye heves etme! can görülmez." Öyle olduğu halde neden senin güzel yüzün, canın şekline girdi, can oldu? Hani can görünmez diyordun, neden böyle oldu, neden?

• Ey bütün maddî varlığından kurtulup, sadece baştan ayağa nür olan azîz varlık, yıldızlar bile seni görüp kendilerinden utanıyorlar. Peki böyle iken ne diye şüphe bulutları ile örtünüp, gönüllere, maddî ve manevî güzel'ikle iki yüzlü olarak görünüyorsun?

 
• Mübarek bedenin kadir gecesidir. însanlar onun yüzünden şerefler, devletler elde ederler. Ruhun da ayın on dördü gibi parlaktır. Onun yüzünden karanlıklar yok olur, gider.

• Yoksa sen, Hakk'ın takvîmi misin? Herkesin tali'leri orada yazılıdır. Yoksa sen, mağfiret deryası, bağışlama denizi misin ki, herkesin günahlarını orada yıkar, temizlersin.

• Yoksa sen, Levh-i Mahfüz musun ki, ilham sahibi olanlar, gayb dersini senden alırlar, öğrenirler? Yoksa sen rahmet hazinesi misin ki, Hakk'a yakın olanlar, oradan elbiseler giyerler?

• Yoksa sen, neliksiz, niteliksiz rüh musun ki, bunların hepsinden, herşeyden dışardasın? Bu sırda, künhünü anlayışta, düşüncelerde, te'emmüllerde, kuruntularda sarsılır, perişan olur.

• Sen, güzelliğinin nüru kuyuya akseden ay gibi acaib bir Yüsufsun. îşte akseden bir nümn sevdası ile, nice Yakuplar, milletlerin tuzaklarına, kuyularına düşmüşlerdir.

• Şaşkınlıktan kurtulunca da, onun sıfatlarına bürünürler. Ilahî sıfatlar hayret hududunu geçince onu, kim anlayabilir? Artık sus, derin manalı sözler de, ibretler de kırık, dökük söylendi.

 
• Ey gönül, bu hoş devlet yurdundan, bu mana aleminden bir an bile olsa çıkma. Bir an can şarabını iç, bir lahza da şekerler çiğne, rühanî zevkler al!

• Ruhanî tasavvurlar, vicdana dokunmayan, pişmanlığı olmayan zevkler, anlatılmaz güzellikler, bütün bu manevî haller, neşeler, nefısle yapılan gizli savaştan başarılı çıkmak, erenlerin gizli meclislerinde bulunmaktan, yahut da daha gizli olan sırrın da sırrından gelmede...

• Dünyada görülen ve insanı büyüleyen bütün güzelliklerin güzellikleri, onun güzellik denizinden birer damla, fakat susuzluk hastalığına tutulmuş bir kişi, bir damla ile kanar mı?

• Ey gönül, dünya zindanlarının en daracığı olan beden zindanından, geniş ınana meydanlarına çıkmak için bir yol var, var ama, senin ayağın derin bir uykuya dalmış da sen kendini ayaksız sanıyor, bu yüzden zindandan çıkmıyorsun.

• Şu yeryüzünde aradığın rızıklardan başka, göklerde ne gizli manevî rızıklar var. Ekmek hazırlayan fırıncının fırınından başka yerlerde ne ekmekler pişebilmektedir. Haberin yok.

•İki gözünü de kapamışsın; "Aydın gün nerede?" diyorsun. Halbuki, günü aydınlatan güneş gözüne düşüyor da, sana; " kapıyı!" diyor; "Ben buradayım."

• Seni, bu tarafa da çekerler, öte tarafa da çekerler. Ey bulanmış, tortulanmış su, şu tortudan şu bulanıklıktan kurtul da, göklere, yücelere yönel!...

• Sen kendi gönlünde halvete çekilmişsin, düşüncelere dalmışsın, içine daldığın, elbise gibi sırtına giydiğin her düşünce rengi ile, şekli ile senin yüzünden belli olur. Onu gizleyemezsin.

• Her ağacın gönlü, hangi tohumdan, hangi taneden su içerse, o içtiği su, ağacın dalında, yaprağında kendini gösterir.

• Elma tohumundan su içmişse, ondan elma yaprağı biter; hurmadan su içmişse hurma verir.

• Nasıl hekim hastaların betinden benzinden hastalığını antarsa, gönül gözü ık olan da, yüzünün, gözünün renginden senin dinini, inancını anlar.

• Dininin halini, sevgini, kini, renginden anlar. Fakat gizler, söylemez, seni rezil etmez.

 

• Ey müslümanlar, ey rnüslümanlar, güzelliği, yarım bir dikeni bile cennet bahçesine çeviren bir sevgili hakkında ne demeli? Ne söylemeli?

• Onun aşkı, bir diyara bir an için olsun gelse, orayı şerefelendirse, mekanları mekansızlık alemine çevrir, yerleri baştan başa paha biçilmez madenlerle doldurur.

• Allah'ım bu nasıl nürdur ki, her hüriye güzellik bağışlar, lütfederse, ateş bile isterse tabiatini terkeder. Ab-ı hayat olur.

• îlkbaharı kıskançlığından «ötürü kırar, geçirirse ne çıkar? 0 lütfu tutar da sıkarsa binlerce ilkbahar meydana getirir.

• Onun yüzü güneştir. Dünya ise o güneşin yüzüne bir perdedir. Fakat nakış, resim; nakıştan, resimden başka ne görebilir?

• Gül, ilkbahara o güzellikleri vereni tanımasa bilmese bile, kendi güzelliği ile bir güzellik bağışlayanın bulunduğuna şahitlik eder. Der ki: "Benim rengime, kokuma, güzelliğime bakınız, elbette bunları bana veren biri var. îşte bana bu güzellikleri lütfeden, size de o güzellikleri vermiştir."

•Eger gülün bundan haberi olsaydı, rengi daima kırmızı ve ter ü taze kalırdı. Cünkü, aklı başında olan bir kişinin yaşayışına bir afet gelmez.

• Sen aklını başına al da, öyle bir güzel bul ki, işi gücü bu olsun, ölümsüzlük yönünden olsun. Yoksa gül gibi solacak, sonunda can verecek, ölüp gidecek bir güzele neden can vermeli, gönül vermeli?

• Tebrizli Şemseddin yüzünden kanlar dökmeye karar verdim. Benim elimde Zülfikara benzeyen bir aşk kılıcı var.


• 0 padişah geldi, o padişah geldi. Eyvanı (terası) süsleyen, o Kenan güzeli-nin güzelliğine hayran olarak bileklerinizi bile kesin!

• Canın canının canı gelince, canın adını anlarnak yersizdir. 0 padişahın önünde can, kurban edilmekten başka bir işe yaramaz.

• Ben aşksız kalınca yolumu kaybetmiştim, şaşırıp kalmıştım. Birden bire aşk karşıma çıkıverdi. Sevinçten kendimi dağ gibi hissettim, sonra onun güzelliği ile eridim. Aşk padişahının atı için bir saman çöpü oldum.

• İster Türk olsun, ister Tacik, her kul ona bendedir. Hem de canın bedene yakın olduğu gibi ona yakındır. Yakındır ama, beden canı asla göremez.

• Haydi dostlar, baht geldi, tali' geldi, devlet geldi. Elinde ne varsa dağıtıp duruyor, herkese mutluluklar bağışlıyor. Sanki şeytanı azletmek, kovmak için bir Süleyman geldi, tahta oturdu. Ondan yararlanın!

• Ne duruyorsun? Haydi sıçra, yerinden kalk, elin, ayağın yok değil ya! Süleyman'ın sarayının yolunu bilmiyorsan, hüdhüdü bul, yolu ondan sor!

• Orada, onunla gizli konuş, bütün sırlarını, dileklerini çekinmeden söyle;Süleyman bütün dilekleri kabul eder. 0 kuşların bile dillerini bilir.

• Ey kul! Söz rüzgar gibidir. Gönlü dağıtır, perişan eder, fakat Şems; "Dağınık şeyleri, topla!" diye buyuruyor, bunu da bil !.

• Bahar geldi, bahar geldi, Hakk aşıkı ile mest olanlara, ötelerden, güzeller peygamberinden selamlar getirdi.

• Süsen sakîden, aşk şarabı ile mest olanların kerametlerine dair bir şeyler duymuştu. Onlan selviye söyledi. Selvi bunları duyunca mest olan aşıklara saygı gösterdi. Ayağa kalktı ve adından ötürü bir daha oturmadı.

• Lalenin aşıklara kadeh sunduğunu gördü de bahçe onca Hakk aşıklanna çiçekler stı, sonra mezeler ikram etti.

• Sonra nisan bulutunun ağlayışından, kış mevsiminin soğuk, dondurucu nefesinden bir çok masallar söyledi. Hilelere baş vurdu. Sonunda bahçe aşıkları kandırdı.

• Ayrılık soğuğu, aşıkları nezle ettiği için, bahçe gönül buhurdarında öd ağacı ile üzerlik yaktı. Etrafa güzel kokular yaydı.

• Sonra sakîye seslendi: Ey sakî, dedi. Gülleri asla solmayan, ölmezliğin gül bahçesine gel, daha sonra hakîkat madeninin damına çık. Çünkü görünmez gizlilik aşıkları evlerinden de çıkardı.

• Ey sakî, bahar mevsimi güzellere çok değerli paha biçilmez elbiseler giydirdi. Bahçeye gir de onlan seyret!

• Bahar mevsimi bu gül bahçesine canları davet etti. Bizi de eşsiz sevgilinin güzel yüzü çağırdı. Sen şimdi dikkatle bak da gör: Aşıklara bahçe bu devletlerden, bu armağanlardan, hangisini getirdi?

• Sen, hor görülmekten şikayet ediyorsun, ağlayıp duruyorsun, sızlanıyorsun, hor görülüşteki lütufları, ihsanları göremiyorsun. Ya Hakk'tan yardımlar, ihsanlar isteme, yahut az şikayette bulun!

• Sana, Firavun'a yakışan debdebe, yücelik gerekse, sana yakışmayan aşkı ver, Fıravun gibi vilayetler al, malını, mülkünü artır, ihtişamlı bir hayat sür!

• 0 can ne mutlu candır ki, sonunda bahta, mutluluğa erişmek için daha önceden hor görülmeyi, aşağı görülmeyi alır da öper, başına kor.

• Pek büyük olan, kıyısı kenarı bulunmayan o hiddet denizinden binlerce kol ayrılır, her tarafa rahmet ırmakları akar. 0 ırmaklar, merhameti sonsuz olan Allah'ın iyi, kötü bütün kullarının can bahçelerine ulaşır, her canı suya kavuşturur. 0 hiç kimseyi mahrum bırakmaz.

" Ey gönül, sen o dereye bakma! 0 dere ile yetinme; için daralır, o derelerin önune çıktıkları kaynağa, sonra hep orada birleşeçekleri  asla, vahdet deryasına bak!

• Bir domuz misk içinde, bir insan da pislik içinde doğsa, her biri rızık bakımından da aslına gider, her bakımdan da aslına varır.

• Hakk kapısının uyuz köpeği bile dünyadaki bütün arslanlardan iyidir, değerlidir. Çünkü o Hakk'ın aşkını söyler ve o kapıyı gözetme ve bekçilik yapma usullerini bilir.

 
• Bu nefisten, heva ve hevesden kurtuldum. Bunların dirisi de bela, ölüsü de bela. Halbuki ben, ister diri olayım, ister ölüp gideyim, yerim, yurdum Allah'ın lütfundan başka bir yer değildir.

• Ey susmak! Benim özüm sensin, sevdiğimin perdesi de sensin. Susmanın en değersiz lütfu, insandan korkunun da, recanın da yok olup gitmesidir. însan kaderin getirdiklerine karşı susarsa, şikayet etmezse, onda ne korku kalır, ne de reca...

• Beni kederlerle, belalarla yıkmadıkça, harap etmedikçe Allah, bendeki gizli hazîneyi hiç bana verir mi? Beni coşkun bir sele kaptırmadıkça, nasıl olur da beni çeker, ihsan denizine götürür?

• Ben aynayım, ben aynayım. Ben gevezelik eden, söz söyleyip duran kişi değilim. Ben sustuğum için siz benim gönül feryadımı duyamazsınız. Ancak kulaklarınız göz kesilirse benim perişan halimi görür, anlarsınız.

•Rüzgarda el sallayıp duran ağ gibi el sallamaktayım. Gökyüzünde dönüp dolaşan ay gibi çarh etmedeyim. Yeryüzünde yaşadığım için çarhım, yeryüzü kokuyor, yeryüzü rengindeyim ama ben topraktan yaratılmış olsam da, bende ilahî em'anet bulunduğu için benim çarhım, gökyüzünün çarhından daha temiz, daha hoş....

•Ey söyleyen arif, söyle, söyle de hakîkati söylediğin için sana dua edeyim. Cünkü her seherde dua vakti gelince güzelleşirim, hoş, neşeli bir hal alırım. Adeta mest olurum.

• Ben abamı, hırkamı senden esirgemem, padişahtan ne gelirse, padişah ne lütfederse yarısının yarısı benimdir.

• Hakîkat kadehi, sonsuzluk kadehi, bana padişahın kendi eliyle sunulmaktadır. 0 şarabın bir yudumunu içen dilenci güneş çeşmesi kesilir de nüra susamış olanlara nür suları ikram eder.

• Benim boğazım hasta, konuşamayacağım, ben sustum. Ey güzel sözler söyleyen arif! Sen söyle! Çünkü sen Davud seslisin, bense ilahî tecellî ile yerinden kopmuş, parçalanmış bir dağ gibiyim.


• Ne olur, sevgilim yarın gelse de elimi tutsa, yahut pencereden bakışını uzatsa, ayın ondördü gibi parlak olan yüzünü bana gösterse...

• O canıma canlar katan sevgili, kapıdan içeri girse de, insafsız ayrılığın bağladığı ellmi. ayağımı çözse, beni kurtarsa

• Ona derim ki: "Ey benim canım, ey benim hayatım, senin canına yemin ederim ki, sensiz hayat pek tatsızdır, pek manasızdır. Sensiz işret hoşuma gitmiyor. Beni sevindirmiyor, şarap bile sen olmayınca beni mest etmiyor.

• Nazlanır da; "Git, benden ne istiyorsun? Senin sevdan bana bulaşır da ben de sevdalanırsam diye senden korkuyorum." derse,

• Ben de kılıcı, kefeni alır önüne korum. Yere kurbanlık koyun gibi yatar, boynumu uzatırım da, derim ki: "Eğer seni rahatsız ediyorsam, başını ağrıtıyorsam, kılıcı al, hiç acımadan için rahat olarak boynumu kes gitsin..."

• Sevgilim, sen çok iyi bilirsin ki, ben sensiz yaşamak istemiyorum, ölüyü dirilten Allah'a yemin ederim ki, ölüm bana ayrılıktan daha tatlıdır, daha hoştur.

• Benim seni nasıl sevdiğime inanmıyor musun ki, benden yüz çevirdin? Sana her zaman "Düşmanların sözleri asılsızdır, iftiradır." demiyor muydum?

• Sen benim canımsın, ben cansız nasıl yaşarım? Sen benim gözümsün, ben gözsüz nasıl görebilirim?

 
• Ey sevgili; Allah rızası için olsun, bana acı da, altın gibi sararmış olan yüzüme bir bak! Bizi, senden ayrı bırakma, nereye gidersen bizi de beraber götür!

• Eğer tenezzül eder de gelir, gönlümüze girersen, eteğini topla, içeri öyle gir ki, eteğin gönül kanına da değmesin, kirlenmesin.

• Ey sevgili, senin güzelliğini görmeyen, ay yüzlülerin körlüklerine rağmen bir doğ da, ayın yüzüne siyah bulutlarla bir perde çek, böylece ay görünmez olsun, senden başka gökte ay kalmasın.

• Sevgili; "Sizlere selamlar olsun!" deyince, bu ses bütün alemi tuttu. Neşeden gönül secdeye kapandı, can da beline gayret kemerini kuşandı.

• Mum gibi her gece yanardım, seher vakti gelince söndürülürdüm. Fakat gevgili, bu gece senin aşkınla öyle kendimden geçtim ki, gece ile gündüzü fark edemiyorum.

 
• Ey can sakîsi! Kadehi, yıllanmış eski şarapla doldur da bize sun!... 0 şarap gönlün yolunu keser, insanı fanî güzellere gönül vermekten kurtarır, din yoluna düşürür, Hakk'a kılavuzluk eder.

• 0 şarap herkesin bildiği üzüm şarabı da değildir. 0 şarap gönülden kaynağını alır, gelir ruhla karışır, coşar köpürür. Can şarabı olur. Her şeyde Hakk'ın kudretini gören, Hakk'ın sanatını müşahede eden aşıkın gözü şarapla mahmurlaşır.

• Herkesin bildiği üzüm şarabı İsa ümmetinindir. Mansur şarabı da Muhammed ümmetine mahsustur. Bu şarabın kadehi yoktur. Kadehsiz içilir.

• Üzürn şarabından mahzenlerde küpler dolusu vardır. Bu şaraptan da küpler olusu var. Var ama bu küpü kırmadıkça, yani bedene ait nefsanî duyguları dürmedikçe, Mansur şarabını tadamazsın.

• Üzüm şarabının bir damlası bile seni senden alır, bütün işlerini altına döndürür benim şu altına benzeyen kadehe, canım feda olsun...

• Mansur şarabı üzüm şarabı gibi herkese her zaman sunulmaz. Mansur şarabı ançak ,yatağını, yastığını devşirip kaldıran, gecesini uyku ile öldürmeyen Hakk aşıkına seher vaktinde sunulur.

 

• Ey sevgili, başın hakkı için, bizi böyle perişan bir halde bırakma! Ey salına salına yürüyün selvi, bize o boyu, posu, o edayı göster!

• Zulümlerle, haksızlıklarla, günahlarla gizlenmiş olan şu yeryüzünü, güzel ve parlak yüzünle neşelendir, sevindir, şu gök kubbeye başka bir güneş göster!

• Canları yol bilir, yol gösterir bir hale getir. Madenleri altınlarla doldur. Bir zelzele ile, uyuyan denizi uyandır, onu aşka düşür, coştur, köpürt!

• Sen öyle yüce bir varlıksın ki, güneş bile senin devletinin, ikbalinin gölgesine sığınır, devlet kuşunun gölgesi ne işe yarar?

• Sen hem Allah'ın rahmetisin, hem yaralara merhemsin, hem dertlere dermansın; bir hekim olarak şu aşk hastasına bir il ver!

• Sen aşk bahçesinin bülbülüsün, hayırlı temiz kişilere ilahî aşk şarabı sunarsın, sen canların canı olduğun için başsızsın, ayaksızsın.

• Ya Rabbi, sende neler var! Ne kudret var! Ne güç var! Sen lütfunla bır bahar gibisin, granit taşlarını, kayaları bile işe güce sokarsın...

• Bazen bir nür parlatırsın, gözleri kamaştırırsın, bazen de, yüzlerce tufanın söndüremediği, yatıştıramadığı bir fitne koparırsın, insanları perişan edersın; hikmetinden sual olunmaz.

 

• Herkese rezil olmak istemiyorsan, benim şu öğüdümü dinle: "Ben insan seklinde bir afyon küpü gibiyim, sakın benim ağzımı ma!

• İstersen beni ateşlere at, ateş bana ne yapabilir? Ben değil gönüllere, göklere bile aşk ateşi attım, onları tutuşturdum, yaktım, yandırdım. Oralarda yüzlerce kavga, yüzlerce gürültü çıkardım.

• Gökyüzü tamamıyla baş, yeryüzü de tamamıyla ayak olsa, ben ne gökyüzüne baş korum, ne de yeryüzüne ayak basarım. Çünkü ben bunların her ikisinden de değilim; ben başka bir yerdenim, başka bir alemdenim.

• Ey bizim efendimizin, sahibimizin gönüldeki saf şarabından bize şaraplar sunan sakî! Bize bir kadeh daha sun! Bu lütuflara nail olduğumuz için şükretmek bize daha çok yakışır.

 
•Ey ay yüzlü sevgili; hoş geldin, sefalar getirdin! Ey cana neşeler veren gül varlık, neşelerle gel, dünya hayatının bize getirdiği üzüntülerden, kederlerden bizi kurtar. Sen zaten hep böyle idin, neşeler getirirdin, neşeler bağışlardın, Dilerim sağ oldukça hep böyle ol!

• Ey her neşenin süreti, şekle, bedene bürünmüş hali; sen baştan başa neşesin, gönlürnüzde bir yadsın, bu yüzden seni yad ettiğimiz zamanlar, gönlümüz neşe ile dolar, içimiz rahatlar. Sen, yalnız, neşenin sureti değil, aynı zamanda,
Allaha duyulan aşkında suretisin. Hakk'ın güzelliği sende tecellî ettiği ,için seni seven dolayısıyla Hakk'ı sevmiş olur. Bu yüzden daima, gönlümüzde ol gönlümüzde yaşa!

• Ey can; senin sevgini idrak hususunda bizler çocuklar gibiyiz." Ey cangel de bizi çocukluktan kurtar! Çocuk olduğumuz için dadıya muhtacız, onun sevgisi ile, onun ihtimamıyla yaşıyoruz. Gel de bizi dadıya, ona buna muht olmaktan kurtar! Bizi olgunluğa ulaştır da, seni idrak edelim, yalnız seninle senin aşkın ile yaşayalım.

"Şu hadîse işaret var:  "Seni şanına layık bir şekilde tam bir irfan ile idrak edemedik, bilemedik."

• Biz kendimizi tamamıyla dünya işlerine verdik. Bir çok isteklere, emellere düştük. Hep dünya için çalışıyoruz; servet, şöhret, yüksek mevki hırsıyla didinip duruyoruz. Bu yüzden de kederden, sıkıntıdan kurtulamıyoruz. Gamlardan, kederlerden kurtulmak için eşe, dosta sarıldık. Eğlencelere kapıldık. Ey def! Sen bizim şu halimize candan, gönülden feryat et! Ey ney sen de ağla, inle!

• Sevgili süslendi, güzelleşti, onun her zaman böyle olmasını isterim. Allah'ın inayeti ile, onun bazı sapkınlıkları, sapık görüşleri gitti. Kafirliği iman haline geldi, onun hep böyle olmasını dilerim.

• Gönlümü inciten, yüzüme karşı kapıyı kapayan sevgili, dostların gamı ile gamlanmaya başladı. Onun hep böyle olmasını dilerim.

• Eskiden kendini çok seviyordu. Yalnız kendini düşünüyordu. Şarabı bile yalnız başına içiyordu. Yalnız başına zevk ediyordu. Halbuki şimdi, kapısını herkese mış, evini misafırlerle dolduruyor. Onun her zaman böyle olmasını diliyorum.

• Ey dost, Ka'be'nin yanında kaynayıp duran zemzem suyuna, senin zemzem suyun karışmış da o yüzden tatlılaşmış, o yüzden hacılar onu paylaşamıyorlar, hep ona doğru koşuyorlar, kaplarını dolduruyorlar.

 


•Üzüm şarabı İsa ümmetinindir. Mansur şarabı da Muhammed ümmetine mahsustur. Bu şarabın kadehi yoktur. Kadehsiz içilir.

• Üzüm şarabının bir damlası bile seni senden alır, bütün işlerini altına döndürür benim şu altına benzeyen kadehe, canım feda olsun...

• Mansur şarabı üzüm şarabı gibi herkese her zaman sunulmaz. Mansur şarabı ançak ,yatağını, yastığını devşirip kaldıran, gecesini uyku ile öldürmeyen Hakk aşıkına seher vaktinde sunulur.

 
Şu dünyada gördüğümüz güzellikler, güzel eserler, hassas duygulu insanların canlarını, gönüllerini alırlar, o eserleri yaratana götürürler. Sanki, Allah yarattığı eserlerini hamal eder, canları, gönülleri onlara yükler, kendine doğru çeker.

• Senin aşkın, çorak toprağı gül bahçesi haline getirir. Dalgan, buluta benzeyen gözü, inciler sar bir hale kor.

• Zavallısın, boş yere neyi arıyorsun? Sanki sen eşeğe binmişsin de, şundan bundan; "Eşek nerede?" diye soruyorsun.


• Gönül sözlerle dopdolu, fakat söylemeye imkan yok. Ey sufîlerin canları, siz dudaklarınızı ın da, başımızdan geçenleri siz söyleyin! ""

. Dostu Yüsuf gibi güzel olan kişi, zindandan kar mı? Zindanda durup dururken Allah'ın lütfu ile bağ, bahçe sahibi olan bir de Yüsuf bulan kişi hiç zindandan çıkmak ister mi?



• Gönül, buğday tanesi gibidir, biz de değirmen gibiyiz. Değirmen hiç niçin döndüğünü bilir mi?

• Beden de değirmen taşı gibi, düşüncelerimiz de onu döndüren suya benzer Taş der ki: "Bu dönme işini su bilir."

• Su da;"Bu işi ancak değirmenci bilir." der. Çünkü bu suyu değirmene akıtan odur.

•Deyrmencide der ki: "Ey ekmek yiyen kişi, şu değirmen dönmeseydi kim ekmekçi olurdu?" 

• Macera bu, hikaye uzar gider. Sus, sen bu işi Hakk'a sor da cevabını gönlünde ara!
• Zahirde aşk benden doğmuş görünüyorsa da, sen buna inanma, işin hakati şöyle ki: Aşk benden doğmadı, aşk beni doğurdu. Ben aşkın çocuğuyum.
121. Ben onun güverciniyim, beni kovsa bile evinin damının çevresinde uçarım.

 



• Insanlık yolunun önü de ardı da kanla ıslanmış. Dikkat et de kayma! Bu zamanda insan çalanlar altın çalanlardan daha fazla!

"Toplum hayatında çeşitli sahalarda başarıya ulaşmış tek tük iyi insan, kamil insan varsa da insanlık düşmanları onları da çeşitli bahanelerle harcıyorlar, yok ediyorlar. Günümüzde üstün insan o kadar çok azaldı ki, Diyojen gibi güpegündüz fener yakıp insan aramak gerekiyor."

.

• Kendini bul, bul ama dikkatli ol! Kendini çaldırma! Fakat ne yapabilirsin ki, bu Hakk yolunda çok ıkgöz, çok becerikli bir hırsız pusu kurmuş, seni bekliyor.



• Ey gönül! Hakk'tan gelen gamı, kederi bir lütuf olarak bil de, ondan yüz  çevirme! Onun içine gir! Çünkü sabır sıkıntının anahtarıdır. Onun gönülde tığı yaraya katılan ki merhemi yüz göstersin! Şunu aklından çıkarma ki sabır, ızdırabın, acının anahtarıdır.

• Deıtlerin, kederlerin içine öyle bir aşkla dal ki, sonunda hiç beklemediğin bir zamanda ansızın Hakk'ın kürsüsü ve arş-ı azamı senin önüne gelsin. Çünkü sabır sıkıntının anahtarıdır.

• Cihanın nüru ile gül de, cihanın düğünü, derneği ol! Onun mateminden, acılarından kurtul, emniyete ulaş! Çünkü sabır sıkıntının anahtarıdır.

• Kibirden, kinden kurtulur da gönlünü ayna gibi parlak, lekesiz bir hale getirirsen, her an onu gönül aynasında görürsün. Çünkü sabır sıkıntının anahtarıdır.

• Kibri, kini yok edersen hem benlikten yakanı sıyırırsın, hem de şeytanın sından tutar, boynunu vurursun. Sabır sıkıntının anahtarıdır.

• 0 zaman bahtın, talihin, devlet, varlık kendiliğinden kalkar senin ayağına gelirler. Onların gelişi ile mutlu olursun. Sabır sıkıntının anahtarıdır.


 

• Bütün gün; "Benim sevgilim gül gibidir!" deyip duruyorsun. Ömrü az olan, sonsuza kadar kalmayacak olan gülü ne yapacaksın?

Güneş gibi herkese, her şeye esirgemeden nurunu s!

• Küfür, insanlığın yüzünü karartmıştı. Hz. Muhammed'in nüru imdada yetişti. Sonsuza kadar yaşayacak olan manevî saltanat geldi, ölümsüzlük davulunu çaldılar.

• Yeryüzü manen nürlandı, yeşillere büründü. Gökyüzü sevincinden yenini, yakasını yırttı. Ay ikiye bölündü, tamamıyla rüh oldu.

• Senin güzel yüzünün sabahına kavuşmak için, ihtiyar dünya, bir ömürdür seher vaktinde evrad okuyor.

• Diken; "Ey halkın ayıplarını örten Allah" diye yalvarıp duruyordu. Duası kabul edildi de dikenlikten çıktı, gül oldu. Diken iken gül yanaklı, hoş kokulu bir dilber geldi.

• Zaman terzisi insanlara biçip diktiği, giydirdiği hayat gömleğini hiç kim-e, tam o kişinin boyuna uygun olarak biçip dikmemiştir.

• Sus artık, harfi, sözü bırak, gök kubbesinin üstündeki meleklerin konuştukları gibi sen de harfsiz, sözsüz konuş!

 

• Bedenimizin bütün cüz'leri, şu ten mezarına gömülmüş bir ölü gibidir. aşk süru üfürülse de, bu ölü dirilip mezarından baş kaldırsa...

• Senin şehvetin bakır gibidir. Ermişler aşk nüru ile bakır halindeki varlığını altın haline getirirler.

 


• Ateş cinsinden olan şehvet, hiddet, şöhret gibi duyguları, aşıkların ateşine atın, yakın! Elinizde ne varsa, onları, o sırlar fitnesinin dünya sevgisinin başına verin, kurtulun!

• İlahî aşk şarabıyla mest olun, yıkılın kalın da, şu dünya işleri için kendinizi boş yere harcamayın! Sevginizi dünyadan da, ahiretten de alın, sadece aşk işine koyulun.

Hakk'ın kahrında lütuflar gizlidir.



"Gamdan, kahırdan daha tatlı, daha mübarek bir şey olamaz. Bunun karşılığı sonsuzdur. diye buyurmuştur.

• Aşıklar meydanda dolaşıyorlar ama, sevgili meydanda yok. Bütün dünyada böyle acaip bir aşkı kim görmüştür?


• Tatlı yemekler, yağlı yemekler hoşa giderler, sofralarda hoş görünürler.t Fakat onlar fazla değil, bir gece senin içinde kalınca iğrenç pislik olurlar¦


• Aşksız beden, kendine bir külah arasa, boş yere aramaktadır. Çünkü, onun başı yoktur. 0 baştan başa sarıktan ibarettir.



• Her hal, her davranış, her hareket beden yayındaki oka benzer. Ok, yaydan kurtulunca, artık biz ona hakim olamayız. 0 kendi hedefine, kendi isteğine doğru uçar, gider.


 


• Bizim ölümümüz, ebedî bir düğündür. Onun sırrı nedir? "0 tek bir Allah'tır."


• Aslında ölüm, Allah'ın nüru ile diri olan kişinin ruhuna, beden zindanından kurtuluş yardımıdır.

• Ölüp giden kişiye kötü deme, iyi de deme; çünkü onlar, iyilikten de kötülükten de kurtulmuşlardır.


• Bir göz, Allah'ın nuruyla bakarsa, her şeyi apık görür.


• Herkesi, her güzeli denedim, senden daha hoşa giden kimse bulamadım. Denize daldım, senin gibi bir inci elde edemedim.

• Şarap küplerinin ağızlarını tım. Binlerce şarap küpünden tattım. 


• Sen, ikilik kadehini kır! Rüzgara da şarap verip sarhoş etme, onu kararsız kılma, azdırma. Bir şehirde iki padişah olunca huzur olmaz, fıtne fesat çoğalır.

• Gündüz, geceden üstün, geceden daha güçlü, çünkü onun güneş gibi tek bir mumu var. Halbuki, gecenin acizliğinden ötürü her tarafta bir çok mumu yanar, yanar ama, yine karanlıktır. Mumların çoğalması bir işe yaramaz.

• Gerçi kulların Rabb'inden her nefeste bir rahmet gelir. Gelir ama, vakti gelince Rabb kalır, kullar yok olur gider.

 


• Saki, bugün hepimiz sana misafiriz. Her gecemiz senin sayende "Kadir gecesi", her günümüz "bayram" oldu.

 

• Allah'ım, beni kendimden al, kendimden geçir! Çünkü o halde, benim için azadlık var, kurtuluş var! Ben, varlıklarından kurtulmuş, benliklerinden geçmiş insanların kuluyum, kölesiyim.

• Ölümden gafil olan, öleceğini düşünmeyen kişi, duygusuzlaşmıştır. Hakîkati göremez olmuştur da, zavallı bir dilim ekmekle, birazcık tere için gamlara dalmıştır.

• Bir zaman gelecek ki, artık zaman kalmayacak. 0 zamandan önce, sen çalış, çabala, ibadet et, insanî vazifelerini yap da zaman kaydından kurtul!

• Bahçelerdeki bütün ağlar namaza durmuşlar, kuşlar da tesbih çekmedeler. Menekşeler rukü'a varmış, iki büklüm olmuş.

• Yokluktan varlık alemine gelenlerin hepsi de, neden var olduklarını, niçin yaratıldıklarını bilmiyorlar. Sanki var oluştan ötürü mest olmuşlar da nereden geldiklerini unutmuşlar.


• Bu yüzdendir ki, dünyanın vefasızlığını görenler, bir an önce öteki dünyanın yoluna düşmeyi uygun buldular da, yaşayışı terk edip gittiler.

• Sen görmüyorsun ama, gizliden gizliye senin çok düşmanın var. Kurtulmak için hilelere baş vurdun ama, işe yaramadı. Onlar seni mat ettiler.

• Balık süt emen çocuklar gibidir. Deniz ise süt emziren dadıya benzer. Aciz çocuk daima süt için ağlar durur.

• Her şeyden feragat etmiş olan, hiç bir şeye ihtiyacı olmayan denizin balığa bir meyli varsa, bir sevgisi olursa, bu hal balık için büyük bir lütuftur, büyük bir keremdir.

• Deniz kendisine meyli olduğunu anlayan balığın sevincinden ötürü arşın üstüne çıkmış gibi olur.


• Mallarıyla mülkleriyle, mevkîleriyle gurura kapılan, kendilerini üstün gören insanlarla değil de, nerede bir fakir görürsen onunla oturman lazımdır.nerede bir falcı, bir cinci görürsen onlardan da uzak durmak gerektir.


• Tertemiz, nurdan doğan, elbette temizleri arar. Fakat pislikten doğan kişiye de pis birisi gerektir.


• Cenab-ı Hakk, bazı günahkar kullarının gönüllerine kilit vurmuş, üstüne de mühür basmıştır. Bu mühürlü, bu kilitli kapıyı mak için, belalara sabretmek gamlar ve kederler içinde çırpınmak gerektir.

• Ancak bizim gibi değersizlere, bayağılara karşı böyle değildir. Dikenden kurtarır da ona gül bahçesini gösterir.

• Bazen manevî kirlerimizi arındırır, bizi nüra doğru çeker götürür. Bazen eski zahitliğimizi elimizden alır da, bizi sarhoş meyhaneci haline sokar.

• 0 kölesini ne satar, ne de kimseye bağışlar. Onu pazarda satıyormuş gıbı göstererek ona bir t, bir taht hazırlar.

• însan dünya sandığının içine hapsedilmiş bir arslan gibidir. Sandık kapanmıştır, kilitlenmiştir. 0 da kendisini yorgun ve bitkin göstermektedir.

• Haberin var mı? Şehrimizde şeker ucuzladı. Yani şehrimize tatlı dilli değerli bir kişi geldi. Haberin var mı? Kış gitti, yaz geldi!


• Haberin var mı? Lale, yüzü kanlara bulanmış bir halde çıkageldi. Haberin var mı? Gül, çiçekler meclisinin başkanı oldu.

• Haberin var mı? Güzeller ötelerden geçip gelme izni aldılar da geldiler. Bağlara, bahçelere kondular, yeryüzü yeşerdi, güller, laleler, reyhanlar, çeşitli çiçekler uyandılar.

• Geçen sene kış mevsiminin korkusundan kaybolup giden yeşilin güzelleri güller, reyhanlar, şebboylar, karanfiller ve daha sayılamayacak kadar çok çiçekler, sanki kıyamet koptu da dirildiler. Bu sene hepsi de yüz kat daha güzel, daha hoş kokularla geldiler.

• Gül yüzlü güzeller ötelerden, yokluk aleminden oynaya oynaya geldiler. Bu gelişten gökyüzü memnun oldu da, onların ayaklarına yıldızlar serpti.

• Geçen sonbaharda azledilen, işten çıkarılan nergis, bu sene çiçekler mülküne başkan oldu. Gonca çocuğu da, beşikte konuşan Hz. îsa gibi yazmaya, okumaya başladı.

• Gönüle bir hırsız gibi girerek bütün gece orada gizlenen gam, sevgilinin, vuslat polisinin eline düştü de darağacına çekildi.

• Zalimlerin elinde kalmıştık. Çok zulümler görmüş, acılar çekmiştik. Ümitlerimizi kaybetmiştik. Böyle bir durumdayken devlet gibi parlak uyanık bir gönül geldi, imdadımıza yetişti.

• Şu kirli dünyada, nefsanî arzular, maddî ihtiylar peşinde koştuğumuz için, beden de can da ihtiyarlamıştı. Ona kavuşunca her ikisi de gençleşti, güzelleşti. Müşteri bulamayan, malını satamayan herkese ne de çok alıcı geldi.



• Fazla konuşma, dudaklarını kapa, dilsiz, dudaksız söz söylemeyi huy edin! Çünkü dünya geçip gidince, ne diş kalır, ne dudak kalır, ne de dil!

 


• Başına gelen dertlere, musîbetlere, belalara uğrayış karanlıklarına sabret! Çekinme, çünkü Hızır (a.s) da, ab-ı hayat, karanlıklar diyarından geliyor.

 


• Halkın bu görünen süreti, çeşitli bitkiler, hayvanlar, balıklar, kuşlar... gibi varlıkların hepsi aslında bir nakıştan, bir hayalden ibarettir. Bunları yaşatan, hareket ettiren canı acaba kim görmüştür?

• Dünyada gördüğün, bu varlıkların, insanların, bitkilerin, hayvanların hepsi de birer dilencidir. Allah'ın lütuf tarlasında başak toplamakla meşguldürler. Acaba bütün bu yoksullara nîmetler veren, onlara inciler san kimdir?

 



• Biz kendimizin düşmanı, bizi öldürenin dostuyuz. Biz aşk denizine batmışız, denizin dalgası bizi öldürüyor.

• Biz severek, gülerek, tatlı canımızı veriyoruz. Çünkü ecel bizi ballar gibi tatlı tatlı öldürüyor.

• Canını seven kişi, o uğursuz ve mel'un Iblisten mühlet isteyip duruyor. 0 da, yarın değil, öbür gün öldürürüm diye ona mühlet veriyor.


• Ne mutlu o kimseye ki, bizim gibi o da tamamıyla Allah'a teslim olarak onun verdiği her şeye razı oldu. Böylece cefadan, gamdan gussadan, kurtuldu. Baştan başa neşe vefa oldu.

• Ölen bir kişi için, artık yarınki gün yoktur. Iş böyleyken neden cefalar eder durursun?

• Bilmem ki, insan, kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi ne diye başkası hakkında denemeye kalkışır?

• Hiddete kapılıp, hiç kimseyi çiğneme de; Allah'ın gazabı seni çiğnemesin.

 

• 0, her ne kadar, peygamberlerden söz ediyorsa da, onlann mu'cizelerinden bahsediyorsa da, onda peygamberlerin huyundan bir huy var mı? Sen ona bak, lafına bakma! Söylediklerini yaşıyor mu; onu anlamaya çalış!

• Salavat verip duruyor, tesbih çekiyor ama, onda Hz. Mustafa (s.a.v.)'in safvetinden, ruh ne var?

• Ben Allah'ıma o kadar çok yalvardım, o kadar çok "Ya Rabbî! Ya Rabbî dedim ki, sonunda gök kubbesi benim yalvarışlarımı duydu da, o da "Ya Rabbî! Ya Rabbî!" demeye başladı.


• Toz toprakla dolu olan bu kirli dünya, gönül ışığıyla güzelleşmiştir. Hoş bir hal almıştır, edep sahibi olmuştur.

• Her meyve, zamanı gelince baş gösterir, gelişir, dikkatle bak, her iş nasıl tertiplidir.

• Yeter artık sus, durmadan söyleyenin karşısında susarak, dilsiz, dudaksız söz söyleyen daha da hoştur, daha da iyidir.

 


• Gurura kapılmanın, büyüklük taslamanın kanını dökmezsen, o kan coşar da seni boğar.

• Yürü git de nazın bulanıklığını gider. Çünkü neşe, hep arılıktan, duruluktan meydana gelir.

• Senin karşında bulunan sevgilindir. Dikkatli ol da, onu kırma! 0 senin düşünmeden, öfkeyle söylediğin bir sözden, bir davranışından sessizce kırılabilir. însan, sopa değildir ki, kırılınca çat diye bir ses çıkarsın.


• Ey Hakk aşığı, beden kuyusunda gaflete dalma, aklını başına al da gökyüzü kovasını tut! Hz. Yüsuf o kovayı tuttu da, kuyudan kurtuldu. Devlete erdi, Mısır'a sultan oldu.

• Karanlık gecede Mustafa (s.a.v.) gibi, safa aramaya bak! Çünkü o mana padişahı bir gece Mîrac etti de eşsiz, benzersiz bir hale geldi.

• Geceleyin herkes sustu. Sen de onun huzuruna çıkman, ona münacatta bulunman, onunla manen buluşman için, abdest al; acele hazırlan; çünkü sesler, gürültüler halvet yerinin huzurunu kırır.

 


• Ölüm günümde tabutum götürülürken, bende, bu dünyanın derdi, gamı var, dünyadan ayrıldığıma üzülüyorum sanma, bu çeşit şüpheye düşme!

• Sakın, öldüğüm için bana ağlama; "Yazık oldu, yazık oldu!" deme. Eğer nefse uyup Şeytan'ın tuzağına düşersem, işte hayıflanmanın sırası o zamandır!

• Cenazemi görünce; "Ayrılık, ayrılık!" deme! 0 vakit, benim ayrılık vaktim değil, "buluşma, kavuşma" vaktimdir!

• Beni toprağın kucağına verdikleri zaman sakın; "Veda, veda!" deme! Çünkü mezar, öteki alemin, cennetler mekanının perdesidir!

• Batmayı, gözden kaybolmayı gördün ya, bir de doğmayı gör, düşün Güneş'le Ay batıp gözden kayboldukları zaman bir ziyan gelir mi?

• Bu hal, sana, batmak, kaybolmak gibi görünse de, aslmda bu hal doğmaktır yeniden hayata kavuşmaktır!

• Mezar, insana hapishane gibi, zindan gibi görünse de, orası ruhun kurtulduğu yerdir!

• Hangi tohum yere atıldı, ekildi de tekrar bitmedi, topraktan baş kaldırmadı? Niçin insan tohumu hakkında yanlış bir zanna düşersin?

• Hangi kova kuyuya sarkıtıldı da dolu çıkmadı? Can Yusufu neden kuyudan ziyan görsün, niçin feryad etsin?

• Bu dünyaya ağzını yumunca, öte tarafa ! Artık senin hayhuyun, uğraşmaların mekansızlık alemindedir!



• Sevgilim! Ümitsizliğe düşme; yeni bir ümit belirdi! Çünkü, bütün canların ruhu gayb aleminden çıktı geldi!

• Ümitsizliğe kapılma; her ne kadar Hz. Meryem senden uzaklaştı ise de, Hz. îsa'yı gökyüzüne, ötelere çeken nür geldi yetişti!

• Ey can; ümitsizliğe düşme! Şu zindanın karanlığı içinden Hz. Yusufu aydınlığa çıkaran, kurtaran padişah geldi!

• Hz. Yakup, gizlilik perdesinden dışarı çıktı; Züleyha'nm perdesini yırtan Yüsuf(a.s.)geldi!

• Ey geceyi seher vaktine kadar; "Ya Rabbî, ya Rabbî!" diyerek geçiren Hakk aşığı! 0 eşsiz varhk, senin; "Ya Rabbî, ya Rabbî!" demeni duydu ve sana acıdı da geldi; gönlünde yer ayırdı!

• Ey göklerden, ötelerden gelen yemekle sahur yiyip oruç tutan; orucunu , hoş bir şekilde iftar et! Çünkü bayram hilali göründü!

 
• Benim güneşim geldi, "ay"ım geldi; gözüm kulağım geldi. 0 gümüş bedenlim geldi, o altın madenim geldi!

• Güzelliğiyle aklımı başımdan alanım, bana mestlik verenim geldi; gözüme nür bağışlayanım geldi. îstediğim, fakat ıklayamadığım başka bir şeyim de geldi!

• Ey eski dost; O'ndan bir haber aldığım için bugün, dünden daha hoş, daha güzel! Zaten dünden beri O'nun yüzünden mest idim!

• Dün gece elime bir çerağ alarak aradığım dost, bugün bir gül demeti gibi çıktı geldi!

• Onun güzelliğinin şu bağına, baharlna bak; kadehsiz sunduğu şu şarabının mestliğini seyret! Hazmı çok kolay, çok hoş, çok tatlı gülbeşekerim geldi!

• Ben, artık ölümden korkmuyorum! Neden korkayım ki? Benim, apık hayatım geldi! Kınanmaktan, ayıplanmaktan ne diye korkayım ki? O'nun gibi bir siperim, bir kalkanım var!

• Derdim başımdan aştı, derman aramak için yollara düştüm. Allahım; bu yolculukta ne saadetler buldum, ne güzellikler elde ettim!

• Şimdi, pek mutluyum, büyük bir neşe içindeyim. Şarap içmenin tam zamanı! îçeyim de, aklımda şimşekler çaksın! Uçmamın, göklere yükselmemin zamanı geldi! Çünkü güçlendim; kolum kanadım geldi!

• Sevgilim, bu gazelin söylenecek birk beyti daha var! Var ama, beni benden aldılar, bir yere götürdüler ki, orada bu dünya, gözüme pek küçük görünmektedir!

 

• Aşık, benim gibi olmalı; durmadan yanmalı yakılmalı! Böyle olmayan kişi değildir! 0, çocuk gibi aşık oynasın dursun!

• Ey ayın bile kendisine kul olduğu güzel varlık! Ay yüzlü dilber senin gibi olmalı da, bütün ay yüzlülerin hepsinden de güzel, hepsinden de üstün, hepsinden de nazlı olmalı!

• Aşık dediğin de, benim gibi olmalı! Öyle mest, öyle kendinden geçmiş olmalı ki, ne halkla uzlaşmalı, ne de kendisine bir hayrı dokunmah!

• Aşk, ab-ı hayattır; seni ölümden kurtarır! Kendisini tamamıyla aşka veren kişi ne mutlu kişidir! 0, adeta, aşk padişahı olmuştur!

• Bu can, yaş bir ağ dalına benzer; onu tut, kendine doğru çek! Şunu iyi bil ki, ne kadar çekilirse, sana doğru o kadar eğilir!

• Sen çeng gibi gamdan iki büklüm olursan, o vakit seni hoş bir şekilde bağrına basar; elsiz kolsuz seni okşamaya, sevmeye başlar!

 

• Ey dost! Şeker mi iyidir, yoksa şeker yapan mı; ayın güzelliği mi daha üstündür, yoksa ayı yaratanın güzelliği mi?

• Ey bağ! Sen mi daha hoşsun, sende bulunan gül bahçesi mi, gül rnu hoştur? Yahut o gülleri, nergisleri şu kara topraktan meydana getiren mi daha hoştur?

• Ey akıl! Sen mi daha iyisin, bilgide, görüşte sen mi daha üstünsün, yoksa her an yüzlerce akıl, yüzlerce görüş lutf eden aziz varlık mı?

• Ey aşk! Gerçi dağınıksın, perişansın, ılıp sılmışsın fakat, bir şey var, birisı var ki; aşka da ateşten bir kemer kuşatmış da, aşık olanları yakıp yandınnadadır!

• Ben, O'nun yüzünden kendimden geçmişim, O'nun yüzünden başım dönüyor; şaşırıp kalmışım! Bazan kolumu kanadımı yakıp yandırıyor, bazan da yeni bir baş lutf etmede, manen yükselmem için yeni bir kanat bağışlamakta...

 
• Neşesizlerin, hayattan bıkmış ve usanmış olanlann hepsi de gittiler! Evin kapısını kapayınız; düşüncelere dalmış, ümidini kaybetmiş şu aklın haline de gülünüz!

• Mademki siz de Hz. Muhammed(s.a.v.)'in manevî evlatlarındansınız, müminsiniz, mirac ediniz, göklere yükseliniz de, ayın yanağını öpünüz!

• Ey neşesizler, ey hayattan bıkmış usanmış kişiler! Niçin cesaretinizi kaybettiniz, niçin gittiniz; aşk uğrunda neden Ferhad gibi dağları delmediniz?

• Öyle oldu, böyle oldu; niçin doğru gelmedi? Kendiniz nasılsınız, değeriniz nedir; biliniz, anlayınız!

• Mademki aşk çeşmesini gördünüz, ümit çeşmesini gördünüz, neden kana kana su içmediniz? Mademki o güzeli gördünüz, nasıl oluyor da hala kendinizi beğeniyorsunuz?

• Mademki nür almak, nürlanmak istiyorsunuz, devletten, saadetten kmayınız; zaten O'nun tuzağına düşmüşsünüz!

• Canı ile oynayan pervane gibi, muma doğru koşunuz! Ne diye vefasız arkadaşa kendinizi vermiş, ne diye ona bağlanmışsınız?

• Pervanenin, mumun alevine kendini attığı gibi siz de aşk ateşine kendinizi atınız, yanınız yakılınız da, gönlünüzü, rühunuzu aydınlatınız! Hayretinizden senelerin eskittiği, hırpaladığı bu köhne bedeni atınız da, taze bir tene, yeni bir bedene

 


• Şunu iyi bil ki, bütün insanlar, ölüm hapishanesindedirler! Hapis olan kimse, seni zindandan kurtaramaz!

• Sen biliyor musun; rıza kapısından girerek razılık köyüne ulaştığın zaman orada duyduğun köpek sesleri de ne oluyor? 0 sesler, korkak ve ruhen aşağı olan insanları ürkütür!

• Haşa, bu köpek havlamaları, Hakk yolunun aşığı olan cesur kişinin yüreğini bile hoplatmaz!

 

• Göz kamaşmadan, zahmet çekmeden güneşi kim görebilir? Perdesiz, apık, onun yüzüne kim bakabilir?


• Dünyanın yansı akbabadır, yarısı leştir! Aklınızı başınıza alın da, akbaba gibi leşe göz dikmeyin!


• Gönlü temiz, huyu güzel Hakk aşığı, insanı her türlü afetten korur! Hassas, ince, asîl ruhlu bir dosta, bir sevgiliye yüzlerce can feda olsun!

• Tatlı dilli bir dost, tatlı sözleri ile insanı şarap gibi mest eder! Zaten kendisi, ilahî güzellikler karşısında mest olmuş, daima Hakk'la vuslat halindedir!


• Ey karanlık geceyi uykuda geçiren mümin! Dua zamanı geldi; haydi, kalk! Ey kötülük etmeyi adet edinmiş nefis; ibadet etme, iyilik etme zamanı geldi!


• Sen şimdi hayatta iken bu kıbleden bir nür, bir ışık ara, bir ışık elde et de, o nur, o ışık senin kabrini ışıtsın, aydınlatsın! Allah'ın nüru gelince kabir, bir gül bahçesi olur!

 


• Biz, bütün insanlar, duvardaki resimlere benzeriz; bizi resmedenin, bizi yapanın ışığı vurunca o zaman canlanır, uyanmaya blarız!

 



• Bir bakıma oruç, bizim kurtuluşumuzun kurbanı sayılır; bizim canımız, onun yüzünden dirilik elde edecektir! Mademki göniil evine misafir olarak can geldi, onun uğruna bedenimizi tamamıyla kurban edelim

Sabır, hoş bir buluttur; ondan, hikmet, manevî lütuflar yağar! Bu sebeptendir ki, Kur'an-ı Kerim de bu sabır ayında nazil olmuştur!

• Bizi kötü işler, günahlar işlemeye teşvik eden kirli nefsimiz, arınmaya, temizlenmeye muhttı! Ramazan gelince, günah zindanının kapısı kırıldı; can, nefsin esaretinden kurtuldu, miraca çıktı, sevgiliye kavuştu!

• Bu mübarek ayda gönül de boş durmadı; ümitsizlik perdesini yırttı, göklere uçtu! Can, zaten bu kirli dünyaya mensup değildi, meleklerdendi; onlara ulaştı!

• Ramazan günlerinde sarkıtılan merhamet ipine sanl da, şu beden kuyusun-daki hapisten kendini kurtar! Yüsuf aleyhisselam kuyunun ağzına geldi, seni çağırıyor; çabuk ol, vakit geçirme!

• İsa aleyhisselam isteklerden, beden eşeğinin arzularından kurtulunca, duası kabul edildi! Sen de nefsanî isteklerden temizlen, elini yıka! Çünkü, gökyüzünden manevî yemeklerle dolu sofra geldi!



• Komşuların, dostların yardımı olmasa bile bir iş yoluna girebilir ama, Sen'in takdirin olmasa, o iş asla olmaz! Sen'in aşkının yarası, şu gönlümdedir; onun başka yeri olamaz!

• Yarattığın güzel eserleri görerek, aklın gözü, Sen'in mestin olmuştur! Kudretinin, yaratma gücünün karşısında feleğin çarkı alçalmıştır! Zevk ve neşenin kulağı da Sen'in elindedir! Yani, zevki ve neşeyi de ancak Sen'in lütfunla duyarız; Sen'siz hiç bir şey olmaz Allahım!

• Can, Sen'in aşkınla coşar; gönül, Sen'in sevgi şarabınla mest olur; akıl, Sen'in yarattığın güzellikler karşısında şaşırır kalır! Sen'siz hiç bir iş başa çıkmaz Allahım!

• Mevkiim, şerefim, malım mülküm hep Sen'in lütfun, ihsanındır; yediğim yemeği, içtiğim suyu da Sen lütfediyorsun! Sen'siz bunlann hiç biri olmaz Allahım!

• Bazan vefaya doğru gidiyorsun, bazan cefaya doğru! Sen benimsin; nereye gidiyorsun? Hiç kimsenin işi Sen'siz başa çıkamaz!

• Sen'siz bir iş başa çıksaydı, Sen'in koyduğun kurallar gereğince işler yürüse idi, dünyanın altı üstüne gelirdi; herşey bozulur, altüst olurdu! Güzelliği ile dillere destan olan îrem Bağı cehennem kesilirdi! Sen'siz hiç bir iş başa çıkmaz Allahım!

• Ben, o can güzelinin birliğini, varlığını dilimle söyleyerek ona inanmadım, iman sahibi olmadım; kendime kafir oldum, yani kendi benliğimi inkar ettim de o vakit inandım, iman getirdim!

• Ben, Cibrîl'le beraber uçuyordum; benim de altıyüz kanadım vardı! Mademki ona ulaştım, onu manen buldum, artık kanadı ne yapayım?

• Ben, geceleri, gündüzleri can incisinin bekçisi idim; onu koruyordum. Şimdi, inci denizinin dibinde, kendi incimden vazgeçmiş bulunuyorum!

 

• Dostum! Şeker mi daha iyidir, yoksa şekeri yapan mı? Ay mı daha güzeldir, ayı yaratan mı?

• Şekerden vazgeç, ayı da bırak; o yaratan bambaşka şeyler biliyor, bambaşka. şeyler yaratıyor!

• Denizde inciden başka ne acaip yaratıklar, ne şaşılacak şeyler var fakat, denizi yaratan, incileri, o acaip balıkları, çeşit çeşit varlıkları yaratan padişah bambaşka bir padişahtır!

• Şu ırmağın üstünde gördüğün dolaptan başka, akıl almaz, öyle görülmemiş, şaşılacak bir kainat dolabı var ki, bu sudan başka bir su ile bir an bile durmadan dinlenmeden dönmede, sayısız mahlukata can gıdaları hazırlamadadır!

• Hamamın duvarına çizilen resim bile akılsız çizilmezken aklı, haberi yaratanın bilgisi nicedir; onu sen düşün!

• Canlar vardır ki, sevdalıdırlar; seher vaktinde kurulan o manevî, acaip meclis için şaşırmışlar, yememişler, içmemişler, uyumamışlardır!

* Sustum, sustum; artık sözü bıraktım! Kulağa görüş kabiliyeti veren, ona ötelerden ses duyuran sevgili söylesin!

 
• Ey benim canım, ey benim cihanım! îki dünyada da senin yüzüne benzer bir yüz nerededir? Acaba böyle bir yüz var mı? Sen cana sitem edersen et;  senden gelen sitem de yerindedir, tatlıdır!

• Mademki her tarafta senin yüzünün nuru var, senin zamanında, sen varken cihanda iki tane yüz olamaz! Çünkü, yeryüzünde bulunan yüzleri nurunla kaplamışsın, aydınlatmışsın! Artık senin yüzünden başka bir yüz bulunur mu?

• Senin yüzünü gören kişinin gözüne senden başka her şey, yeryüzünün definesi, gökyüzünün ayı da olsa, sönük ve değersiz görünür!

• Yüzü böyle nürlu ve güzel bir varlık, bir de aşk hevesine düşmüşse, o kul bile olsa, padişah onun kulu kölesi olur!

• Bu parça parça olan gönlümü senin hayalinin önüne korum da, vefaya ait sözler söylerse; "însaf et; vefa bu mudur?" derdim?

 
• Benim canımla senin canın birbirlerine öyle bağlanmışlar ki, bu halimizle biz, ister hayır olsun, ister şer, aynı renge boyanalım, birbirimizin aynı olalım!

• Ey şuh, neşeli dilberim; ey rengimin, halimin aslı; ey yükümdeki şeker; ey şeker yükümden de tatlı ve güzel dostum!

• Ey vuruşu sağlam ve yerinde; ey nükteli sözleri yarama merhem olan sevgili! Ben, tamamıyla yok olmuşum, kendimden geçmişim de, baştan başa sen kesilmişim

" Arifane söylenmiş olan şu beyit, Hz. Mevlana'nın bu tamamlıyor:"

• Ey güzel ay; ey ay yüzlü sevgili! Yüzünü gösterdikçe bizim komşumuz idin! Şimdi evi birleştirdik; komşuluktan çıktık, aynı evde oturuyoruz!

• Sen, şimdi bir padişah gibi saldırışa geç, hücum et de, içerde senden başka ne varsa hepsi yok olup gitsin; "Allah çok büyüktür!" sırrı zuhur etsin!

 


• Düşünceyi, kuruntuyu bırak; onlara gönlünde yer verme! Çünkü sen, çıplak bir kişi gibisin; düşünce de zemheri soğuğu gibidir; zemheriden kendini koru!


• Yalnız kaldığın için üzülme! Şu kadarını bil ki; dünyada hiç kimse kimsesiz kalmaz! Birisi ile uyuşamazsan, anlaşamazsan, onun yerine Allah bir başkasını senin karşına çıkarır!

• Ben bu evden gidersem, evi boşaltırsam, benim  gibi bir başkası, yahut da benden beteri çıkar gelir!

• Dünya, binlerce yıllardan beri insanlara birbirlerinden miras kalmıştır; baba toprak altına gidince, oğul baba yerine geçer!

• Yalnız insanlar değil, hayvanlar da böyle! Böyle olmasaydı, dünyada bir tek canlı varlık göremezdin!

• Güneş, geceleyin gökyüzü damından çekilip gidince, güneşin yerini yıldızlar, yahut ay alır!

• Çünkü, herkesin gönlüne bir memur tayin edilmiştir! Bu memur, onları işsiz güçsüz, sefersiz bırakmaz!

 

• Kardeşim incir satan bir kişiye, incir satmaktan daha iyi bir iş yoktur.

• Ayak altında çiğnenen toprağı hor görme! Onun yarattığı toprak güzelleşsin, hoş olsun! Çünkü o da aşıktır. Toprağın toprağı da can şarabı ile yoğrulmuştur.

• 0 toprak çiçekler yetiştirir, güller bitirir. Biz burada da mestiz, orada da mestiz diye söylenir.

• İnsan mest olunca daha da güzelleşir, fakat toprak insandan da daha fazla mest olmuş, yerlere serilmiştir. Ayak altında çiğnenmektedir.


• Bozulmuş, kokmuş bir suyun kullanılır bir hale gelmesi için ne yapmalı? Onun tekrar ırmağa karışması lazımdır. Kötü huyumun düzelmesi, güzelleşmesi çaresi nedir; tekrar sevgilinin yüzünü görmektir.

• Din ordusunun yolunu Şems-i Tebrîzî aydınlatmadadır. Allah'ım onun yolunu aydınlattığı din ordusunu sonsuza kadar yürüt!

  • Ecel günü gelip de ben ölünce sakın defnettiğiniz mezarda beni aramayınız, ben orada degilim

• Benim dirilmemi istiyorsan, bu işi vuslat rüzgarına bırak, ona ısmarla!

• Sensiz yaşamanın tadı, zevki, neşesi yoktur. Sen neredeysen biz de oradayız.

• Sensiz bir damarımın bile aklı başında ise, can damarım kopsun.

• Gül bahçesine benzeyen yüzünün güzelliği beni mest etti. Elimi dikenlere attım, ayağımı dikenlere bastım.


"Aşksız geçen ömrü sen ömür sayma, onu hiç hesaba katma! Aşk ab-ı hayattır. Onu canla ve gönülle kabul et!"



* Ey güzel varlık! Herkes kendi cinsi ile uzlaşmış, kendi cinsi ile kaynaşmıştır. Herkes kendi tabiatine layık birisini dost edinmiştir.

* Fakat gönlünde senin tığın yara bulunan, hiç kimseyi seçmez. Senin avın olan nasıl olur da başkasına av olabilir?

* Mademki lütfun, ihsanın bizi bizden aldı, kendimizden geçtik, lütfunu esirgeme, bizi sensiz bırakma!

* Cins cins herkes, her şey kendi cinsi ile kaynaşır, herkes, her şey kendi cinsinden birisini seçer, alır.

* Kendi cinsinden olmayanla düşüp kalkan münafık sayılır. Su ile yağ, katran ile kar bir arada bulunabilir mi?

* Cinsinden olmayandan ayrılıp kendi cinsinden olana kavuşuncaya kadar, bululunduğu yerde susadıkça susar, susuzluğu arttıkça artar.


• Haberin yok; sen zamanın emrindesin, onun hükmü altındasın, mekan ise geçeceğin yerdir! Şu halde aklını başına al da, kendine muvakkat da olsa huzur bulacağın bir mekan seç! Zamanın değerini bil! Onu boş yere harcama, yerinde ve güzel harca!

• Sonunda öyle bir hale gelirsin ki, mekan da, zaman da; mekandakiler de, zamandakiler de sana bir şey yapamazlar. Çünkü sen mekan ve zaman kaydından kurtulursun.

• Gecenin karanlığı bastı da, gök aynası gibi karardın, bir şeyler göstermez oldun, ama sonbahar rüzgarları  yüzünden ağ gibi betin benzin sararmadı, solmadı.

 

Sen, güneşe doğduğu zaman bakma; onu akşam üstü batarken seyret! Nasıl da sararır solar, gücünü kaybettiği için utanır.

• Cins cins herkes, herşey kendi cinsiyle kaynaşır. Herkes, her şey kendi cinsinden birisini, bir şeyi seçer.

• Bu yüzdendir ki birisi cinsinden olmayanla düşüp kalkarsa, o, münafık sayılır. Bu hal su ile yağın, katranla karın beraber bulunuşuna benzer.

• 0 bahtsız kişi, cinsinden olmayandan ayrılıp, kendi cinsine kavuşuncaya .dar, bulunduğu yerde susadıkça susar, susuzluğu arttıkça artar.

• Kaf Dağı'ndaki zümrüd-ı anka yine geldi. Yine gönül kuşu göğsümden uçmaya başladı.

• Aynlık gecesi kanlara gark olan göz, yine vuslat sabahının yüzünü görmeye başladı.

• Hz. Peygamber Efendimiz ile Hz. Ebubekir bir mağarada buluştular. Örümcek de mağaranın ağzına yine ağ örmeye başladı.

• Mısır'daki iffetli kadınlar yine Hz. Yusufun yüzünü gördüler, onun güzelliğine hayran oldular da turunç yerine ellerini doğradılar.

• Beden sarayında oturup duran ruh kadını aşık oldu da yine çarşafını başına aldı. Koşmaya başladı.

• Halil îbrahim'i seyret, yine kendi parmağından belki süt emmeye başladı.

• Uyuyanların, uykuya dalanların fikir damına çıkan gönül, yine aşkımızla yıldızlan saymaya başladı.

 
• Adını söyle, onun adını kim anarsa mezarda kemikleri çürümez.


• Gönlün kulağına sevgiye dair, remizli sözleri yavaş yavaş söyle de küfür bile îmana gelsin, yüzlerce iman incisi ortaya dökülsün.

• Gökyüzünde padişahın aşkından ansızın bir şimşek çakar. 0 şimşek yüzünden aya bir ateş düşer.

 

• Şu dünyada gördüğümüz güzeller, gönüldeki güzeli gizleyen perdedeki esimlerdir. Perdeyi kaldır, içeri gir de, sevgilinle baş başa kal!

• Sen kendi güzelliğin ile kal, güzelleş, güzel şeyler düşün! îki alemden de vazgeç, kendi aleminde ol!
• îman sahibi de, iman da, din de zevklidir, tatlıdır. Helva tablasının ekşi olduğunu sen nerede gördün?

• Bu ekşiliğin hepsi cinsi cinsine gider. Ekşi, ekşi ile birlikte gider olduğundan ötürü, ekşilik de senin önünde ve yüzünde toplanmıştır.

• îlahî güneşin ışığı ile, sıcaklığı ile olgunlaşmayan meyve, şeker kamışı bile olsa ekşidir.

• Aşk güneşinin yakışına sabır gerektir. Sabret, şu uygunsuz hallerine, ekşi davranışlarına bak da bir iki gün sabret, olgunlaş, piş!

• Onun derdini tanıyan deva istemez. Gönlünde O'nu hisseden, can kulağı ile O'nun adını duyan da kendinden geçer, kendinden nişan kalmaz, iz kalmaz.

• Gülyüzlülerin hevesine düşmüş, ahmakça sözler söylüyorsun. Ne olurdu, bir de nar çiçeğine benzeyen kendi güzel yüzünü görseydik.

• Sen kendi güzelliğine aşıksın, fakat kendinden de gizlisin. Şu çıplak bedenine buluşma elbisesi giyiver.
• Ariflerin sevgilileri de, manevî aydınlıkları da gönüllerinin dışında değildir.  Onlar üzüm suyundan yapılmış şarabı içmezler, onlar mana şarabını kendi damarlarında dolaşan kanda bulurlar.

• Dünyada herkes bir Leyla'ya Mecnun olmuştur. Ariflerin her an Leyla'ları da kendileridir, Mecnun'ları da!

• Sen eğer "benlik Firavunu"nu "beden Mısır'ından (beden şehrinden) dışarı atabilirsen, gönül evinde Musa'nı da görürsün, Harun'unu da!

• Gel, gel ki sen cansın, sema'ın canının canısın. Gel ki, sen sema' bahçesinin, yürüyen selvisisin.

• Keskin kılıcı kınından çek! Haset edenlerin kanlarını dök, ta ki bedensiz baş kendi bedeni etrafında çırpınarak dönüp dursun!

• însan kellelerinden dağ yap! Dökülen kanımızdan deniz meydana getir, ta ki toprak ve kum, akan kan damlalarını içsin!

• Ey gönlümden haberdar olan! Yürü git, ağzımı tutma, yoksa gönlüm yarılır da yarığından kan fışkırır.

• Bırak söyleyeyim, sözümden belki kavga çıkar ama kavgaya kulak verme, hiç aldırış etme. Bizim saltanatımız ve kahrımız insanlar tarafından meydana gelmez.

*Bütün dünya, mevki, servet, şöhret peşinde çırpınıp durmada, dertlere düşmededir. Bizse bu köşede mutluyuz, hoşuz, epeyce de saygılar görmedeyiz, neşe ile mest olmadayız.

• Aşk ne uyku bıraktı, ne sabır. Aşk ne nam bıraktı, ne de ar!

• Akıl binlerce hırkayı yırttı. Edep binlerce fersah uzaklara ktı.

• Ey gönül! Sen aynada kendini eğri görürsen, bu eğrilik sendendir. Eğri alan sensin, ayna eğri değil! Ayna her şeyi doğru gösterir. Önce sen kendini doğrult!

• Develer sarhoş oldular. Şimdi sen deve oyununu seyret! Kim sarhoş deveden edep, bilgi ve ibadet bekler?

• Bizim bilgimiz onun yani Hakk'ın bilgisi, yolumuz onun caddesi, hararetimiz koç burcundan güneşten değil, onun sıcak nefesi.

•"Ruhumdan ruh üfürdüm." günü nefesi sana can verir.

• Hakkın işi "0l  emri ile oldurmaktır." Yaratışı sebeplere, vasıtalara   bağlı değildir-

• Balçık çiğneyen develer bu dünyaya, şu balçığa bağlanıp kalmışlardır. Ruhumuzun, gönlümüzün balçıkla ne ilgisi var?

• • Gözyaşları neden akıyor? Gönül ateşini söndürmek için. Yüz niçin sararır, solar? îç alemini, gönül derdini anlatmak için.

• Aşıkların yanaklarına akan gözyaşları, seni ayakkabıların çıkarıldığı kapı yanındaki saftan alır; "Buradan hemen kalk, aşkın huzuruna git!" der.

*Gör ki gül baharın davetine nasıl icabet etti. Halil İbrahim'in öldürülmüş dört kuşu gibi ölü iken dirildi, koşarak geldi.

• Ben öyle bir çocuğum ki, hocam aşktır. Bırakmıyor ki başımı kaldırayım, boyumu göstereyim.

• Aşk gibi daima diri olayım, daima varlık sahibi olayım, yemeden, içmeden, yatmadan, uyumadan kesileyim.

• Kendine gel de Ebu Bekr-i Rebabî gibi sus, sus da ben can olayım, bedenden sıyrılayım.

 


• Ben görünüşte bir zerrenin yarısından da küçüğüm. Fakat aşk bakımından alemden de genişim, dünyadan da büyüğüm.

• Bir damlayım ki, hem damlayım hem deniz! Çeşitli yönden, çeşitli şekilller ve hadiselerle denenmedeyim, imtihan edilmedeyim.



*Önce de sen varsın, sonra da sen varsın. Sen benim evvelimi de, ahirimida hayırlı et!



*Öyle bir arkadaş istiyorum ki, benim derdimi kendine dert edinsin. Fakat öyle  kendinden geçsin ki neşe ile gamı birbirinden ayırt edemesin.

                                                                                                

• Ben bir kulum, köleyim; ama efendimi azat ettim. Ben öyle birisiyim ki   üstadı üstad ederim.

• Ben öyle bir canım ki, dünyadan daha dün doğdum. Fakat köhnemiş dünyayı yeni baştan kurdum, imar ettim.

• Benim davam budur: Ben çeliği çelik yapan bir mumum.

• Ben gam gecesinde kara bulutum. Ben öyle bir kara bulutum ki, bayram gününün gönlünü sevinçle doldururum.

• Ben öyle acaip toprağım ki, aşk ateşi ile tüttüm de gökyüzünün burnunu   rüzgarla doldurdum.

• Beni ayıplama, beni sen mest ettin. Apık ortaya çıkarsam, insafsızlık edersem, sakın darılma!

 


*Ben bir gönül alanın aşkı ile gül bahçesine dönüştüm. Can gördüm, can gördüm, gönül verdim, gönül verdim!

• Ben aşkta Hz. Süleyman gibiyim. Kuşların dostuyum. Onların dilinden anlıyorum. Bende hem peri aşkı var, hem de istediğim zaman perileri çağırabiliyorum.


• Hocam ben ne biçim bir kuşum. Ne kekliğe benziyorum, ne de doğana. Ne güzelim ne çirkin, ne buyum ne oyum.

• Ne pazar taciriyim ne de gül bahçesinin bülbülü. Sen bana bir ad tak da kendimi o ad ile çağırayım.

• Ne kulum ne hür, ne mumum ne demir, ne ben kimseye gönül verdim ne de kimse bana gönül verdi.


• Ben bu dünyada aşk ile neşelendim. Aşk ile mest oldum. Birisini gördüm de "Kimsin?" diye sordum. "Ben meyhanenin padişahıyım." diye cevap verdi

• Nerede olursam olayım, aşk ile birlikte, aynı kaseden içiyorum. Her nerede gezersem gezeyim bana hep meyhanede dolaşıyormuşum, meyhanede gez yormuşum gibi geliyor.

• Altınım, gümüşüm gitti ama, gümüş gibi parlak bedenli bir güzelin göğsüne dayanmışım, onun kucağındayım. Malım mülküm yok ama, kendim  meyhanenin malı, mülkü olmuşum.

• Bende sabır kalmadı ki unutkanlığa kulak vereyim. Akıl kalmadı ki usül ve adet üzere yol yürüyeyim.

• Dualarım senin muma benzeyen kulağının etrafında döner durur. Bu yüzdendir ki dualarım mumun alevi etrafında dönüp duran pervanenin kanatlar gibi yanıktır.

• Ben marangozun elinde bulunan tahta gibiyim. Bu yüzden ne keserden korkarım, ne de çividen karım!

• Tahta gibi kendimde değilim, tahtalığa aykırı düşüncem de yok! Marangozun elinden karsam, ateşten başka bir şeye layık olmam.

• Taş gibi katı, sert bir hale gelirsem, lal olmaya yol bulamam. Sadık mağara dostundan karsam, mağara gibi dar ve karanlık kalırım.

• Yapraksız kalmaktan karsam, şeftaliyi öpemem. Tatardan karsam, Tatar miskini koklayamam.


• Senin gibi eşsiz bir padişahın huzurunda öleceğim gün, ne mutlu bir gündür. Senin şeker madeninin kapısında ölmek, tatlı candan ayrılmak ne hoş bir gündür.

• Senin gül bahçenin selvisi gölgesinde ölürsem, toprağımdan yüzbinlerce gül biter.

• Senin ayak ucunda sevine sevine el çırparak ölürsem, yaşayışa harîs olan nice kişi şaşkınlıklarından ellerini ısırırlar.


• Dostlar, bahar geldi. Selvi ağlarının yanına gidelim. Yüz üstü yatmış uyuklamış bahtı, sevgilinin bahtı gibi uyandıralım.

• Çimen garipleri nasıl bir hileye baş vurarak, ayaksız olarak yürüyüp koştularsa, biz de hem ayağımız bağlı, hem de adım atarak o garipler yurduna gidelim.

• Toprak bedenden baş kaldıran, kurtulan ruhun adı "akan, yürütüp giden' manasına gelen "revan"dır. Biz de, dizi bağlı canı tutalım, onların menzillerine kondukları yere götürelim.

• Akıl der ki: "Ben onu dil dökerek, meth ü sena ederek kandırırım." Aşk der ki: "Sen sus, ben onu uğrunda can vererek aldatırım."

• Gamının verdiği elemlerden, keder dikenlerinden dikenler toplarım da  nergis, sadberk gülü devşirmeyi düşünmem. Gamının dikenleri benim için güllerden daha değerlidir.


• Dünya işini paylaşmayan şu köpeklere bak! Nasıl da birbirlerine düşmüşler. Biz köpekten doğmadık, köpek de değiliz. Bu sebeple biz dünya işinden vazgeçtik.

• Aşkın verdiği ders hiç unutulur mu? Ona çalışmaya ihtiyacımız yok. Zaten o ders çalışmakla öğrenilemez.

 


• Biz rüşvet padişahı değiliz. Biz paramparça olmuş gönül hırkalarını diker, yamarız.

• Bizden sır saklama, biz senin gönlündeyiz. Her şeyi biliyoruz. Bizden gönlünü çekip alma, gönlün bizim elimizdedir!


• Ölümle yüzyüze savaşa giriştim. Korkmak şöyle dursun, karşıma çıktığı için ölürnün kendisinden neşeler aldım, sevinçler elde ettim.


• Ah ben ne biçim bir insanım, ne renkteyim, ne haldeyim? Ne olduğum belirsiz, acaba ne zaman kendimi olduğum gibi göreceğim?

• İnsanın kendinden geçmedikçe kendine gelmesine imkan yoktur. Bu yüzden biz de kendimizden geçtik de sonra kendimize geldik.

• Aşkın boyuna, bosuna göre bizim boyumuz kısaldı. Bizim boyumuz, bosumuz kısaldıktan sonra, biz yüce bir boya, bosa sahip olduk.

• Aşıkların okuyup bilgi elde ettikleri mektep ateştir, ateşlerle doludur. îşte ben gece gündüz böyle bir mektebin içindeyim.

• Yüzünü sapsarı yüzüme koy! Elini göğsüme daya! Ateşler içinde tir tir titriyorum.

• Mademki bizim muradımız muratsızlıktır, bu yüzden biz daima murada ereriz.

"Muratsız olmak, bütün emellerden vazgeçmek, kemal alametidir. Fuzülî merhum bir beytinde şöyle buyuruyor:


• Kendilerine tapanlara biz diken oluruz ama, dostu sevenler için ipek oluruz."

• Mum gibi yanıp yakılan aşıktan ayrılmamıza imkan yoktur. Sanki biz o mumun fitiliyiz, sanki biz o mumun fitiliyiz.

• Bizden kma! Çünkü biz seninle sütle şeker gibi birbirimize karışmışız.


• Ey benim gözüm, ey benim nurum! Nurunla mezarımın içini aydınlat,  nurla doldur!


• Gittim, ötelere gittim. Dünyadan bir baş ağrısı eksildi. Üzüntüden, gamdan canımı kurtardım.

• En yakınlarıma, dostlarıma; "Dünyada hoşçakalın!" dedim. Canımı aldım, nişansız, ne olduğu bilinmeyen öteki dünyaya götürdüm.

• Dünyadan, şu altı kapılı evden çıktım. Varımı yoğumu mekansızlık alemine taşıdım.-

"-Altı kapılı dünya şunları gösteriyor Sağ, sol, ön, arka, yukarı, aşağı."

• Penceremden şaşılacak bir ay göründü. Dama gittim, merdiven götürdüm.

• Ruhların toplandığı yer olan şu gökyüzü damı, ne de hoş bir yermiş!

• Gül dalım soldu, pörsüdü, döküldü. Onu aldım, tekrar gül bahçesine götürdüm.

yolumu cennetlerin bulunduğu diyara götürdüm.

• Mezarımın taşına şu derin manalı sözü yazınız: "Ben başımı beladan, sık sık, karşılaştığım imtihandan kurtardım!"

• Hakîkati örtsün, kapatsın, herkes ıkça görmesin diye Peygamber Efendimize "Ahmed" demiş, ben "Ahmed"den, "Ahad"dan başkasını istemem.

 



• Sen, orucu, şaşılacak acaip meziyetleri bulunan bir şey olarak bil! Oruç, insana can bağışlar. Gönül lütfeder. Sen, şaşılacak bir şey görmek istersen, oruca şaş!

• Sen, göklere çıkmak, Mi'rac etmek sevdasındaysan, şunu bil ki, oruç, senin önüne getirilmiş bir Arap atıdır.

• Oruç, can gözünün ılması için bedenleri kör eder. Senin gönül gözün kör de, o yüzden kıldığın namazlar, yaptığın ibadetler sana o aydınlığı vermiyor, hakîkati göstermiyor.

• Oruç, insan şeklindeki hayvanın hayvanlığını giderir. Bu yüzdendir ki oruç, insanın insanlığını olgunlaştırmaya mahsustur.

• Aşıkların hayatı, beden matbahı yüzünden kararmıştı. îşte oruç, o matbahları aydınlatmak için çıktı geldi.


• Sen, hiç bilgi nuruyla nurlanmış bir hayvan gördün mü? Beden de bir hayvandır. Hayvanın ardına düşüp de orucu bırakma!

• Sen, canının içinde Kur'an nurunu istiyorsan, şunu bil ki, oruç bütün Kur'an'ın tertemiz nurunun sırrıdır.

• Gök sofralarının, ruha mahsus sofraların başına tertemiz kişiler oturturlar. İşte oruç, sana, onlarla bir kaptan yemek yedirir.

• Oruç seni gün gibi gönlü aydın, canı saf bir hale kor. Sonra da padişahla buluşma bayram gününde varlığını kurban eder, seni varlıktan ve benlikten kurtarır.

• Oruç ayına girdiğin zaman, o aya kavuştuğun için Hakk'a şükrederek, sevinerek, neşeli olarak gir! Çünkü Ramazanın gelişinden üzülenlere, gamlılara oruç haramdır. Onlar, oruca layık değillerdir.

  • Gel, gel de birbirimizin kadrini, kıymetini bilelim, çünkü, belli olmaz, birbirimizden ansızın ayrılabiliriz.

• Mademki Peygamber Efendimiz; "Mü'min mü'minin aynasıdır." diye buyurdu. Ne diye aynadan yüz çeviriyoruz?

• Kerim olan kişiler, dostları uğruna canlarını feda ederler. Köpekliği bırak, biz de kerim insanlardanız!

• "Kul e'uzü"leri, "Kul hüvallah"! neden birbirimizi sevmek için okumuyoruz?

• Garazlar, kinler dostluğu karartır, gönlü yaralar. Ne diye garazları, kinleri gönlümüzden söküp atmıyoruz.


• Biz, yokluk aleminde her şeyimizi harcamış kişileriz. Biz, kitap yazmaktan başka bir bilgisizlik bilmiyoruz.

 


• Can ormanında gerçekten de bir iman arslanı var. Benim şüphe dağarcığımı muhakkak o yırttı.
• Bir ömür boyunca senin sofrandayım. Senin nimetlerinle besleniyorum. Senin lütuf bayrağının altındayım.

• "Ey dost, gördüğüm rüya mıdır, hayal midir?" diye o gözümü ovuyorum. Seni gören, sana seslenen, acaba ben miyim? Bu gördüğüme bir türlü inanamıyorum.

• Allah'ım! Namazda gönlümü tam manasıyla. sana veremezsem, ben bu namazı namaz saymam!

• Ben, yüzümü Sen'in aşkından ötürü kıbleye çevirdim! Yoksa, bana Sen'siz usanç veren namazı ve kıbleyi ben ne yapayım?

• Ben, bu riyalı namazdan öyle utanıyorum ki, utancımdan gönlüme inemiyorum, Sen'i bulamıyorum!

• Aslında, gerçekten namaz kılanın melek sıfatlı, melek huylu olması gerekir. Halbuki ben, hala nefse uymuş yırtıcı canavar huyundayım.
• Benim namaz kılmaktan maksadım odur ki; namazda Sen'i gönlümde öyle bulayım, Sen'inle öyle beraber olayım ki, ayrılık derdinden artık hiç bahsetmeyeyim!

• Yoksa, bu nasıl namaz olur ki? Sen'inle oturayım da, yüzüm mihrapta, gönlüm çarşıda pazarda olsun!

 

• Cenab-ı Hakk buyurdu ki: "Bütün dünyada bulunan çiçekleri boya, fırça olmadan boyadık. Onlara çeşitli güzel kokular bağışladık. Süt emzirmeden çiçek bebeklerini büyüttük, geliştirdik, güzelleştirdik.

• Cennetler içinde cennet, cennetler içinde cennet meydana getirdik. Ey komşu, gel orasını vatan edin.

• Canları yücelere yönelttik, uçurduk. işte canlar, sevgilileri ile şimdi buluştu."

• Yeter sus artık, sen onlarla sözle değil, susarak konuş. Zaten sükut, gizli şeyleri daha iyi anlatır, daha iyi ıklar.

 

• Şehvete kapılmak, heva ve hevese meyl etmek bir kilittir ki, gönüllerimiz onunla kilitlenir. Sen anahtar ol, anahtarın dişi ol!

• Hz. Süleyman sana; "Kuş dilini duy, öğren!" diyor. Halbuki sen öyle bir tuzaksın ki, kuş senden ürker kar, sen tuzak olma, yuva ol, yuva!

• Bir güzel sana yüz gösterirse, ona ayna ol, onu içine al, onunla dol! Güzel sana karşı slarını yüzer arsa, sen ona tarak ol, tarak.

• Zenginleştin, armağanlara, mallara sahip oldun da bunlara karşılık şükran olarak aşkı verdin. Malı bırak, mal şöyle dursun, sen aşka şükrane olarak kendini ver, kendini.

• Bir müddet ateş oldun, rüzgar oldun, su oldun, toprak oldun. Bir müddet de hayvan oldun, hayvanlık aleminde dolaştın. Madem ki, bir müddet can haline geldin, hiç olmazsa sevgiliye layık bir can ol, sevgiliye layık bir can.



• Ey oğul! Hiç bir ateş, bir başka ateşle sönmez. Benim gönlüm, aşk yüzünden kanlar içinde kalmış. Sen benim kanımı, kanla yıkama!

• Ne kadar ktımsa gölgem benden ayrılmadı. Kıl gibi incelsem de, beni vekil eden peşimden gelen yine gölgemdir.

• Gölgeleri ancak güneş giderebilir. 0 bir gölgeyi uzatır, kısaltır. Sen gölge ile oynamak hünerini güneşte ara!

• İki bin yıl gölgenin peşinden koşsan, sonunda geride kaldığını görürsün. Sen yine geridesin, gölge ileridedir.

• Hizmetin, çalışman, çabalaman suç sayılmıştır. Nimetin, sana zahmet olmuştur. Mumun sana ışık değil karanlık smadadır. Arayıp taraman senin elini ayağını bağlamıştır.

• Bunların sebebini sana anlatırdım, ama, senin gönlünün beli kırılır diye korkuyorum. Gönül şişesini de kırarsan, senin için o kırıkları tamir etmek yoktur.

• Benden duy, benden işit! Sana gölge de lazımdır, nur da. insana ikisi de gereklidir. "Kötülüklerden sakın (=itteku)" ağacının önüne başını koy da, gölge varlığın uzasın gitsin.

• Sen, Hakk'ın lütuf ağacından yetiştin, geliştin. Kanatların çıktı. Sus artık. Güvercinler gibi "bakara, bakara" demeğe kalkışma!

 

• Gül fidanlarının dünyası, Sen'in kırmızı, yeşil renkli elbiselerine bürünmüştür. Gece yolcularının ümidi de Sen'in gündüzünün uyanmasına bağlanmıştır.

• İnsanlann yüzleri, Sen'in yüzünün aynası olmasaydı, insanlardan kardım. daglara sığınırdım.

• Cansız sandığımız varlıklarla, bitip boy atan bitkilerle bir samanlığa benzeyen dünya, Sen'in kehribarın olmasaydı; yokluktan nasıl meydana gelirdi?

• 0, eve geldi ama, biz deliler gibi sokaklara döküldük. Onu arıyoruz. "0 nerede, o ay yüzlü nerede?" diye bağırıp duruyoruz.

• Halbuki, o evin içinde; "Ben buradayım." diye bağırıyordu. Benim ise, evin içinden gelen sesten haberim bile yoktu da "Neredesin?" diye her tarafa bağırıp duruyordum.

• Bizim mest olmuş bülbülümüz, bizim gül bahçemizde ötüp duruyordu da biz kumru gibi "Ku, ku, nerede, nerede?" diye feryad ederek uçuyorduk.


• Uzakta bulunan dostlara mektup yazmak istesem, bana kağıt olur, kalem olur, mürekkep olur.

• Ey huyu her zaman merhamet ve lütuf, iyilik olan güzel! Haydi, kapında bekleyen bu yoksullarına bir şeyler ver!

• Kıtlık senesinde, Hz. Yusufun güzelliği can gıdası oldu. Biz de kıtlıktan bunaldık, sana geldik.

• Süfîler, yine helva arzu etmekteler. Onların gönüllerinin arayıp özlediği senin o tatlı dudaklarındır. 0 tatlı sözlerindir.

• Aşığın kibrini, kendini beğenme huyunu, bir kokla! Onda can kokusu yoktur. Toprak kokusu vardır. Zaten o koku aslında topraktan yaratılan bedendendir. Böyle uçsuz bucaksız vahdet denizinde kendini beğenmek ayıptır, utanç vericidir.

• Eğer burnun ılır da bir hakîkat kokusu alırsa, o koku burnuna aşk mağarasından gelmededir. 0 koku hiç duyulmamış, hiçbir attarda bulunmayan acayip bir kokudur. Her tarafa koşarsın, mağara nerede bilemezsin.

• Aşığın tertemiz bir halde bulunan yüzünde, renksizlik rengi vardır. Fakat o güzel yüzlü sevgilinin vefası, lütfu, sefası nerede?

• Sermedî olan yani ölümsüz olan ömürden sana bir müjde geldi. Allah'a hamdet! Artık senin ömründe ne bu senenin bir gamı vardır, ne de geçen senenin.
.

• Allah'ım bu bahçeyi sonsuz baharının lütfu ile daima yeşert, yemyeşil, ter ü   taze sakla!

• Sakla da melekler oradan meyve devşirsinler, elmalıklarında gezinsinler.

• Allah'ım, şu aşk ırmağının suyu, senin ihsanın, bu ırmak her tarafa aksın, hiç bulanmasın.

• Allah'ım, bu duaya, sen de amin de! Zaten dua da senin duan, amin de senin aminin.

• Dünya çenginde, dünya kanununda teller var. Her telin feryadı, senin emrine göre, senin arzuna göredir.

• Ben uyumuştum, beni sen uyandırdın. Ben senin çevgeninde bir top gibiyim.

• Senin canının çekişleri olmasaydı; topraktan yaratılmış bu beden, nasıl aşık olabilirdi? Toprak nerede? Aşk nerede?

• Kuru toprak mest oldu da nağmelere başladı. Bu nağmeler senindir, nağmeler senindir, senin!


• Ruh, ezelde, "Elest" gününde senin yüzünün güzelliğini görmüş, mest olmuştu. Ezelden gelip bu balçık bedende sürgün hayatı yaşarken, senden ayrı düştüğü için perişan oldu.

 


• Beni serap sola çekiyor, gönül de sağa. Sevinerek yürü, git! Çünkü bu çeşitli yönlerden çekilmek, sevgi alametleridir, bu da hoş bir şeydir. Peki ama ey zavallı! Sen hayatında neler çektin, onu söyle!

• Meyhanecimizin coşkunluğu, münacatımızın nuru olan güzel! Dilek perdelerimizi sen yırttın. Niçin yırttın söyle? Bizim dileksiz mi olmamızı istiyorsun söyle!

• Gökyüzündeki ay, bulutlar arasına girer, kararır. Işıkları zayıflar. Ey bulutlarla gizlenmeyen, ey bulutlardan uzak olan "can ay"ı; sen bir şeyler söyle!

• Gölgen daimî olsun, ay'ın da daima parlasın dursun. Felek de sana kul köle olsun, neden korktun, ürktün, söyle!

• Aşk, dün gece, bana dedi ki; "Nasıl oldu da, bana aşık oldun?" Ona dedim ki: "Nasılı, nedeni bırak da, ne şekilde gönlünü çaldığını söyle!"

• Ben nefsi ile savaşan kişiydim, akıllıydım, zahittim. Ey zahitlik, ey takva Neden kuş gibi uçup gittiniz? Onu söyle!


• Susuzum, içtikçe içiyorum, kanmıyorum. Benim ölümüm de sudandır, diriliğim de sudandır. Sen suyunu devrettir, döndür! Ben senin suyu döndürüşünün kuluyum, kölesiyim.

• Bana peşkeş çekiyorsun, armağan sunuyorsun. Sen armağan olarak bana kendini sun da, ben senin gömleğinden baş çıkarayım.

• İki elim de yoruldu, işten güçten kaldı. Ama zaten ellerim benim değil, senindir. Senin nefesin, senin hikayen olmadıkça, benim elim ne işe yarar?

• Dün gece, kuluna verdiğin söz ne oldu? Senin söz verişin, sözünden dönüşün ve güzelliğinin, her üçü de yaşasın, var olsun.

• Cihanı bir bakışı, bir gülüşü ile kendine meftun eden padişahlar padişahının sözünde durmayışından, ahdini bozmasından ne kaygısı olur?

• Ey gönül! Ne istiyorsan iste, lütuflar, ihsanlar hazır, padişah burada. 0 ay yüzlü; "Haydi, git de, gelecek sene gel!" demez.

• Padişahın canına yemin ederim ki; O'nun ihsanı peşindir, ben ondan yarın vadesini duymadım. Gökyüzünde parıl parıl parlayan ayın aydınlık vermeyi unuttuğunu hiç duydun mu?

• Nerede o yardımlar, lütuflar; nerede o hikayeler; ne oldu o ışlar, nerede an?

• Biz, dedim, aslında biz var mıyız? Biz O'nun ayağının altında öldük. Hayır, yanlış söyledim, O'nun aşkı ile dirilen, hiç ölür mü?

• Padişahın hayali, salına salına yürüdü. Kerpiç de çatladı, taş da. Kuru ağ bile gülmeye başladı. Kısır kart kadın gebe kaldı, doğurdu.

• Padişahın hayali böyle olunca, artık onun cemalini gör ki, nasıl olur. Hayali, cemalini bize hayalimizde gösterendir.

• Hayali bir mana güneşinin nurudur. Canımıza düşmüş, aksetmiştir. Cemali, sanki dördüncü kat gökte, parıl parıl parlayan güneşin kursudur.

• Yemekteki tuzu, yalnız o yemeği yiyen, ağzına alıp çiğneyen kişi bilir.


• Oruç ayı geldi. Hepinize kutlu olsun. Ey oruca yol arkadaşı olan, dost olar kişi! Yolun uğurlu olsun, hoş olsun.

• Ben ayı görmek için dama çıkmıştım. Çünkü candan, gönülden orucu özlemiştim, onu hasretle bekliyordum.

• Aya bakayım derken başımdan külahım düştü. Mübarek oruç padişahı benim aklımı başımdan aldı. Beni mest etti.

•Ey Müslümanlar! Ona gönül verdiğimden beri ben zaten mest olmuşum Aklım başımda değil. Ah, orucun ne de hoş bahtı varmış, ne de güzel devleti varmış, hali varmış.

• Bu oruç ayında gizlenmiş eşsiz bir ay var. Hem de Türk gibi oruç çadırında gizlenmiş.

• Bu mübarek ayda, oruç harman yerine sıkıntısız, neşeli gelen kişi, o güzeller güzeli aya yol bulur.

• Sıhhatli, atlasa benzeyen yüzünü kim sarartırsa, o orucun ipekli elbisesini giyer.

• Bu ayda dualar kabul olur. Oruçlunun ahı gökleri deler, geçer.

• Oruç kuyusunda sabr eden kişi, Yusuf gibi aşk Mısır'ında sultan olur.

• Ey sahura kalkan, sahur yemeği yiyen kişi! Az konuş, hatta sus! Sus da orucu anlayanlar, oruçtan söz etsinler.

• Ey ayrılığı ile göklerin, yerlerin ağladığı sevgili! Ayrılığın yüzünden gönül kanlar içinde kalmış, akıl ile can da ağlaşıyorlar.

• Dünyada senin yerini tutacak hiç kimse yoktur. Bu sebepledir ki, senin mateminde hem bu dünya, hem de öteki dünya ağlamadadır.

• Cebrail ile diğer meleklerin kanatlarını mosmor olmuş, bütün peygamberler, bütün velîler senin ölümün için gözyaşı dökmekteler.

• Bu matem içinde öyle bir hale geldim ki, söz söylemeye kudretim kalmadı Yoksa, ağlamanın ne olduğunu ben aleme gösterirdim. Ağlamada, feryad etrnede örnek olurdum.

• Sen bu dünya evinden gidince, devlet, saadet tavanı yıkıldı. Ayrılıkla, ölümle imtihan edilenlere, mutluluk dahi ağlamaya başladı.

• Ey azîz varlık; hakîkatte sen, bir kişi halinde görünen, yüzlerce alemdin Dün gece, senin için o alemin de, bu alemin de ağladıklarını gördüm.

• Sen gözden uzak düşünce, göz de senin arkana takıldı, gitti. Böylece can gözsüz kaldı da, kanlar smaya başladı.

• Ağlamamı isteseydin; sana, yağmur gibi gözyaşları dökerdim fakat, gönlümün, kanlar sarak böyle gizlice ağlaması daha iyi.

• Senin için ağlamak değil, ayrılığınla tulumlar dolusu yaş dökmek, her ar kanlarla erimek, her nefes feryad etmek gerek.

• Bu gece yarısı, böyle ay ışığı gibi nurlar sarak gelen kimdir? Bildim, bildim, bu aşk peygamberidir, mihraptan çıkageldi.

• Aşk peygamberi, bir meş'ale getirmiş de uykuyu ateşlere vermiş, yakmış yok etmiş. Bu nerelerden gelmiş? Bunu kim göndermiş? 0, hiç uyumayan, uyku nedir bilmeyen padişahlar padişahının yanından gelmiş.

• Bu şehre, bu velveleyi, bu gürültüyü salan kimdir? 0, dervişin harmanına sel gibi gelip çatmış.

• Kainatta, varlık aleminde, ondan başka kimse bulunmayan, tek olan, eşsiz olan kimdir; söyleyin! Bir padişah ki, kalkmış, gece yarısı değersiz bir kulunun yanına, bir kapıcının kapısına gelmiş.

• Kimdir bu ki yarattıklarına bir kerem sofrası mış, herkesi yediriyor, içiriyor. Gülerek dostları davete gelmiş.

• Onun büyüklüklüğü, onun kudreti karşısında, bütün gönüller tirtir titremede. bütün canlar sabırsız. 0 korkunun titreyişinin bir zerresi de cıvaya düşmüş de titreyip duruyor.

• Kullarına gösterdiği yumuşaklık, o lütuf var ya; işte o yumuşaklıktan, o lutuftan bir parçacığı da, sincap postuna nasip olmuş.

• Aşkın getirdiği üzüntüler, gözyaşları, feryadlar; iniltilerden ıslak bir nağme de su dolabına verilmiş de bu yüzden ağlayarak, inleyerek dönüp duruyor.

• Aşkın koltuğu altında bir deste anahtar var. 0 bu anahtarlarla, ılmayan bütün kapıları maya gelmiş.

122. Ey gönül! Sen gördüklerinden mi mest oldun, yoksa görmediklerinden mi?

"Şu bedenimiz, şu insan şeklinde görünen maddî varlığımız, bizim gerçek varlığımızın perdesi, yüz örtüsüdür. Aslında biz, bütün secde edenlerin kıblesiyiz." 

• Aklını başına al da, gönlünü tamamıyla ölümsüz bir dilbere ver, ver de gönlün, dünya malı kazancına, hasede, kine düşmesin, mahvolup gitmesin.

• Hiddet, şehvet, şöhret gibi manevî kirlerden arınmış, güzel, tertemiz bir hale gelmiş ve durmadan ilahî aşkı arayan gönlün önünde, Tür Dağı bile aşka gelir, paramparça olur, yerlere serilir, ayaklarının altına döşenir.

• İlahî aşk şerbetine susamışsın. Fakat dünya hayatının mihnetleri, sıkıntıları seni yaralıyor, hasta ediyor. Sen, bu gurbette (=dünyada) çeşitli ihtiylar, istekler içinde çırpınırken huzuru, tam inancı bulamazsın.

• Burada gizli birisi var. Benim eteğimi tutmuş, kendisini geriye çekmiş, göstermiyor. Perçemimden tutmuş, beni çekip duruyor.

• Burada gizli birisi var. Can gibi, candan da güzel, bana bir bağ göstermiş, benim evimi barkımı zabtetmiş.

• Burada gizli birisi var. Gönüldeki hayal gibi gizli. Fakat yüzünün nuru, bütün varlığımı kaplamış.

• Burada gizli birisi var. Şeker kamışındaki şeker gibi gizli, tatlı mı tatlı bir şekerci, benim dükkanımı elimden almış.

• Onunla gülsuyu ve şeker gibi karışmışım. Ben onun huyunu almışım, o benim varlığımı elde etmiş.


• Yüzlerce ruh sana gönlünü vermiş, senin kulun, kölen olmuş; sense bir cariye gibi her an süslenerek müşteri bulmak için esir pazarına koşuyorsun.

• Sen dünya işlerine dalmışsın, ihtiyların, isteklerin, elde edemediklerinin üzüntüsü içinde ay gibi iki büklüm olmuşsun. Halbuki, gökyüzünde senin üstünlüğünün, güzelliğinin neşesiyle düğünler oluyor, gök halkı bayram yapıyor.

• Yüzlerce çeşit nimetler harmanı sana armağan edilmişken, sen bir tek taneçin didinip durursun.

• Aşk köyü sınırında kesik başlar görürsen, korkup kma, köyün içine gir de dikkatle bak; gör ki; öldürülenler ikinci defa dirilmişlerdir, çünkü aşıklar ölümsüz.


• Bizi de, evi de birbirimize düşürdü, birbirimize kattı. Sonra hamal tuttu, varımızı yoğumuzu aldı götürdü, bizi yoksul bıraktı.

• Gönle kocaman bir kilit vurdu gitti. Anahtarı da beraber götürdü.


• Sen o kadehi önce, sonradan yaratılan nefse sun da; artık masal söylemesin hikayeler anlatmasın.

• Ey bütün varlık aleminden seçtiğimiz güzel! Sen, bizi bırakmışsın da kendine yönelmişsin, kendine bakmaktasın. Kendini seyretmedesin.

• Sen dünya işlerine dalmışsın, ihtiyların, isteklerin, elde edemediklerinin üzüntüsü içinde ay gibi iki büklüm olmuşsun. Halbuki, gökyüzünde senin üstünlüğünün, güzelliğinin neşesiyle düğünler oluyor, gök halkı bayram yapıyor.

• Yüzlerce çeşit nimetler harmanı sana armağan edilmişken, sen bir tek tane için bu ihtiy tuzağına düşmüşsün.

 

• Ey yüzü yüzümü ay gibi parlatan sevgili! Senin gözün, senin bakışın bedenimin bütün cüz'lerini görüş, anlayış sahibi yaptı.

• Gül bahçesinin perişanlığına bak; deli kış geldi, yeşillik güzelleri bahçeyi bıraktılar, eve gittiler.

• 0 güzeller, ayrılıp gittikleri için, üzüntüden bağın, bahçenin rengi sarardı soldu. Gül bahçesi ölü çiçeklerle dolu mezarlık gibi oldu. Köşk zindana benzedi.

• Peri yüzlü güzeller, yabancıların saldırısından kurtulmak için kışlığa gitmeyi hazırlanıyorlar.

• Şu güzeller ne zaman kışlıktan geri dönecekler? Ne zaman viranenin için den, hazîne gibi meydana çıkacaklardır?

• Kış mevsiminin soğuğu ile mest olup kendilerinden geçenler, ne vakit ter ü  taze, hoş, hayran halde güle oynaya gül bahçesine gelecekler?

• Akan suda çerçöp durabilir mi? Ey benim canım! Koşup duran canda, nasıl olur da kin bulunur?

• Ey gönül! Sen söyle; ben tavadaki balık gibiyim. Acaba o, öfkesinden mi, yoksa yalvarmasından mı çırpınıp duruyor?

• Ey çaresiz aşık! Beri gel, görüş sahibi ol, her şeyin aslını gör! Her şeye bakıp duran, fakat aslını göremeyen kişilerden, bakan körlerden olma!


•Allah aşkına, senin düşmanını da, benim düşmanımı da sevindirme! Düşmanın hilesine kulak verme, dostu incitme, gitme!

• Ey güzel, ona buna haset eden kişi, hiç kimse için iyi söz söylemez. Sen  Keremine ne layıksa, dosta onu yap, gitme! Elinden gelen lütfu, ihsanı dosttan esirgeme!

• Allah, her yiyenin lokmasını, onun kabiliyetine göre vermiştir. Boğazında kalacak lokmayı boş yere arama, arama!"

• Can Peygamberine dedim ki: "Canım da, gönlüm de sana kurban olsun Kusuruma bakma; sen bana can şarabı ver! Ben korkak kişilerden değilim ki, aşıkların hay-huyundan ürkeyim?
• Hakk'ın ebedî hayat denizine dalarak ebedî canı görünce, bu can sana kol ve kanat kesildi.

• Artık aşka sahip oldun. Sence şu mal mülk ne işe yarar? Bu alemin devleti yüksek mevkî, senin ulaştığın mevki'e ve devlete göre, ne işe yarar? K pars eder?

• Sana karşı köpek nefsimiz, tilkilik edecek, hilelere baş vuracak, buna imkar var mı? Senin çakalına arslan bile secde eder.

• Ey benim canım! Gece gibi, gündüz gibi, elsiz ayaksız yollara düşmüş, koşup duruyorum. Çünkü gökyüzünden her an "gel" diye çağırdığını duymadayım.


• Cansız sandığımız varlıklarla, bitip boy atan bitkilerle bir samanlığa benzeyen dünya, Sen'in kehribarın olmasaydı; yokluktan nasıl meydana gelirdi?

• Sen'ın; "hay, huy" diye birbiri ardınca çağırman olmasıydı, toprağın  gönlünden bu hay, huylar olur muydu? Bu sayısız bitkiler başkaldırır mıydı?


• Bugün o, buluşma ihsan ediyor, şifalar veriyor. Bugün ilahî aşkla kendimizden geçtiğimiz için rüku' ediyoruz, secdelere kapanıyoruz.


• Ey adı benim mest olmuş canıma gıda olan sevgili; gözüm de, aklım da senin günlerinle aydınlanmadadır.



• Senin güzel yüzünü, gözünü, boyunu, posunu, elini, ayağını gümüş renkli bedenini görünce, altı cihet de benim yüzümün ışığı ile altın rengini aldı.

• Ey komşu! Müjdeci, müjdeli bir haber verdi. 0 müjdeyi duyunca gönüller kendinden geçti, yandı, tutuştu.

• Yeni bir iş yapmaya başlasam; bana emir veren, yaptırtan odur. Ben gönül aramaya kalkışsam, benim gönlümü alan dilber odur.

• Ben barış arasam, bana barış sağlayan odur. Savaşa girişsem, düşmanı öldürmek için hançerim o olur.

• Eğlenmek için aşıklar meclisine gitsem, mecliste o bana şarap olur, meze olur. Gül bahçesine gitsem, o bana yasemin olur.

• Bir maden ocağına insem, o madeni baştan başa akîk haline getirir, akîk olarak karışma çıkar, denize girsem, denizin incisi olur, avucuma düşer.

• Bir ovaya gitsem, bir bahçe olur gelir beni bulur. Gökyüzüne yükselsem, bu defa bir yıldız olur, karşımda parlar durur.

• Başıma gelen bir belaya sabretmek için bir köşeye çekilsem, bana minder olur, üstüne oturtur; gamdan, kederden yanıp yakılsam, beni içine alır, buhurdanım olur.

• Sevgili! Sen Hz. Musa gibisin. Ben de senin elinde asanım. Bazen halkın dayanağı oluyorum. Bazen de senin ejderhan!

• Ey bakî olan, ölümsüz ve sonsuz olan Allah'ım! Senin varlığına ne gün sığar, ne de zaman! Gönlüm de senin sevdana kapılmış, zamanım da!

• Bana yüzlerce gün, yüzlerce zaman bağışlasan,onların hepsi de, senin aşkına, muhabbetine feda olsun.

• Gözlerim, yarattığın güzelleri, güzellikleri, çeşit çeşit hayvanları, bitkileri, gökleri, yıldızları gördü de, senin eşsiz vasıflarını, yaratma gücünü, dilsiz dudaksız olarak gönle söyledi. Gönül, gözün anlattıklarını duyunca, kendisi baştan başa göz oldu.

• Bu gözlerim, senden gönüle haber götüreliden beri, gönül iki gözüme, dua edip durmada.

• Gökyüzü, yüzlerce mumla, senin gönüller alan o güzel gözlerini, gece gündüz aramada, telaşla dönüp durmadadır.

• Ey can! Gönlümün gam yemesinden ötürü beni seviyor, benden razı oluyorsan; ben gama yüzlerce gönül verirdim.

• Beni, senin gam havanında yüzlerce defa döv, ez. Bu ezilişle, senin tutiya'n olurum. Gözlere çekilir, gözleri aydınlatırım.

• Eğer sen, beni sağda solda arar da bulamazsan, git; beni sevgilinin yanında ara! Beni o cennette, o gül bahçesinde, o yeşillikte ara!

• Tembelim, işsizim. Gölge gibi yere uzanmışım. Sen de beni ebedî olan o selvinin gölgesinde ara!

• Beni yıkılmış, mest olmuş bir halde yerlere serilmiş görmek istersen, gel de o mahmur yüzlerin civarında ara!

• Aşkın verdiği kararsızlıktan hoşlanmayan, huzur arayan adam soğuk bir adamdır. Sen, sabır, karar nedir bilmeyen mest olmuş aşığın canını ara!

• Kendini beğenen kimse, kabak gibi büyür, yukarılara tırmanır. Ama insan, kendi varlığından boşalmadıkça onun kabağı (yani başı) irfanla dolmaz.

• Yere düşen, kısalan, uzayan gölge, gölgenin yerde sürünmesi, bir şeyler arayıp durması, hep can güneşinin yüzündendir.

• Aslında, gölge de odur, nur da. Derlenip toplanan, uzayıp giden de odur. Nur, onun yüzünün aksindendir. Gölge de onun slarındandır.

• Allah'ım! Yarattığın her varlık, her şey, her zerre senin san'atını, yaratma gücünü, kuvvetini, kudretini gösteren birer ayna. Sanki, daimsî önüne bir ayna koymadasın. Bu bir gerçek ki, eşsizsin, benzerin yok. Aynadakinden başka sana bir eş de yoktur.

• Allah'ım; aynalara, yarattığın eserlere, aksettirdiğin güzelliğine nasıl erişebilirim? Gönülde, canda, gözde görecek güç var ama, mekandan münezzeh olduğun için, görülecek yer yok.

• Ne şaşılacak şeydir ki, sen hem mekandan münezzehsin, hem de her yerde hazır ve nazırsın. Kemiyetsiz, keyfiyetsiz (neliksiz, niteliksiz) oluşunun delili hem yalnız sende, hem de her yerde apık görünmendir.

• Allah'ım; sana karşı muvahhidim, vahdet ehlindenim. Seni "bir" bilmedeyim, kendime göre ise, mübarek isim ve sıfatlarının tecellîsi ile kesrete düşmüşüm. Çokluğa kapılmışım. Bana senin tarafından gelen lütuflar, ihsanlar var. sana kavuşma, buluşma var. Benim yönümdense ayrılık var, senden ayrı düşme var.

 

• Hiddet, şehvet, şöhret gibi manevî kirlerden arınmış, güzel, tertemiz bir hale gelmiş ve durmadan ilahî aşkı arayan gönlün önünde, Tür Dağı bile aşka gelir, paramparça olur, yerlere serilir, ayaklarının altına döşenir.

• İlahî aşk şerbetine susamışsın. Fakat dünya hayatının mihnetleri, sıkıntıları seni yaralıyor, hasta ediyor. Sen, bu gurbette (=dünyada) çeşitli ihtiylar, istekler içinde çırpınırken huzuru, tam inancı bulamazsın.

• Aşk köyü sınırında kesik başlar görürsen, korkup kma, köyün içine gir de dikkatle bak; gör ki; öldürülenler ikinci defa dirilmişlerdir, çünkü aşıklar ölümsüz.

• Senin rüzgarın, gönül bahçesinin ağlarını oynatmada, adını andığım zaman, ağzım şekerle, ballarla dolmadadır.

• Ey benim ağacımı, dallarımı yapraklarla, meyvelerle dolduran! Bilir misin, benim ağacım neden oynuyor?

• Yapraklarla, meyvelerle dolduğundan ötürü nazlanmıyor, oynamıyor. Senin sevgin benim gönül ağacımın sabrını, kararını alt üst ettiği için oynayıp durmadadır.

 
• Minareyi göremeyen bir göz, minarenin üstündeki kuşu görebilir mi?

• Gönül bulutu, o manevî ay'ın aşkı ile bazen toplanıyor, bir araya geliyor. Bazen, parça parça oluyor, dağılıyor.


• Kanlar döken aşk, belki kapıyı da, damı da ele geçirmiş. Akıl ise şaşırmış, aşkın korkusundan o da evden eve kmaya çalışıyor.

• 0 eşsiz güzeller şahı yüzünden perdeyi kaldırınca, onu seyretmek için bütün dünya halkı, bütün güzeller perdelerini attılar.

• Dervişler için "gün" mefhumu yoktur. Onlar için her gün hem bayramdır, hem de Cum'a'dır. Ne bayramları eskir, ne de Cum'a'ları!

• Her gün onlara bayram olunca, onlar bayram gününe layık giyinirler, kuşanırlar; ama yünden örülmüş, süslü elbiseler giymezler. Ey benim canım! Onlar kendi güzelliklerinin, kendi güzel yüzlerinin yüzleri ile süslenirler, nur elbiseleri giyerler.

• Akıl ve din gibi onların içleri de, dışları da tatlıdır. Zaten badem helvasına sarımsak koymazlar.

• Böyle nurdan bir hırka giyen de, dostların meclisinde göğüsteki aydın gönül gibi gezer, dolaşır.

• Akan suda çerçöp durabilir mi? Ey benim canım! Koşup duran canda, nasıl olur da kin bulunur?

• Güzellikte eşsiz olan sevgili ne yaptı, gördün mü? Geçen gün bir bahane buldu.


• Ey çaresiz aşık! Beri gel, görüş sahibi ol, her şeyin aslını gör! Her şeye bakıp duran, fakat aslını göremeyen kişilerden, bakan körlerden olma!

• Ey yalnız ona aşık olan kişi! Bu huyu yıldızlardan al! Bak güneş doğup parlayınca, yıldızlar yok olur, görünmezler. Sen de, yalnız Allah'a gönül verdiğin için, Allah'tan başka her şey senin gözünde görünmez olmalıdır.

• Güçlü kuvvetli olanlar, neden senin elini bağladılar, bilir misin? Çünkü, sen henüz bir çocuk gibisin, bu alem de bir beşiğe benzer.

• Ey yalnız dünya nimetlerine gönül veren, ey mıh gibi yeryüzüne çakılıp kalan, ötelerden, gönül şehrinden avare olan, uzak düşen zavallı! Cenab-ı Hakk Kur'an-ı Kerim'de söz incileri dizerken "Yeryüzünü biz bir beşik olarak halk ettik."diye buyurdu.

   • Ey terbiyeli, edepli, yumuşak huylu kul! Sen çocuk gibi bedenin esiri olmuşsun. Esirlikten, zavallılıktan kendini kurtar! Sen artık çocuk değilsin, akıl dişlerin çıktı. Onları göster de, mana dünyasının yemeğini yemeğe hazırlan!

• Padişah çocuk kaldıkça ona bakan dadı çocuğa hayatı zehir eder, zindan eder. Zaten ana sütü emdikçe, çocuk padişah olamaz, şarap içemez.

• Testi taştan korkar, fakat kaya, taş su kaynağı olunca, o taşa her an testiler dolmak için gelirler.

• 0 zaman testi der ki: "Taş bundan sonra beni kırarsa, neşelenirim, mutlu olurum. Çünkü o taştan akan beni doldurdu, doyurdu. Bana yüzlerce can verdi.

• Onun yolunda ölsem ne çıkar? 0 beni diriltti, yine de diriltir. Hatta beni kırıp param parça etse diye ona para, pul veririm."


• Cümle alem, senin varlığının bir eseridir. Ama bu eseri öyle bir yaraladın ki, bunun sebebini ancak sen bilirsin.

• İstersen bir kere daha yarala, ben senden merhem istemem. Bütün alem yok olursa ne gam? Sen yüzlerce alemsin.

• Seni anlatmaya imkan yok. Çünkü sen, Cenab-ı Hakk'ın sırrının ıklanmasısın. Sen canın canının canı olduğun halde neden cana gelmezsin?

• Bizler ağlar gibiyiz, san'atın esip gelen, dönüp giden rüzgardır. Rüzgar göze görünmez ama, isterse ağları kırar geçirir.

• Bizler o rüzgar yüzünden tohumlandık, yeşerdik. 0 rüzgar yüzünden sarardık. Sen yaprakları dökersen nasıl olur da meyve elde edersin?

• Ay ömrün kadehidir. 0 kadeh bazen doludur. Bazen da boş. Sen kadehe sığmazsın. Çünkü zamanın ömrüsün.

• Şu zaman da tıpkı beden gibidir, sen ise o bedende cansın. Senin gibi bir can bedenin canı olunca, beden de artık bedenlikten çıkar, can olur.

• Gönül iyiden iyiye anladı ki, sen canın canının canısın. Yardım kapısını ! Sen pek güçlüsün! Her şey senin elindedir. Dünyalar senin üzerinde duruyor, sen yüzlerce dünyanın direğisin.

• Ayrılık; merhametsiz, insafsız, emir dinlemiyor, serkeş aşıklarının kanlarına kısas olarak onun boynunu vur. Çünkü sen zamanın adalet kılıcısın.

• Can bahçesinde ne çalgılar çalınmada, ne semalar olmada, testilerden, kaplardan neler dolup boşalmada, kulağa def sesleri, ud sesleri, şarkı sesleri gelmede.

• Ey yüce meclis sen nerdensin? Senin yerin neresidir? Bir an daralmış gönüldesin, bir an damın üstündesin.

• Ey benim canım, ey benim cihanım sen gökyüzünün de, yeryüzünün de direğisin. Yüce kişiler de seni istemede, aşağılık kişiler de...

• Ey güzel varlık! Bilmem ki nasıl söyleyeyim? Sen bizim canımızın nurusun. Sen kendi nurunu gösterince canın gücü kuvveti kalır mı?

• Ey benim canım sen öyle bir devlet kuşusun ki, senin gölgenin altında bütün kargalar devlet kuşu olurlar.

• Senin keremin dünyadaki bütün suçluların özürlerini diler. Her belaya emansın, her düğümü çözersin, her zor şeyin altından kalkarsın.
• Ey azîz varlık! Eline aldığın her toprak altın kesildi. Hangi taşı seçtiysen la'l oldu, zümrüd oldu.

• Nice acılar, nice ekşiler senin yüzünden helva oldu, şekere döndü. Seçtiğin meyve güzelleşti, olgunlaştı. Kokular aldı, renklere girdi.

• Kimin talebesi olabilirsin ki, bütün kainatın yaratıcısı, ustasısın. Sen alet olmadan bu güzel san'atları, eserleri yaratmak, ortaya koymak kimin elinden gelir?

 
• Her ovada, her şehirde rastladığım bilginlerden, akıllı kişilerden gönüle dair ne düşündüklerini, ne destanlar söylediklerini sordum.

• Hepsi de gönlün elinden yakındı, yaka silkti, hepsi de feryada geldi. Bu hal bana dokundu. Gönül konusu üzerinde bir şüpheye, bir zanna düştüm.

• Sonunda bu konu üzerinde aklın bir işe yaramadığını anladım. Aklımı bıraktım, gönüle doğru sefere çıktım, yola düştüm. Fakat onun bulunmadığı hiç bir yer de görmedim.


• Karanlık gece acır da bu kederli kulun halini hatırını sorar. Geç kalmaktan korkmaz. Sonunda kadehsiz, mezesiz onu mest eder gider.

• Öyle bir haldeyim ki, bütün dünya, herkes gülse, neşelense sen olmayınca gülmek şöyle dursun, dünya bana zindandır. Her şeyden mahrum olan bu zavallı kuluna merhamet et!..

• Rahim zindanına geri dön! Yaradılışın tamamlanıncaya kadar, temizlenmen, iyi bir insan olman için sana verilen ömür bitinceye kadar "Gir şu rahime!" derler. Ey zavallı insan! Bu dünya rahme benzer. Sen onun içinde kanlar içmedesin, kanlarla beslenmedesin, bu işten haberin yok.

• Can kuşunun kanatları bitip de beden yumurtası kırılınca, can Ca'ferlik göstermek, yani uçmak, ötelere geçmek için Ca'fer-i Tayyar olur.

 
• Eğer ben her derdin, her gamın, her belanın başıma gelmesinden sarsılsaydım, sararıp solsaydım bir adam olamazdım.

• Hakk aşıklarına aşk Mısır'ının, yani aşk ülkesinin ilahî kokusunu getirecek bir kılavuz olmasaydım, hırs, tama' çölüne düşenler gibi yolumu şaşırır, kaybolup giderdim.

• Eğer canlara can katan, canları aydınlatan mana güneşi göklerde dolaşmasaydı da, evde oturup kalsaydı, ben de o zaman kapıyı mak, girenin çıkanın derdi ile uğraşmak zorunda kalırdım.

• Eğer can gülistanı, ızdıraplara, kederlere katlanan, onlardan şikayet etmeyen kişiyi okşamasaydı, ona lutuflarda bulunmasaydı, nasıl olurdu da ben seher rüzgarı gibi vefa bahçesinin habercisi olurdum?

• Aşk çalıp çağırmaya, oynamaya def çalmaya düşkün olmasaydı ben ney gibi, çeng gibi inler durur muydum?

• Eğer aşk sakim bana beni geliştirecek, kuvvetlendirecek deva sunmasaydı, sırça kadehin dudağı gibi incelir, giderdim.

• Toprağıma Hakk'ın emanetinin nuru düşmeseydi, ben de toprağın tabîatı gibi pek zalim ve bilgisiz kalırdım.
 

• Mezardan cennete bir yol olmasaydı beden mezarında yaşar mıydım?

• Lutuf gönül bahçesi olmasaydı ben yaşayabilir miydim? Allah'ın lutfu coşmasaydı ben var olabilir miydim?

• Sus da hikayelerin doğuşunu güneşten duy! 0 doğuş olmasaydı ben zaten doğmaz, söner giderdim.

• Ey şu karanlık künbetten, yani dünyadan göçüp kurtulan can! Senin yokluk ve yoksulluk diyarında çok yapacağın işler var.

• Ey varını yoğunu gizli görüş evine, yani ahirete, öteki aleme çekip götüren varlık! Neden ağlıyorsun?

• Yüzlerce yamadan ibaret olan kirli beden hırkasından soyunmuş, kutlu sıfatlar elbisesi giyinmişsin. Sen insan şeklinde üstün bir varlıksın.

• Gül senden utandığı için güzel, mübarek ayaklarının altına yapraklarını smıştır. Senin lütfunla diken dikenlikten kurtulmuş, kimseyi incitmez olmuştur.

• Var, yok; herşey senin nurunla varlık mağarasından çıkıyor da ezel bahçesine geliyor. Ey mana sevgilisi, sen nasıl bir sevgilisin? Ey mağara, sen ne biçim bir mağarasın?

• Senin elinden bir iş, bir çalışma şerbeti içen kişi, kendince bir işe, sevgi, insanlık işine dalar da, dünya işlerinde işsiz güçsüz kalır.

• Safa bahçesinde bir ağacın altında güzel bir dilbere gözüm ilişti. "Sen ne kadar güzel bir varlıksın! Nasıl bir güzelsin ki?" dedim. "Güzelliğin zevkine vardılar da ağlar, senden çiçeklere gebe kaldılar? Sen bir güzel değil de yoksa baharın canı mısın?"

• Onun güzelliği karşısında kendimden geçtim, secdeye kapandım da: "Ey sevgili!" dedim. "Allah aşkına söyle! Sen nasıl bir sevgilisin?"

• Dedi ki: "Nurlu yüzünün ne kadar güzel olduğu anlatılamayan Tebrizl Şems var ya, işte ben onun nurundan bir nurum."


• Allah sana uyanıklık ihsan etsin! Sen gönülleri uyur mu sandın?

• Gül mü bitecek, diken mi çıkacak? Her ağ, gönlünde ne var ise onu ortaya kor.

• Seni hasta sansınlar diye, yarasa gibi gündüzden gizlenen kişi!

• Allah'a yemin ederim ki, kendini gizlemişsin ama sen herkesten daha çok meydandasın.

• Çeng her ne kadar feryad etmese de, feryada başlayınca ne hal alır, ne olur? Herkes bilir.

• Bir gamdan ötürü feryad etse de, yine herkes bilir ki onun aklı başında değildir.
• Bir kimseye yokluk dünyasından bir haber gelirse, onda beşeriyet halinden yani bedene ait ihtiraslardan, nefsanî arzulardan bir eser kalmaz. 0 adeta melekleşir.

• En yüksek yerlerden en aşağı yerlere kadar her tarafı illet, yani oluşlar, sebepler kaplasa, o ermişin himmeti sebeplere, olaylara önem vermez. 0, hadiseler üzerinde durmaz. Onun bütün varlığı, gönlü, aklı fikri Hakk'a yönelmiştir.

• Kim maddî varlığından kurtulur, benliğinden çıkar, yok olursa, ancak o hakîkat gözü ile Hakk'a yönelir.

• Etten, kemikten bir yığın olan bu bedende oturmakla beraber, o hadiselere, sebeplere bürünerek karşısına çıkan saf cevheri görür.

• Görünüşteki şekli ile tanışmayı, konuşmayı bir tarafa at da, bir başka hale gir, başka bir kılığa bürün! Çünkü o da bir başka halle senin karşına çıkmıştır.

• Ona şükretmeyi benden işit, benden duy! Senin canına, başına yemin ederim ki, o tatlılıkta bir şekeri ne tatmışımdır, ne de görmüşümdür.


• Ey gönül! Sabahtan beri sende bir başka hal var. Öyle coşkunsun, öyle kendinden geçmişsin ki, senin gibi coşkun ve dağınık olan beni göremiyorsun.

• Ey gönül! Sen nasıl bir ateşsin ki, nereden gelirse gelsin, her rüzgar seni canlandırıyor, alevini artırıyor? Hayır, hayır sen ateşten de üstünsün, rüzgardan da!


• Halbuki iman da senden gelen, senin nurundan ibaret bir lütuf; kafırliğin şüphesinin, her şeyi yapma gücünün bizde olduğuna dair inanç da senin bir takdîrindir.

• Sen hem cennetsin, hem cehennem, hem de kevser havuzu.

Mutluluk ney'inden yine hoş bir ses geldi: Ey can! Sen, neşelen, el çırp! Ey gönül; sen de oynamaya başla!
• Ey konak bekçisi; sen, ne biçim bekçisin? Geceleyin hırsızlar gizlice bizim bütün varımızı yoğumuzu alıp götürmüş!

• Bir insan, Allah'la beraber bulunur, Allah yol arkadaşı olunca, o yol ne güzel yoldur? Sert cehennem bile, onun için ebedî cennet olur!

• Nefse uymak (Ebu Cehillik), seni Hakk'tan gizliyorsa, sana perde oluyorsa, Ebu Cehil ile, Ebu Leheb ile ne diye savaşmıyorsun?

• "Bu nefisle savaşmak ne zor, ne şaşılacak iştir!" diye tembel tembel oturuyorsun! Nefisle savaşmayarak aşk hevasına uymadığın için asıl şaşılacak kişi, sen olmuşsun!

• Ey Allahım! Hastalara ferahlık veren Sen'sin; lütuflar ve merhametler arasında can gibi gizlenen Sen'sin!

• Kullarını, Sana yalvarsınlar yakarsınlar diye hasta edersin! Çünkü, inlemenin, yalvarmanın, figan etmenin alıcısı, kabul edicisi Sen'sin!

• Şu dünyada herkes, derdine derman aramaktadır! Halbuki, dertlilerin dertlerinin dermanı ise Sen'i arıyor! Çünkü, derdi de, dermanı da yaratan, şüphesiz Sen'sin!

• İnsanı, şunun bunun kapısına düşüren dertler, önceden meydana gelen bir perdedir! Bu perdenin sonunda, son ucunda, yine Sen varsın! Her dertli, sonunda yine Sen'in lütuf kapına başını vurur!

• Sonunda, süküunete kavuşmaları, rahat etmeleri için hastaları inletir durursun! Halbuki, hakikatte bizim derdimiz de, inleyen, feryad eden de Sen'sin!

•"Sen'sin!" diyen de, vallahi Sen'sin! Bu meydanda oynanan top da Sen'sin topu çeviren de Sen! Bu top oyununu seyreden de Sen'sin!

• Kölelik de, efendilik de, sultanlık da hep Sen'in yazındır! Eğri yazı da : doğru yazı da hep Sen'in mektebinde yazılmıştır!

• Bizim bedenlerimiz, birer evdir; ruhlarımız da, o evlerde birer konuk! Ey Allahım! Biz, yokuz; bedenlerimiz de, canlarımız da Sen'in gölgenden ibarettir! Aslında tenlerimiz de, misafir olan canlarımızın canı da Sen'sin!

 

• Ey gönül! Bu fani dünyaya, bu toprak yurda neden bağlanıp kalmışsın? Bu ağıldan dışarı çık; çünkü sen, can aleminin kuşusun!

• Bir dilenci, padişahtan ihsan isterse, şaşılmaz! Ama, bir padişah. dilenciden bir şeyler ister, dilenirse, işte buna şaşılır!

• Daha şaşılacak şey şu ki; o padişah, dilenciye o kadar çok yalvarır, o kadar çok niyazda bulunur ki, dilenci, bu yakarışlara aldanır da, kendisini padişah sanır!


• Bu alemde herşey, gelip geçicidir; bu dünya, ölümlü dünyadır! Bu fani dünyada bey değilsen ne çıkar? Ölmüyorsun, yaşıyorsun ya; bu sana yetmez mi?

• Edepli, terbiyeli bir hal takınsam, "Yürü; sen, rind değilsin, mest değilsin! Edepli olmak, sana benlik vermiş!" dersin! Nefse uyup edepsizlik etsem, bu defa da bana, tutarsın, edep ve terbiyeye ait hikayeler anlatmaya koyulursun!..

• Uzlet düşünsem, inzivaya çekilsem; "Rahibe benzedin; Müslümanlık'ta rahiplik yoktur!" dersin! İnsanlarla ülfet etsem, sohbet etmeye koyulsam, dilimin sürçmesi ile beni, dostlara düşman edersin!..


• Ben, dün kendimde değildim; adeta hasta idim! Sevgili hakkında bazı sözler söyledim! Dostluğumuz hakkı için, yaptığımız sohbet hakkı için söylediğim sözleri sevgiliye duyurmayın!

• Allah korusun, o ay yüzlü sevgili söylediklerimi ansızın duyarsa, işitirse, gece karanlığında bana ne yapar, ne eder; artık kendisi bilir!

• Aklı başında olmazsa, sevda masalı perişan olur, dağılır gider! Akıl, bazan alta düşer, bazan üste çıkar; bazan nefisle savaşa girer, bazan ağlar inler!

• Bendeki coşkunluğu, benim sevdamı Allah bütün aleme dağıtsa, herkese pay etse, o zaman dünyada akıllı tek bir insan göremezsin; herkes deli divane olur, herkes aklından olur!

• Ey akıl; durmadan başıma vesveseleri döküyorsun! Ey bulut; sen de, aralık vermeden üstüme acılar, kederler şarabı mı yağdırıyorsun?

• Ey müslümanlar, ey müslümanlar! Gönlünüze sahip çıkın, gönlünüzü kederden, vesveseden koruyun! Bana ne yakın olun, ne de, acılar çektiğim için bana acıyın, ne de beni teselli edin!


• Horoz öttü! Haydi! Gafletten uyan, kendine gel; seher vaktinin gönlü uyanık kişilere sunduğu mana şarabını içme zamanıdır bu an! Feyzini uzunca anlatamıyorum; akıllı ve anlayışlı kişiye, bir işaret yeter!


• Ey gökyüzünun sultanları, ey gök kapılarını masını hakimleri; neredesiniz? Geliniz; bize, gökyüzünün kapılarını ınız, bizi ötelere ulaştırınız.!

• Ey benlik zindanının kapısını kıranlar, ey nefsin esaretine düşmüş rahmanî duyguları uyandırrarak, hapisten kurtaranlar; neredesiniz?

• Ey gizli , gönül hazinesinin kapısını anlar, ey mana yoksullarının varı yoğu olanlar; neredesiniz?

Yorumlar

Popüler Yayınlar