DALLARIN KÖKLERLE BAĞI TEKRAR
KURULMASI İÇİN OSMANLI TÜRKÇESİ
Dil olmadan medeniyet olamaz. Milletlerde kurdukları Medeniyetlerle
ayakta dururlar. Medeniyetine sahip olamayan bir milletinde yaşaması mümkün
değildir. Osmanlı bizim devletimiz, Osmanlı Türkçesi de bizim kültür aynı
zamanda medeniyet dilimizdir.
Bizim dilimiz olan Osmanlı Türkçesi Arapça ve Farsça ile köklerinde
var olan Türkçeyi nevi şahsına münhasır fevkalade bir terkiple yeni, elit bir
dil inşa etmiştir.
Altı asır boyunca hüküm süren Osmanlı, 20. yy. da Cumhuriyet
ilan edilmesiyle, sadece bir devletin değil bir aynı zamanda medeniyetin
redd’i-mirası ile karşılaşmış ve Osmanlı Türkçesi de bu muameleden nasibini
almıştır. Bu dilin avam tarafından anlaşılamaması gerekçesiyle, önce Güneş-Dil
Teorisi adıyla akabinde Öztürkçe ve sonra da Fransız dağarıyla oluşturulmaya
çalışılan yapay statü dillerini hayata geçirilme çabasının sükut’ı-hayal ile sonuçlandığını
söylemek mümkündür. Nitekim o dönem edebiyatı da, tıpkı günümüzdeki gibi, yapay statü dilleriyle değil; yine o dönemin
yapay statü dillerini yadırgayan kültür ve medeniyet diliyle oluşmuştur. Çünkü bir kelime bazen bir medeniyettir ve bir
medeniyetin kelimelerinden ne kadar uzak isek o medeniyetin o kadar cahiliyiz
ve o medeniyete ait köklerden de o kadar uzağız demektir.
Dinler medeniyetleri; uluslar ve etnik kökenler ise
kültürleri üretirler. Bu sebeple medeniyet ve kültür dilleri farklıdır. Batı
Hıristiyan medeniyet dili Eski Yunan ve Latince iken Doğu İslâm medeniyet dili
Arapça ve Farsçadır. Fransızca Fransız Ulusu, İngilizce İngiliz Ulusunun kültür
dilidir.Osmanlı Türkçesi (Osmanlıca)
ise; yukarıda ifade ettiğimiz gibi kültür dili olan Türkçe’nin Arapça ve
Farsça ile imtizacından bir medeniyet diline dönüşmüş halidir.
Tarihte kültürler ve veya inançlar arası münasebetler vasıtasıyla
diller birbirlerinden kelime alışverişinde bulunmuşlardır. Bu alışveriş, bir
dilin diğerine dönüştüğü anlamına gelmez. Osmanlıcaya giren Arapça ve Farsça
kelimeler de Osmanlı Türkçesini Arapça
veya Farsçaya dönüştürmemiştir.
Altı yüz yıl İslâm Medeniyetini temsil etme ihtişamına vakıf
olan Osmanlı Devletinin dili Osmanlıcanın en önemli özelliklerinden biri de
Kurana ve İslâmiyet’e olan sevgisini bünyesinde ihtiva etmesidir. Bunun en
güzel örneği Kur’an’ın ilk sayfasında yer alan Fatiha Sûresi’ne ait bütün
kelimelerin günlük hayatımızda kullanılmasıdır. Amentüde ifadesini bulan iman
esaslarını kelime olarak hayatımızın pek çok safhasında kullanmaktayız.
Melaike, Kitap Rasül, Yevm-i ahir, Kader, Hayır, Şer, Allah Teala, Mevt….gibi
Günümüze gelecek olursak,
devlete ait orta öğretim kurumlarında bu medeniyet dilinin öğretilmesi
bir ihtiyaçtır. Demokratikleşme ya da çözüm süreci bağlamında devlet
ortaöğretim kurumlarında ve akademilerinde Kürtçe müfredat oluşturulması veya
bölüm açılması ( ki hiç bir itirazım yoktur) normal karşılanırken Osmanlıcanın
ders olarak verilme kararının alınmasının bazı sözde aydınlarımızı kırmızı
görmüş boğaya dönüştürmesi düşündürücüdür. Geçmişimizin ve onunla olan bütün
bağlarımızın kütüphanedeki tozlu raflarda çürümeye yüz tuttuğu ve içeriğinden bihaber
olduğumuz halde hala bîgâne kalma ısrarımız akıl almaz bir düşüncedir. Engin
Ardıç’ın: “ Zorunlu hale getirilmesi yönünde tavsiye kararı çıkan Osmanlıca
dersleri sayesinde gençler artık Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ni de
anlayabilecektir.” ifadesi manidardır.
Yine bu arada akıllara Kenan Işık'ın uzun süre önce canlı
yayındaki isyanını aklımıza geldi; Işık, "Keşke Osmanlıca'ya bu kadar
gaddarca davranılmasaydı" demişti.
Bir çınarı kökünden kesip, estiği yöne göre savrulan saman
çöpüne talip olma ısrarı altında yatan gerçeklerin iyi tetkik ve tahlil edilmesi elzemdir. Osmanlı
Türkçesi’ne karşı çıkmak; coğrafyamızı tarihimizi ve medeniyetimizi mümkün
olduğunca birbirinden izole edilmiş parçalara ayırmaya odaklanmış batı
emperyalizminin maksadı ve muradının tahakkukundan başka neye yarayabilir.
Osmanlıcanın yeni nesillere aktarımı dedeyle
torun arasındaki mesafeyi ortadan kaldıracak, varlığını sürdürmesine rağmen
geçmişin suskunluğa bürünmüş bir mezar taşını, çeşme üzerine düşürülmüş zarif
bir yazıyı, her gün civarından geçtiğimiz bir tarihi yapı kitabesine ait yazıyı
derk etmekle pamuk ipliğiyle tutunmakta olduğumuz ve başkalarından duymakla,
öğrenmekle iktifa ettiğimiz geçmişimizle aramıza sağlam köprüler inşa etmiş olacağız.
Osmanlı Türkçesi halen yaşamaya, bizi anlamlandırmaya,
geçmişimizle olan bağlarımızı sağlamlaştırmaya, bize kim olduğumuzu öğretmeye
devam ettiğine göre, ondan vazgeçmemiz elbette ki imkansızdır. Nasıl ki; Yunancanın pek çok özelliğini taşıyan eski
bir dil olan Luviceyi öğrenmek Yunanistan’da yaşayan bir Yunan vatandaşının en
doğal hakkı ise bizim de Osmanlıcayı öğrenmek en tabii hak ve dahası
ihtiyacımızdır. Bizi geçişimize, kültürümüze ve medeniyetimize bağlayan
Osmanlıcadan uzaklaştığımız ölçüde kendimize de yabancılaştığımızı ve
kimliksizleşeceğimi gerçeğini asla unutmamalıyız.
Dilini, alfabesini değiştirmeyen Japonya, Rus, Çin, ilim
üretme skalasının neresinde, biz neresindeyiz? Osmanlı
Türkçesi çocuklarımıza öğretilmeli, dalların köklerle bağı tekrar kurulması
için bu elzemdir.
Yorumlar