AŞURE
Günay
Kut
AŞURE
Halkımız
arasında aşure olarak bilinen bu kelime Arapça “on” anlamına gelen “aşere”den
gelmekte olup aslında “âşûrâ” şeklinde sesli harfleri uzun olarak telaffuz
edilmektedir. Aşure yapma geleneği için pek çok rivayet bulunmaktadır. Arabî
ayların ilk ayı olan Muharrem ayının onuncu gününe rastlayan bu günde yukarıda
zikredilen pek çok rivayetten ikisi en çok bilinen rivayetlerdendir. Bu konuda
lugatlere bakıldığında ise şu bilgiler bulunmaktadır. Kamus-ı Türkî’de âşûrâ yahut aşûrâ maddesi altındadır. “Muharremin
onuncu günü ki kable’l-islâm dahi resmi bir gün idi. Yevm-i mezkûrda pişirilip
dağılması mu’tâd olan ma’rûf bir tatlı ki döğülmüş buğdayla meyve ve hubûbâtın
ekserinden birer mikdâr karıştırılmağla yapılır.” A Turkish and English Lexicon’da âşurâ adı altında verilen bilgi
ise sadece Muharrem ayının onuncu günü ve
o günün Nûh’un gemisinden çıkış günü olduğunu kutlama amacıyla yapılan tatlının
adı olduğu, kayıtlıdır. A Comprehensivd Persian-English’de âşur
ve âşûrâ adı altında Muharrem
ayının dokuzuncu veya onuncu günü olduğu ve o günde Hz. Hüseyin’in ölümünü ele
alan muazzam bir dinî tören yapıldığı, kayıtlı. Türkçe sözlükte ise aşure
adı altında “buğday, nohut gibi taneleri, kuru yemişleri şekerle kaynatarak
yapılan bir tür tatlı” olarak tanımlanır. Reşad Ekrem Koçu İstanbul Ansiklopedisi’nde aşure
geleneğini Nûh Peygamberin gemisinin tufandan kurtulduğu gün olan 10 Muharreme
bağlamaktadır. Türkiye Diyanet Vakfı
İslâm Ansiklopedisi’nde âşûrâ kelimesinin menşei ve âşûrâ orucu ve bu günde
oruç tutmanın fazileti üzerinde durulduktan sonra İslamiyet’te siyasi yönü olan
(10 Muharrem 61/10 Ekim 680) Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilmesi olayına
değinilir. Kubbealtı Lügati’nde,10
Muharremde aşure yapılması yine Nûh’un karaya çıkması sırasında gemide kalan
yiyeceklerle yapılan tatlı olarak tanımlanmıştır.
Evliya
Çelebi’de aşure için verilen bilgiler, kısaca iki gelenekle ilgilidir. Nuh’un
gemisinden karaya çıkışta pişirilen ve on Muharreme rastlayan günle ilgili olan
kısımlar 1., 3. , 4. ve 10. ciltlerde, Hazret-i Hüseyin’in Kerbelâ’da
öldürülmesiyle ilgili kısımlar 2., 4., 8. ve 10. ciltlerde geçmektedir. Sadece 10 Muharrem’de
aşure pişirilip zenginlere ve fakirlere, gençlere ve yaşlılara dağıtılması ile
ilgili kısımlar ise 4., 6., 9. ve 10. ciltlerde geçmektedir.
Geleneğimizde ise, Muharrem ayında yapılarak konu
komşuya dağıtılan tatlıya verilen ad olarak geçer.
Anadolu’da
mahalleler arasında ise bir evde büyük kazanlarda pişirilen aşureye herkes
çağrılır, tasını ve kaşığını alanlar aşure pişirilen eve giderek aşuresini yer,
duasını eder ve evine döner.
Aşure
geleneği Osmanlı döneminde yevm-i âşûrâ’da özellikle Hamidiye, Laleli,
Üsküdar’da Yenicami, Valide Camii İmaretinde, ayrıca dergâhlarda da yaşatılmıştır.
Fakirler ve dilenciler de bu imaretlerin ve dergâhların kapısında akşamdan
itibaren bekleşmeye başlarlar ve dağıtım sırasında paylarını, ellerinde
getirdikleri kova, güğüm ve testilere doldurarak alırlardı. Pişirilen aşureler
sadece fakirlere değil hemen hemen bütün İstanbul’a dağıtılırdı. Aşurelerin
halka dağıtımı ile Pakalın şu sözleri yazar: “Aşure tekkelerde kazanlarla pişirilerek halka dağıtıldığı gibi bu
tevziatın en tumturaklısı Yıldız Sarayı’nda cereyan ederdi. Muharremin
iptidasında saray vekilharçları aşure levazımını hazırladıkları gibi Muharremin
yedinci ve sekizinci günleri mutfaklara tevzi olunurdu; dokuzuncu gün aşureler
pişirilmiş ve hazırlanmış olurdu. Dokuzuncu gün akşamı onuncu gün sabahına
bağlayan gecede harice gönderilecek testiler doldurulur ve tablakârlar
vasıtasıyla ait oldukları yere teslim edilmiş bulunurdu. Ertesi gün bu testiler
icabına göre lalalar veya sair hademe vasıtasıyla gidecekleri yerlere giderdi.
Yine ayni gecede ahaliye dağıtılacak iki ve dört kulplu büyük kazanlar içinde
olduğu halde sırıklara takılarak Talimhane Meydanına getirilip sıralanırdı.
Aşure tevziini bilen halk, ellerinde kapları olduğu halde parmaklık dışında
toplanırdı. Ahalinin getirdikleri kaplar, kâseden itibaren su kovalarına
varıncaya kadar her nevi şeyler olduğu gibi iki eline iki gaz tenekesi almış aç
gözlüler de bulunurdu. Sabah ezanından sonra tevzie memur olanlar başta
üniformasını giymiş olduğu halde mutfak müdür muavini ve vekilharçlar
kazanların önüne gelirler, tevziatın başlamasına emrolunduğu hakkında habere
intizar ederlerdi. Seccadeci başının bu emri tebliğ etmesi üzerine hazır bulunan
mutfaklar imamı bir dua okur ve “âmin” dendikten sonra Talimhane kapıları
açılarak halk sıra ile kazanların önüne yaklaşarak, her kazanın önünde eli
kepçeli bir aşçı uzatılan kabı doldururdu. İzdiham o kadar çok olurdu ki her
biri yüzlerce kiloyu ihtiva eden elli altmış kazan yetişmezdi. Bu tevziat öğle
zamanına kadar devam eder ve mâbeyn dairesinden erkân ve bizzat Hünkâr’ın
seyreylediği de olurdu.”
Aşure
kapları asla boş gönderilmezdi. “Cevap” denilen bu usule Dünden bugüne İslam
Ansiklopedisi aşure maddesinde şu bilgiler bulunmaktadır:”Topkapı Sarayında
pişirilerek “tablakârlarca” çeşitli semtlerdeki yüksek kamu görevlilerine
gönderilen aşure testi ve kâseleri iade edilirken fıstık, badem şekeri,
çikolata doldurularak konak ağalarınca saraya iade edilirdi. Zaten bu gelenek
bugün bile hala sadece aşure için değil komşulardan gelen her çeşit yiyecek
için devam etmektedir.
Abdülaziz
Bey, Osmanlı Âdet, Merasim ve Tabirleri
adlı eserinin 1. cildinde “Muharrem
ayının onuncu gününden itibaren Muharrem’in sonuna kadar İstanbul’un bütün
evlerinde iki kâse de olsa aşure pişirmek uğur ve bereket sayılırdı”
diyerek Nuh Peygamberin sünneti olarak kabul edilen bu geleneğe İslam
sonrasında da uyulduğunu kaydetmiş ve bu tatlıya “yemişli çorba” da denebilir
dedikten sonra aşurenin içine neler konulduğunu da yazmıştır. Ayrıca süzme
aşurenin de malzemesini vererek piştikten sonra misk eklendiğini ve tabağa
alınan ilk aşurenin uğur getirmesi için evde alıkonulduğunu söyler. Aşure ve
süzme aşurenin nasıl yapıldığını da anlatan Abdülaziz Bey, ayrıca bu konuda
diğer bir geleneği de dile getirir:
“Böyle Muharremde pişirilen aşureden şayet
ilk kaşığa bakla tanesi isabet ederse bunu pek çok kimse “bereket getirir” diye
ayırır, siler, para kesesine koyardı. Bakla tanesi bir yıl kesede kaldıktan
sonra hükmü geçmiş sayılır, bir yere gömülürdü.” Reşad Ekrem Koçu’da “aşure
baklası” ve “aşure parası” olarak para kesesinde bereket tılsımı olarak
saklandığını söylemektedir.
Aşure,
Türklerin çok sevdiği bir tatlı olarak hâlâ evlerde her zaman pişirilen bir
yiyecektir.
Dini
günlerinde Ermenilerde anuşabur, Rumlarda da koliva adıyla Aşure pişirme
âdetine benzer bir tatlı yapılır.
Aşurenin
malzemesi genellikle aşurelik buğday, kuru fasulye, nohut, kuru kayısı, kuru
üzüm, kuru incir, portakal kabuğu, toz şeker, su, biraz süt, sıvı yağ; üzerinin
süslemesi ise dolmalık fıstık, kuşüzümü, ceviz içi, kıyılmış kuru kayısı,
kıyılmış kuru incir, nar taneleri, fındıktan ibarettir. Aşurenin çeşitlerini de
sayacak olursak, süt aşuresi, süzme aşure ve Evliya Çelebi Seyahatnamesinde
geçen aselî ve sükkerî aşurelerdir. Süzme aşure genellikle konaklarda ve
saraylarda yapılır. Basılı ilk yemek kitabı olan Melce’ü’t-tabbâhîn’de tarifi
bulunmaktadır.
Sultan
III. Osman zamanında saray matbahlarına verilen erzak defterinin bir kenar
notunda (Atatürk Kitaplığı MC B 11): 4 Rebiülahir 1168/18 Ocak 1755 Harc-ı ‘aşûre-i
devletlü Vâlide Sultân, kaydı vardır (v. 4b). Bu kayıttan anlaşıldığına göre
Sultan III. Osman (saltanatı 1754-1757)’ın annesi Şehsüvar Vâlide Sultan için
hazırlatılan aşûre için kullanılan malzemenin miktarı verilmektedir:
200
kıyye şeker 4 adet; 35 kıyye badem; 80 kıyye nohut; 30 kıyye tuz-ı eflak; 15
kıyye âb-ı verd (gülsuyu); 400 kıyye gendüm (buğday); 80 kıyye böğrülce; 80
kıyye bakla; 15 adet destâr; 20 kıyye şemè-i asel (bal mumu); 35 kıyye kuş üzümü;
50 kıyye mevz-i sürh (kırmızı üzüm); 80 kıyye fındık; 300 adet beyza (yumurta);
13.000 adet zerdali; 250 kıyye (!); 300 kıyye şem-i asel-i sürh (kırmızı bal
mumu); 5 kıyye (!); 190 adet meşk (deriden yapılmış su tulumu); 4 adet kürek-i
şecer (tahta kürek); 4 adet usturha (?); 4 adet sac-i temür (demir sac);
kürek-i âhen (demir kürek); 4 adet ibrişim elek; 4 adet kıl elek; 4 adet elek
süzgü; 4 adet kalbur; 18 adet cameşûy-ı sevb (bez çamaşır); 11 adet kutu.
Sultan
Abdülaziz’in annesi Pertevniyal Vâlide Sultan’ın 13 Haziran 1870 (12 Nisan 1870
olmalı) yılının Muharreminin 10. Gününde (1287 H.) pişirtip dağıttığı aşurenin
malzemesi Zarif Orgun tarafından şöyle verilmektedir.
400
okka buğday; 552 okka beyaz şeker; 23 miskal göbek miski; 25 okka âlâ rezakı
üzümü; 20 okka çam fıstığı; 22 okka çekirdeksiz üzüm; 20 okka Sakız baklası; 25
okka Mısır hurması; 40 okka böğrülce; 5 okka yerli kırması çam fıstığı; 30 okka
nohut; 15 okka kavrulmuş fındık içi; 15 okka badem içi; 50 okka âlâ gül suyu;
25 okka fasulye; 20 okka Konya’nın kuş üzümü; 12 okka Sibir yağı; 20 okka
pirinç unu; 20 okka nişasta.
Yine
Zarif Orgun tarafından 3 Teşrin-i evvel 1330 (16 Ekim 1914) tarihinde Zât-ı
Şâhâne mutfağına aşûre için gönderilen malzeme:
Glase
pirinç 2 okka; Buğday 4 okka; Şeker 12 okka; Nohut 2 okka; Ceviz içi 1 okka;
Badem için 1 okka; kebab fındık 1 okka; Bayağı fındık 1 okka; Bayağı fıstık 1
okka; Çekirdeksiz Şam fıstığı içi yarım okka.
BİBLİYOGRAFYA
Rivayetlerle
ilgili bkz. Metin And, “Dramatik Köylü Açısından Muharrem, Aşure ve Taziye”, Tiyatro Araştırmaları Enstitüsü Dramatik
Köylü Oyunları Özel Sayısı, Ankara, 1977, s. 49- 83; Şemseddîn Sâmî, Kamûs-ı Türkî, İstanbul, 1317
[1899-1900], s. 922; James W. Redhouse, A
Turkish and English Lexicon, H.
Matteosian-Constantinople, 1921, s. 1277; F. Steingass, A Comprehensive Persian- English Dictionary, London, sixth
impression 1971, s. 830; Türkçe Sözlük,
Ankara: TDK, 1983, s. 81; Reşad Ekrem Koçu, “Aşure”, İstanbul Ansiklopedisi, 3. cilt, İstanbul, 1960, s. 1178; Kubbealtı Lügati, Asırlar Boyu Târihî Seyri
İçinde Misalli Büyük Türkçe Sözlük, İstanbul: Kubbealtı, 2010, s. 79; Yusuf
Şevki Yavuz “Âşûra”, Türkiye Diyanet
vakfı İslâm Ansiklopedisi 4, İstanbul, 1991, s. 24-26; Marianna Yerasimos, Evliya Çelebi Seyahatnâmesi’nde Yemek
Kültürü. Yorumlar ve Sistematik Dizin, İstanbul: Kitap Yayınevi, 2011, s.
234 (Eserin dizininde Seyahatnâme’de âşurâ/âşûre/âşur
aşı geçen yerler gösterilmiştir. Evliya Çelebi b. Derviş Muhammed Zıllî, Evliya Çelebi Seyahatnâmesi 1. Kitap
(Hazırlayanlar: Robert Dankoff-Seyit Ali Kahraman. Yücel Dağlı), İstanbul: YKY,
2006), s. 269; A.g.e., 2. kitap
(Hazırlayanlar: Zekeriya Kurşun-Seyit Ali Kahraman- Yücel Dağlı), İstanbul:
YKY, 1999, s. 129, 139; A.g.e., 3. kitap
(Hazırlayanlar: Seyit Ali Kahraman- Yücel Dağlı), İstanbul: YKY, 1999, s. 45,
56; A.g.e., 4. kitap (Hazırlayanlar:
Yücel Dağlı, Seyit Ali Kahraman), İstanbul: YKY, s. 17, 45, 83, 214, 215, 319; A.g.e., 6. kitap (Hazırlayanlar: Seyit
Ali Kahraman- Yücel Dağlı), İstanbul: YKY, 2002, s. 120; A.g.e., 9. kitap (Hazırlayanlar Seyit Ali Kahraman- Yücel Dağlı),
İstanbul: YKY, 2005, s. 287, 327, 336; A.g.e.,
10. kitap (Hazırlayanlar: Seyit Ali Kahraman- Yücel Dağlı-Robert Dankoff),
İstanbul: YKY, 2007, s. 508; Sadri Sema, Eski
İstanbul Hatıraları. Hazırlayan: Ali Şükrü Çoruk. İstanbul: Kitabevi, 2002,
s. 311; Grace M. Smith “Ashure and, in particular, the Ashure of Muharrem”, Journal of Turkish Studies VIII. P.
229-31; Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı
Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü I,
İstanbul, Milli Eğitim Bakanlığı, 1946), s. 102; M. Şakir Ülkütaşır, “Aşure” İslam-Türk Ansiklopedisi I, 1941, s.
611-12; Efdalüddin, “Aşure-Sarayda Aşure ve Tevzi Merasimi” İslam-Türk Ansiklopedisi I, 1941, s.
612-14; Günay Kut, “Türklerde Yeme-İçme Geleneği ve Kaynakları” Eskimeyen Tatlar, İstanbul: Vehbi Koç
Vakfı, 1996, s. 45-6; A.g.e., s.
294; Hünkâr Beğendi, 700 Yıllık Mutfak Kültürü, Yayına
hazırlayan:
Nihal Kadıoğlu Çevik, Ankara: Kültür Bakanlığı HAGEM, 2000, s. 146;
Mehmet Kâmil, Melce’ü’t-tabbâhîn
(Aşçıların Sığınağı), Hazırlayan Cüneyt Kut, İstanbul: Unipro, 1997, s.
57; Türk
Mutfağı, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı 2008, s. 379; Özge Samancı,
“Aşure”, Yemek ve Kültür, İstanbul:
Çiya Yayınları, s. 13, 2008, s. 115-20; Priscilla Mary Işın, Osmanlı Mutfak Sözlüğü, İstanbul:
Kitapyayınevi, 2010, s. 34-35; Necdet Sakaoğlu, “Aşure”, İstanbul Ansiklopedisi,
s. 372-73: Abdülaziz Bey, Osmanlı Âdet,
Merasim ve Tabirleri, Toplum Hayatı, Yayına hazırlayanlar: Kâzım
Arısan-Duygu Arısan Günay, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1995, s.
246-47, A.g.e., 2. kitap, s. 320; );
Marie- Hélène Sauner- Leroy, “Temel Ezginin Üç Örneği: Aşure, Anuşabur,
Koliva”, Yemek ve Kültür, sayı 13,
İstanbul: Çiya Yayınları, 2008, s. 101-107;Zarif Orgun “Osmanlı Sarayında Yemek
Yeme âdâbı”, Türk Mutfağı Sempozyumu
Bildirileri, Ankara 31 Ekim-1 Kasım 1981), Ankara: Kültür ve Turizm
Bakanlığı, 1982, s. 149-50; A.g.y., “Osmanlı Sarayında Kilercibaşılık ve
Kilercibaşı Defterinden Saray Tatlıları”, Geleneksel
Türk Tatlıları Sempozyumu Bildirileri, İstanbul 17-18 Aralık 1983, Ankara:
Kültür ve Turizm Bakanlığı, 1984, s. 70.
Yorumlar