Anadolu’nun Gerçek Fethi Ve Sahip Ata

Anadolu’nun Gerçek Fethi
Ve Sahip Ata

            Tarih boyunca kavimler, toplumlar, milletler farklı nedenlerle yer değiştirmiş, biryerden bir yere göç etmek zorunda kalmışlardır. Bu göçler tabi nedenlerle olabildiği gibi bir başka kavmin baskısı yada istilası sebebiyle de olabilmektedir. Topraklarının yetersizliği kavimleri daha verimli yerler aramaya itmiş, yol üzerinde iştahalarını kabartan medeniyet merkezlerini de yağmaladıkları olmuştur. Tarih sahnesinde bu tarz hadiselere gösterilecek yüzlerce örnek vardır. Anadolu’da Hititlerin yıkılmasına sebep olan ve Balkanlardan gelen Trak istilalarından, tam tersi istikametten başlayan ve Makedonya’ya kadar dayanan Pers istilalarına, İskender’in Hindistan seferlerinden, Moğolların batı seferlerine kadar nice nüfus hareketi dünya üzerinde birçok şeyin değişmesine yönetimlerin kurulup yıkılmasına, milletlerin kaybolup yenilerinin oluşmasına sebep olmuştur. Bu tarz toplum hareketlerinden bir tanesi de vardır ki özel olarak incelenmesi gereken farklı bir yapıya sahiptir.

            Genel manada Kavimler göçünü başlatan Orta Asya çıkışlı Türk toplumlarının göçleri konumuzun başlangıcını teşkil etmektedir. Daha önce bölgelerinde Hun, Göktürk, Uygur vb. büyük devletler kuran bu topluluklar ; kuraklık, hayvan hastalıkları, kendi aralarındaki mücadeleler ve Çin baskısı vb. Sebeplerle yerlerini terketmiş, Orta Asya’dan ön asyaya kadar gelmişlerdir. Burada da kendi aralarında bölünmeler yaşamış, bir kısmı yukarıdan Avrupa üzerine giderek bugünkü Macaristan topraklarını merkez edinerek Avrupa Hun devletini kurarken Ön Asyaya gelenler farklı bir hal sergilereyek İslamiyetle tanışmış ve topluluklar halinde bu yeni dine girmişlerdir. Kısa sürede yaşantıları, inançları ve dünya görüşleri yeni inanışlarını bağdaştırmışler ve bundan sonraki medeniyetlerini hep bu yeni anlayışlarını ölçü kabul ederek kurmuşlardır. Samanoğulları, Karahanlılar,  ve Gazneliler gibi Dünya tarihine silinmez izler bırakan Medeniyetler işte bundan sonra meydana gelecektir. Hakkı tutup kaldırma, haksızın ve sapkının karşısında olma, bir devlet anlayışı halinde gelenek olarak özenle yaşatılacaktır. Nitekim Gazneli Mahmud’un Hindistan seferlerinin altında yatan en önemli sebep ne Hindistan’ın devasa zenginliği, nede o toprakları kendine katma hırsıdır. Çevrelerini koruma anlayışları ta o günlerde Abbasileri himaye ile başlayacak ve bu korumacılık Gaznelilerden sonra Selçuklular tarafından da devam ettirilecektir.

            Cend Şehrinde İslamiyete giren ve Oğuz Yabgusu ile tüm bağlarını koparan Selçuk Bey farkında olmadan yeni bir oluşumun içine girecek ve oğulları ile birlikte kendi adını taşıyan yeni bir devlet ortaya çıkacaktır. Bu yeni devleti ciddi sorunlar beklemektedir. Bir tarafta son derece güçlü Gazneli birlikleri, öbür tarafta Abbasileri yutmaya hazırlanan Şii Büveyhoğulları ve İslamiyeti zehirlemeye çalışan Şii akımlar. Bunlara karşı hem güçlü bir orduya, hem ileriyi hesaplayabilen bir stratejiye hemde sağlam bir ilim çevresine ihtiyaç vardır. Çünkü meydanlarda ordular, yapıların ve kafaların içindede ilim yoluyla anlayışlar karşılaşmaktadır.  Dinamik göçebe yapıyı yerleşik ve oturmuş bir medeniyet yapısına adaptede son derece başarılı olacak olan Selçuklular bir yandan ordularını kuvvetlendirip farklı stratejilerle Gaznelilerin belini bükmüş, diğer yandan da dört bir yana açtıkları Medreselerle karşılarındaki fikir akımları ile mücadele etmesini bilmişlerdir.

            Selçuk Bey’in torunları Tuğrul ve Çağrı Beyler ile Selçuklu daha bir çoşmuş, bir yandan Abbasi Halifesi Kaim bi Emrillah’ı Büveyhilere karşı korurken diğer yandan Gaznelileri etkisiz hale getirmişlerdir. Fakat savaş meydanlarındaki galibiyet herzaman herşeyi elde etme manasına gelmemektedir. Özellikle Fatimilerin kurdukları bir takım eğitim müesseseleri hergeçen gün etkisini arttırmakta, insanların kafalarını bulandırmaktadır. Bu arada Çağrı Bey yeni yurt arama amacıyla Anadolu’nun kapısı hükmündeki Pasinler’e kadar inmiş ve bu coğrafyayı tanımaya çalışmıştır.

Artık Selçuklu tahtında Çağrı Bey’İn oğlu Alparslan vardır. Bu ileri görüşlü ve aynı zamanda gözüpek sultan bir yandan Ortadoğu gaileleri ile uğraşırken diğer yandan da babasının gösterdiği hedefe gözlerini dikmiştir. Burası Anadolu’dur. Fakat o günlerde Anadolu’da son derece güçlü bir devlet, Bizans İmparatorluğu vardır. Diğer yandan da Fatimilerin ektikleri fikirler, Hasan Sabbah’ın Batıni faaliyetleri etki alanlarını genişletmektedirler. İşte en etkin mücadele bundan sonra başlar. Büyük Selçuklular özellikle başvezir Nizamülmülk’ün girişimleri ile sonradan Nizamiye Medreseleri olarak adlandırılacak büyük bir eğitim faaliyetine girişirler. Bu dört başı mamur eğitim kurumları yatılı eğitim vermekte olup gençleri akılcı, araştırmacı, inançlı, batıl fikirlere karşı gönlü ikna olmuş ve çevresine de iyiliği telkin etmeyi vazife edinmiş bir şekilde yetiştireceklerdir. Bu kurumların başına devrin en büyük ilim kapısı denilen İmam Gazali getirilir. Hem doğunun sapkın fikirleri, hem batının felsefik kokuşmuşluğu, karşılarında kısa sürede bir ilim ordusu bulur ve yenilgi bayrağını çekerler. ilimle Selçuklunun belini bükemeyen ve savaş meydanlarında da karşısına çıkamayan bir takım şer güçler de adi suikastlarle emellerine ulaşmaya çalışacaklardır.

Artık Selçukluların önünde yeni bir kapı vardır. O günlerde Diyarı Rum denilen bu yer stratejik önemi, göç ve ticaret yolları üzerinde bulunması ve iklimi vb. sebeplerle yaşanılacak bir coğrafyadır. Fakat Bizans Selçuklulara geçit vermek istemeyecek, meydana gelen Malazgirt Meydan Muharebesi ile ağır bir yenilgiye uğrayacaktır. Artık kapılar açılmıştır. Anadolu Selçukluları beklemektedir. Fakat beklenmeyen bir şey olur. Büyük Selçuklular olarak tarihe geçen bu devlet büyük bir ileri görüşlülük göstererek bu toprakları şahsi hırsları sebebiyle elde etmek istemediklerini gösterircesine direk orduları ile girmezler. Alparslan dört meşhur kumandanını yanına çağırarak Anadolu topraklarının belli yerlerini hedef göstererek kendilerine tahsis eder. İşte bu kumandanlar Anadolu’nun ilk fatihleri olacaklardır. İsimlerinin başında ne melik, ne sultan nede başka bir debdebeli ünvan yoktur. Ama bunlardan çok daha anlamlı ve yüce bir ünvan taşımaktadırlar; Gazi. Mengücek, Danişment, Artuk ve Saltuk Gaziler kendilerine hedef gösterilen yerlere doğru maiyetlerindekilerle birlikte hızla ilerlerler. Buraları ele geçirecek, yurt edinecek, insanları yaşamasına uygun bir yönetimle oralara yatırım yapacak ve bu toprakları vatan edineceklerdir. Danişment Gazi Tokat ve Niksar, Mengücek Gazi, Sivaz ve Divriği, Artuk Gazi Mardin, Saltuk Gazi’de Erzurum’u kendisine merkez seçer. Bu ilk Anadolu Beylikleri bu yeni topraklarda yer edine dursun hareketin başındaki devlet boş durmamaktadır. Büyük Selçuklular Anadolu’ya asıl kuvvetleri ile girmemişlerdir ama buralara lojistik destek vermekten de geri kalmamışlardır. Anadolu’nun doğuya açılan kapısı olan üç önemli merkez, Büyük Selçuklu’nun yeni Hükümdarı Melikşah’ın himmeti altındadır. Daha önceleri Suriye Seferinde Şam’a kadar giden ve burada eserler bırakan, Şam Emeviye Cami’ne bir de kubbe ekleten Melikşah; Diyarbakır, Siirt ve Bitlis’e üç büyük külliye yaptırır. Bugün camileri birer Anadolu Ulucamisi olarak hala hizmet veren bu devasa yapılar, yanlarındaki okul binaları, kütüphaneleri, imaret ve hamamları ile neredeyse civardaki tüm halka hizmet veren kurumlar durumundadır. Bizzat Melikşah tarafından gönderilerek inşa edilen bu yapılar bize çok önemli bir şeyi göstermektedir. Girmediği, hakimiyet alanına almadığı topraklara bile yatırım yapan ileri görüşlü bir hükümdarı ve O’nun himmeti ile ileride meydana gelecek devasa medeniyeti.

O güne kadar Diyar-ı Rum olarak adlandırılan bu topraklarda şimdi çok önemli faaliyetler başlamıştır. Toprağın güvenliği atlı birlikler ile sağlanmaktadır ama bunun yanında hızlı bir yapılaşma, yerleşim, çevreyi mamur etme, etrafına hayat hakkı tanıyarak onları da kendi müesseselerinden istifade ettirme vb. anlayışlar Anadolu’da yeni bir hareketi meydana getirecektir. Alparslan’ın Anadolu’ya gönderdiği ve belli yerleri onlara hedef gösterdiği bu ilk Anadolu Beyliklerini ele alacak olursak her birinin yaşam alanı olarak belirlediği coğrafyayı değil yağmalamak ve sömürmek aksine ihya eylediğini, nice hayır eserleri ile donattıklarını göreceğiz.

Tokat ve Niksar merkezli Danişmetliler 1071 Malazgirt sonrası geldikleri bu topraklarda hayret verici bir manzara sergileyerek tam beş sene sonra yani 1076 da Tokat ve Niksar Yağbasan Medreselerini inşa edeceklerdir. Döneminin tüm eğitim şartlarını üzerinde taşıyan son derece modern bu yapılar bugün bile görenleri hayran bırakmaktadır. Bugün eski Tokat’ın şehir merkesindeki ortası kubbeli yapısıyla Tokat Yağbasan, yada Niksar Kalesinin içerisinde inşa edilen ve taşıma sistemleri ile taş kemerleri, görenleri hala büyüleyen Niksar Yağbasan Medreseleri, bu insanların buralara geliş gayelerini bize çok güzel  bir şekilde anlatmaktadırlar.

Biraz daha aşağılara inerek Sivas ve Divriği merkezli Mengüceklilere eğilelim. Diğer Anadolu Beyliklerine nazaran daha bir Selçuklulara bağlı kalan bu beylik daha ayağını bu topraklara basar basmaz yaşatmak için yaşama zihniyeti ile hareket etmiş, çevrelerini kadınıyla erkeği ile hayır eserleri ile donatmasını bilmiştir. Hatta bu hayır işinde yukarısı her zaman aşağıya yani halka örnek olmasını da bilmiştir. Günümüzden 800 sene önce neredeyse bugünün tüm dünyasına ders verecek bir tarzda inşa edilen Divriği Küllesi görebilen için bunun en güzel numunelerini taşımaktadır. Mengücek Ahmet Şah, zeminin enbesine rağmen gayet büyük bir Ulucamiyi hemde bugün tüm sanat tarihçilerin parmaklarını ısırtacak bir güzellikle inşa etmiştir. İçindeki alabildiğine sadeliğin aksine dışarıda insanı büyüleyen süs ve tezyinatlar, taş sanatının muhteşem incelikleri; bu insanların buralara hiçte öyle kültürsüz gelmediklerini göstermektedir. Avrupa’nın yüzyıllar sonra kullanacağı Barok’u daha o devirde kapılarına yansıtabilen bu anlayış bu süs ve depdebeyi kendi saraylarında değil halk için yaptırdığı cami, medrese ve şifahanelerinde kullanmaktadır. Zaten bu insanların hiçbir zaman öyle sanıldığı gibi sarayları olmamıştır. Gazi lakaplı bu kişiler, emirlerinde onbinlerce askerle Bizans’ın başını eğdirirken akşamları kaldıkları kalenin bir burcunda ikamet etmeyi sürdürmüşlerdir. Çünkü bizdeki anlayışa göre, halk başındaki yöneticisinin kendisi gibi yaşamasını istemektedir. Aşırı bir yaşantı, zenginliğe düşkünlük bir idarecinin al aşağı edilebilmesi için yeterlidir. Mengücek Gazi’nin bu muhteşem Ulucamisi elbette anlatılacak tek eser değildir. Kadınıyla erkeği ile hep hayrın yanında olmak isteyen bu medeniyette Mengücek Ahmet Şah’ın hanımı Melike Turhan Sultan’da Caminin kıble duvarına paralel enine uzayan muhteşem bir şifahane yaptırmıştır. Ana kapısından itibaren her şeyi ile ziyaretcilerini büyüleyen bu yapıda bir kadının letafet ve inceliğinin yanısıra onun şevkat kahramanı yönü, sadece kendi çocuğunun değil toplumun annesi olma anlayışı vb. daha birçok detay göze çarpmaktadır. Peki her zaman hayrın yanında olmak isteyen, yeni fethettiği topraklara bile öncelikle zindanlar, hapishane ve işkencehaneler değil, cami, medrese ve şifahaneler yapan bu insanlar ölümden sonra neyin yanında olmak istemişlerdir ? Cevabı son derece açık. Tabiki yaptırdıkları hayır kurumlarının bahçesinde. İşte Mengücek Ahmet Şah ile eşi Melike Turhan Sultan’da bugün kendi yaptırdıkları Cami ve Şifahane’nin kesiştiği noktada yaptırdıkları mütevazi bir türbe odasında medfundurlar. Bir dönem Afganistan Belh’ten Konya’lara kadar gelen Mevlanaların bile yolda tedavi oldukları bu şifahane ve duvar dibindeki medreseli cami ve ortasında yan yana yatan karıkoca, Anadolu’nun gerçek fethi hakkında nice soruya kestirmeden en güzel cevabı kabirleri ile vermişlerdir.

Gelelim Palandöken eteklerini kendilerine yurt edinen Saltuklulara. Saltuk Gazi Erzurum Merkeze gelmesi ile birlikte oradaki Bizans ve Ermeni varlığına dokunmadığı gibi yanlarına inşa ettirdikleri ile onların da yaşam sıtandartlarını yükseltmeye çalışmıştır. Erzurum Kalesi içindeki kale caminden, muhteşem kufi hatlı kulesine, Ulucamiden, Hüdavent Hatun’un eseri Çifte Minareli Medreseye birçok önemli yapı Saltuklular tarafından inşa ettirilecektir. Anadolu’da daha büyüğü hala inşa edilememiş olan Çifte Minareli Medreseyi bir hanımın yaptırmış olması ve yine yaptırdığı bu iki katlı devasa Üniversitenin hemen bitişiğindeki kümbetinde yatıyor olması onların Anadolu’ya kılıçla değil ilimle girdiklerini gösteren en güzel numunelerdir.

Bu arada Anadolu ile ilgili çok önemli bir detayı da söyleyemeden geçemeyeceğim. Selçuklu’nun köklü bir medeniyetle gelip şekillendirdiği Anadolu, kısa bir sürede Onlara öyle bir vatan olacaktır ki,sonradan buraları işgale gelenler değil Türkleri Anadolu’dan sürüp atmak, kısa sürede bu büyük medeniyet içinde eriyip onlarda Türklerin rengine boyanacaklardır. Kastettiğim işgallerin en meşhuru tabiki Moğol istilalarıdır. Anadolu’yu haraca kesen, yerel valileri ve devasa orduları ile Anadolu Türklerine kan kusturan Moğollar bir süre sonra Anadolu’ya Türklerin getirdiği ilim, sanat ve yaşatma duygusu ile tanışacak ve onlar da birçoğu ile müslüman olarak etraflarına camiler, medreseler, hanlar yapan kişiler haline geleceklerdir. Bugün Anadolu coğrafyası üzerindeki nice İlhanlı eseri bunun en güzel örnekleri ile doludur. Kırşehir’deki Cacabey Külliyesi’nden, Amasya’daki burma minareli külliyelere, Torumtay’ın yapılarından yine Erzurum’daki Yakutiye Medreselerine kadar nice eser düşmanını bile dost yapabilen bir anlayışın örnekleri ile doludur.

Gelelim ilk Anadolu Beyliklerinin en varlıklısına. O günün en verimli topraklarında kurulan Artukoğullarına. Aslında kendi içlerinde Harput, Mardin ve Hasankeyf Artukluları olarak ayrılan bu ünlü beylik dönemin ticaretinin tam göbeğinde bulunması nehir taşımacılığının ve kervanların vazgeçilmez güzergahlarının üzerinde bulunması ile diğerlerine göre çok daha rahat bir konuma sahipti. Ama onlar bu konumlarını da kültüre aktarmasını bilmiş ve bugün yaşadıkları yerleri gezen bizleri büyüleyecek nice eser bırakmışlardır. Aslında hiçde uzun bir yönetim dönemleri olmayan bu beyliklerin bu kadar kısa bir sürede böylesine devasa ve çok sayıda eser bırakmaları Anadolu’yu kendi anlayışlarına göre şekillendirme arzularından gelmektedir. Her gittikleri yerde şehirleri kendi boyaları ile boyama anlayışlarını hep yatırımlarla gerçekleştirmişlerdir. Artuklular da bahsettiğimiz merkezlere yerleşmeleri ile birlikte bu şehirlerin semalarında minareler ve nice dilimli kubbeler arzı endam etmeye başlayacaktır. Bütün bir Mezopotamya ovasına hakim, Melik Necmeddin İsa Bin Muzaffer Davut Bin El Melik Salih tarafından yaptırılan Zinciriye Medresesi, çifte medrese tarzının en güzel örneklerinden biri olup banisi de bizzat içinde yatmaktadır. Bu yönetimde kadınlarında erkekler kadar aktif olduğunun bir başka örneğide yine Mardin’dedir. Artuklu Sultanlarından Necmeddin Alpi’nin eşi Sitti Razviye (Radviyye)’nin Hatuniye olarak da adlandırılan Medresesi mescidinin yanındaki kabri ve kabrinin duvarındaki Peygamber Efendimiz (SAS)’e ait kademi şerif bu insanların çevreyi hayır eserleri ve ilimle şekillendirirken nereden ilham aldıklarını da göstermektedir. İnançları onları çevrelerini sömürmekten alıkoymuş ve işte böyle izleri bin yıl sonrasına uzanabilen bir anlayışı kurmaya onları sevketmiştir. Artukluların sadece Mardin merkezli okullarını anlatmaya bu yazının boyutları yetmez kanaatindeyim. Zinciriye ve Hatuniye’nin yanında Şehidiye, Kasımiye, Altunboğa, Melik Mansur, Marufiye, Muzafferiye, Hüsamiye Medreseleri ve bunların yanındaki daha nice hayır eseri, kısa bir sürede Anadolu’da yeni bir kimliğin yetişmesini ve gelişmesini sağlayacaktır.

İlk Anadolu Beylikleri Anadolu coğrafyasının kazanılmasında böyle önemli bir hizmeti yerine getirirlerken, Anadolu’nun orta ve batı kısmı hedef olarak gösterilmiş bir başka kumandan vardır ki tarihler bize onu Süleyman Şah olarak anlatacaklardır. Bir rivayete göre Üsküdar’a kadar gitmiş olan Süleyman Şah, İznik gibi önemli bir Bizans şehrini dahi fethetmeyi başarmıştır. Fakat daha öncede söylediğimiz gibi sadece kaba kuvvete dayalı seferler geçici olmakta ve kısa sürede etkisini kaybedebilmektedir. Nitekim karşı saldırılar ve özellikle de ardı arkası kesilmez Haçlı Seferleri Anadolu’nun orta ve batısında filizlenen bu yeni oluşuma uzun süre hayat hakkı tanımayacaktır. Devrinin büyük idarecileri olan Sultan Mesutlar, Kılıçarslanlar, hep Bizans ve Haçlılara karşı mücadele halinde olmuş ve asıl fethe yönelik çalışmaları zayıf kalmıştır. Ama Miryakefelon sonrası Bizans’ın savunmaya geçmesi, Haçlıların karadan değilde artık denizden Kudüs’e gitmeyi tercih etmeleri ve Selahaddin gibi kahramanların Anadolu’nun yükünü hafifletmesi ile Anadolu Selçukluları da bulundukları coğrafyanın imar ve iskanına vakit bulabilmişlerdir. Gerçi savaş yıllarında bile Sultan Mesutların Konya Alaaddin Tepesindeki Alaaddin Cami’nin temellerini attığını, Kılıçarslanların bu inşaatları devam ettirdiklerini biliyoruz. Fakat gerçek manada imar ve yatırımın olacağı dönem Alaaddin Keykubat dönemi olacaktır. Çünkü artık düşman herşeyi ile bastırılmış, Selçuklular Anadolu’ya hakimiyeti tam olarak sağlamışlardır. Şimdi yatırım zamanıdır. Şimdi gönülleri kazanma, Anadolu’yu mamur etme, dünya üzerinde İşte yaşanacak yer dedirtme zamanıdır. Büyük bir seferberlik başlar. Ama bu bir savaş hazırlığı değildir. Sultanından, sultan ailesine, Atabeylerinden, Pervanecilerine, vezirlerden kadınefendilere ve halka kadar dört bir yan insana hizmeti esas alan eserlerle doldurulacaktır.

Bir kere yaşanılacak bir ülkede insanlar özgürce seyahat edebilme hakkına sahip olmalı, mal ve canlarını devlet garanti edebilmelidir. Tüccar malını sakınmadan rahatlıkla dolaştırabilmelidir. İşte bu amaçla kuzeyde Amasra’dan, güneyde Alanya’ya (Alaiye) kadar limanlar kalelerle muhkem hale getirilecek ve liman ticareti canlandırılacaktır. Ticaret yolları üzerine, her bir yarım günlük mesafeye han ve kervansaraylar inşa edilecektir. Bugün Aksaray-Nevşehir arasındaki Sultan Han’ı bizzat Alaaddin Keykubat tarafından yaptırırken hemen devamındaki Ağzıkarahan, ikizhan, Tepesi Delik Han vb. daha nicelerini de yönetici tabaka ve hayırsever zenginler elbirliği ile inşa etmişlerdir. Bu vakıf hanlar hem can ve malı korumakta hem insanlardan üç güne kadar ücret almamaktatır. O günlerde böyle birşey Avrupa ülkeleri için ütopyadan başka birşey değildir. Ayrıca Anadolu’da ciddi bir eğitim seferberliği başlamış, şehirler medreselerle donatılmıştır. Bugün Anadolu Selçuklularının başkenti Konya başta olmak üzere Sivas, Kayseri, Amasya vb. şehirlere ve içerisindeki yapılara baktığımızda o döneme ait eserlerle süslü olduğu görülecektir. Balık baştan kokar yada herşey en baştan düzelir misali Anadolu Selçuklularında da bu böyle olmuştur. Yönetici tabaka sadece ferdi olarak değil aileleri ile de örnek tavırlar sergilemişlerdir. Alaaddin Keykubat’ın Antalya Yivliminare, Konya Alaaddin, Sultanhan, Malatya Ulucami vb. yüzlerce eserde adı olduğu gibi karısı Hunat Mahperi Hatun’un da Kayseri’nin göbeğinde dev bir camisi, medresesi ve hamamı, kızı şahcihan’ın da üzeri sadaka taşları ile süslü kütüphaneli bir kümbeti vardır. Aslında sorunun cevabını en güzel şekilde veren yer Konya’nın merkezindeki Alaaddin Tepesi’dir. Eski Konya’nın da ortası olan bu yer ve etrafındaki yapılar bu insanların gayelerini, Anadolu hakimiyetlerinin altında yatan sırrı aşikar, ayan beyan göstermektedir. Tepedeki Alaaddin Külliyesinden bahsetmiştik. Tepeyi çeviren yapılara dikkat ettiğiniz zaman zindan, işkencehane vb. yapılarla değil resmen birer kültür merkezi hükmündeki yapılarla karşılaşırsınız. Hemen başta Karatay Külliyesi, devamında İnce Minareli Medrese, biraz daha yürüyünce Sırçalı Medrese, içeriye girin Sahipata Külliyesi, sağında Dar’ülhuffaz ve diğerleri.

Dönemi ve kişileri anlamanın en kestirme yolu ise idarecileri incelemekten geçiyor. Yönetici tabakayı tek tek ele alacak olursak; Vezir Kethüdası olan Emir Celâleddin Karatay, Konyada Karatay adında Muhteşem bir Medrese yaptırmış. Yaptırdığı medresenin içerisinde yatan bu zatın ayrıca Antalya’da bir camisi, Bünyanı Hamit kazasının Karatay karyesinde de büyük bir hanı bulunuyor. Beylerbeyilik makamında olan Emir Seyfettin Torumtay bin Abdullah’ın Amasya’da Gök Medrese adıyla anılan muhteşem bir medresesi yanında türbesi var. Atabey Kadı İzzetti Muhammet bin Mahmud Razi’nin Konya’da mescidi ve yanında türbesi bulunuyor. Sultan Naibi Eminettin Mikail bin Abdulah’ın Sivrihisarda camisi ve mektebi, Sahiplik makamında olan Muinittin Mesut’un Sinop’ta Cami ve medresesi, Merzifon’da camisi, Kastamonu’da şifahanesi, Tokat’ta Dar’üssüleha’sı ve medresesi bulunmaktadır. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Akla halkın bu yemekte tuzu yokmu sorusu gelirse yine meraklılarını eski Konya’nın ara sokaklarına davet edebiliriz. Çünkü her bir köşe başını süsleyen birbirinden güzel ve orjinal Selçuklu mescidleri bir dönemin sıbyan mektebi vazifesi de gören durumları ile halkın da bu işin ne kadar içinde olduğunu bizlere göstermektedir.

Tüm bu anlatılanları dinleyip, evet onlar yaşatmak için yaşamışlar ama devletlerin güçlü dönemlerinde bunların yapılması normaldi. Buna birçok devletten Abbasiden Osmanlı’ya kadar nice örnekler verilebilir, derseniz sizi özel biri ile tanıştırmak isterim. Büyüklük elbette sadece zirvede olunduğu günlerde alicenap olmakla, paraya para denmediği günlede dağıtmakla olmuyor. Asıl büyüklük sıkıntının hat safhaya çıktığı günlerde, herkesin kaçacak delik aradığı dönemlerde de koşuşturabilmekten, birilerinin elinden tutup çevreye ümit dağıtabilmekten geçiyor. İşte bahsedeceğim kişi tam bu işin erbabı. Bu vazifenin hakkını veren bir kişi. Selçuklu tarihlerinde tam künyesi; Hoca Sahip Ata Fahrettin Ali olarak geçen meşhur adıyla Sahip Ata. Tam beş Selçuklu Sultan’ına 20 yıl boyunca baş vezirlik yapmış önemli bir sima. Başvezirlik dışındaki vazifeleri ile birlikte düşünürsek 1245-1285 yılları arasında yani toplam 40 sene devlete millete hizmet etmiş bir kişi. Dönemide öyle Sultan Mesutların, Alaaddin Keykubatların dönemi değil. Tarih okuyan hiç kimsenin yaşamak istemeyeceği bir dönem, Moğolların artık Anadolu’yu istila ettikleri, Anadolu Selçuklularının bağlı bir devlet halinde düşmanın elinde oyuncak haline geldiği bir dönem.

Tarihler Hicri 644 (1245) gü göstermektedir. 13.Selçuklu Sultanı 2.Gıyasettin Keyhüsrev Alanya’da vefat eder. Geriye üç oğul bırakmıştır. 2.İzzettin Keykavus, Rükneddin Kılıçarslan, 2.Alaaddin Keykubat. Moğolların aradığı fırsat işte budur. Bu üç kardeşi devamlı birbirine vurdurmak ve arzu ettikleri şekilde Anadolu Selçuklularını zayıflatmak ve istedikleri gibi yönetmektir. İzzettin Keykavus kurul tarafından sultan seçildiği halde Moğol hakanı Güyük han Rüknettin Kılıçaslan’ı da seçince çatışmanın eşiğine gelinmiştir. Tam büyük bir savaş patlayacaktır ki, araya bugün medreseleri Alaaddin Tepesinin kenarında yan yana duran iki büyük vezir devreye girer. Sahip Ata Fahrettin Ali ve Emir Celalettin Karatay. Moğolların hevesleri kursaklarında kalmıştır. Aradan birkaç sene geçer. Moğol tahtında bu kez Mengü Kağan vardır. Moğol kumandanlarından Baycunoyan Anadolu’ya girip yağma yapmak ister. İleri görüşlü Sahipata bu çapulcu sürüsü Anadolu’ya girip kendilerince yağma yapamadan acil olarak Konya’dan Azerbaycan havalisine, Mengli’nin yanına gitmiş ve kendisine verilecek vergiyi Baycunoyan’ın istediğini arzetmiştir. Mengli Kağan verdiği emir ile Baycuyu, yapmayı düşündüğü harekettten menedecektir. Tam o günlerde Moğol hükümdarı Hülagu Bağdat’a girer. Bağdat’ta taş üzerinde taş bırakmaz. Abbasi Halifesi Müstasımbillah’ı öldürür. Anadolu’da sıkıntı hat safhadadır. Herkes diken üzerindedir. Bu Moğollara karşı nasıl durulmalıdır. Anadolu birlik ve beraberlikten yoksundur. Anadolu Selçuklu veliahtları Hülagu’nun yanına giderler. Hülagu Anadolu’nun parçalanmış bir şekilde olmasını yeğlediğinden hem İzzettin Keykavus’a hemde Kılıçarslan’a iltifat eder ve devlet Sivas’ın doğusu ve batısı halinde ikiye ayrılır. Sahip Ata ve Muinüttin Süleyman bu iki sultanın baş vezirliklerini yapıyorlardı. Muinüttin Süleyman devamlı karşı tarafa saldırması için sultanı Kılıçarslan’ı kışkırtırken Sahipata hep düzen ve sükundan yana idi. Tam silahlar çekilmek üzere idi ki, Sahipata bukez Kılıçarslan’ı sükunete davet etmek üzere diğer sultan ile görüşmeye gidecek ama yolda alıkonularak İzzettin Keykavus’a saldırılacaktır. İşin ilginç yanı Fahrettin Ali öyle tecrübeli ve sağduyulu bir yönetici idi ki, karşı tarafın Sultanı olan Kılıçarslan onu baş veziri ilan edecektir. Fakat danışmanı olan Muinüttin Süleyman bu kez Sahipata ile uğraşmaya başlar. Sultanı 4.Kılıçarslan’ın kendisinden duyduğu memnuniyetsizliği de bildiği için Niğde beyi ile anlaşarak Sultanını zehirletir. Ölen sultanın yerine bukez küçük oğlu 3. Gıyasettin Keyhüsrev geçer. Altı yaşındaki bu çocuğun tahtta olması Muinüttin Süleyman ve diğer Selçuklu düşmanları için bulunmaz fırsattır. Ama tepede kapı gibi bir devlet adamı, Sahip Ata Fahrettin Ali vardır. Haftalarca O’nu kirletecek bir iftira ararlar. O günlerde Sahip Ata’ya bir mektup gelmiştir. Mektup Kırım’dan gelmektedir. Kırım Han’ının yanında alıkonulmuş olan eski Selçuklu Sultanı İzzettin Keykavus durumunun kötülüğünden bahsederek maddi yardım istemektedir. Sahip Ata mektubu Muinüttin Süleyman’la istişare eder. O’da eski dostlara yardım etmek gerektiğinden bahseder. Sahip Ata’da tutar İzzettin Keykavus’a iki çift elbise ile biraz mücevher gönderir. Ama fırsat kollayan Muinüttin Süleyman ve yandaşları, İzzettin Keykavus’un mektubunu göstererek Sahip ata’yı ihanetle suçlarlar. Bununla da kalmaz İlhanlılara kadar şikayet ederler. Sahip Ata sırf insanlık adına yaptığı bir yardım dolayısı ile Tebriz’e kadar gidecek ve İlhanlı yargılamasından anlının akıyla çıkacaktır. Halbuki düşmanlarının amacı O’nun Tebriz’de başını vurdurmaktır. Aksine Abakan Han tarafından eski vazifesi geri verilecek ve Sahip Ata yeniden baş vezarete geçecektir.

Anadolu’da karışıklıklar bir türlü durulmamaktadır. Tam Moğolların mandası altında sükun bulunmuştur ki bu kez aşağıdan Memlüklüler Anadolu’ya girerler. Başlarında ünlü kumandanları Baybars vardır. Moğollar Elbistan yakınlarında Baybars karşısında ilk yenilgilerini tadacaklardır. Ama Baybars’ın ayrılması ile birlikte bukez hınçlarını Anadolu Türklerinden almaya çalışacak ve birçok yerleşim merkezini harabeye çevireceklerdir. Sahip Ata, Moğol Hakan’ı Abaka ile birlikte Tebriz’e kadar gidecek ve Moğolların yıkımlarını en aza indirmeye çalışacaktır. Aynı günlerde Selçuklu’nun zaafından istifade eden Karamanoğulları’da Konya’ya saldırırlar. İşte bu kargaşa sırasında Sahip Ata’nın bir oğlu Moğollar, iki oğlu da Karamanoğulları tarafından öldürülecektir. O sırada milletinin selameti için Sultan 3.Gıyasettin Keyhüsrev ile Tebriz’de olan Sahip Ata Anadolu’ya dönecek ve isyanları bastıracaktır.

Anadolu tam huzuru buluyor derken bu kez Moğolların başına Ahmet Han geçer. 3.Gıyasettin’in tek başına iktidarını tehlikeli görerek, yıllar evvel Kırım’a sürülen İzzettin Keykavus’un oğlu Gıyasettin Mesut’u getirtir ve Selçuklu’yu yeniden ikiye ayırır. 3.Gıyasettin Keyhüsrev bunu kabul etmeyince Moğollar tarafından öldürülecektir. Gıyasettin Mesut bu şekilde tam 14 yıl Sahip Ata ile birlikte devleti huzur içinde yönetirler. Sahipata Fahrettin Ali artık iyice yaşlanmıştır. Tarihler 1283 ü gösterdiğinde devletin başındaki Selçuklu Sultanı 2.Mesut’tan izin isteyerek başkent Konya’nın Akşehir kazasına bağlı Nadir Köyü’ne gitmiş ve buradaki çiftliğinde yaşamaya başlamıştır. Kendisi artık yönetimde değildir ama tüm aile efradını devlete ve askere desteğe davet etmektedir. Nitekim Germiyanoğulları’da Selçuklu’ya başkaldıracak ve çatışmalarda Sahipata’nın torunu Karahisardevle Germiyan kuvvetleri tarafından şehit edilecektir. Sadece kendisi değil yakın çevresiyle de o hep nizam ve intizamın, Büyük Selçuklu’nun devamı olan Anadolu Selçuklu Sultanlarının yanında olmuştur. Hiçbir fevri hareketin içinde olmadığı gibi, başka cenahlardan gelen makam, mansıp, para vb. tekliflere de hiç kulak asmamış, ömrünü insanlığın hizmetine atamıştır. Çiftliğine yerleşmesinin üzerinden sadece iki yıl geçmiştir ki, tarihin az gördüğü simalardan olan bu büyük idareci Hak’kın Rahmetine kavuşacaktır. Ölümü sanki sadece kendi ölümü değil, Anadolu Selçuklularının ölümü gibidir. Çünkü o güne kadar bir derece Selçuklu’ya bağlılığını sürdüren ikinci Anadolu Beylikleri artık Selçuklu’nun herşeyi ile bittiğine kanaat getirmişler ve bölgesel başkaldırılara girmişlerdir. Karamanoğullarının arkasından Germiyan, Hamit ve Eşrefoğulları’da artık emir dinlememektedir. 2.Mesut’un kardeşi 5.Kılıçarslan’da Kastamonu’da yönetimi tanımadığını ilan eder. Yönetim diye birşey de kalmamıştır.  Devletin tüm kaynaklarına Moğolların el koyması, intizamını bozmaktadır. Vergiler ciddi şekilde artmıştır. Son olarak Moğollar Sultan 2.Mesut’un elindeki tüm yetkileri alırlar. Bu kadarına dayanamayan zavallı sultan felç geçirerek 1308 yılında vefat edecektir. Tarihler her ne kadar Anadolu Selçuklularının yıkılış tarihi olarak O’nun ölüm tarihi olan 1308’i baz alsalarda aslında gerçek yıkılış Sahip Ata’nın vefat yılı olan 1285 tarihidir. 

Bu büyük insanı büyük yapan aslında sadece Anadolu Selçuklularının yönetiminde uzun yıllar adilane bir şekilde kalması değil, sıkıntının hat safhaya çıktığı o günlerde, herkesin ümidini kaybettiği demlerde bile gelecek adına ümitlerini kaybetmeyerek farklı çıkış yolları araması olmuştur. İnsan yetiştirmenin önemini görmüş, insana yapılan yatırımın aslında geleceğe yapılacak yatırım olduğunu düşünerek çevresini, çağını aşan eğitim kurumları ile donatmıştır.

Bu eserleri kısaca hatırlayacak olursak, Konya’da Larende kapısı civarında yaptırdığı Cami, hamam, hankah ve türbe, Alaaddin Tepesi civarındaki İnceminareli Medrese vemescid, Nalıncı Baba türbesi, Sultan Hamamı, Buzhaneler, çeşmeler. Ilgın’da yaptırdığı Kaplıca ve Han, Akşehir’de yaptırdığı Taş Medrese, türbe, mescid, hankah ile imaret, İshaklı’da yaptırdığı Han ve Hamam, Kayseri’de yaptırdığı Sahabiye Medresesi, çeşme ve mescid, Sivas’ta yaptırdığı Gökmedrese, mescit, çeşmeimaret, hamam ve Dar’ül Hadis bazılarıdır. 

 Sadakatle ülkesine hizmet ederken, şahsi malından ayırdıkları ile adım attığı heryeri mamur eylemiş, o anki sıkıntıların bir gün geçeceğini, yetişmiş nesillerle asıl hakimiyetin sağlanabileceğini görmüştür. Nitekim Anadolu Selçukluları olarak yıkılsalarda kısa bir süre sonra ikinci Anadolu Beylikleri döneminde ortaya konan muhteşem eserler bize bu eğitilmiş neslin neler yapabileceğini göstermektedir. Karaman’dan, Tire’ye, Beyşehir’den Selçuk’a kadar beyliklere ait nice başkent, ilim ve irfanla süslüdür. Nitekim bu müthiş birikim kısa bir süre sonra Osmanoğullarının ismi altında bir araya gelecek ve tarihin bugüne kadar eşine az rastladığı bir Cihan Devletine kapı açacaktır.

İşte Selçuk Bey’den Sahipata’ya bu küçük yarımadaya Anadolu insanlarının geliş macerası aslında bu şekilde cereyan etmiştir. Onlardan evvel niceleri Anadolu’ya gelmişlerdir. Hititlerden, Trak kavimlerine, Perslerden İskender’e, Romalılara ve Haçlılara kadar. Kimi yarımadayı kan gölüne çevirmiş, kimi arkasında sadece hapishaneler ve işkence merkezleri bırakmış, kimi de bu toprakları şahsi zevklerine has tiyatrolar ve hipodromlarla doldurmuştur. Ama hiçbiri sınıf, ırk, renk ayırımı gözetmeksizin insanlığı kucaklayan eğitim kurumları, insanların eline sıcak yemek tutuşturulan imaretler, ücret alınmaksızın insanların ağırlandığı kervansaraylar ve itina ile bakıldığı şifahaneler, zengin ile fakirin yan yana diz çöktüğü camiler ve mescidlerle süslememiştir. İşte bu nedenledir ki Anadolu’ya sonradan gelen bu toplum Anadolu’nun gerçek sahipleri haline gelmiştir. Çünkü bu topraklara en güzel yatırımı onlar yapmış bu topraklar ile özdeşleşerek Anadolu İnsanı adını onlar almıştır. Bugün Anadolu’nun dört bir yanında gözümüze çarpan bu muhteşem eserlerde her gelen giden misafirine bunu anlatmaya devam etmektedirler.





                                                                                  Talha Uğurluel



Kaynaklar:

Kayseri Sahip Ata Medresesi / Orhan Cezmi Tuncer.  Ankara : Kültür ve Turizm Bakanlığı, 1988.
Selçuk veziri Sahip Ata ve oğullarının hayat ve eserleri / Mehmed Ferid, M. Mesud. Konya Halkevi Neşriyatı, 1934.
Gök Medrese / N. Burhan Bilget. Ankara : Kültür Bakanlığı, 1989.
Alp Arslan zamanı Selçuklu askeri teşkilatı / Mehmet Altay Köymen. , 1970. (Ankara : ankara Üniversitesi
Basımevi)
Anadolu medreseleri Selçuklu ve Beylikler devri : açık medreseler / Metin Sözen. İstanbul : İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, 1970
Anadolu Selçuklu Devleti / Vladimir Aleksandrovich Gordlevsky, 1375/1956 ; trc. Azer Yaran.  Ankara : Onur Yayınları, 1988
Anadolu Selçuklu mimarisi / Haşim Karpuz.  Konya : Selçuk Üniversitesi Yaşatma ve Geliştirme Vakfı, 2001
Anadolu Selçukluları ve Beylikler dönemi uygarlığı : (sosyal ve siyasal hayat) editör Ahmet Yaşar Ocak.  Ankara : Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler Genel Müdürlüğü, 2006.
Anadolu Selçukluları devleti tarihi = Tarih-i al-i Selçuk / yay. Feridun Nafiz Uzluk.  Ankara
Anadolu Selçukluları döneminde Erzurum / Osman Gürbüz.  İstanbul : Aktif Yayınevi, 2004.
Anadolu Selçukluları Tarihi'nin yerli kaynakları Mehmed Fuad Köprülü, 1386/1966.  Ankara
Selçuk Dergisi Konya : Selçuk Üniversitesi Selçuklu Araştırmaları Merkezi, 1985
Sultana öğütler : Alaedin Keykubat’a sunulan Siyasetname / Ahmed b. Sa’d b. Mehdi b. Abdi’ss-Samed Osmani Zencani ; haz. H. Hüseyin Adalıoğlu.  İstanbul : Yeditepe Yayınları, 2005.
Türk Anadolu’da Mengücekoğulları / Necdet Sakaoğlu.  İstanbul : Milliyet Gazetesi, 1971.   227
Anadolu medreseleri Aptullah Kuran.  Ankara : Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mim.Fak., 1969

Anadolu kümbetleri : 1. Selçuklu dönemi / Orhan Cezmi Tuncer.  - Ankara : Güven Yayınevi, 1986

Yorumlar

Popüler Yayınlar