KONYA’DA SÖYLEMEZ ZAVİYESİ VE VAKFİYELERİ
Yusuf KÜÇÜKDAĞ
Malazgirt Zaferi(1071)’den kısa bir süre sonra Konya. Anadolu Selçuklu Devleti’nin başkenti olmuş(1096).çok geçmeden İslam dünyası’nın değişik yerlerinden gelen birçok mutasavvıfın Tekke ve Zaviyelerde fikirlerini yaydıkları ilim ve kültür merkezi haline gelmiştir.[55]Karamanoğulları devrinde de çok sayıda tarikat merkezi açılmış, buralarda mutasavvıflar faaliyetlerini rahat bir şekilde sürdürmüşlerdir.[56]Osmanlı döneminde ise tekke ve zaviyelerin sayıları oldukça artmış olup 30 Kasım 1925’te kapatılmalarına kadar varlıklarını muhafaza etmiştir.[57]Araştırma konusu olan Söylemez zaviyesi, Osmanlı’nın son devrinde inşa edilmiş olup, aşağıda buna dair üç vakfiye değerlendirilecektir.
I.ŞEYH FAZIL HÜSEYİN EFENDİ/ SÖYLEMEZ
Söylemez zaviyesi için düzenlenen üç vakfiyeden ilk ikisinin vâkıfı, türbe ve tekkeyi inşa ettiren eş-şeyh Fazıl Hüseyin Efendi’dir. Bu zat, adı geçen tekkenin aynı zamanda ilk şeyh ‘i olduğu için Konyalılar arasında bu tarikat yapısı,”Söylemez Tekkesi” diye tanınmıştır. Aşağıda Eş-Şeyh Fazıl Hüseyin Efendinin kısa hal tercümesi verilecektir.
Eş-şeyh Fazıl Hüseyin Efendinin hayatı hakkında bu çalışmada değerlendirilecek vakfiyeler ile mezar kitabesi ve kendi eliyle yazdığı Tarikatname de bilgiler bulunmaktadır. Bu zat Konya halkınca”Söylemez” diye bilinmektedir. Bununla birlikte onunla ilgili hiçbir vakıf kaydında lakabı ve şöhreti”Söylemez “olarak geçmemektedir. Ancak 1926 yılında yapılan tapu ve kadastro çalışmaları sırasında halkın şehadetine dayanılarak” Söylemez Tekkesi” şeklinde kaydedilmiştir.[58]
Peki, Şeyh Fazıl Hüseyin Efendiye neden “Söylemez” denmiştir?
Söylentilere göre Şeyh Fazıl Hüseyin Efendi, Hz. Peygamber’in “Allahuteâlâya ve Ahiret gününe iman eden kimse hayır söylesin veyahut sussun.”[59]Hadisini kendisine düstur edinip devamlı sustuğu ve kelam konuşmadığı için halk ona “Söylemez” lakabını vermiş,zamanla asıl ismi unutulmuştur.Burada vakfiye ve diğer belgelerde zikredildiği gibi kendisinden Şeyh Fazıl Hüseyin Efendi olarak bahsedilecektir.
Vakfiyelerdeki hayatına dair zahidane bilgiler onun gerçekten dünya ile fazla ilgisi olmadığını göstermektedir. Nitekim Konyada eskiden Kanlı göl şimdi Muhacir pazarı olarak bilinen Balık halinin doğusunda halen ayakta bulunan Kümbet, Şeyh Fazıl Hüseyin Efendi tarafından vefatında cenazesi defnedilmek için Türbe olarak bina ettirilmiştir. O,içine kabir çukuru kazdırdığı 35 zira[60] genişliğindeki bu türbede hayatını geçirmiştir.[61]Türbenin hemen yan tarafına kendisinin zâviye olarak yaptırdığı iki ev ile daha sonra Abdurrahman Nureddin Paşa’nın bu zâviyeye vakfettiği söylemez Konağı’nı kullanma imkanı olmasına rağmen içinde kabir çukuru bulunduğu nu söylediğimiz küçük odada yaşamayı tercih etmiştir. Bu durum, onun takva derecesini göstermesi bakımından önemlidir.
Yukarıda onun tercih ettiği hayat tarzına rağmen konuşmayıp hep susmasının başka sebeplere de bağlı olduğu söylenebilir. Çünkü Şeyh Fazıl Hüseyin Efendi, Türkiye şartları dışında yetişmiş, Hint asıllı bir mutasavvıftır. Oysa Konya gibi Türkçe konuşulan bir muhitte yaşamaktadır. Kendisi Türkçeyi bilmediğinden muhtemelen çevresindekilerle anlaşmada zorluk çekmiş, bu nedenle hep susmuştur.
Bunun için Konyalılar ona konuşmaz, susar anlamında”Söylemez”demişlerdir.
Şeyh Fazıl Hüseyin Efendi, Hindistan’ın Allahâbâd [62] şehrine bağlı Ahmed Pur Serâme köyünde doğmuştur.(harita 1).Babasının adı Cevher Ali olup, vakfiyelerde farklı şekillerde yazılmış, bu durum bazı tereddütlere sebep olmuştur.Nitekim Şeyh Fazıl Hüseyin Efendi’nin Konya ya geldiğinde düzenlettirip tescil ettirdiği ilk vakfiyesinde babası,Abdullah olarak kaydedilmiştir.(Vakfiye I.,1-5).Onun ikinci vakfiyesinde ise”Mîr Kûhî Ali ibn Bedîuzzaman ibn Malîk Ömer”(vakfiye II,10-15 )şeklinde yazılmıştır.Abdurrahman Nureddin Paşa’nın vakfiyesi (vakfiye III.,15-20)ve Şeyh Fazıl Hüseyin Efendi’nin Mezar kitâbesi ile ona ait olduğu söylenen bir Tarikatname de[63]Cevher Ali gösterilmiştir.Şeyh Fazıl Hüseyin Efendi’nin daha sağlığında düzenlenen vakfiyelerde babasının adının iki ayrı şekilde kayıtlara geçmesi ilginçtir.Öyle anlaşılıyor ki ilk vakfiye’nin tescili için mütevelli tâyin ettiği Konyalı Eskici Ahmed oğlu Mehmed Usta’nın ,onun babasını Abdullah yazdırması, yanlış bir anlama sonucu olmuştur.Şeyh Fazıl Hüseyin Efendi ,Hindistan’dan Konya ya geldiği sırada babasının adı sorulmuş, o da muhtemelen Derviş hane bir tarzda “Abdullah”yani Allah’ın kulu demiş ,çevresindekiler,bu mecâzi cevabı gerçek sanmış,vakfiye tescil ettirilirken de Abdullah yazdırılmıştır.Oysa vakıf Şeyh Fazıl Hüseyin efendiyi tanıyan ve onun gibi Hint asıllı ve Çiştiği Târikâtına müntesib olan el Hâc Abdullah Efendi Çiştiği ibn Gülab Ali,Mütevelli sıfatıyla ikinci vakfiyeyi tescil ettirirken babasının adını doğru bildiği için birinci vakfiyedekinden farklı olarak Cevher Ali yazdırmıştır.Böylece Söylemez’in babası ile ilgili bir yanlış anlamanın önüne geçilmiştir.
Eş-Şeyh Fazıl Hüseyin Efendi’nin Hindistan dan dan Osmanlı ülkesine hangi tarihte geldiği tam olarak belli değildir. V.Sabri Uyar’a göre o hac farizasını yapıp Anadolu’ya gelmiş önce İstanbul’a sonra Akseki’ye gitmiş, burada müftülük yapan Şatır-zade Tahir Efendi’nin yanında sekiz ay kalmıştır. Akseki den Karamana gelip bu şehirde bir süre ikamet etmiş,1263 R/1847–1748 M’de Konya ya gelip İplikçi Medresesine misafir olmuş ve bu şehre yerleşmeye karar vermiştir.[64]1894 tarihli vakfiyede “müddet-i medîdeden beri Konya havalesinde ve nefs-i Konya ikamet etmekte” olduğuna işaret edildiğine bakılırsa (vakfiye, II.10–15)o,birinci vakfiye’nin düzenlendiği 1887 ‘den çok önce Anadolu ya gelmiş ve sonunda Konya şehrine yerleşmiştir. V.Sabri Uyar’ın onun Konya ya geldiğine dair verdiği tarih(1847–48)vakfiyede verilen bilgiye göre doğru kabul edilebilir.
Şeyh Fazıl Hüseyin Efendi,28 Şaban 132/4 Eylül 1910’da Konya’da vefat etmiş, sağlığında yaptırdığı türbeye defnedilmiştir. Ölümü hakkında farklı rivayetler vardır. Kâzım Köroğlu ile Konyalıya göre o,bir gece öldürülmüştür.[65]Mezar kitabesinde (resim1 )onun katledildiğine dair herhangi bir işaret bulunmamaktadır.[66]Söylemez zaviyesi ile ilgili bir vakıf kaydında tavliyetin “Mûmâ İleyhin vefâtıyla Mahlûl”yani Şeyh Fazıl Hüseyin Efendinin eceliyle ölümü sonucu boşalmış olduğuna işaret edilmesi,[67]Köroğlu ile Konyalı2nın verdiği bilginin doğru olmadığını göstermektedir. Onların söyledikleri gibi öldürülmüş olsaydı vakıf defterine “Maktûlen”vefat ettiği yazılırdı.
Şeyh Fazıl Hüseyin Efendi, Konya’da 63 yıl yaşamıştır. Şu halde o, bu şehre genç yaşta gelip yerleşmiştir. M.Ali Uz, onun 83 yaşlarında vefat ettiği kanaatindedir.[68]Uz’un 20 yaşlarında Konya2ya geldiğini bahsederek bu görüşü ileri sürdüğü anlaşılmaktadır. Şeyh Hüseyin Fazıl Efendi’nin belli bir sürede devam eden medrese tahsilinden sonra Çiştîye Tarikatı’na intisap edip bu alanda da yetiştikten sonra hacca gittiği ve Osmanlı topraklarına geldiği göz önüne alınırsa, Konya’ya yerleştiğinde 25–30 yaşında aşağı olmaması gerekir. Öyle ise Söylemez, vefat ettiğinde 90 yaşlarında idi.
Şeyh Fâzıl Hüseyin efendi, Hindistan doğumlu olmakla birlikte atalarının ırken Arap oldukları, oraya sonradan gidip yerleştikleri anlaşılmaktadır.Nitekim kendisine ait ikinci vakfiyede soyunun “Osman Zinnureyn”ile “İmâm-ı Haret-i Zeynelâbidîn” sülalesinden geldiği kayıtlıdır.(vakfiye,I.,1-5;II.,10-15;III.,15-20).Hindistan Müslümanları arasında
Arap asıllı ve Hz. Peygamber ‘in soyundan gelenlerin bulunduğu bilinmektedir.[69]Şu halde Hindistan’daki birçok aile gibi Şey Fazıl Hüseyin Efendi’nin sülâlesi de buraya Arabistan taraflarından sonra gelmiş Müslüman bir ailedir.
Arap asıllı ve Hz. Peygamber ‘in soyundan gelenlerin bulunduğu bilinmektedir.[69]Şu halde Hindistan’daki birçok aile gibi Şey Fazıl Hüseyin Efendi’nin sülâlesi de buraya Arabistan taraflarından sonra gelmiş Müslüman bir ailedir.
Şeyh Fâzıl Hüseyin Efendi’nin mezhebi Hanefî,tarikatı ise Konya’ya ilk geldiğinde Çiştîye idi(vakfiye,I.,1-5).Daha sonra şeyhliğini yaptığı Çiştîye’ye en yakın kabul edilebilecek olan Nakşibendî’ye ile Kadiriye’ye de intisap ettiği ve bu tarikatların şeyhliğini yürüttüğü vakıf kayıtlarından anlaşılmaktadır.(vakfiye,III,15-20).Anlatılanlar,onun iyi bir medrese tahsili yaptığını ve tasavvuf terbiyesi aldığını göstermektedir.Türkiye’ye geldiğinde ilmiye sınıfı ile buluşup görüşmesi ile tasavvufî faaliyetlerde bulunması,onun söylenen şekilde bir kültür yapısına sahip olduğu ortaya koymaktadır.Nitekim Akseki de Müftü Şatır Zade Tahir Efendi ile olan münasebetleri ve Konya’ya ilk geldiğinde İplikçi medresesinde kalmayı tercih etmesi dikkat çekicidir. Bundan başka Çitîye, Nakşbendî’ye ve Kadirî’ye tarikatları ile ilgisi de onun medreseli olduğuna işaret kabul edilebilir. Çünkü onun Osmanlı topraklarına geldiği sırada Nakşbendîye’nin özellikle hali diye koluna Şeyh olarak atanacaklarda medresede okumuş, Zahirî ilimlerde belli bir seviye ulaşmış olma şartı aranıyordu.[70]XIX. yüzyıl sonlarıyla XX. yüzyıl başlarında Konya’da birçok Nakşbendîye –i Halidiye tekkesi’nin varlığı[71];Söylemez’inde bu şehirde Zaviye bina ettirip Nakşbendîye tarikatını Neşir de bulunduğuna bakılırsa, o da Nakşbendîye’nin Halidiye koluna müntesip idi. Diğer taraftan Şeyh Fazıl Hüseyin Efendi’nin Hint asıllı biri olarak Çitiye halifesi sıfatıyla tekke açması, onun Hindistan da köklü bir Tasavvuf terbiyesi aldığına da işaret eder. Hindistan, XII. yüzyıldan beri Sünnî tarikatların yayıldığı ve çok sayıda mutasavvıfın bu kültür ortamında yetiştiği yer olarak bilinmektedir. Nitekim Osmanlı Devleti’nde XIX. yüzyılda hızla yayılan Nakşbendîye-i Halidîye’nin kurucusu Mevlânâ Halîd-i Bağdadî’ye de tasavvuf terbiyesi Hindistan’da verilmiştir.[72]
Şeyh Fazıl Hüseyin Efendi, şu halde iyi bir medrese tahsilinden sonra tasavvuf terbiyesi almış, daha Hindistan’da iken Çiştîye’yi Anadolu’da yaymak üzere görevlendirilmiştir. O, kendisi için en uygun olarak Konya’yı görmüş; burada bir zâviye inşa ederek faaliyete başlamıştır. Konya’ya geldikten sonra kendisine Nakşbendîye ve Kadirîye şeyhlikleri de verilmiştir.
Şey Fazıl Hüseyin Efendi, güzel sanatlara olan ilgisiyle de tanınmaktadır. O,özellikle hat sanatında üstat seviyesindeydi. V.Sabri Uyar, onu bu yönünden dolayı hattalar arasında gösterip hayatına dair bilgi vermiştir. Uyar’a göre Şey Fâzıl Hüseyin Efendi, gayet güzel sülüs, nesih ve ta’lik yazı yazardı. Bu risâleleri bizzat yazdığı söylenen bu zâtın eliyle yazdığı 28 sayfalık bir tarikatnâme ile 11 sayfalık bir Farsça Silsilenâme’yi Uyar,1940’larda Pirabi Mahallesi’nde oturan Hasan dede adlı bir ihtiyarın elinde görmüştür.[73]
Şeyh Fâzıl Hüseyin Efendi’nin Hindistan da ki her Müslüman ilim adamı gibi Urduca’nın yanında İngilizce ve Arapçayı bilinmiş olması gerekir. Uyar, onu Farsça bir Silsilenâme yazdığına işaret etmektedir. Öyle ise Farsçayı da okuyup yazacak kadar biliyordu.[74]
Şeyh Fâzıl Hüseyin Efendi’nin ilmi seviyesini tespit etmek oldukça güçtür. Çünkü bu hususta kendisini yakından tanıyanlardan bize kadar gelmiş herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Köroğlu’nun duyduklarına bakılırsa, Söylemez’in telif bir eseri mevcuttu.[75]Şeyh Efendi ye bir eseri olup olmadığı sorulunca rafta duran Urdu dili ile yazılmış küçük bir kitabı indirip göstermiş. Urduca’yı bilen bulunmadığı için kitabın adı ve konusu tespit edilememiş. Bu kitabın şu anda nerede bulunduğu bilinmemektedir.
Söylemez’in şairliği de vardır. V.Sabri Uyar, üç sayfalık bir kasidesini gördüğünü yazmaktadır.[76]Bununda nerede bulunduğu tespit edilememiştir.
II. SÖYLEMEZ ZÂVİYESİ
Söylemez Zâviyesi Şeyh Fâzıl Hüseyin Efendi tarafından XIX. yüzyılın sonralarında Konya dışında Kanlı göl adı verilen mahelde inşa edilmiştir. Günümüzde bu yer Muhacir pazarındaki Balı halinin hemen doğu bitişiği olmaktadır. Kurulduğu mevki ve manzumede yer alan yapılara bakılırsa burası tipik bir Osmanlı Devri Zâviyesidir. Bununla birlikte 1926 yılında yapılan kadastro çalışmalı sırasında” Söylemez Tekkesi”,tapuya da ”Şeyh Fâzıl Hüseyin Efendi Tekkesi”olarak kaydedilmiştir.[77]Oysa vakfiyesi ve diğer vakıf kayıtlarında zâviye olarak geçmektedir.[78]Halk arasında tekke ile zâviye aynı anlamda kullanıldığı için kadastro ölçümlerinde tekke olarak yazılmıştır. Halbuki tekke ve Zâviye,işlevleri yönünden nüansları olan iki ayrı tarikat yapısıdır.Bu iki tarikat kurumu arasındaki farkı aşağıda kısaca gösterildikten sonra Söylemez Zâviyesi’ndeki yapılar incelenmektedir.
Tekke, bir tarikat merkezine bağlı olarak kurulur, burada o tarikata mensup dervişler topluca yaşar, gelenek ve âyinlerini icra ederlerdi. Tekkenin zâviyeden farklı yönü, herhangi bir tarikatın geleneklerinin sürdürülüp öğretisinin aktarıldığı yer olmasıdır. Bu tür tarikat yapıları şehir merkezlerinde bulunur, ihtiyaçları vakıf gelirleriyle karşılanırdı.[79]Buranın dervişleri tarımla uğraşmazlardı.
Zâviyenin sözlük anlamı köşe, bucak’tır. Tasavvuf dilinde ise ”Bir zâhidin ibadetle meşgul olmak üzere çekildiği tenhâ hâne veya kulübe ”zâviye idi.[80]
Zâviyeler de tekkeler gibi, dervişlerin şeyhleri ile birlikte bağlı oldukları tarikatın zikir ve âyinlerini icra ettikleri yerdi. Tekkenin yerleşim birimlerinin içinde bulunmasına karşılık zâviye, kent merkezlerinin dışında, boş bir arazide kurulurdu. Burada kalanların ihtiyaçları,zâviyeye ait arazi ekilip dikilerek karşılanırdı.Zâviyede”âyende ve revendeye” yani gelip geçen yolculara hizmet verilir,elde edilen tarım ürünleri bunlara da ikram edilirdi.Zâviyeyi tekkeden ayıran en önemli özelliklerden biri diğeri de burada tarikat merkezine bağlanmaksızın sorumluluğun tamamı ile zâviye şeyhinin üzerinde olmasıdır.[81]Yukarıda değinilen hususlar, araştırma konumuz olan Söylemez manzûmesine aynıyla uymaktır. Öyle ise bu tarikat yapısı da zâviye kategorisinde incelenmesi gerekmektedir.
Osmanlı dönemi tarikat zâviyeleri, mescit, tevhidhâne, türbe, mezarlık, derviş ve misafir odaları, kütüphane, mutfak, erzak ambarları, hamam ve ahır gibi kısımlardan meydana geliyordu.[82]Söylemez Zâviyesi’nde, diğer tarikat zâviyelerinde bulunan yapıların büyük bir kısmı mevcut idi.
Konya’daki Söylemez Zâviyesi’ne dair en eski bilgiler, 28 Safer 1305/ 15 Kasım 1887 tarihli vakfiyede bulunmaktadır. Buna göre Konya dışında, Kanlı göl denilen mahalde çevresine ihata duvarı yapılmış bir arsa üzerine iki odalı bir türbe, yine biri iki odalı iki adet ev inşa edilmiş, bahçesine meyve ağaçları dikilmiştir (vakfiye, I., 5-10).3 R. Ahir 1312/4 Ekim 1894 tarihli ikinci vakfiyeye göre ise, 1600 zira olan ve duvarla çevrili olduğu söylenen arsaya daha sonra iki bin zira arsa ilave edilmiştir(vakfiye, II., 15-20). Tapu kayıtlarına göre bu arsa 2642 m² genişliktedir. [83]
1926 yılına ait tapu kayıtlarından bu avlunun içinde mutfağı bulunan “fevkani” iki odalı ayrıca “doğma” üç oda, bir sofalı iki ayrı bina bulunuyordu. Bu evlerin yanında bir miktarda bağ vardı[84].
Söylemez zaviyesine ait 15 Şaban 1320/17 Kasım 1902 tarihli üçüncü vakfiye göre de 2108 zirâ genişliğinde etrafı duvarla çevrili iki parça arsaya bir konak inşa ettirip Şeyh Fâzıl Hüseyin Efendi’nin oturması için vakfedilmişti (vakfiye, III,. 10-15).
Söylemez manzumesi, bu durumda duvarla çevrili bir avlu içinde zâviye binası iki ev ile şeyhe ait türbe, ahır ve bunların kuzeyinde yine bir duvarla çevrili bahçenin içindeki konaktan meydana gelen bir tarikat yapısı idi. Bir kısmı söylemez tarafından ağaçlandırılan zâviye’nin arsası ekilip dikiliyordu.
Yukarıdaki yapılanmaya bakılırsa, söylemez lakabı ile bilinen Şeyh Fazıl Hüseyin Efendinin XIV-XVI yy. yaşamış, Anadolu’nun bir İslam diyarı haline gelmesinde etkili olmuş mutasavvıflara[85] benzediği söylenebilir. Çünkü o, Konya’nın dışında ekilip dikilmeyen bir yerde zaviye kurup, kullanılmayan bu boş araziyi ağaçlandırarak şenlendirmiştir. Bu şekil ile Söylemez, Konyada eski tasavvuf geleneğinin adeta son temsilcisi olmuştur.
1.Derviş ve Misafir Binaları
Her tarikat zâviyesinde, gelip geçen dervişlerin misafir edilmeleri için yapılmış mekanlar vardı. Konya dışında Kanlı göl, mevkiinde kurulan söylemez zaviyesinde de dışarıdan, özellikle Hindistan’dan gelen Derviş ve misafirlerin geçici olarak barınmaları için biri üç, diğeri iki göz odalı iki ev ile bir ahır, su kuyusu ve helâ bulunuyordu.
Söylemez zaviyesinin banisi, buranın aynı zamanda Şeyhi olan Şeyh Fazıl Hüseyin Efendidir. Kitabesi, okunmayacak kadar sislik olduğu için Uyar, Dervişlere tahsis edilen binanın inşa tarihini tespit edememiştir[86]. Zaviye ile ilgili ilk vakfiyeden 1887 yılından önce, muhtemelen 1886 da yaptırıldığı anlaşılmaktadır.
Zaviyedeki derviş binaları, halen ayakta bulunan Söylemez Türbesinin kuzey ve kuzey batısında yer alıyordu. 1926 yılı kadastro çalışmalarında bu yapılar, türbe ile birlikte ihata duvarıyla çevrili avlunun içinde gösterilmektedir. (şekil 1, 2, 3).
Zâviyede dervişlere mahsus binalar içinde oturanların anlattıkları şekliyle şöyle idi:
Söylemez zâviyesine ait binaların bulunduğu avlunun girişi manzume’nin kuzeyinde idi. Adı geçen binalardan biri avlu girişinin hemen solunda bulunuyor kapısı kuzeye bakıyordu. Kapıdan taşlık bir sofaya giriliyordu. Biri altta, ikisi üstte üç odası vardı. üst kata ahşap bir merdivenle çıkılıyordu. Bina kerpiçle yapılmıştı. Vakfiyede iki odalı olarak gösterilen bina burasıdır. Alt kattaki oda aslında binanın mutfağıdır. Nitekim daha önce değinilen tapu kayıtlarında burası “Fevkanî”iki oda, bir mutfak olarak tespit edilmiştir. Yukarıda anlatılanlar, Söylemez zâviyesi içindeki evin Konyada bulunan bazı tarikat yapılarına benzediği göstermektedir. Nitekim Meramda eski Sigorta Hastanesi,şimdiki Meram Devlet hastanesi yakınında,ateş-bâz türbesinin bitişiğindeki zâviyede avluya girişin sağında,kerpiç bir bina olup,biri altta,ikisi üstte üç odası vardır.Üst kata ahşap bir merdivenle çıkılmaktadır.[87]Vakfiyelerde zikredilen ikinci üç göz odalı, örtmeli bina, kuzeydeki girişin sağında idi.1926 yılı tapu ve kadastro çalışmaları sırasında bu yapıda mevcuttu. Yukarıda zikredilen tapu kaydında bu “dolma” evin sofasının da bulunduğuna işaret edilmiştir.
Zâviyedeki bu iki konuttan biri, kadın misafirlere tahsis edilmiş olmalıdır. Vakfiyesinde bununla ilgili herhangi bir şart olmamakla birlikte iki binanın mevcudiyeti buna işaret etmektedir. Söylemez zâviyesinde kadınların misafir edilmeleri için bir konutun bulunması, Osmanlı devri tarikat zâviyelerindeki yapılanmaya uygun düşmektedir. Yani zâviyelerde kadınlara tahsis edilmiş mekanlarda vardı. Nitekim Antalya da Elmalı kazısında bulunan Abdal Musa zâviyesinde bir bölüm kadınlara ayrılmıştır.[88]
Bilindiği üzere 1925 yılında tekke, zâviye ve türbelerin kapatılmasından sonra bir çok tarikat yapısı esas işlevini kaybettiği için ya mescit olarak kullanılmaya başlanılmış ya da satılarak özel mülkiyet haline getirilmiştir.[89]Çoğu konut ve depoya tebdil edilen bu binalar, değişen şartlara cevap vermediği gerekçesiyle daha sonra yıktırılıp yerine yeni konut veya iş yerleri yaptırılmıştır.
Söylemez zâviyesi de 1936 yılında satılarak uzun süre konut olarak kullanılmış [90],sonra kavak satıcılarına iş yeri yapılmıştır. Daha sonra yıktırılan zâviyelerin arsasının bir kısmına Balık Hali inşa edilmiş, bir kısmı da Söylemez türbesi çevresindeki düzenleme sırasında park haline getirilmiştir.
2.Türbe ve Mezarlık
Türbe, zâviyedeki yapıların en önemlilerinden biriydi. Bunun için tarikat ile ilgili hemen her manzumede orayı ilk kuran veya orada şeyhlik yapmış bir veya birkaç kişinin türbe olarak ayrılan mekânda kabri bulunurdu. Halk arasında buralarda gömülü olanın Veli olduğunu anlamak için”Yatır”denmektedir.
a)Söylemez Türbesi
Söylemez zâviyesinde de buranın kurucu şeyhi Fâzıl Hüseyin Efendi’nin türbesi vardır. Bu yapı,zâviye’nin ayakta kalmış tek parçasıdır.
Söylemez türbesi’nin bânisine dair farklı görüşler ileri sürülmüştür. Osman Nuri Dülgerler’e göre yaptıranı belli değildir.[91]V.Sabri Uyarla Kâzım Köroğlu, Adliye nazırı Abdurrahman Nurettin Paşa’nın yaptırdığı yazmaktadır.[92]M.Ali Uz da onların görüşlerini destekler. Mahiyette fikir beyan etmiştir.[93]Tapu kayıtlarına göre de Abdurrahman Nureddin Paşa tarafından yaptırılıp Söylemez’e vakıf edilmiştir.[94]Bu bilginin çevredekilere sorularak yazıldığı tutanaklardan anlaşılmaktadır.Oysa Abdurrahman Nureddin Paşa,Aşağıda görüleceği üzere Söylemez zâviyesinin kurucu şeyhi Fâzıl Hüseyin Efendi’nin ikameti için bir konak yaptırıp vakfetmiştir.Diğer taraftan onun vakfiyeyi düzenlettiği sırada Söylemez zâviyesi ve türbesi mevcut idi(Vakfiye,III.,15-20).Söylemez türbesi’nin Bânisi,zâviye ye ait iki vakfiyede verilen bilgilere göre,Şeyh Fâzıl Hüseyin Efendi’nin kendisidir.
Şeyh Fâzıl Hüseyin Efendi,28 safer 1305/15 Kasım 1887 tarihli ilk vakfiyesinde türbeyi,ihata duvarı ile çevirttiği vakıf arazisinin tam ortasında”iki bab hücre “olarak yaptırdığının,bunlardan içinde bir kabir çukuru kazdırdığı oda’nın kendisine ait türbe olduğu’nun,diğerinde kendisi öldüğünde mütevelli’nin ikamet edileceği açıklanmıştır(Vakfiye,I.,5-10).
İkinci vakfiye, türbe ile ilgili daha açık bilgileri içermektedir. Şöyle ki iki odanın meydana gelen türden,85 zirâ arsa üzerine oturulmuştur.Söylemezin kabir çukuru2nun kapladığı alan 38 zirâ dır.Şu halde vefatından sonra mütevelli ve zâviye darın kalacağı türbe’nin bitişiğindeki mekan yaklaşık 50 zirâ olmaktadır.Bu bölüm,ikinci vakfiyede kahve ocağı olarak gösterildiğine göre (Vakfiye,II.,15-20,35-40)Söylemez kendisini ziyarete gelenleri ikamet ettiği türbesinde kabul ediyordu.
Söylemez türbesi XX. yüzyılın başlarında çekildiği anlaşılan bir fotoğrafa bakılırsa, eskiden şimdikine göre oldukça farklıydı. Sandukalığın üstünü örten tuğlanın başlangıcına kadar, türbedar odasınınsa dış duvarları ve kubbesi dahil tamamı harçla sıvalıydı. Türbedar odası’nın dışa açılan kapısı önünde üzeri kiremit çatılı, penceresi kuzeye,kapısı batıya bakan bir giriş bulunuyordu.Sandukalık ve türbedar odalarının pencereleri tahta kapaklı idi.Bu girişin doğrultusunda bir de hela bulunuyordu.Bütün bunlar değerlendiğinde,türbe,bir insanın yani türbedarın kalabileceği asgari alt yapıya sahiptir.
Fotoğraftaki eski durumu ile şimdiki durumu karşılığında Söylemez türbesi’nin daha sonra ciddi bir onarım geçirdiği anlaşılmaktadır.
Söylemez türbesi’nin kesin inşaat tarihini ortaya koyan bir belge şimdilik bilinmemektedir. Türbenin giriş kapısı üzerindeki kitabe kasıtlı olarak silinmeseydi belki bu konu açıklığa kavuşmuş olacaktır. Bununla birlikte vakfiyesi inşat tarihi’nin yaklaşık olarak belirlemede önemli ip ucu verilmektedir. Şeyh Fâzıl Hüseyin Efendi, zâviye ile ilgili vakfiyeyi 1887 ‘de düzenlettiğine bakılırsa, türbenin bundan bir veya iki sene önce,1885-1886yıllarında bina edildiği söylenebilir.
Söylemez türbesinin mimarisi de belli değildir. Konyalı bir mimar tarafından yapılmış olmalıdır. Çünkü XIX. Yüzyılın sonralarında inşa edilmiş olmasına rağmen özellikle taputluk bölümü, Osmanlı dönemi türbe mimarisine hiç benzememektedir. Burada Konya da çok sayıda örneğine rastlanan Selçuklu ve Karamanoğulları devri Ehrami türbe geleneği taklit edilmiş görülmektedir. Nitekim önünde türbedar odası dışında söylemez Türbesi, Karamanoğulları döneminde yapıldığı bilinen Ulaş baba Kümbeti’nin[95]küçük bir kopyası gibidir.
Söylemez türbesi’nin mimari durumu, Dülgerler tarafından incelenmiştir. Onun tespitlerine göre, içten sıvalı olan kümbetin sandukalık bölümü sekizgen piriz mal gövdeli ve sekizgen piramit külahlıdır. Bina külaha kadar kesme taşla yapılmış olup, üst tarafı tuğlayla örülmüştür.
Kümbete doğusundaki türbedar odasına açılan bir kapıdan girilir. Buranın üstü içten handantif bilgilerle geçilmiş sade bir kubbe halindedir. Yuvarlak kemerli iki penceresi kuzey ve güneye açılmaktadır.
Kümbetin girişinde yer alan kare planlı türbedar odasının gövdesi kesme taş, üzeri ise tuğladır. Yekpare taştan oyulan yuvarlak kemerli kapısı kuzeye açılmaktadır. Bu bölümün yuvarlak kemerli penceresi tek olup, güneye bakmaktadır.[96]
Dülgerlere göre, eskiden üzeri kurşunla kaplı idi. Yukarıda değinilen fotoğrafa bakılırsa türbe, ilk yapıldığında da kurşunsuzdur. Öyle ise orijinaline uygun olan şu andaki gibi kurşunsuz olmasıdır.
Türbedar odası, dış görünüş olarak kümbetten farklıdır. Üzerindeki tuğla ört, kubbemsi bir görünüm arz etmektedir. Bu bölüm sandukalığa sonradan ilave edilmiş olmalıdır. Çünkü kümbetin sekizgen gövdesi ile türbedar odasının taşları arasında herhangi bir bağlantı bulunmamaktadır. Öyleyse Söylemez Türbesi bir süre sonra buna ilaveten türbedar odası inşa edilmiş, bu yüzde iki ünitenin yapı malzemesi birbirine raptedilmiştir.
Söylemez türbesi’nin Konyada ki Osmanlı devri türbe mimarisi arasında özel bir yeri vardır. Bununla birlikte korunması gerekli eski eser listesine alınması 1982 de[97],2.Grup anıtsal yapı olarak tescili ise 09.06.1989’da dır dır.
Etrafı mezbelelik ve binası bakımsız olan türbe’nin çevre düzenlemesi,1990’da Meram Belediyesi tarafından yapılmıştır.[98]Diğer binaları ortadan kaldırılan Söylemez zâviyesi’nin türbe bölümü, sahipsiz ve kaderine terk edilmiş olmasına rağmen günümüze kadar gelmiş şanslı bir tarihi yapıdır. Çevre düzenlemesi sonucu moloz ve benzeri kalıntılar temizlenince eser ortaya çıkmıştır. Şu anda bir çevre duvarı içerisinde normal toprak zeminde 1.00 m . Aşağı kotta oluşan düzlük içerisindedir. Bununla birlikte kümbetin takkesi ile türbedar bölümü’nün kubbesi bakıma muhtaç durumdadır.
b)Mezarlık
Her zâviyenin çevresinde, türbeden başka birde mezarlığı olurdu. Nitekim Konya’da tekke ve zâviyelerin mezarlıkları buna örnek gösterilebilir.Mevlânâ dergahı ile Şems ve Konevi zâviyelerinin mezarlıkları buna örnek gösterilebilir.[99]
Söylemez zâviyesi,yukarıda denildiği üzere Konya haricinde Kanlı göl mevkiinde Yüksek Mezarlık adı verilen kabristanın hemen doğusunda kurulmuştur.(Şekil,1,2,3)Bununla birlikte Şeyh ve aynı zamanda Bânisi olan Şeyh Fâzıl Hüseyin Efendi,zâviye ile ilgili vakfiyesini düzenlettirirken burada birde kabristan yeri ayırmış.Bununla ilgili şartları koymuştur.Buna göre Söylemez Türbesi bitişiğindeki 1927 zirâ boş arsa,Müslüman kabristanı olacaktır.Buraya sağlığında Şeyh Fâzıl Hüseyin Efendi’nin,onun ölümünden sonra da Mütevelli’nin”Tensib ve İhtiyar İtdikleri Mevtâ defn”olunacak,mezarlık ölçüsü verilen arsanın dışına taşmayacaktır(Vakfiye,II.,35-40).
Vakfiyedeki bu koşula rağmen söylemez türbesi’nin bitişiğinde bir kabristanın teşkil ettiğine dair 1926 yılı kadastro çalışmaları sonucunda hazırlanan haritada ve tapu kayıtlarında herhangi bir bilgi yoktur. Diğer taraftan XX. yüzyılın ilk çeyreğinde çekildiği anlaşılan türbe’nin fotoğrafında da mezarlık görülmemektedir. Türbe’nin 1930 yıllarını bilenler ise burada mezarlık bulunduğunu hatırlamamaktadırlar.
Öyle anlaşılıyor ki, koyduğu şartlara rağmen Şeyh Fâzıl Hüseyin Efendi ve ondan sonra gelen Mütevelliler, yukarıda değinilen boş arsayı mezarlık yapmamışlardır. Bu arsa manzumenin diğer bağ ve bahçe bölümü gibi muhtemelen ekilip dikilmiş geliri zâviyeye harcanmıştır. Aslında burada da bir mezarlığa ihtiyaç yoktur. Zirâ Yüksek Mezarlık zâviye’nin hemen bitişiğindedir. Şeyh Efendi zâviyelerin çevresine kabristan yapma geleneğine uyarak vakfiyesine bu şartı koymuş fakat ihtiyaç hissedilmediği için kullanılmamış olmalıdır.
3.Mescit
Mescit,zâviyelerde en önemli mekanlardan biri idi.Çünkü dervişler burada namazlarını kılarlardı.Küçük zâviyelerde mescit aynı zamanda toplu âyin’in yapıldığı yerdi.
Yukarıda değinildiği üzere her zâviyede mutlaka bir mescit bulunurdu. Söylemez zâviyesi’nin mescidine dair vakfiye ve diğer belgelerde herhangi bir kayda rastlanmamıştır. Burada bir mescit’in mevcudiyeti V.Sabri Uyar’ın makalesinde verdiği bilgilerden anlaşılmaktadır. Onun yazdığına göre, dergâh ve türbe’nin ki gibi mescit’in kapısı üzerinde bulunan kitabe de okunmayacak kadar silikti. [100]
Söylemez zâviyesi’nin mescidi’nin yeri tespit edilememiştir. Kadastro kayıtlarında türbe’nin batısında yani avluya girişin sağında dikdörtgen bir bina gösterilmiştir.(Şekil 1.2.3)Burası muhtemelen zâviye’nin mescit bölümü idi. Anlatılanlara göre bu bina tek katlı küçük bir oda ile büyük salondan meydana geliyordu. Küçük oda mescide ait büyük salonun girişi olmalıdır.Zâviye’nin Tevhidhanesi tespit edilememiştir.Muhtemelen âyinde mescitte icra ediliyordu.
4)Ahır
Ahır, zâviyede sürekli kalan dervişlerle misafirlerin hayvanlarının konulduğu yerdi. Bunun için zâviyelerde mutlaka bir ahır bulunurdu.
Söylemez Zâviyesi’nde ahırın varlığı vakfiyede verilen bilgiden anlaşılmakta(Vakfiye,II.,25-30),fakat manzûmenin içindeki yeri belirtmemektedir.1926 yılında yapılan kadastro çalışmalarda kuzey girişi bulunan dervişlere ait binanın batı bitişiğinde,kuzeyden güneye doğru uzanan bir bina gösterilmiş(Şekil 3) burası ahır olmalıdır.Bu mekan,uzun süre ikamet edenlerin anlattığına göre daha sonra sofalı iki odalı ev yapılıp oturulmuştur.Şu halde hayvanlar,Söylemez manzûmesi’nin içine girmeden hemen girişteki ahıra götürülüp bağlanıyordu.
5)Mutfak
Mutfak,Zâviyelerde “Âyende ve Revendeye” yani gelip gidene devamlı yemeğin hazırlandığı ve yedirildiği yerdi.Bu sebeple mutfak bir Zâviye’nin en önemli mekanı idi.
Söylemez Zâviyesinde ayrıca mutfak olarak gösterilmiş bir yer bulunmamaktadır. Zâviyede dervişlerin ikamet binası olarak inşa edilen evin içinde bir oda bunun için tahsis edilmiş olmalıdır. Nitekim 1926 yılındaki tapu ve kadastro çalışmalarında dervişlere tahsis edilen”Fevkâni” binada bir de mutfak gösterilmiştir. Şu halde bazı eski Konya evlerinde olduğu gibi Söylemez Zâviyesi’nin mutfağı bu binanın içerisine yapılmıştır.
6)Su Kuyusu
Zâviyelerde su ihtiyacı kuyu veya çeşmeden karşılanırdı. Bunun için her zâviye’nin bir çeşmesi veya bir kuyusu bulunurdu.
Söylemez Manzûmesin de bir su kuyusu’nun varlığı vakfiyesinden anlaşılmaktadır(Vakfiye,II.,25-30).Bununla birlikte vakfiye de kuyunun yeri tarif edilmemiştir.Tapu ve kadastro kayıtlarında da bununla ilgili bilgi bulunmamaktadır.Kuyu,ihtimal zâviye binası ile türbe arasında ağaç dikilen boşlukta yer alıyordu.
7)Söylemez Konağı
Her zâviyede ailesi ile birlikte Şeyh’in ikametine ayrılan bir ev bulunurdu. Bu bina, Zâviye’nin hemen yanında yer alırdı. Nitekim Konya’da Pîrî Mehmet Paşa Zâviyesinde ilk Şeyh-i Sinan dede’nin oturması için bir ev inşa edilmiştir.[101]
Söylemez manzûmesinde, ilk yıllarda şeyhin ikametine mahsus bir bina yoktu. Çünkü ilk şeyhi Şeyh Fâzıl Hüseyin Efendi, evli olmayıp, kendiside vefatında gömülmek üzere yaptırdığı ve içine kabir kazdığı türbede kalıyordu. Konyalıların Söylemez Konağı adını verdikleri bina sonradan inşa edilerek şeyhin ikameti için vakfedilmiştir.(Resim9)
Söylemez Konağı’nın Bânisi ve Vakıfı II. Abdülhamit devrinde sadrazamlık da yapan Adliye Nazırı es-Seyyid el-Hac Abdurrahman Nureddin Paşa’dır. Uyar’ın söylediğine bakılırsa Şeyh Paşa’ya Konya’ya vali olarak geleceğini söylemiş; onun bu sözü üzerine Abdurrahman Nureddin Paşa Konya’ya geldiğinde kalmak üzere Şeyhin ikametgâhı karşısına bir konak inşa ettirmiştir. Fakat onun kerameti, Konya yerine Ankara Valiliğine tain şeklinde gerçekleştirmiştir.[102]Vakfiyede Konağın yapıldığı arsa’nın bir kısmının 24 Ramazan 1315/16 Şubat 1898,diğer kısmının 9 Şevval 1319/19 Ocak 1902’de alındığı kayıtlıdır(Vakfiye,III.,5-15).Paşa’nın Ankara valiliğine atanması ise 1875 ‘tir.[103] Bu durumda 23 sene sonra arsası alınan bir Konağın inşa sebebinin Uyar’ın söylediği bağlanmaması gerekir. Belki Paşa zaman zaman İstanbul’a giden Şeyh’in kendisi ile ilgili söyledikleri çınca ona mürit olup, Adliye Nazırlığı sırasında bu Konağı inşa ettirmiş, onun oturması için vakfetmiştir. Burayla ilgili vakfiye’nin tarifi 15Şaban 1320/17 Kasım 1902 olduğuna göre [104] muhtemelen ikinci arsanın satın aldığı 1902’nin yaz ayında inşa edilmiştir. Vakfiyedeki ifade de buna işaret etmektedir.
Söylemez Konağı, şuanda ayakta bulunan türbe’nin 100m kadar kuzeyinde bugün ki taksi durağı, çeşme ve muhacir pazarı kavşağı bulunduğu alanda idi.1986 yılında istimlâk sonucu yıkılmış(Resim10),yukarıda söylenen şekilde arsanın bir kısmı yola alınmış, bir kısmı da çevre düzenlemesi yapılarak park haline getirilmiştir.
Söylemez Konağı vakfiyede verilen bilgilere göre 2180 zirâ olup dört tarafı duvarla çevrili iki parça arsa ve bahçesi olan “Fevkânî” iki oda,bir sofa ve abdesthane;”Tahtanî”iki oda gezinti ve abdesthane;bahçe içinde bir göz mutfaktan meydana geliyordu(Vakfiye,III.,10-15)(Şekil1,2,3).1927 yılında tapu ve kadastro heyeti’nin tespit ettiğine göre Konak,”Fevkâni üç oda ve bir sofa,altındaki iki oda,bir ahır,bir matbah,bir kilar,ma’a bahçe ve havlı”’dan meydana geliyordu.[105]Bu kayıt, Konağın inşasından sonra tadilat geçirdiğini göstermektedir. Vakfiyedeki”Fevkânî”iki oda, üç oda olmuştur. Avluya mutfak dışında bir kiler ve ahır ilave edilmiştir. Bu Konak daha sonra tadilata uğramış alt ve üst kata yeni odalar yapılmıştır. Zâviye gibi 1936 ‘da bu Konağı da satın alan Dülgeroğlları ailesinden Niyazi Dülgerlerin anlattıklarından daha sonra tadilat yapılan Söylemez Konağı 1986’da istimlak edilip yıkıldığında şöyle idi:
Söylemez Konağı’nın girişi, batı yönünde, pazara bakıyordu(Şekil7).Binanın alt katında giriş taşlıktı. Sağda ocaklı mutfak ve biri mutfağın hizasında diğeri karşısında iki oda vardı. Sağdaki odanın devamı helâ ve banyo idi.
Ahşap bir merdivenle ikinci katın sofasına çıkılırdı. Sofanın hemen sağında üst katın tuvalet ve banyosu, bunun bitişiğinde, sofadan çevirme bir mutfak bulunuyordu. Mutfakla tuvaletin karşısında küçük bir oda vardı. Sofa’nın karşısında biri büyük iki oda yer alıyordu.
Odaların hepsine içinde banyoda yapılabilen yüklükler yapılmıştı. Üzeri çatı olan evin tavanı ahşap tavanlıydı. Tavan, fazla sanat değeri olmayan sade ahşap işlemeliydi.
Bu anlatılanlar, Söylemez Konağı’nın eski bir Konya evi olduğunu göstermektedir.[106]
8)Söylemez Çeşmesi
Söylemez Çeşmesi, Söylemez Konağı’nın yakınında Muhacir Pazarı girişinde sonradan yapılan kavşağın batısında idi(Resim11).
Kitabesi bulunmayan Söylemez Çeşmesi’nin Bânisi ile inşa tarihi bilinmemektedir. Çünkü Söylemez Zâviyesi vakfiyelerinde bu çeşmeden bahsedilmemektedir.1926 yılı kadastro çalışmaları sırasında çeşme’nin tespit edildiğine bakılırsa XIX. yüzyıl başlarında bina edilmiş olmalıdır. Muhtemelen 1902’de yapıldığı anlaşılan Söylemez Konağı ile birlikte inşa edilmiştir. Öyle ise Konak gibi Çeşmen in’de Bânisi Abdurrahman Nureddin Paşa’dır.
Rölevesinde“Muhacir Pazarı Çeşmesi” olarak gösterilen bu Çeşme 1982’deki tescili sırasında “Söylemez Çeşmesi”diye kaydedilmiştir.[107]Yol düzenlemeleri yapılırken 1986’da tekrar yakın bir yere nakledilmek üzere rölevesi hazırlatılarak(Şekil8,9)yıkımına izin verilmiştir.[108]
Kesme taştan inşa edilen âbidevî görünümlü bir Osmanlı devri eseri olan Söylemez Çeşmesi, tekrar”yapılmak üzere”yerinden kaldırılmış, nedense yakınında münasip bir yere naklen inşa etme yönüne gidilmemiştir.
9)Bahçe ve Bağ
Zâviyeler, daha önce denildiği üzere tarıma açılmamış arazi üzerinde kurulurdu. Burada yaşayan dervişler, Zâviye’nin çevresindeki boş toprakları ekip dikerek geçimlerini sağlarlardı. Söylemez Zâviyesi’de eski geleneğe uyularak Konya’nın dışında, kullanılmayan bir yerde kurulmuştur. Şeyh Fâzıl Hüseyin Efendi, Kanlı göl mevkiinde satın saldığı arazi’nin bir kısmını avlu olarak çevirmiş, bir kısmına da ağaç dikerek bahçe yapmıştır. Tapu kayıtlarından 1926’da Zâviye’nin bir avlusu ile bağı’nın bulunduğu anlaşılmaktadır. Kadastro haritasında bu yer, Zâviye’nin güneyinde gösterilmiştir.
III. SÖYLEMEZ ZÂVİYESİ VAKFİYELERİ İLGİLİ GENEL DEĞERLENDİRME
Konya’da Söylemez Zâviyesi olarak bilinen tarikat yapısı için düzenlenmiş Türkçe üç vakfiye bulunmaktadır.bu vakfiyelerin birincisi,Konya şer’iye sicili,no.104,s.89 (tescil tarihi:28 safer 1305/15 kasım 1887)’da ,ikincisi,VAD.,no.591/5,s.251,sıra:282 (tescil tarihi:15 şaban 1320/17 kasım 1902)’de kayıtlıdır.bu sonuncu vakfiyenin bir sûreti,Meram Tapu Sicil Müdürlüğü,pafta 29,ada 134,parse 1dosyasında bulunmaktadır.
28 safer 1305/15 Kasım 1887 tarihli birinci vakfiye, başındaki tasdik bölümü dışında 19 satırdır. Esas metin sonunda bulunan kayıt,3R.âhir 1312/4 Ekim 1894 tarihli ikinci vakfiyeye dair şerhtir. Bunun altında şerhi düşen Konya nâibinin mührü bulunmaktadır.
3 R.âhir 1312/4 Ekim 1894 tarihli ikinci vakfiye, başındaki kayıt ve onay bölümü ile sonundaki şahitler hariç tutulursa,54 satırdır.
15 şaban 1320/17 Kasım 1902 tarihli üçüncü vakfiye ise, baş taraftaki kayıt ile onaylanan kadının adı ve sonundaki şahitler dışında 34 satırdan meydana gelmektedir.
1.Söylemez Zâviyesi Vâkıfları
a.Şeyh Fâzıl Hüseyin Efendi
Söylemez Zâviyesi’ne dair üç vakfiyenin bulunduğuna daha önce değinilmişti. Bunlardan ilk ikisinin vâkıfı şeyh fazıl hüseyin çişti efendi ibn mir kühi Ali ibn bediüzzaman ibn malik Ömer’e aittir. Daha önce şeyh fazıl hüseyin efendi’nin kısa biyografisi verildiği için burada tekrar edilmeyecektir.
Söylemez Zâviyesi ile ilgili üçüncü vakfiyenin vâkıfı, el-hac Abdurrahman Nureddin paşa’dır. Aşağıda Abdurrahman Nureddin paşa’nın kısa hal tercümesi verilecektir.
b.Abdurrahman Nureddin paşa
Abdurrahman Nureddin paşa, Kütahyalı hacı mir-zade ailesindendir.babası,Osmanlı vali ve vezirlerinden hacı Seyyid ali paşa’dır.(vakfiye,III.,1-5) İbnülemin Mahmud Kemal İnal’ın Osmanlı devrinde son sadrazamlar adlı eserinde hayatı hakkında ayrıntılı bilgi verdiği Abdurrahman Nureddin paşa[109]1856’da Kütahya’da doğdu.özel hocalardan ders alarak yetişti.babasının valilikte bulunduğu yerlerde kethudâlik ve divan katipliklerini yaparak mülki idareye dair bilgileri öğrendi.daha sonra değişik yerlerde kaymakamlık,mutasarrıflık ve valiliklere atandı.II.Abdülhamit tarafından 12 C .âhir 1299/1 mayıs 1882’de sadrazamlığa getirildi.23 şaban 1299/10 temmuz 1882’de kendi isteğiyle bu görevden ayrıldı.Kastamonu,aydın ve Edirne valiliklerinde bulunduktan sonra 1895’te adliye nazırı oldu ve bu görevi,II.meşrutiyetin ilanına kadar sürdü.1908’de emekli olan Abdurrahman Nureddin paşa,1912’de vefat etti.ve fatih türbesi haziresine defnolundu.dört oğlu bulunan paşa’nın ikinci oğlu damat arif hikmet paşa,II.meşrutiyet devrinde adliye nazırlığı yaptı.
Abdurrahman Nureddin paşa, dindar ve dürüst bir devlet adamı idi. getirildiği hizmetleri yürütürken hiçbir zaman doğruluktan ayrılmamış, olanca gücüyle verilen görevi yerine getirmeye çalışmıştır. Adliye işlerinde tecrübesi olmadığı halde adliye nezaretini, en zor dönemde iyi bir şekilde idare etmiş, haklı bulmadığı hususlarda II. abdülhamid’in iradesini geri çevirmiştir.
Abdurrahman paşa, Arapçayı mükemmel yazıp okuyacak farsça ile Fransızcayı da anlayacak kadar biliyordu.
Abdurrahman Nureddin paşa ile şeyh fazıl hüseyin efendi’nin tanışmalarına dair, sadece uyar’ın makalesinde bulunmaktadır. Ona göre[110] Şeyh Fazıl Hüseyin Efendi, Abdurrahman Nureddin paşa’nın önce valisi, sonra sadrazam ve adliye nazırı olacağını müjdelemiştir. Paşa, bir süre sonra Konya yerine Ankara’ya vali olarak atanması ve arkasından diğer söylediklerinin gerçekleşmesi üzerine onun ehli keramet bir şeyh olduğuna inanmış, Konya’daki söylemez zaviyesinin yakınına bir konak inşa edip söylemezin ikametine tahsis etmiştir. Uyar’ın anlattıkları ile vakfiyedeki bilgiler, Abdurrahman Nureddin paşa’nın, Şeyh Fazıl Hüseyin Efendi’nin müridi olduğuna, şeyhle müridin zaman zaman görüştüklerine işaret etmektedir. Abdurrahman Nureddin paşa’nın Konya’ya gelip şeyhi ziyaret ettiği bilinmemektedir. Öyle ise söylemez, belli aralıklarla İstanbul’a gidip müridi olan paşa ile görüşmekte idi.
2.Söylemez Zaviyesi Vakıfları
Anadolu Selçukluları ile beylikler ve erken Osmanlı dönemlerinde mutasavvıflar, sürekli bir gelir kaynağına sahip değillerdi. Başlangıcı sadakaya dayanan tasavvufi faaliyetlerin bir zaviye etrafında teşkilatlanmasından sonra burada oturan dervişler, tarım yapılmayan boş araziyi tarla haline getirerek ekip, dikmiş, zaviyenin ihtiyaçlarını bu yolla karşılamışlardır[111]aslında süreklilik arzeden bir kurumun ayakta kalmasıyla köklü ve düzenli çalışmalar yapması ancak devamlı gelir getiren bir gayrimenkulün bulunmasına bağlıdır. Bu nedenle kurucu şeyhin vefatından sonra da zaviyenin hizmetine devam etmesi düşüncesiyle vakıfların kurulması yönüne gidilmiştir.[112]
Zaviye vakıflarının değişik kişiler tarafından kurulduğu belgelerden anlaşılmaktadır. Bazen zaviyenin kurucu şeyhi ve dervişler, bazen de devlet ileri gelenleri veya zenginler, zaviyeler inşa edip buralara önemli gelir getiren mal ve mülk vakfetmişlerdir.[113]Bu sayede zaviyeler son dönemlere kadar ayakta kalmış, işlevlerine uygun faaliyetlerin sürdürüldüğü mekân olmuştur. Söylemez zaviyesi, bunların bir örneğidir. Bu bölümde, söylemez Zaviyesi’nin vakıfları, belge ve vakfiyelerdeki bilgiler ışığında ortaya konmaya çalışılacaktır.
Söylemez zaviyesinin vakıf gayrimenkulü, zaviyenin kurucu şeyhi fazıl hüseyin efendi ile onun müridi Abdurrahman Nureddin paşa ‘nın vakfettikleri, arsa, bahçe ve evlerdir. Bunun dışında söylemezin zaviyesi için sadaka aldığına dair herhangi bir kayda rastlanmamıştır. Kendisinin mühzevi bir hayat sürüp riyazete önem verdiğine ve dolayısıyla masrafının az olduğuna bakılırsa, vakıf arazi ve bahçelerden elde edilen ürün, zaviyeye gelip gidenlerin ihtiyacını karşılayacak miktarda idi.
Söylemez zaviyesine şeyh fazıl hüseyin efendi,Konya’da kanlı göl denilen mevkide 1600 zira arsa üzerine yaptırılan 85 zira büyüklükteki iki odalı türbeden artan 1250zira boş arsa ile buna ilaveten duvarla çevrili üzerine üç odalı bir ev ve bir ahır inşa edilen 2000 zira arsayı vakfetmiştir(vakfiye,I.,5-10;II.,15-30)
Şeyh fazıl hüseyin efendinin vakfettiği bu emlak la ilgili koyduğu şart şöyledir:zaviyenin oturma hakkı ile menfaatleri mütevelliye ait olacaktır.türbeye bitişik toplam 1127 zira boş arsa Müslüman mezarlığı yapılacaktır.geriye kalan 1360 zira arsaya ağaç dikilecek ve sebze ekilecektir.buradan elde edilecek gelir,binaların onarımına harcanacak,artan da zaviyede mütevelli olacakların olacaktır.(vakfiye,I.,5-10;II.,15-30)
Abdurrahman Nureddin paşa,24 ramazan 1315/16 şubat 1898’de 800 zira ve yine 9 şevval 1319/19 ocak 1902 günü mülk olarak satın aldığı ile birlikte etrafı duvarlarla çevrili toplam 2180 zira arsa ve bu arsanın bir kısmına inşa ettirdiği ikinci katında iki oda,bir sofa ve abdesthane ;alt katında iki oda,gezinti,abdesthane ve bahçede bir göz odalı mutfağı söylemez zaviyesine vakfetmiştir.paşa’nın vakfettirdikleriyle ilgili olarak şartı şöyledir:yukarıda zikredilen iki katlı evde,hayatta kaldığı sürece şeyh fazıl hüseyin efendi sakin olacaktır.onun ölümünden sonra ise türbedar ve zaviyedar olarak tayin edilen Hindistan ahalisinden şeyh fazıl hüseyin efendi’nin Mürid ve şakirdi el-hac Abdullah efendi oturacaktır.şayet yukarıdaki şarta riayet mümkün olmazsa kiraya verilecek para söylemez türbesinin kandil ve diğer masraflarına,orada bekçilik edecek zata ve binanın onarımına sarf edilecektir.eğer bundan sonra para artarsa,fukaraya paylaştırılacaktır.bu şart da uygulanmayacak olursa,icar bedeli Müslüman fakirlere verilecektir(vakfiye,III.,15-25).
3.Söylemez Zâviyesinin Görevlileri
Osmanlı devrinde kurulan zaviyelerde o zaviyeyi kuran şeyhin ailesi, zaviyedar olarak sürekli ikamet ederlerdi. Bazı zaviyelerde bu ailenin yanında birde hizmetkâr aile bulunur[114],günlük işleri görürdü.
Söylemez zaviyesinin zaviyedar, türbedar ve mütevelli gibi görevlileri vardı. Bunlar hakkında aşağıda bilgi verilecektir.
a.Zaviyedar
Zaviye adı verilen küçük tekkede şeyhlik yapana zaviyedar denirdi.
Söylemez zaviyesinin kurucu şeyhi,daha önce çeşitli vesilelerle değinildiği üzere şeyh fazıl hüseyin efendi’dir.bu zat,daha sağlığında,kurduğu zaviyede kendisi öldüğünde zaviyedarlık yapacak kişiyi vakfiyesinde belirtmiştir.birinci vakfiyeye göre,şeyh fazıl hüseyin efendi’nin ölümünden sonra Konyalı eskici Ahmet oğlu Mehmet bin Ahmet adlı şahıs zaviyedar olacaktır(vakfiye,I.,10-15).ikinci vakfiyeden eskici Mehmet usta’yı “hıyanetine muttali olduğu” için azl ettiği,onun yerine Hindistan’ın Delhi şehrinden olup şeyh hüseyin fazıl’ın müridi el-hac Abdullah efendi çişti ibn gülab ali’yi zaviyedar tayin ettiği görülmektedir(vakfiye,I.,15-25)bununla birlikte şeyh Hüseyin’in vefatından sonra zaviyedar atamasına dair kayıtta;zaviyedar lığa,1329 H71911 M’de akça koca adlı birinin mütevelliğe de Abdullah efendinin tayin edildiği anlaşılmaktadır.[115]Akça koca’nın vefatından sonra da küçük oğlu Abdulkadir halis efendi’nin 1332 H/1913 M’de göreve atandığına aynı yerde işaret edilmiştir. Şu halde mütevelli hacı Abdullah Efendi, kendi rızasıyla zaviyedar lığı akça koca ve bunun ailesinden gelenlere verilmiştir.
b.Türbedâr
Türbeyi bekleyen, buranın temizlik ve bakımını yapan görevliye türbedar denir.
Söylemez türbesinde şeyh fazıl hüseyin efendinin vefatından sonra hacı Abdullah efendi’nin türbedar olacağına dair kaydın bulunmasına rağmen(vakfiye III.15-20)zaviyenin vakıf kayıtlarında türbedar kaydına rastlanmıştır. zaviyedar aynı zamanda türbenin işlerine baktığı için ayrıca türbedar atanmamış olmalıdır.
c.Mütevelli
Bir vakfın işlerine bakan ve idare eden kişiye mütevelli denir.
Söylemez zaviyesi vakıflarının iki ayrı mütevellisi vardı. Bunlardan biri şeyh fazıl hüseyin efendi’nin, diğeri Abdurrahman Nureddin paşa’nın vakıf işlerine bakıyordu.
Şeyh fazıl hüseyin efendi’nin tescil ettirdiği birinci vakfiyeye göre,şeyh efendi,sağlığında kurduğu vakfın kendisi mütevellisi olacak,onun vefatından sonra ise,Konyalı eskici Ahmet oğlu Mehmet bin Ahmet,Mehmet usta’nın ölümünden sonra da bunun erkek evladının “aslah ve ekberi” hasbi mütevelli olacaktı (vakfiye I.,10-15).şeyh fazıl hüseyin efendi,Mehmet ustanın “hıyanetine mutali olduğu” için bir süre sonra onu mütevellilikten çıkarmıştır.ikinci vakfiyesinde Mehmet usta’nın yerine Hindistan’ın Delhi şehri ahalisinden olup,bir müddettenim beri söylemez zaviyesinde oturan ve şeyh efendiye hizmette bulunan el-hac Abdullah efendi çişti ibn gülab ali’yi tayin etmiştir.hacı Abdullah vefat edince,erkek çocukları tevliyete tasarruf edeceklerdi.onun nesli kesilirse,bu görev Konya şer’iye mahkemesi Kadısı’nın görüşü doğrultusunda dindar bir gezici hint fukarasına verilecektir(vakfiye,II.,30-40).berat kaydına göre söylemez zaviyesi vakfına şeyh hüseyin,22 R.ahir 1315/20 eylül 1897’de hasbi Tevelli tayin edilmiştir.onun vefatından sonra vâkıfın koyduğu şarta uygun olarak 2R.evvel 1329/3 mart 1911’de Abdullah çişti atanmıştır.[116]
El-hac Abdullah Çişti Efendi
El-hac Abdullah çişti efendi ibn gülab ali,ikinci vakfiyedeki kayda göre hindistanın Delhi şehrindedir.şeyh fazıl Hüseyin’in hizmetinde bulunmak maksadıyla Konya’ya gelip,söylemez zaviyesinde kalmıştır.(vakfiye ,II.,10-15)
Abdurrahman Nureddin paşa’nın düzenlettiği vakfiyede ,hacı Abdullah’ın şeyh fazıl hüseyin efendi’nin “dervişan ve şakirdanı”olduğu kayıtlıdır(vakfiye,III.,15-20).
Hacı Abdullah’ın Konya ya geldiği tarih belli değildir.1320 R/1903-1904 M tarihli nüfus defterinde oğlu “zenci mehmed’in” 1282 R/1866-1867 M’de Konya’da doğduğu kaydına bakılırsa,hacı Abdullah,bu tarihten önce 1860’larda Konya’da idi[117].bu durumda o,şeyhi fazıl hüseyin efendi den 15-20sene sonra Hindistan dan Konya’ya göç etmiştir.
Hacı Abdullah’ın iki oğlu vardı. Bunlardan zenci Mehmet evli, Abdullah(doğum tarihi 1288 R/1872-1873 M ) ise bekârdı. Zenci mehmed’in oğlu hasan (doğum tarihi 1333 R/1917 M) da evlenmemiştir. Bu nedenle soyları devam etmemiştir.
Hasan, halk arasında “Arap” olarak biliniyordu. Babası mehmed’in nüfusa “zenci” şeklinde yazdırdığına bakılırsa, bu aile Arap değil, zenci idi. şeyh fazıl hüseyin efendiye hizmet etmek üzere Konya ya yerleştiğine göre, bu zatın babası zenci bir köle, tarikatı ise çiştiye idi.
Abdurrahman Nureddin paşa’nın vakıf konağına,vakfiyeye göre,sağ olduğu sürece vâkıfın kendisi mütevelli olacaktır.vefatında ise,tevliyet ciheti erkek evlatlarından “ekber ve aslah ve eşredine” aittir.bunun uygulanması mümkün olmazsa,kız evladının “ekber ve aslah ve eşredine” verilecektir.bu da uygulanamazsa,Konya’da Şer’i mahkeme hakimi’nin atadığı “afif,müstakim,mütedeyyin,umur-ı vakfa alim bir zat”mütevelli olacaktır(vakfiye,III.,25-30).
Abdurrahman Nureddin paşa’nın vakfiyesinde koyduğu şartların uygulanmış olduğu berat kayıtlarından anlaşılmaktadır. Nitekim Abdurrahman Nureddin paşa’nın 1912’de vefatı üzerine tevliyet ciheti boşalmış,26 recep 1331/1 Temmuz 1913’de “ekber ve aslah ve erşed” oğlu Ziyaeddin paşa mütevelli olarak atanmıştır[118] .
Söylemez zaviyesi ile ilgili yukarıda bahsi geçen görevlilerden başka atama kaydı bulunmamaktadır. Şu halde 1925’de tekke, zaviye ve türbeler kapatılıncaya kadar bu görevler devam etmiştir.
4.Söylemez Zaviyesi Vakfiyelerinde Dikkat Çeken Konular
Söylemez zaviyesi vakfiyelerinde iki konu dikkat çekmektedir. Aşağıda bunları ayrı başlıklar altında inceleyelim
a.Hintli Müslümanların Konya’ya İlgi Duymaları
Söylemez zaviyesi vakfiyesinde hint Müslümanlarının Konya’ya gösterdikleri ilgi dikkat çekicidir. Aslında Hindistan’la Konya arasında ilginin tarihi eskidir. Anadolu Selçukluları döneminde bu, daha çok ticaret sebebiyle oluyordu. Nitekim Konya’da şerafeddin-i hindi adlı bir tüccar bulunuyor, sürekli Hindistan’a gidip Anadolu’da yetişmeyen malları getirip satıyordu.[119]
Hint Müslümanlarının Mevlana ve mesneviye de ilgi duydukları eflakinin naklettiği menkıbelerden anlaşılmaktadır. Onun anlattığına bakılırsa, Şiraz ülkesinin hükümdarı sultan Şemseddin-i hindi’nin eline Mevlana’nın bir gazeli geçmiş, bunu çok beğenmiştir.[120]
Anadolu Selçukluları döneminde Konya’da Hintli bilim adamları bulunuyordu. eflakiye göre Mevlana safiyüddin-i hindi, o devrin en bilgili âlimlerinden olup, Konya’da pamukçular/penbefruşan medresesinde müderrislik yapıyordu. Mevlana safiyüddin-i hindi, Mevlana’nın Müridi de olmuştur.[121]
Hint mslümanları’nın, hilafet makamına bağlılıklarından dolayı Osmanlı devletine de sempati duydukları, bazı ilim ve devlet adamlarının bu ülkeye gelip yerleştikleri bilinmektedir[122].bu dönemde Konya’ya yerleşmiş hint âlimleri de vardı. Nitekim âlim ve şair vecdi efendi, hint’te bengal ileri gelen ailelerden birinin çocuğu idi. önce şiraza gitti, oradan da Konya’ya gelip Mevlana sülalesinden çelebi efendiye öğretmen oldu.1241 H/1825-1826’da Konya da vefat etti[123]
XIX.yüzyılda da Konya’ya Hindistan’dan mutasavvıf ve ilim adamlarının gelip yerleştiği anlaşılmaktadır.Konyalıların söylemez lakabını taktığı şeyh fazıl hüseyin efendi ile bunun hizmetinde bulunan el-hac Abdullah efendi çişti de Hindistanlıdır.söylemez zaviyesi vakfiyelerindeki bazı şartların Hindistan dan Konya ya gelen gezginci dervişlere yönelik olması (vakfiye,II.,35-40),bu şehirde sayılarının oldukça çok olduğu[124] ,bu sebeple onların kalabilecekleri bir zaviyenin kurulmasına ihtiyaç hissedildiğini göstermektedir.
b.Çiştiye Tarikatı’nın Konya’ya Girmesi
Çiştiye, Hindistan’ın İslamlaşmasında önemli bir rol oynamış Sünni bir tarikat olup[125],muînüddin hasan el-çişti b.Seyyid gıyaseddin es-seczi(ö.633 H/1236 M) tarafından kurulmuştur.[126].bu tarikat, Hindistan’da geniş sahaya yayılmış olmasına rağmen Osmanlı ülkesine XIX. yüzyıla kadar girmemiştir.[127]
Söylemez şeyh fazıl hüseyin efendi, çiştiyeyi yaymak üzere XIX. yüzyıl ortalarına doğru Hindistan’dan Anadolu’ya gelmiş bir mutasavvıftır. anadolunun değişik yerlerinde bir süre gezdikten sonra Konya’ya gelip zâviye kurmuş, burayı çiştiye tarikatının merkezi yapmıştır.
Şeyh fazıl hüseyin efendinin Konya da çok az sayıda müridinin varlığı anlatılanlardan anlaşılmaktadır. Uyar,1948’de pirebi mahallesi sakinlerinden 83 yaşındaki hasan dede diye tanınan birinin söylemez’in müritlerinden olduğuna işaret etmektedir.[128] Köroğlu da halk arasında ona inanmış insanların bulunduğundan bahsetmektedir.[129]söylemez’in İstanbul’da üst düzey bürokratlardan da müritleri bulunuyordu. Yukarıda hayatından kısaca bahsedilen adliye nazırı Abdurrahman Nureddin paşa bunlardan biridir.
Şeyh fazıl hüseyin efendi, Konya’daki geleneksel tarikat anlayışından farklı yol izleyerek uzlete önem vermiş bir şeyhtir. Onun ortaya koyduğu tarikatçılık, Türkiye şartlarında uygulanamaz bulunduğu için kendisine çok az kişi intisap etmiştir. Zaten sayıları mahdut olan müritleri onun ölümünden sonra dağılmış, bu durum, çiştiye’nin Konya’da sonu olmuştur.
IV. SÖYLEMEZ ZÂVİYESİ VAKFİYELERİ
1.Söylemez/Şeyh Fâzıl Hüseyin Efendi2nin 3R.âhir 1312/4 Ekim 1894 Tarihli Birinci Vakfiyesi (Transkripsiyon)
Mâzukire fî hâze’l-kitabi’n-nâtıkı bi’s-sıdk ve’s-sâvab mine’l-vakfı ve’l hasbi ve’t-tescîlı sadare ‘annî ve vaka’a minni ‘âlimen bi’l-hilafi’l-cârî beyne’l-eimmeti’l-eslâf ‘âlâ kavli men-yerâhü es-Seyyid Mehmet emin el-mevlâ’l-hilafe be-medîne-i Konya ‘afâ’ anhü
El-hamdülillahi’llezi e’azzı havâs ‘ibâdehû yasrifü emvâlihim ilâ en-vâ’i’l-hayrat ve iânihim ‘âlâ iktisâbı (okunmadı) hâmid ve’l-müberrât ve’s-salâtü ve’-selâmü ‘âlâ Resûlihi ve nebiyyihi mefhari’l-mevcûdât ve ‘âlâ âlihi ve eshabihi ilâ yevmi yezzuri’l-mer’i tahte’s-sadakat emmâ ba’d işbu vakfiye-i celilü’ş-şân ve cerîde-i bedî’u’t-tuvânın tahrir ve inşâ ve testîr ve imlâsına bâ’is ve bâdî oldur ki merkez-i vilâyet olan medîne-i Konya’da mutavattın tarik-i ‘aliyye-i Çiştîye hulefâsından Hindîyu’l-asl eş-şeyh hüseyin fazıl ibn Abdullah medine-i mezbure mahkemesinde meclis-i şer’-i Münirde zikri âti vakfına liecli’t-tescil ve’l-itmâm icrâ-yı vakf ve’t-tekmîl mütevelli nasb ve ta’yîn eylediği Konyalı Eskici Ahmed oğlu Mehmed bin Ahmed nâm kimesne mahzarında ikrar-ı tâm ve takrîr-i kelam idüp medine-i mezbûre haricinde kanlıgöl nâm mahalde kâin etrâf-ı Erbaa’da taraf-ı selalesi târık-ı ‘âmm ve bir tarafı ‘arsa-i hâliye ile mahdûd ve müceddeden binâ ve inşâ eylediğim iki bâb hücre ve gars eylediğim eşcar-ı müsmireyi hâvi ve dîvâr ile muhâd bir bâb mülk hânemi hasbeten lilllahi’l-ahad ve taleben li-merzâti rabbi’s-Samet vakf-ı sâhıh-i şer’î müebbed ve habs-i sarîh-i mer’i muhalled ile vakf ve habs idüp şöyle şart ve ta’yin eyledim ki ben lâbis-i libâs-ı hayât oldukça kendim mütevelli olup vefâtımdan sonra zikr olunan bir bâb hücre derûnuna hafr itdirdiğim makbereye defn oluna. Ve ba’de’l-vefât mütevellî-i merkum Mehmed Usta mütevelli olup zikr olunan bir bâb hücrede ikamet idüp vakf-ı mezkûrumı ta’mir ve termim eyleye ve vefatından sonra mütevellî-i merkumun evlâdı ve evlâd-ı evlâdının aslah ve ekberine şart ve ta’yin eyledim ve bu hane-i mahdud-ı mezkûri fâriğan ‘ani’ş-şevâğıl mütevellî-yi merkume teslim ol dahi vakfiyet üzere tesellüm ve kabz ve sair evkaf mütevellileri tasarrufları misillü tasarruf eyledi didikte vakf-ı mezkûr tamâm ve hâl teslîm-i encâm bulmuş iken vakf-ı mûmâ ileyh vakf-ı mezkûrundan rücu’ve ke’l-evvel mülkiyete istirdada şurû’ve mütevellî-yi merkum dahi redd ve teslimden imtinâ’ve her biri (okunmadı) fâsınca fasl ve hasma tâlibân olduklarından hâkim-i hâsim ve’l-icnâb? Vakfu’llahi te’âla bi’t-tâsdik ve’s-savâb efendi hazretleri dahi huzunda telâfi’lerinde hakîm-i müşârun ileyh esbeğa’llahu Teâlâ ni’mehû ‘aleyh dahi ‘alimen bi’l-hilâfi’l-cârî beyne’l-eimmetü’l-eşrâf ‘âlâ
Kavli menyerâhu min eimmei’l-müntehidin rızvanûllahi te’ala ‘aleyhim ecme’in hazretleri dahi vakf-ı mezkûrun sıhhatine ve sâniyen lüzûmunun cevâzına hükm-i sah3ıh-ı şer’i ve kaza-yı sârih-i mer’i itmeğin vakf-ı mezkûr sahih ve lâzım ve habs ve mütehattim olup min ba’d nakz ve nâkısına mecâl-i muhâl oldu femen beddelehü ba’de mâsemi’ahu fe-innemâ ismühü ‘ale’l-lezine yübeddilûnehu inne’llahe semî’un ‘âlim ve icrâ’l-vâkıfı cerâ zâlike ve hurrire fi’l-yevmi’s-sâmin ve’l-‘ışrin min-şehri Saferi’l-hayr li-sene hams ve selâse-mi’ete ve elf.
Vakf-ı mûma ileyh tezliyet-i mezkure hakkındaki şert-ı mezkûrından rücû’la merkum Mehmed Usta’yı tevliyetten ihrâc itdiği evkâf muhasebeciliğinin ve mahkeme-i şer’iyenin ol bâbdaki vakfiye zahrinde muharrerdir. derkenârlarından anlaşıldığı gibi bu def’a dahi şart-ı mezkûrdan rücû’itmekle işbu kaydı terkîn olundı.3 R.âhir sene 1312
Naib-i Konya(mühür)
2)Söylemez/Şeyh Fâzıl Hüseyin Efendi’nin 3 R.âhir 1312/4 Ekim
1894 Tarihli İkinci Vakfiyesi(Transkripsiyon)
İş bu vakfiye 22 Safer 1315 târihinde sâdır olan irâde-i ‘âliye m3ucibince kaydolunmuştur.
Bâ-takrîr.
Mâ zükîre fî hâze’l-kitâbi’n-nâtıkı bi’s-sıdk ve’s-savâbı mine’l-vakfı ve’l-habsi ve’t-tescîli fe-hakemtü bi sıhhatihi ve cevâzı şerâitihi sadera ‘annî ve vaka’a minnî ‘âlimen bi’l-hilâfi’l-câri beyne’l-eimmeti’l-eslâf ‘ âlâ ‘aleyhim ecma’în ve ene’l-fakîr Ali Şükri Efendi –zâde Mehmed Esat el-mevellâ’l-hilâfete be medîne-i Konya ‘ufiye ‘anhü.
Hamd-i mevfûr ve şükr-i cezîl-i gayr-i mahsûr ol vâkıf-ı hafâyâ-yı zamâir ve kâşif-i habâyâ-yı serâir olan cenâb-ı mûcid-i ‘âmme-i mümkinât ve münşî-yi kâffe-i mansû ‘at-ı te ‘ âlâ şânühû ‘ani’ş-şîbe ve’l-meşîl ve tekaddese zatuhu ‘ani’n-nazîrî ve’l-adîl hazretlerinin dergâh-ı akdes ve bârgâh-ı mukaddeslerine sezâvâr ve vâcibü’l-iktisârdır ki envâ ‘benî âdemi kudret-i kâmile ve hikmet-i şâmile birle inşâ ve ihtirâ’ idüp dünyâ-yı mezra’a-i âhiret ve ûlâyı zerîa-i ‘âkibet eyledi ve salavât-ı tayyibât ve tahiyyâtı hâlisât ol sultân-ı cumhûr-ı enbiyâ ‘unvân ve merkad-i menşûr-ı asfıyâ mazhar-ı feyz-i hakâyık hâfız-ı esrâr-ı dekâyık İmâm-ı Kâ ‘be-i kudsî hümâm medîne-i ins sadr-i suffe-i safâ Muhammedini’l Mustafa Sallallâhu Teâlâ ‘ aleyhi ve selem efendimiz hazretlerinin meşhed-i mu ‘Attar-ı münevverlerine olsun ki vücud-ı şerîfi sebeb-i îcâd, kevn ü mekân ve bâ ‘is-i hilkat-i ins ü cân oldı. Ev tahiyyât-ı bîğâye ve teslimât-ı mâlen nihâyeâl-i evlâd-ı kirâm ve eshâb-ı zevi’l-ihtirâmına olsun ki her biri sırât-ı müstakîmde necm-i Hüdâ ve felek-i ihtidâda şems-i zuhâ oldular, rıdvânullahî te ‘âlâ âleyhim ecma ‘în.Emmâ bâ ‘d işbu vakfiye-i çelîlü’ş-şân ve cerîde-i bedîu’l-unvânın tahrîr ve inşâ ve tastîr ve imlâsına bâ ‘is ve bâdî oldur ki vuku ‘bulan talep ve da ‘vet üzerine husûs-ı âtiyü’l-beyânın mahallinde ketb ü tahrîr ve ber-vakf-ı şer’î kayd ve tescîli için bizzât bu fâkir merkez-i vilâyet olan medîne-i Konya’da Kanlı göl dimekle ‘ârif mahelde kâin fi’l-asl Hindistan diyârında Allahâbâd şehri mülhakatından Ahmed Pur Seyyid Serame karyesi ahâlisinden cenâb-ı Osman Zinnureyn radıyallâhu ânh hazretleriyle İmâm-ı Hazret-i Zeynelâbidîn hazretlerinin sülâle-i târihlerinden olup müddet-i medîdeden beri Konya havâlisinde ve nefs-i Konya’da ikamet itmekte bulunan zehâdetlü fakîr Mîr-i Fazıl Hüseyin Şehîd Çiştî Efendi ibn Mîr Kûhî Ali ibn Bedîuzzaman ibnMâlik Ömer’in bundan akdem inşâ itdikleri zâviyelerine varup zeyl-i kitâbda mektûbi’l-esamî zevât-ı kirâm hâzır oldukları halde ‘akd-i meclis-i şer’-i ‘ âlî olundukda mîr-i Mûvât-ı kirâm hâzır oldukları halde ‘ akd-i meclis-i şer ‘-i ‘Âlî olundukda mîr mûmâileyh Fâzıl Hüsnü Çişti Efendi meclis-i ma ‘kud-ı mezkûrda zikr-i ^ti vakfına li ecli ‘t-tescîl ve’l-itmâm emrü’l-vakf ve ‘t-tekmîl mütevelle nasb ve ta ‘yînitdikleri ‘an asl diyâr-ı mezkûrda şehr-i Dehli âhalisinden olup bir hayli müdetten beri medîne-i mezbûrede kâin zâviye-i mezk3urda kâin mîr-i mûmâileyhin hıdmetinden bulunan el- Hâc Abdullah Efendi Çiştî ibn Gülâb Ali mahzarında ikrâr-ı sahî h-i şer’î ve i ‘tirâf-ı sa^rih-i mer’î idüp maru’l-beyân Kanlıgöl nâm mahalde kâin etrâf-ı erba’adan cevânib-i selâsesi tarik-ı ‘âmm ve taraf-ı râbi ‘ arsa-i hâliye ile mahdûd işbu üzerinde ‘ akd-i meclis-i şer ‘-i ‘âlî olunan terbî ‘an binaltıyüz zirâ milk ‘arsadan seksenbeş zirâ· üzerine mukaddemâ mâlimden binâ ve inşâ eylediğim bir oda ve ittisâlinde vâki ‘bir kahve ocağını vabâki binbeşyüzyirmi zirâ····’ ‘arsa-i hâliyeyi hâvi mahalli bundan akdem ya’ni mürûr iden binüçyüzbeş senesi Saferu’l-hayranın yirmisekizinci günü medîne-i Konya’da nâibü ‘ş-şer ‘bulunan merhûm Mehmed Emin Efendi’nin huzurunda vakf idüp tevliyet cihetini hayatta oldukça nefsime be ba 2de ‘l-vefât Konyalı Eskici Mehmed Usta’ya ve anın vafâtiyle eslah ve ekber evlâdına ve evlâd-ı evlâdına şart ve ta ‘yîn itmişidim lâkin mezbûr Mehmed Usta’nın hıyânetine muttalî olduğum Konya Müftülüğü’nden virilen fetvâ-yı şerîf mûcibince merkum usta’yı tevliyet-i mezkûdan nâib-i mûmâ ileyhin re ‘yiyle ihrâc idüp bu sûretle mezbûr Mehmed Usta’nın tevliye-i mezkûreden ihrâc ve in ‘izâline dâir binüçyüzdört sene-i devriyesi Nisanı târihiyle makamı ‘ âlî-yi vilâyete takdîm ittiğim ‘arzıhal üzerine ol bâbdaki hüccet kaydı terkîn olunup Konya evkaf mühâsebeciliğinden ve mahkeme-i şer’iyyeden mezkûr vakfiye zahrına kaydı terkîn olunduğ işareti virilerek ol vechile şert-ı mezkûrdan rücû ‘ittiğim gibi bu def’a teveliyet-i mezkûre hakkında ber-vech-i muharrer hâyatında mezbûr Mehmed Usta’ya ve vefâtında sonra aslah ve ekber evlâdına ve evlâdına eylediğim şart-ı mezkûrdan ancak ma ‘rifet-i şer ‘le rücû ‘birle tevsî ‘tarîkıyle ilâve eylediğim işbu etrâfı divar ile muhât ikibin zirâ’ ‘arsam ile sâlifu’z-zikr binaltıyğz zirâ’ki cem ‘an üçbin zirâ milk ‘arsam üzerinde mukaddemâ atyab-ı mâl ve enfes-i menâlimden müceddeden binâ ve inşâsına muvaffak olduğum ma ‘a örtme üç göz oda ve bir ahur ve bir bi’r-i mâ’ ve bir memşâyı hâvi bir bâb zâviyemi hasbeten lillahî’l-ahad ve taleben li-merzâti Rabbi’s-samed vakf-ı sahîh-i şer’î müebbed ve habs’i sarîh-i mer’î muhalled ile vakf ve habs idüp şöyle şart ve ta’yin eyledim ki zâviye-i mezkûrenin süknâ ve menâfi ‘ine ve vakf-ı mezkûrumun ber-vech-i hasbî tevliyet cihetine şart-ımezkûr üzerinel^bisi libâs-ı hayât oldukça kendim musarrıf olup vefâtımdan sonra mütevellîyi mûmâileyh el-Hâc Abdullah Çiştî Efendimutasarrıf ve mütevelli ola ve bunun dahi vafâtı vuku ‘unda zâviye-i mezkûrenin süknâ ve menâifi ‘ine ve tevliyet cihetine mü?tevellî-yi mûmâileyh el-Hâc Abdullah Çişt3i Efendi’nin mutlaka evlâdı ve evlâd-ı evlâdı batnen ba’de batnin ve karnen ba ‘de karnin mâ tenasülû ve te ‘âkabû mutasarrıf olalar ve ‘ivezenbillâhi te ‘âlâ ba ‘de ba ‘de ‘l-inkırazi’l-küll zâviye-i mezkûrenin süknâ ve menâfi’i ve tevliyet ciheti Medine-i mezbûrda hâkimü’ş-şer’bulunan ve anın re’y ve tensibiyle seyyahînden mütedeyyin bir Hindî fukârasına virile ve bi-emirillâhi te ‘âlâ rûhum civâr-ı rahmet-i Rahmâna revân oldukda na’şım zâviye-i mezkûre derûnunda kâin otuzbeş zirâ’arsa üzerine mebni işbu sâkin olduğum mezkûr oda derununa tahiye ve ihzâr eylediğim kabre defn oluna ve işbu odaya muttasıl mecmû’u binyüzyirmiyedi zirâ’ ‘arsa-i hâliye dahi hayâtımda benim ve vefâtımdan sonra zâviye-i mezkûrda mütevelli olanların tensîd ve ihtiyâr ittikleri mevtâ defn olmak üzere mekâbir-i müslimîn ittihâs olunup mütdâr-ı mezkûrdan ziyâde’ arsaya tecâvüz olunmaya ve mâdâ binüçyüzyüzaltmış zirâ’ ‘Arsaya eşcâr gars ve sebze zer’olunup münâfi-i hâsılası zâviye-i mezk3urda mütevelli olanlara âit ola ve vakf-ı mezkûrumun taklîl ve teksîri ve sûrut ve kuyudunun tebdil ve tayiri müretten bâ’de uhra yed ve meşiyetinde olup bâ ‘de’l- vefât Bâb-ı Tağyir-i münsed ola ve mürür-i zaman ve kürur-i ‘Âvâm ile icrâ-yı şerâit-i mezkûreye ri’ayet müte’azr olur ise menâfi-ivakf Medine-i Konya’da mukî Hindî Fukârasına sarf oluna deyü ta’yin –i şurut ve tebyîn-i kûyut birle zâviye-i,mezkûreyi fâriğan ‘ani’ş-şevayil mütevelli-i mûmâileyhe teslîm odahi vakfiyet üzre tesellüm ve kabz vesâir mütevelliyân-ı evkaf misillütasarruf eyledi didikte gıbbetasdiki’ş-şer-î emr-i vakf tâmam ve hâl teslimi encam bulmuşiken mukarr-ı vâkf mîr-i mûmâileyh kelâmını semt-i âhara sârif olup vakf-ı akâr İmam-ı azam ve Hümâm-ı efhâm Ebû Hanifetî’l-kûfî el-Cevzi? Hazretleri indinde menzile-i’ariyetde olmağla rûcu’ meşrû’ve İmam-ı Rabbanî Muhammed bin Hasenü’ş-Şeybânî hazretleri katında vâkıf menafi –i vakfı nefsine şart ile vakf batıl olduğuna binâen vakf-ı mezkûrdan rûcu ve zâviye-i mezkûreyi ke’l-evvel milkime istidâda şuru’iderim diyicek mütevelli-i mûmâileyh dahi Cevab-ı savâbı tesaddi idüp eğerçi hâl best olunan mivâl hüzre olduğu câ-yı eşgâl değildir. Lâkin Ârif-i semedânî Ebû Yusuf’u ‘ş-şehr bi’l-İmâmi’s-sâni hazretleri katında vâkıf mücerred vekaftu dimekle ve imâm-ımüşârunileyh Muhammed bin Hasenü’ş-Şeybânî indinde teslîmi ile’l mütevelli olmağla vakf-ı mezkûr sahîh ve l3azım olur deyü redd ve teslîmden ibâ ve imtinâ birle müterâfi ‘an ve her biri fasl u hasme tâlibân olduklarında ben dahi cânib-i vakfı evlâ ve ahrâ görüp âlimen bi’l-hilâfi’l-câri beyne’l-eimmeti’l-eslâf ‘âlâ kavli men yerâhu mine’l-eimmeti’l-müctehidîn rızvanûllahi te’ âlâ ‘aleyhim ecma’in evvelâ vakf-ı mezkûrun sıhhat ve lüzûmuna ve şrût ve kuyûdunun cevâzına hükm-i sahîh ve lâzım ve habs-i sarîh-i mütehattim olup min’ ba ‘d naks ve nakzine mecâl-i muhâl ve tebdîl ve tağyîri Vâkıf-ı mîr-ı mûmâileyhden gayre adîmü’l-ihtimâl oldu. Femen beddelehu ba’demâ semî’ahû feinnemâ ismuhû’ale’l-lezîne yübeddilûnehû inne’l-lâhe semî’un ‘alîm ve icra’l-vâkıfı ‘ale’l-hayyi’l-âhir sene isnâ ‘aşr ve selâsemi’ete ve elf.
Şuhûdül-hâl: Meskûn-ı vilayet saâdetlü Hayri Bey Efendi, Hazret-i Şems türbedârı zehâdetlü Hâcı Ahmed Efendi, Konya ulemâsından Herkes-zâde Mustafa Efendi ve gayrihi.
3.Abdurrahman Nureddin Paşa’nın 15 Şaban 1320/17 Kasım 1902 Tarihli Vakfiyesi (Transkripsiyon)
[55] XIII.yüzyılda Konya ya gelip yerleşmiş bazı mutasavvıflar hakkında bkz. Eflaki,Menâkibül Ârifîn,(terc.Tahsin Yazıcı),I.(2.baskı),Ankara 1976;II.,(2.baskı),Ankara1980.
[56] Karamanoğulları döneminde Konyada inşa edilen bazı tekke ve Zaviyeler için bkz. Osman Nuri Dülgerler,”Karamanoğulları dönemi mimarisi”,(İstanbul Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi),İstanbul 1995,s.157–158,174–175,179–183.
[57] Yusuf Küçük dağ,”Osmanlı dönemi Konya tekke ve zaviyeleri”,Dünden bugüne Konya’nın Kültür birikimi ve Selçuk Üniversitesi,Konya1999,s.135–136.
[58] Konya tapu ve Kadastro Bölge Müdürlüğü,23 Mahalle,29 Pafta,133 Ada, Tapu kayıtlarına da “Söylemez Tekkesi”olarak geçmiştir. Meram Tapu Sicil Müdürlüğü,Pafta29,Ada:133,Parsel —.
[59] Bu hadise bkz. Muhyiddin-i Nevevî, Riyazüs-Sâlîhin ve Tercemesi,(Terc. Hasan Hüsnü Erdem),III.,(2.baskı),Ankara 1970,s.103.
[60] Zira metrik sisteme geçilmeden önce kullanılan uzunluk ölçülerinden biridir. Dirsekten orta parmak ucuna kadar olan bir uzunluk ölçüsüdür. Mimari zirâ yaklaşık 77.5cm’dir.Bu ölçü birimi için bkz.Walther Hınz, İslâm’da ölçü sistemleri,(Tec. Acar Sevim).İstanbul 1990,s.79;T.H.”Zirâ”,İA. XIII. s.575;Mehmet Erkal,”Arşın”,DİA. III. s.411–413.
[61] Söylemez Tekkesi Vakfiyeleri,I.5-10;II.,35-40;III.,15-20.Bundan sonraki atıflarda vakfiye,I.,II.,III.,şeklinde metin içinde kısaltılarak verilecektir.
[62] Allahâbâd şehri o zaman çok sayıda Müslüman’ın yaşadığı bir şehirdi.BKZ. Kudret Büyük coşkun ,”Allahâbâd “,DİA.,II.,s.502-503.
[63] V.Sabri Uyar”Hattatlar armağanı”,Konya dergisi, s.112,(Şubat 1948)s.13.
[64] Aynı yer.
[65] Kazım Köroğlu,”Söylemez oğlu Mahallesi(!)”,Yeni Konya,5Ocak 1952 s.3 ayrıca bkz. İbrahim Hakkı Konyalı, Abideleri ve kitabeleri ile Konya tarihi, Konya 1964,s.935
[66] Söylemez’in mezar kitabesi şöyledir:
“Hüve’l-Bâkî
Bismillâhirrhmânirrahim
Küllümen-‘aleyha fânin ve yebkâ vechü Rabbike zü’l-celâli ve’l –ikrâm. İnnâ billâhi ve innâ ileyhi râcî’un. Küllü nefsin zâikatül-mevt. Hz.-i Kâbe-i feyz-i ‘âlem kıble-i kimya-yı sa’âdet Şâh Seyyid Hacemir Fakir Fazıl Hüseyin İbn Merhum Gevher ali Şehid Çişti kalender-i ehl-i Hindistan Karibü’l-bahar Şehr-i Ahmed Pûr Medfen-i Konya-i Şerif Mah-ı Şaban-ı Şeb-i Cum-a sa’ât- — fi 28 Târih-i sene 1328 minHiereti’n-Nebiyyi sallallâhü ‘aleyhi ve selem temmet”.
[67] VAD.,no.149,sıra:4208
[68] Baha Veled’den günümüze Konya Âlimleri ve Velileri,II.,-Konya 1995,s.128.
[69] Mesela Hindistanlı meşhur gazeteci, şair ve siyaset adamı Hasret Mohani, İmam Ali Er-Rıza’nın soyundan gelen bir seyyid ailesine mensuptur. Bkz.Rız Kurtuluş “Hasret Mohani”,DİA.,XVI.,s.393-394.
[70] İrfan Gündü, Osmanlılarda devlet-tekke münasebetleri, İstanbul 1984,s.243–245;Yakup Çiçek,”Nakşbendîye tarikatı ve Şeriata bağlılığı”,Ahmed Ziyauddin Gümüşhanevî Sempozyumu bildirileri, İstanbul 1992,s.164,173.
[71] Küçükdağ-aynı makale.
[72] Mevlânâ Halid-i Bâğdadi-Nakşbendîye, Kadirîye,Çîştiye,Sühreverdiye, Kübreviye gibi tarikatlar konusunda Hindistan da eğitilmiştir.Geniş bilgi için bkz. Gündüz aynı eser,s.237-241;Hamid algar-Süleyman Uludağ”Halidiye”,DİA.,XV.s.295-299;Çiçek,Aynı tebliğ,s.156-164.
[73] Aynı yer.
[74] Hintli Âlimler Farsçayı da iyi bilirlerdi. Hindistan’da XVI. yüzyılından günümüze kadar Farsça şiir yazan birçok İslam Âlim ve şairi yetiştirmiştir. Örnek için bkz. Erkan Türkmen, Urdu Edebiyatında Şiir Evleri,Konya1992
[75] Aynı yer.
[76] Aynı yer.
[77] Konya Tapu ve Kadastro Bölge Müdürlüğü,23 Mahalle,29 Pafta,133 Ada; Meram Tapu Sicil Müdürlüğü, Pafta 29,Ada 133,Parsel 2
[78] VAD.no.149,sıra:4208.
[79] Ahmed Işık Doğan, Osmanlı mimarisinde Tarikat Yapıları Tekkeler, Zâviyeler ve benzer nitelikteki Fütüvet yapıları, İstanbul 1977,s.58–60–168–169.
[80] Şemseddin Sami Kamûs-ı Tük-î,I.,İstanbul1317s.680.
[81] Doğan aynı eser, s.162–176.
[82] A.Y.Ocak-S.Faruk-i,”Zâviye”,İA.,XII.,s.473-474.
[83] Meram Tapu Sicil Müdürlüğü Pafta 29,Ada 133,Parsel 29.
[84] Meram Tapu Sicil Müdürlüğü Pafta 29,Ada 133,Parsel 29.
[85] Anadolu’nun Türkleşmesi-İslamlaşmasında mutasavvıfların rolü ile ilgili geniş bilgi için bkz. Ömer Lütfü Barkan,”Osmanlı İmparatorluğunda bir iskan ve Konolizasyon metodu olarak vakıflar ve temlikler I.,İstila Devirleri’nin Kolinizatör Türk Dervişleri ve Zâviyeler”,VD.,s.2,s.279-365.
[86] Aynı yer.
[87] Yusuf Küçük dağ,”Leszaviyyas Mevlevî tes á Konya”,Osmanlı araştırmaları, XIV.(İstanbul 199)4s.124–125
[88] Doğan, Aynı eser, s.174,175.
[89] Doğan, Aynı eser, s.99.
[90] Dülger oğullarından Ömer’e 7.1.1936’da satılmıştır. BKZ. Meram Tapu Sicil Müdürlüğü, Pafta 29,Ada 133,Parsel 2.
[91] “Konya’da Türk-İslam Dönemi Mezar anıtlarının Özellikleri”,(Kısaltma: Mezar Anıtları),(Konya
Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi Basılmamış Yeterlik Çalışması),Konya 1979,s.146.
Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi Basılmamış Yeterlik Çalışması),Konya 1979,s.146.
[92] Uyar, aynı yer, Köroğlu, aynı yer.
[93] Aynı yer.
[94] Meram Tapu Sicil Müdürlüğü, Pafta 29,Ada 133,Parsel 2.
[95] Ulaş baba Kümbeti ile ilgili geniş bilgi için bkz. Dülgerler,Karamanoğulları dönemi mimarisi.,s.179-182
[96] Dülgerler, Mezar Anıtları, s.146
[97] T.C Resmi Gazete,14 Mayıs 1983,S.18047
[98] BKZ. Kültür Bakanlığı Konya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Müdürlüğü, dosya no.4200–15
[99] Mevlâna Derg3ahı bahçesinde iken kaldırılan mezarlık için bkz. Hasan Özönder, Konya Mevlâna Dergâhı,Ankara1989,s.52;Şems Mezarlığı için bkz. Konyalı Konya tarihi, s.938–939.Bunlardan başka Konya’da birçok tekke ve zâviyenin mezarlığı kaldırılarak park haline getirilmiştir. BKZ. Mehmet Önder, Mevlânâ Şehri Konya,(—.baskı)Ankara 1971,s.465–466
[100] Aynı yer.
[101] Küçük dağ, aynı makale, s.127;aynı yazar,1Konya’da Bir Mevlevî Manzumesi(Pîrî Mehmed Paşa Zâviyesi ve Vakfiyesi)”,IX. Vakıf Haftası Kitabı, Ankara 1992,s.160
[102] Aynı yer.
[103] İnal, aynı eser, s.1321.
[104] VAD.no.595,s.256.
[105] Meram Tapu Sicil Müdürlüğü, Pafta 29, Ada 134,Parsel 1.
[106] Konya evleriyle ilgili geniş bilgi için bkz. Celile Berk, Konya evleri, İstanbul 1951.
[107] Kültür Bakanlığı Konya Kültür ve tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Müdürlüğü, dosya no.420015.
[108] Kültür Bakanlığı Konya Kültür ve tabiat Varlıkla Koruma Kurulu Müdürlüğü, dosya no.420045.
55 s.1320-1346.ayrıca bkz.ismail hami danişmend,izahlı Osmanlı tarihi kronolojisi,IV.,İstanbul 1972,s.322-323,334;II.,İstanbul 1971,s.93
[110] Aynı yer (55 ile)
[111] Ömer Lütfi barkan, bu hususla ilgili çok sayıda örnek vermiştir.
[112] Konya’da Mevlana dergahı buna örnek verilebilir.daha Mevlana’nın vefatından kısa bir süre sonra dergah’a vakıfların tahsisi başlamış bu Osmanlı devletinin son devirlerine kadar sürmüştür.celaliye evkafı adı verilen Mevlana dergahının vakıfları için bkz.yusuf küçükdağ,”Mevlana dergahı vakfiyelerinden abid çelebi ve veled bekir vakfiyeleri”(Selçuk üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü tarih anabilim dalı yeniçağ tarihi bilim dalı yüksek lisans tezi),Konya 1896,s.8-10.bu kez,”Konya Mevlana dergahı ve türbe hamamına dair iki Mevlevi vakfiyesi”(VD.,S.23,s.75-102)adıyla kısmen yayınlanmıştır.
[113] Küçükdağ, aynı eser, s.4-8
[114] Ocak-fârukî, aynı madde, s.472
[115] VAD.no.149,sıra:4210.
[116] VAD.no.149,sıra:4208
[117] Konya nüfus müdürlüğü,defter no.:4,akbaş mahallesi,hane 9.
[118] VAD.no.149,sıra:4209
[119] Eflaki,menakıbü’l-arifin,(yay.Tahsin yazıcı),I.,(2.baskı),Ankara 1976,s.90-92
[120] Eflakî aynı eser, s.266-268
[121] Eflakî aynı eser s.295-296
[122] Ünlü ilim adamı ve müderris muslihiddin Mehmet efendi/lari (Mehmet süreye,sicilli Osmani,IV.,İstanbul 1311,s.494);Hindistan’da hümayın şah’ın veziri,aynı zamanda ilim adamı olan şerif Muhammed-i hindi (ö.974 H/1566-67 M )bunlardan bilinen birkaçıdır.bkz Mehmet Süreyya ,sicill-i Osmanî,III.,İstanbul 1311,s.140-141.
[123] Mehmet Süreyya ,sicill-i Osmanî,IV.,s.603
[124] Konya ve çevresine XIX. yüzyıl sonlarında sadece Hintli dervişler değil başka insanlarda gelmiştir. prof.dr. Mikail bayramın anlattığına göre kayınvalidesinin dedeleri, Arap hocalar, XIX yüzyıl sonlarında Konya’ya gelmiş; bir süre burada kaldıktan sonra Nevşehir’in Avanos ilçesine yerleşmişlerdir.
[125] K.A.nizami,”çiştiyye”,DİA.,VIII.,s.343-346
[126] K.A.nizami,”çişti”,DİA.,VIII.,s.342-343
[127] Mustafa kara, tasavvuf ve tarikatlar tarihi ,(3.baskı),İstanbul 1995,s.285-286;H.kâmil yılmaz, anahtarlarıyla tasavvuf ve tarikatlar, İstanbul 1997,s.247-248
[128] Aynı yer (73 ile)
[129] Aynı yer
Yorumlar