BURDURLU HATİBZADE HACI MEHMET REFET EFENDİ VE MİLLİ MÜCADELEDEKİ HİZMETLERİ



                                                                         Prof.Dr. Ali SARIKOYUNCU*
                                                                       Doç. Dr. Esra SARIKOYUNCU DEĞERLİ**
GİRİŞ
     Milli Şairimiz Mehmed Akif’in  “Kim bu Cennet vatanın uğruna olmaz ki feda” dediği Anadolu’nun Müslüman Türk yurdu haline gelmesinde; Alparslan, Ertuğrul ve Osman Gaziler, Orhan, Murat ve Yıldırım hanlar, Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman gibi hükümdarlar mücadele vermişlerdir. Bu arada Selçuklu sultanları da…
     Ceddimiz olan bu büyüklerimize-Oğuzlara Anadolu’nun kapılarını açan Sarı Hoca’lar, Saçlı Hafızlar; Kayı boyunun Beğlek, Sultanlık en sonunda da imparatorluk yapan Şeyh Edebaliler, Dursun Fakıllar ; “Diyar-ı Rum’u Edebiyen Diyar-ı Türk ve Diyar-ı İslam yapan Mevlanalar, Yunuslar, Emir Sultanlar, Hacı Bayram ve Hacı Bektaş veliler Mehdi ve İbn-i Kemal Paşalar, Akşemsettin, Merkez Sünbül, Aziz Mahmut Hüdayi, Şeyh Halil Efendiler manevi rehberlik yapmışlar, onlara yol göstermişlerdir. Bahaüddin Veled oğlu Mevlana Celaleddin Konya’ya, Hacı Bayram Veli Ankara’ ya otağ kurmuş, Anadolu’nun her yanına saldıkları erenleriyle, bu toprakları Türkleştirmişler, Müslümanlaştırmışlardır.
     Ancak Avrupa, Bizans topraklarının alınarak, Türkleştirilmesini ve Müslümanlaştırılmasını bir türlü içine sindirememiştir. Bunun için batılılar, Anadolu’yu geri almak, Hristiyan yapmak için yıllarca plan ve projeler yapmış  mücadeleler vermiştir. Nihayet 9 asır süren bir mücadelenin sonunda Anadolu’ya girmeyi başarabilmişlerdir. Birinci Dünya Savaşı’na son veren Mondros Ateşkes’i (30 Ekim 1918)sonrasında Anadolu’muz İngilizlerin, Fransızların, İtalyanların ve Yunanlıların işgaline uğramıştır. Aynı zamanda Hristiyanlık dünyası yüzyıllardan beri çözmeye çalıştıkları “Şark Meselesi” ni de nihayete erdirmiş görünüyordu.
     Zira bu emperyalistler inanıyorlardı ki, uzun yıllar devam eden savaşlar sonunda yorgun ve fakir düşen Türk Milleti, bu istilaya karşı duramaz ve Türk toprakları da kolaylıkla paylaşılırdı.  Fakat bunun böyle olmadığı kısa zamanda anlaşılacaktı. Başka bir ifadeyle, Mustafa Kemal Atatürk’ün “Milli İntibah” diye tanımladığı Türk Milleti’ndeki uyanış, işgalci güçleri hayal kırıklığına uğratacaktı.
     Böyle bir anda milletin ruhunda ve benliğinde mevcut olan direnme gücünü ateşleyen hocalar, müftüler,  din adamları Milli Mücadele fikrinin doğuşunda önemli bir faktör olmuşlardır.  Ölüm-kalım mücadelesinin ilk günlerinde halk,  Mustafa Kemal Atatürk’ün de belirttiği gibi “Hakiki vaziyeti anlamamışlardı.  Fikirlerde karışıklık vardı. Dimağlar adeta durgun bir haldeydi…”  Pek çok din adamı yine Mustafa Kemal Atatürk’ün ifadesiyle; “Hakikati halka izah ettiler…  doğru yolu gösteren vaaz ve nasihatlerden sonra herkes çalışmaya başladı”
     Bu cümleden olarak,  İzmir’in işgalinden sadece dört saat gibi kısa bir süre sonra düzenlediği mitingde;  “işgal edilen memleket halkının silaha sarılması dini bir görevdir” diyen Müftü Ahmet Hulusi Efendi’nin etrafında Denizlililer hemen birleşmişlerdir.
     Din adamları Milli Mücadele kıvılcımını ateşlemekle kalmadıklar. Kimileri ellerinde silah, beldelerini de korumuşlardır. Örneğin Isparta’da Hafız İbrahim Efendi, DEMİRALAY; Afyonkarahisar ‘da da Hoca İsmail Şükrü, ÇELİKALAY adlarında gönüllerinden alaylar teşkil etmişlerdir.
     Öte yandan hiçbir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti yoktur ki, onun içinde veya başında bir din adamı bulunmasın. Bilindiği üzere TBMM, bu kuruluşların üzerine bina edilmiştir.  Yine Mustafa Kemal Atatürk,  19 Mayıs 1919’da Anadolu topraklarına ayak bastığında,  O’nu karşılayanların başında din adamları ön saflarda yer almışlardır.
     Kısaca ilk direniş fetvasını veren ve örgütünü kuran Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi’den , İzmir Valisi İzzet Bey’in Yunan işgaline karşı çıkılmaması emri üzerine;
 “Vali Bey… bu sakalım al kanımla kızarabilir,   ama bu alına Yunan alçağını sükünetle selamlamış olmanın karasını severek huzur-u İlahiye çıkamam” diye haykıran İzmir Müftüsü Rahmetullah Efendi , Mustafa Kemal Atatürk’e “Paşam! Bütün Amasya emrinizdedir” diyen Müftü Hacı Tevfik Efendi’den  Milli Mücadele’nin meşru olduğuna dair fetva Ankara Müftüsü Mehmet Rifat Efendi  ve daha niceleri  Mustafa Kemal ATATÜRK’ün “Ya İstiklal, ya ölüm”parolası etrafında birleşmişlerdir.
          Bununla birlikte Milli Mücadele’de din adamları konusu yeterince incelenmemiştir. Bu konudaki kitap ve araştırmalar da yok denecek kadar azdır. Hâlbuki Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, Cumhurbaşkanlığı ve Osmanlı Arşivleri, onların kahramanlıklarını dile getiren belgelerle doludur. Anılan arşivlerdeki belgeler incelendiğinde, onların Hulleci piyesinde ortaya konan, yüzlerce tiyatro eserinde ve karikatürde hafife alınan uydurma kıyafetli, ürkek şahsiyetli ve kurnaz karakterli tipler olmadıkları görülecektir. Ayrıca Halide Edip Adıvar’ın Vurun Kahpeye isimli eserinde tahkir ve tezyif ettiği, karaladığı bir camianın büyük bir çoğunluğunun Anadolu harekâtı yanında yer aldığı anlaşılacaktır. Tarafsız bir tarihçi gözüyle Milli Mücadele tarihini yazanlar, bu gerçeği göreceklerdir.
           Öte yandan merhum Dr. Fethi Tevetoğlu’nun da belirttiği gibi “Türk Milli Mücadelesi’nin noksansız tarihini yazanların, eserin asıl sahibi büyük Türk Milletinden bu mücadeleye ufak-büyük hizmeti geçmiş her Türk evladına, gördüğü milli hizmet ölçüsünde yer ve değer vermeleri hem ilmi bir zaruret, hem de kadirbilirlik borcudur.”
            Kısacası Türk Milleti askeri-siviliyle, yöneticiyle öğretmeniyle, öğrencisiyle, din adamlarıyla, tüm diğer meslek erbabıyla kadını-erkeğiyle, köylüsü-kentlisiyle üç yıl boyunca savaşarak saldırganları denize dökmüştür.
            Bu düşüncelerden hareketle, UNUTULMAYAN BURDURLULAR İKİNCİ SEMPOZYUMU’nda Burdurlu Hatibzade Hacı Mehmet Refet Efendi’nin Türk bağımsızlık savaşındaki hizmetlerinden söz etmeyi uygun bulduk. Amacımız, yeni nesillere, şimdiye değin kendilerinden pek söz edilmeyen millet kahramanlarını tanımaktır. Böylece gençlerimiz, üzerinde yaşadıkları vatanın, sevinçlerini ve kaderlerini paylaştıkları toplumun teneffüs ettikleri hürriyet havasının, kısaca sahip oldukları bütün değerlerin kimler tarafından nasıl ve hangi mücadelelerle elde edildiğini anlayacaklardır. Aynı zamanda Milli Mücadele’yi ve Türk İstiklal Savaşını bir millet hareketli olmaktan çıkararak belirli sınıf ve zümrenin davranışları şeklinde yorumlayan, yazan ve yayınlayanlara karşı da yakın geçmişlerini daha iyi öğrenmiş olacaklardır.
I. HAYATI
A. Ailesi, Öğrenimi ve Yetişmesi
    Mehmet Refet, 6 Rebiul evvel 1296 (27 Şubat 1879)’da Burdur’un Divanbaba mahallesinde doğdu.  Babası temiz ahlakıyla, dindarlığı ile iyiliğiyle ve nükteperverliğiyle tanınmış semerci ustası Hacı Hasan’dır. Dedesi Burdur merkezine bağlı Arvalı köyünden Mehmet Ağa’dır. Onun da babası Hasan Ağa’dır. Annesi ise, yıllarca Burdur Camileri Hatiplik görevini yürüten Hatipoğlu ailesinin kızları Ayşeli’dir.
      Kendi el yazısıyla kaleme aldığı özgeçmişinde, isminin, “Mehmet‘’ mahlasının “Refet”şöhret ve lakabının da  “Hatibzade” olduğunu belirtmiştir. Görüldüğü üzere adıgeçen, annesinin ailesinin ismiyle şöhret bulmuştur.
             Mehmet Refet Efendi, ilköğrenimini, Divanbaba mahallesinde bulunan Abdullah Ağa Sıbyan Okulu’nda tamamladı. Daha sonra Burdur Rüştiyesi’ne devam etti ve bu okulu da 15 Temmuz 1309(1893)’da başarıyla bitirdi.
                Ulema meclislerine sık sık iştirak etmenin içinde uyandırdığı duygunun da etkisiyle babası Hacı Hasan Ağa, biricik oğlu Mehmet’i ilim erbabı arasında görmek istiyordu . Bu amaçla, yukarıda da belirtildiği üzere oğluna önce Burdur Rüştiyesi’nde öğrenim gördürmüş, daha sonra da Burdur’un Hacı Ahmet Mahallesi’nde bulunan Hacı Mahmut Bey Medresesine göndermiştir. Bu medresede Sarf, Nahiv, Mantık, Meani, Beyan, Bedii, Kelam, Fıkıh, Fıkıh usulü, Feraiz, Tefsir ve Hadis gibi dersler okuyan Mehmet Refet Efendi, 11 Şubat 1322 (1905)’de icazetnamesini almıştır.  Mehmet Rafet, ayrıca,  İstanbul’da öğrenimini tamamladıktan sonra Burdur’a gelerek eğitim-öğretim ile meşgul olan ve ulema arasında ün kazanan Halil Sabri Efendi’nin derslerine devam etmiştir. Ondan aldığı derslerle Arapçasını ilerletmiş ve Arapça eserleri okuma imkânını elde etmiştir.
                Medrese öğrenimi sonrası bir tarafta öğrencilere ders vermeye, “diğer taraftan o zaman Burdur’da bulunan ulema ile müsahabe ve mübahaseye ve ara sıra camilerde halka vaz’u nasihatte bulunmaya başlamıştır.” Bu arada kendisini yetiştirmek için alanıyla ilgili kitapları satın alarak okuyordu.  Ancak 1912 yılında Rizeli Hacı Tahir Efendi ile tanışması, onun bilimsel hayatında bir dönüm noktası olmuştur. Ülkemizin önde gelen âlimlerinden olan Hacı Tahir Efendi, Ramazan va’zı vermek üzere Burdur’a gelmişti. Mehmet Refet Efendi bu din aliminin, Hadis ve Fıkıh’ta çok geniş bilgisi olduğunu anlayarak, onunla hususi sohbetlerde bulunmuş, özellikle onun İbni Teymiye’nin Minhacu-s-Sünne’sini, İbni Hazm’ın,  El-Muhalla’sın El-İhkam’ını, İbni Kayyim’in ,İ’lamül Muvakkin’ini ve daha başka kitapları okursa daha yararlı olacağı yönündeki tavsiyesi çok etkili olmuştur.
Merhum, 1913 yılında hac ibadetini ifa için gittiği Mekke ve Medine’den başka Kahire, Şam, Kudüs gibi büyük İslam merkezlerini ziyaret etti. Aradığı kitapların bir kısmını da buralarda bulmuştu. Diğer hacılar Hicaz’dan hurma ve tesbih gibi hediyelerle döndüğü halde Hacı Mehmet Efendi, yüzü aşkın cilt kitapla  Burdur’a dönerek bu kitapları okumaya başlamıştır. Ayrıca ömrünün sonuna kadar ara vermeden İslam neşriyatını takip ederek daima aydınlanmıştır. Bundan sonrasını Ömer Rıza Doğrul’ dan  dinleyelim:
                “Bütün bu okumanın ve bu çalışmanın ona anlattığı en büyük hakikat şuydu: İslam dininin bir kitabı ve bir peygamberi vardır. Ve İslam dininin iki esas kaynağı bunlardır. Bu böyle olduğuna göre din, bu iki kaynağın bildirdiğinden ibaret olmak icap eder. Daha ötesi ise kemalini bulmuş olan dine sonradan katılmış ve yüklenmiş laf ve güzaftır. Daha ötesi dinin birliğini ve bütünlüğünü parçalamağa sebep olan ayrılıklardır. Daha ötesi din ile alakası olmıyan bir takım uydurmalardır. Daha ötesi İslamiyeti, kundaklayan ihtilaflardır. O halde dini asıl saffetile, asıl kaynaklarından, yani kitap ve sünnetten öğrenmek ve öğretmek ve daha ötesini ortadan kaldırarak dini kendi çerçevesi ve kendi ufku içinde yaşatmak gerekir”
                Ömer Rıza Doğrul, O’nun “kıyas” ve İslam dünyasının geri kalmasının sebepleri hakkındaki görüşlerini de şöyle dile getirir :
                Kıyas, kitap ve sünnetle alakası olmayan, yani dinin asıl kaynaklarına dayanmayan, fakat her şeyini dine dayamak isteğile hareket eden bir takım müçtehitlerin icadıdır. Bu icadı kullanan ve dinin asıl çerçevesini genişletmek isteyen müçtehitler ve imamlar genişlik yerine darlık, kolaylık yerine güçlük, ahenk yerine ahenksizlik ve birlik yerine ayrılık amili olmuşlardır. Çünkü din ancak kendi sahasında genişleyebileceği halde kıyas yolile bütün dünya işlerinin ona yüklenmesi, asıl dinin gelişmesine engel olmuştur. Bunun neticesi olarak kitap ve sünnete göre asıl din meseleleri işleneceğine, kıyas yolile ona yüklenen dünya işleri işlenmiş ve bu dünya işleri dini boğacak derecede müthiş bir yığın teşkil etmiştir.
                Kıyas yolu ile bütün dünya işlerini dine yüklemek ve dünyaya ait her işi ve yeniliği dinden sorarak halletmeğe teşebbüs etmek, dünyaya ait bir çok meselenin hallini geciktirmek yüzünden İslam aleminin her tarafında geriliğe yol açmış, bu yüzden İslam aleminde kafa durgunluğu ve ruh sönüklüğü baş göstermiş, en nihayetinde görenekçiler kıyas yolile de, yeni meseleleri halletekten aciz kaldıkları için içtihad kapısının kapanmış olduğunu farzetmişler, bu yüzden Müslümanlar oldukları yerde mıhlanarak duraklamışlar, sanayi medeniyetinin doğuşu sırasında bu yeni medeniyeti benimsemek yolunda bir tek adım atamamışlar ve bütün selameti köhneleşen eskiyi korumakta sanarak var kuvvetlerile ona tutunmuşlardır. Netice; her yeniliğe düşman kesilen taassub yüzünden kafaların işlemeyecek hale gelmesi, geriliğin bütün İslam dünyasını kaplaması olmuş, bu da yeni medeniyetin yarattığı yeni silahlarla cihazlanan kuvvetlerin İslam dünyasını kolayca istila etmesine imkan vermiştir.
                Bütün bunların sebebi din ile hiçbir alakası olmayan kıyasa dayanarak dünya işlerini dine yüklemektir.
                Kıyas dinden değildir ve bir hükmü ispat edemez, kıyas ile şer’i meseleleri arttırmak, şiddetlendirmek, yasak etmek, dine karşı bir tecavüzdür… İslam dini kıyas yüzünden alabildiğine kalabalıklaşmış ve onun getirdiği kolaylık zorluğa, hafiflik külfete dönmüş, ihtilaflar çoğalmış, iş içinden çıkılmaz hale gelmiş ve hemen hiçbir mesele üzerinde ittifak kalmamış gibidir.”  diyen Hatipoğlu Hacı Mehmet Refet Efendi’ye göre yapılacak olanın da “… iş bu kıyas yolile hareketi bırakarak dini asıl ana kaynaklarından öğrenmek, onu asrın idrakile yeni ihtiyaçların ilhamile, asıl saffetile ortaya koymaktır .
                Merhumun bu konudaki görüşlerini Ömer Rıza Doğrul şöyle ifade etmektedir :
                Esasen din, kıyas diye bir müessese kurmamış ve ona bağlanmamıştır. Din, bir bütündür ve bu bütün, kitap ve sünnet ile kemalini bulmuştur. Bunlara kıyas yolile bir şeyler katmak, kimsenin haddi değildir. Onun için İslam dinini, her şeyden önce bu yükten kurtarmak ve kıyas müessesesini yıkmak lazımdır. Ancak bu sayede asıl İslamiyete dönmek ve dini kendi çerçevesi içinde yaşamak ve yaşatmak mümkündür. Çünkü bu sayede bütün mezhep ayrılıkları, dini siyasete ve dünyaya alet eden bütün ihtilaflar bertaraf olur, din milli hayata aydınlık veren bir hidayet kaynağı olarak yaşar ve bütün dünya meseleleri aklın ve ilmin otoritesine tabi olarak inkişaf eder. Bu sayede din ve dünya işleri, fakat aralarında bir uçurum açılmadan, aralarındaki samimi bağlantıyı kaybetmeden ayrılmış olurlar.
                Burdur mutasarrıflığının 17 Nisan 1334 (1918) tarih ve 81-253 numaralı tezkeresiyle mubellağ 19 Cemaziyelevvel 1336 (3.3.1334 Rumi/ 1918 Miladi) tarihli irade-i seniyye mucibince İzmir Paye-i Mücerrediyle   taldif buyrulan Hatipoğlu Hacı Mehmet Refet Efendi , böyle düşünen ve buna inanan bir din alimi idi. Ömer Rıza Doğrul’un da belirttiği gibi “O’nun böyle düşünmesi ve bunu telkin etmesi hayret verecek bir şey değildir. Fakat onun bu kanaatleri garb kültüründen değil İslam kültüründen edinebilmiş olması hakikaten hayrete değer.” 
                İnsanın hayretini arttıran bir diğer husus da O’nun belirtilen konularda Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ile benzer görüşte bulunmasıdır. Atatürk de merhum gibi İslami kaynakları kitap ve sünnet olarak görmüş ve Türk milletinin din ve diyanetini bu iki kaynaktan öğrenmesini istemiştir. Bu amaçla O’nun direktifiyle Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kuran Dili Yeni Mealli Türkçe Tefsir adlı 9 ciltlik meal ve tefsir; Ahmet Naim ve Prof. Dr. Kamil Miras’ın hazırladıkları Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrdi-i Sarih Tercümesi adlı 12 ciltlik hadis tercümesi ortaya çıkmıştır.
                Diğer taraftan Atatürk de Hatiboğlu Hacı Mehmet Refet Efendi gibi, duraklama ve gerilememizi İslam dinine bağlamanın yanlış olduğunu şu sözleriyle haykırmıştır :
                “Düşmanlarımız bizi dinin etkisi altında kalmış olmakla suçluyorlar ve duraklamamızı ve gerilememizi buna bağlıyorlar. Bu hatadır. “
                Eğitim kurumlarının kurumlarının ders programlarından beşeri bilimlerin çıkartılması ve bu arada Kuran ve Hadislerin çağın ihtiyaçlarına göre yorumlanamaması, İslam’ın özünden saptırılmasına sebep olmuştur. Böylece din adına ortaya hurafelerle dolu bir zihniyet çıkmıştır.
                Atatürk’e göre, “Bütün sefaletimizin gerçek sebebi (bu) zihniyettir. İslam aleminin toplumsal yaşamında yanlış zihniyetler hüküm sürdüğü içindir ki doğudan batıya İslam ülkeleri düşmanların ayakları altında çiğnenmiş ve düşmanların esaret ve zincirine geçmiştir.”     
                Hatipoğlu Hacı Mehmet Refet Efendi, fikir ve düşüncelerini vefat ettiği 23 Ekim 1945 tarihine kadar Burdur ve çevresinde yaymaya çalışmıştır. Burdur halkının çoğu onu anladığı halde, Atatürk’ün “zihniyet” olarak ifade ettiği “medreseciler ona karşı cephe” almışlardır. Belirtilen zihniyet mensupları, “onu bir aralık vaizlikten alıkoymuşlar ve asıl garibi bunları halkın birliğini bozacak telkinatta bulunmak adı altında yapmak imkanını elde etmişlerdir. Fakat Hatiboğlu Mehmet Refet Efendi zerre kadar yılmadı ve sonuna kadar sebat etti. 
                Aşağıda memuriyetleri bölümünde görüleceği üzere aynı zihniyet onun müftülük atamalarında etkili olmuştur.
                B. Memuriyetleri
                1 Kanun-ı evvel (Aralık) 1330 (1915) tarihinde Burdur Ziraat Bankası Meclisi azalığı ile ilk memuriyet görevine başlamıştır. Ancak bir yıllık süreli olduğundan bu görevi 1 Kanun-ı evvel 1331 (1916)’de sona ermiştir.
                21 Teşrin-i sani (Kasım) 1322 (1917)’de Burdur Bidayet Mahkemesi üyeliğine atanmışsa da, buradaki görevi de Teşkilat-ı Adliye sebebiyle 12 Haziran 1333 (1918)’de sona ermiştir.  
                Daha sonraki günlerde eğitim-öğretim ve halka irşad hizmetleri ile meşgul olan Hatiboğlu Hacı Mehmet Refet Efendi’nin 12 Haziran 1336 (1920)’da yapılan seçimde Burdur Müftülüğü’ne aday olduğunu görüyoruz. Burdur müftüsü iken, TBMM’nin I. dönemine milletvekili seçilen ve 26 Nisan 1920 tarihinde vefat eden Halil Hulusi Efendi’nin  yerine yapılan seçimde 25 oy almıştır. Ancak ikinci sırada oy alan  Hacı Necip Efendi, Burdur Müftüsü olarak atanmıştır.
                İleride delil getirileceği üzere Milli Mücadele’de önemli hizmetleri olan Hatipzade Hacı Mehmet Efendi, düşman yurttan kovulduktan sonra, 1338 (1922) yılında kısa bir süre Burdur Meclis-i İdare üyeliğinde bulunmuştur. Daha sonra 1 Kasım 1922’de Burdur Orta Mektep Ulum-ı Diniyye (din dersleri) muallimliğine tayin edilmiştir. 3 Mart 1924’de çıkarılan Tevhid-i Tedrisat (Öğretimin Birleştirilmesi) yasası hükümleri uyarınca mezkur muallimliklerin lağvı dolayısıyla açıkta kaldığından, Burdur Belediyesi Nikah Memurluğu’nda görevlendirilmiştir. Bu arada Eskiyeni Cami-i Şerif’i Hatibliği görevini de yürütmüştür.  Ancak adı geçen daha sonra 1 Haziran 1926 tarihinde Burdur Vaizliği’ne atanmıştır. Bu görevi yürütmekte iken 14 Mart 1928 tarihinde Burdur müftüsü olmuştur. Adı geçen başarıyla yürüttüğü müftülük görevinden 25 Mayıs 1932 tarihinde ayrılmak zorunda kalmıştır. Çünkü Şebinkarahisar Müftülüğü’ne naklen atanmış ancak gitmediğinden müstafi sayılmıştır. Daha sonra 14 Ağustos’ta 1939’da yeniden Burdur Vaizliği’ne atanmış ve 13 Temmuz 1943’te de emekli olmuştur. 
                Emekli olduktan sonra tekrar Burdur Müftüsü olarak atanması gündeme gelmiştir. Burdur milletvekili İbrahim Necmi Dilmen 3 Ağustos 1943 tarihli ve Diyanet İşleri Başkanlığı’na hitaplı mektubunda bu konuda ve Hatibzade Hacı Mehmet Refet Efendi hakkında şunları yazmıştır :
                Seçim bölgem olan Burdur’da Hatip Hoca adıyla anılan “Hatipzade Hacı Mehmet Öğütçü”  isminde değerli bir zatı tanıdım. Çok kitap okumuş, bir çok din meselelerinin içine kadar girmiş, bilgili ve anlayışlı bir adam buldum. Bu zat eskiden müftü iken, Şebinkarahisar’a nakli üzerine ailesiyle yol güçlüğüne ve yurt ayrılığına katlanamayarak istifa etmiş.
                Bu defa vefat eden Burdur müftüsü yerine bu zatın tayin edilmesi Burdur’da pekiyi tesir edeceğini oradaki belediye ve parti reisleri arkadaşlar yazmaktadır…
                11 Ekim 1943 günü Burdur Halkevi’nde o zaman yürürlükte bulunan 2800 sayılı yasa uyarınca vilayet müftülüğü için vaiz, imam-hatip ve belediye azalarından oluşturulan heyetçe gizli oyla yapılan seçim sonunda Mehmet Öğütçü (Hatibzade Mehmet Efendi) 27, Ali Özten (Ali Serdaroğlu) 17 ve Hamit Bilge 10 oy almıştır.
                Hatibzade Hacı Mehmet Refet Efendi, en fazla oy almasına rağmen valilikçe ikinci sırada oy alan Ali Özden atanmak üzere Diyanet İşleri Başkanlığı’na teklif edildiğinden, Burdur Müftüsü olarak o tayin edilmiştir. Burdur Valiliği 18.10.1943 tarih ve 3684/45 sayılı yazısında; “Mehmet Öğütçü’nün emsallerine nazaran daha ziyade bilgili olduğunu” ancak hakkında şikayet olduğu belirtilmiştir. 
                Bu şikayetlerde daha önce belirtilen fikir ve düşüncelerinin etkili olması muhtemeldir. Çünkü o dini inanç ve düşüncelerinden taviz vermeyen bir kimseydi.
                Fikir ve düşüncelerinin de büyük ölçüde dile getirildiği “Ana Kaynaklarına Göre İslam Dini, Usul ve Tatbikat”(İstanbul, 1946) adlı eseri oğlu Hasan Hatiboğlu tarafından yayınlanmıştır. Bu kitap hakkında Ömer Rıza Doğrul şunları belirtmektedir :
                Oruç farizasından bahseden bu esere gelince bizzat merhum esere yazdığı mukaddemede onun bütün hususiyetlerini anlatmış olduğu için okurlarımızın bu mukaddemeye dikkatlerini çekeriz. Burada yalnız şunu söylemek isteriz ki bu eser hakiki İslamiyet’i asıl kaynaklarından anlatan ve dini itikatları ve amelleri, bütün safvet ve samimiyetiyle yaşatan, onların hakiki mana ve mahiyetlerini açıklayan yekta bir eserdir.  
                Soyadı kanunu ile birlikte “Öğütçü” soyadını alan Hatibzade Mehmet Refet Efendi, 23 Ekim 1945 tarihinde Salı günü vefat etmiştir.  
                Adı geçen evli olup, ikisi kız olmak üzere altı çocuk babasıydı.
                Oğullarından Mehmet Said ve Ahmet hayatta olup, tanınmış kimselerdir. Mehmet Said emekli hadis profesörüdür . Ahmet ise Türk tasavvuf musikisinin önde gelen isimlerindendir .
B. Burdur ve Çevresinde Milli Mücadele Fikrinin Doğuşunda Hatipzade Mehmet Refet Efendi
                Milli Mücadele başlarında İttihat ve Terakki Fırkası kendisini feshetmişti. Onun yerini doldurmak için kurulan Teceddüt Fırkası aktif bir rol oynayamıyordu. Bununla birlikte memleketin en güzide gücünü ittihatçılar oluşturuyordu. Ancak ittihatçıların baskısından kurtulan muhalefet, 1919 Ocak ayında Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nı yeniden kurmuşlardı.  
                Memleketin ileri gelen asker ve sivil yöneticileri ile eşraf bu iki parti arasında bölünmüştü. Ülkenin bir köşesi olan Burdur ve çevresinde de durum aynıydı. Arıca o tarihlerde Burdur Sancağı, Konya Valiliği’ne bağlıydı. Valiliğin başında ise koyu bir Hürriyet ve İtilaf Fırkası taraftarı İngiliz Muhipler Cemiyeti üyesi ve sivri bir İttihatçı düşmanı Cemal Bey bulunuyordu.  Milli bilinçlenmeyi engellemeye çalışan İstanbul hükümetlerinin-özellikle Damat Ferit hükümetlerinin emirlerine- emirlerine uyanlarında başında olan Cemal Bey, Ermenileri de himaye ettiğinden ayrıca “Artin Cemal”   olarak da bilinir. Konyalı yurtseverlerin azimli çalışmaları karşısında Milli Mücadele düşmanı Cemal Bey, 26 Ağustos 1919’da İstanbul’a kaçmıştır.  Mustafa Kemal Atatürk Nutuk’ta Vali Cemal Paşa’nın İstanbul’a kaçışını ve yurtsever Konya halkının tutumunu şöyle açıklar 
                Efendiler, Konya’da vali bulunan Cemal Bey, Ferit Paşa kabinesinin Anadolu’da önemli bir dayanak noktası durumuna geldi. Ordu müfettişi olan Cemal Paşa’nın İstanbul’a gidip dönmemesi orada bulunan kolordu komutanı Selahattin Bey’in kararsızlık içindeki tutum ve davranışları ve sonunda da haber vermeden İstanbul’a çekip gitmesi Konya ve dolaylarının Vali Cemal Bey’in hükmü altında bırakmıştır. Oraya maksadı iyice kavramış bir kimsenin gönderilmesi gerekiyordu. Sivas’ta iken yanımızda bulunan Refet Bey’in gönderilmesi uygun bulundu. Refet Bey hareket etti. Konya’da Heyet-i Temsiliye tarafından gönderilen bir komutanın gelmekte olduğu haber alınınca vatan sevgisiyle dolu kimseler canlanmıştı. Ancak öte yandan da Vali Cemal Bey hapishanede ne kadar kanlı katil ve tutuklu varsa hepsini çıkarıp silahlandırarak kendisine bir kuvvet yapmak istemiştir. Konya’nın sayın halkı bu alçakça harekete karşı ayaklanarak vatanseverliğin gerektirdiği şeyin yapılmasına karar vermiş. Bunun farkına varan Cemal Bey de 26 Eylül’de (1919) İstanbul’a kaçmıştır. Halk belediyede toplanarak Vehbi Efendi’yi vali vekilliğine getirmiştir.
                Öte yandan Burdur Mutasarrıfı Vasfi Bey de İstanbul Hükümeti taraftarı bir politika izliyordu.  Bu durum 28 Haziran 1919 tarihinde gerçekleştirilen İtalyan işgali esnasında da daha açık görülmüştür. Burdur’un işgaline karşı konulmadığı gibi büyük bir teslimiyet duygusu içinde bu işgal mülki yönetim tarafından kabul edilmemiştir. “Daha Burdur İtalyanlar tarafından işgal edilmeden önce, Burdur Mutasarrıfı Vasıf Bey, 8 Nisan 1919 tarihinde Burdur’a gelecek olan Antalya İşgal Komutanı Aleksandro ile siyasi memur Ferrante’yi karşılamak üzere, ahali ile mektep çocuklarını hazırlamayı düşünmüştü. Ancak bu düşüncesinden 57. Fırka Kumandanı Şefik Bey tarafından vazgeçirilmiştir.” İtalyan tebaasına taraftar olduğu bilinen Vasfi Bey, 2. Ordu Müfettişliği’nin “Burdur’da sükun ve milli vakar dairesinde miting yapılarak, İtalyan ileri harekatının protesto edilmesi “ yönündeki talimatına karşı “hükümetin miting yapılmasına muvafak etmeyeceği” gerekçesiyle olumsuz cevap vermiştir.   
                Ayrıca Mutasarrıf Vasfi Bey, Burdur Asker Alma Dairesi Başkanı İsmail Hakkı Bey’in ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin ulusal hareket lehindeki hizmetlerini engellemek için pek çok girişimlerde bulunmuştur. İsmail Hakkı Bey’in her olumlu çalışmasını İtalyan mümessiline bildirdiği gibi, ayrıca Konya Valiliği’ne de şikayette bulunmaktan çekinmemiştir. Adı geçenin şikayeti üzerine 2. Ordu Müfettişliği’nce, İsmail Hakkı Bey hakkında soruşturma açılmış, sonunda görev yerinin değiştirilmesi istenmiştir.    
                Mutasarrıf Vasfi Bey’in ulusal hareket aleyhindeki tutum ve davranışlarına karşın, Burdur halkının işgallere karşı tepkilerini göstermekte gecikmediklerini görüyoruz. Burdur İltihak (İlhakı Redd) Heyet-i Milliyesi 16 Mayıs 1919 günü Sadaret Makamı’na çektikleri telgrafla İzmir’in işgalini protesto etmiştir. Bu telgrafta; İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali üzerine üzüntü duyduklarını, öteden beri Türk Yurdu olan ve büyük bir çoğunluğu Türk bulunan İzmir’in Türk hükümetinden ayrılmasına hiçbir şekilde razı olmadıklarını ve mümkün olmayacağını, bunu gelecek zamanın da ispat edeceğini, ezici çoğunluğun bulunduğu ihmal edilmeyerek masum insanların kanını akıtmaya adl ve hakkın tecelli ettirilmesinin gerekli olduğu belirtildikten sonra “ bu işgali seksen beş bin nüfustan ibaret sırf Türk olan bilumum Burdur Livası ahalisi namına protesto edip derhal şu işgalin önünün alınmasını ve beyhude kan döktürülmemesini adalet ve atıfet-i celilenizden istirham ederiz” denilmektedir. 
                Burdur halkı bu telgrafla yetinmeyerek 20 Mayıs 1919 tarihli ikinci bir telgrafla Yunan işgalini protesto etmiştir. Bu telgrafta da; 16 Mayıs 1919 tarihli telgrafta İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalini üzüntü ile haber aldıklarını, asırlardan beri Türklere yurt olan ve halkının yüzde seksen üçünden fazlasının Türk bulunan bir vilayetin haksız olarak işgali ve hiç uğruna  günahsız İslam kanlarının akıtılması 85 bin nüfustan ibaret sırf Türk olan Burdur Sancağı ahalisi namına vekaleten protesto ettiklerini belirttikten sonra şu hususlar dile getirilmiştir:
                “Bugün aldığımız haberlere göre İzmir ve civarında biçare kadın ve çocuklardan oluşan Müslüman halk Yunanlılar tarafından boğazlanıp denize atılmak suretiyle imha edildiklerini ağlayarak öğrendik. Uygar dünyanın kesinlikle razı olmayacağı şu işgal hali, haksız işgalin ve biçarelerin haksız yere kanlarının akıtılmasını tekrar protesto ediyoruz. Eğer anavatan ve memleketimizin asırlardan beri tarihi ve bilumum Düvel-i Mu’telife malum olan muazzez memleketimiz böyle Yunanistan’ın aşağılaması ve zulmü altında kalmak suretiyle malımızdan ve canımızdan ayrılması fecaatine muvafakat buyrulacak olursa, anavatanın hiçbir yerinde bir şehir, bir kasaba, bir köy ve bu kale hayatta bir ferdi kalmayacak derecede mukavemet-i azimeyi mucip olacaktır” denildikten sonra, Yunanlıların daha önce Rumeli’de yaptıkları zulüm ve vahşetin unutulmadığı, yapılanın haksızlık olduğu damarlarındaki kanların son damlasını vatan topraklarının savunması için dökmekte tereddüt etmeyeceklerini ve “Türklerin son bir ferdi kalıncaya kadar bu Yunan ilhakını kabul” etmeyeceklerini insaniyet namına bildirmişlerdir. 
                Diğer taraftan kırk bin nüfuslu Tefenni Kazası ahalisi namına Belediye Başkanı Ali Rıza ve Burdur Livası namına Üç Değnek (Üç Dibek) Mahallesi İmamı Gani tarafından değişik tarihlerde Sadaret’e çekilen telgraflarla Yunanlıların İzmir’e asker çıkarmaları da protesto edilmiştir.  Ayrıca Burdur halkı, Maraş mezalimini protesto etmek için bir miting düzenlemiş ve Fransız Temsilciliği’ne de bir protesto-name göndermiştir. 
                Mutasarrıf Vasfi Bey’e rağmen, yurtsever Burdurlular, İtalyan işgal güçlerine huzur vermemişlerdir. İtalyan tesislerini ve telsiz istasyonlarını bozdukları gibi gençler de geceleri devriye gezen İtalyan askerlerinin silahlarını almışlardır. Sonunda İtalyanlar 1921 Mayıs’ı ile Haziran’ı arasında Burdur’u boşaltmak zorunda kalmışlardır.   
                Burdur halkının işgallere karşı çıkmasında Belediye Başkanı Ahmet Efendi ile birlikte kardeşi Müftü Halil Hulusi ve Hatibzade Hacı Mehmet Refet Efendilerin fevkalade önemli hizmetleri olmuştur.
                Adı geçen din adamlarının Şeyhülislam Dürrizade Abdullah’ın yıkıcı fetvalarına karşı Ankara Müftüsü Mehmet Rıfat Efendi (Börekçi) önderliğinde hazırlanan Ankara Fetvası’nı  benimsemesi yöre insanı üzerinde çok etkili olmuştur. Hatibzade Hacı Mehmet Refet Efendi’nin hizmetleri Müdafa-i Hukuk Cemiyeti bünyesinde de devam etmiştir.
                C. Burdur Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ve Hizmetlerinde Hatibzade Hacı Mehmet Refet Efendi
                Müdafaa-i Hukuk, Türk Milleti’nin yaşama hakkının mücadelesini simgeler.
                Müdafaa-i Hukuk, “Ben varım, binlerce yıllık bir tarihin ve Anadolu topraklarının sahibiyim” diyen sesin bütün dünyaya haykırılmasıdır. Müdafaa-i Hukuk, hakları, bağımsızlıkları, namusları ve tarihleri ellerinden alınmak istenen bir toplumun mücadele azmi ve kararlılığıdır. Müdafaa-i Hukuk, hak ve özgürlükleri için bir araya gelenlerin, sırasında canlarını ortaya koydukları mücadele şuurudur. Nihayet Müdafaai Hukuk, yeni bir Türk devletinin doğuşunun kaynağıdır, güçtür, imandır.
                Müdafaa-i Hukuk teşkilatları başlangıçta sadece Yunan işgaline, Ermeni saldırılarına, Fransız, İngiliz ve İtalyanlara karşı çıkmak olduğundan yereldir. Sivas Kongresi(07-11 Eylül 1919)’nde bu kuruluşların “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adı altında toplanmalarıyla bütün Anadolu’nun kurtuluşu ve milli bir devletin kuruluşu amaçlanmıştır.
                Bilindiği üzere Milli Mücadele’de Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri’nin önemli rolü olmuştur. Ayrıca “Türkiye Büyük Millet Meclisi de bu teşkilatların üzerine bina edilmiştir.”  Bu cemiyetlerden birisi de Budur Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ‘dir.
                Burdur’da Müdafaa-i Hukuk çalışmalarının Burdur Askerlik Şubesi Başkanı İsmail Hakkı Bey’in yetkililerde aldığı emir ve izin doğrultusunda başlatıldığını görüyoruz.
                Ancak teşkilat kurulması için Burdur’a İsmail Hakkı Bey’in önderliğinde çalışmalar yapılırken, Konya Valisi Cemal Bey, kendi vilayetine bağlı olan Burdur sancağındaki bu faaliyetleri devamlı engelleme girişiminde bulunmuştur. Aynı şekilde Burdur Mutasarrıfı Vasfi Bey de olumsuz tutumunu sürdürmüştür.
                Bütün bu olumsuz tutum ve engelleme girişimlerine rağmen, yurtsever Burdur halkının ileri gelenlerinin azimli gayretleri sonunda 19 Ağustos 1919 günü Burdur Heyet-i Milliyesi kurulmuştur. Hacı Hüsnü Beyzade Mahmut Bey başkanlığında çalışmalarına başlayan bu teşkilatla birlikte Burdur daha sistemli bir şekilde Milli Mücadele içinde yerini alacaktır. Ancak bu tarihlerde hazırlıları sürmekte olan Sivas Kongresi’ne gayret göstermelerine rağmen mutasarrıfların engellemeleri yüzünden, Heyet-i Milliye Burdur’dan Sivas’a delege gönderilmesinde başarılı olamamıştır. Bununla birlikte heyet, Meclis-i Mebusan’a Burdur’da Hüseyin Bey’in seçilmesini sağlamış ve adı geçeni İstanbul’a gitmek üzere Ankara’ya göndermiştir.  
                Takip eden günlerde Burdur Heyet-i Milliyesi’nde yapılan bir değişiklikle başta müftü Halil Hulusi ile kardeşi Belediye Başkanı Ahmet Efendiler ve Süleyman Beyzade Mahmut Bey olmak üzere, Ocak 1920’de öncekilere oranla daha çalışkan kimseler görev almıştır. Teşkilatın başkanlığına da Belediye Başkanı Ahmet Efendi getirilmiştir. Yeni seçilen bu kadronun öncülüğünde, Fransızların Maraş’ta yaptıkları zulüm ve vahşet 6 Şubat 1920’de düzenlenen bir mitingle kınanmıştır.  Ayrıca Maraş Heyet-i Merkeziyesi’ne Burdur’dan 200 lira ve Tefenni’den de 400 lira yardım yapılmıştır.
                Diğer taraftan “Burdur Müdafaa-i Hukuk Heyeti ve Yirmi Aza Rüfekası İdare Reisi Ahmet” imzasıyla Sadaret’e çekilen 4 Mart 1920 tarihli telgrafla, Ali Rıza Paşa hükümetinin baskısıyla iş başından uzaklaştırılarak yerine Damat Ferit Paşa’nın  sadrazamlığa getirilmek istenmesi “Kabinenin hariçten gayr-i kanuni te’sirat ve tazyikatla istifaya icbar edildiğinden, Burdur ve havalisinde bütün millet ayakta ve galeyandadır. Ferit Paşa ve emsali gibi amali milliyeyi tatmin edemeyecek kabine reislerine badema millet tahammül edemeyecektir…” ifadeleriyle protesto edilmiştir.
                Burdur Heyet-i Milliyesi yine aynı günlerde, TBMM’nin açılışında da üzerine düşen görevi yerine getirmiştir. Bu bağlamda Burdur’dan TBMM’ye şu kişiler milletvekili olarak gönderilmiştir : Halil Hulusi (Ermiş), Ali Ulvi, Fahreddin Bey (Altay), İsmail Hakkı Bey (Çallı), İsmail Suphi Bey (Sosyallıoğlu), Mehmet Akif (Ersoy), Şevket Bey (Candaner) ve Veli Bey (Saltıklıgil).
                1920 yılı içinde görülen lüzum üzerine Batı Anadolu üç cepheye ayrılmıştı. Burdur ise, İzmir Güney Cephesi içinde yer aldı. Bir süre Güney Cephesi bünyesinde çalışmalarını sürdüren cemiyet, 19 Eylül 1920 tarihinde lağvedilerek yeniden Burdur Müdafaa-i Milliye Heyet-i Merkeziyesi kuruldu. Ancak bu heyetin de çalışmaları fazla devam etmemiş, yerine içlerinde Müderris Hatibzade Hacı Mehmet Refet Efendi’nin de yer aldığı Burdur Müdafaa-i Hukuk Heyet-i Merkeziyesi adı altında yeni bir oluşum meydana getirilmiştir. Bu yeni oluşumda görev alanlardan isimleri tespit edilenler şunlardır :
                Hacı Hüsnü Beyzade Mahmut, Hacı Hamit Beyzade Hacı Süleyman, Hüseyin  Çilzade Fahreddin, Hacı Hamzazade Fuat Bey, Mısırlızade Hacı Rıfat, Müderris Hatibzade Hacı Mehmet, Tayyarzade Osman, Kazancızade Ziya, Naibzade Şevki, Hamamcızade Hüsnü, Bedirzade Necip, Hacı Velizade Edhem
                Daha sonraki günlerde seçim yapılmış olmalı ki, Mutasarrıf Safa Bey, 24 Mart 1921 tarihinde kendi başkanlığında teşekkül eden Burdur Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Merkeziyesi’ni teşkil eden şahısların isimlerini TBMM’ne bildirmiştir. Buna göre; Reis-i evvel: Mutasarrıf-ı Liva Safa Bey, Reis-i Sani: Ahz-ı Asker Kalem Reisi (Ask. Şb. Bşk.) Mazhar Bey, İkinci Reis-i Sani: Abdulbaki Beyzade Reşid Bey, üyeler: Çilzade Fahreddin, Hacı Hüsnü Beyzade Mahmut Bey, Mısırlızade Hacı Rıfat Efendi, Hamamcızade Fuat Bey, Kazancızade Ziya Bey, Bedirzade Necip Efendi, Hacı Hamit Beyzade Hacı Süleyman Bey, Hatibzade Hacı Mehmet Efendi, Nebizade Şevki Efendi, Hacı Velizade Edhem Efendi
                Belirtilen kadro ile çalışmalarını yürüten Burdur Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Burdur’dan cephelere harp levazımatı, eşya ve para yardımı da yapmıştır. Ayrıca Burdur ve çevresinden Denizli Heyet-i Milliyesi’ne bir defasında 2000 lira para, 500 adet davar ve 100000 kg arpa gönderilmiştir. Bu arada Denizli’de teşekkül eden Sarayköy Müfrezesi’ne de Burdur ve çevresinden çok sayıda gönüllü katılmıştır. 
                Ayrıca Burdur Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanlığı’nca TBMM Başkanlığı’na çekilen telgrafla Türk ordusunun muzafferiyeti kutlanmıştır.  Burdur ve çevresi halkının Milli Mücadele lehinde bilinçlendirilmesinde büyük bir gayret sarf eden Müderris Hatibzade Hacı Mehmet Refet Efendi’nin, Kuva-yı Milliye’nin ikmalinden de önemli hizmetleri olmuştur. O, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti içinde teşekkül ettirilen İane Komüsyonu’nda görev almış, bu kuruluşun başkanlığını da başarıyla yürütmüştür . Buradaki hizmetleriyle de dikkati çeken Hatibzade Hazı Mehmet Refet Efendi, Kuva-yı Milliye’nin ikmalinde verdiği üstün hizmetlerinden dolayı Demirci Mehmet Efendi tarafından kendisinin altın kabzalı tabancasıyla ödüllendirilmiştir.  
SONUÇ
                1071’de Anadolu’nun kapısının milletimize açılmasından, son Kurtuluş Savaşımıza kadar, millet hayatımızın her safhasında manevi mimarları alın teri, gönül harcı, emeği vardır. Anadolu, bu harç, bu emek, bu dua ile Türk ve Müslüman yurdu olmuştur. Öyle de kalacaktır. Bunda şüphemiz yoktur.
                Dün Sarıca Hocalar, Şeyh Edebaliler, Dursun Fakılar, Mevlanalar, Yunus Emreler, Hacı Bektaş ve Hacı Bayram Veliler, Akşemseddinler, Ahmet Hulusiler, Hafız İbrahimler, Hoca İsmail Şükrüler, Börekçizade Mehmet Rıfatlar, Hatiboğlu Hacı Mehmet Rafet Hocalar ve daha nice mana er ve erenlerinin bu toprakların Türk ve Müslüman yurdu yapılması ve öyle kalması için verdikleri mücadeleyi bugün de onların oğulları, torunları olan din görevlileri sürdürmektedir. Onlar, vatanın bölünmezliği, milletin birlik ve beraberlik içerisinde olması için hizmet vermektedirler. Bu vesileyle hepsini kutluyor, teşekkürlerimizi sunuyoruz.
                Bildirimizin konusu olan Hatiboğlu Mehmet Rafet Hoca, bütün yaşamı süresince kendisini ilim ve irfana, milli ve insani hizmetlere vakfeden büyük bir alimdir. Metinde de belirtildiği üzere O, on altı yaşında başladığı medreseden birincilikle icazetini almıştır. İleride büyük alim olacak olan Mehmet Rafet Efendi, o günden itibaren bilim hayatıyla ilgili çalışmalarını arttırmıştır. Başlangıçta Burdur’da bulduğu kitaplarla yetinmeyip, ticaret için gittiği İstanbul’dan çeşitli mallar satın almak üzere babasının verdiği paraya mal yerine kitap satın alarak Burdur’a dönmüştür. Bu kitapları da az görüp Hac ibadeti için gittiği Mekke ve Medine’den ve Türkiye’ye dönüşünde uğradığı Kudüs ve Mısır’dan pek çok kıymetli kitapla evine gelerek muazzam kütüphanesini oluşturmuştur. Bu sayede İslam Dini ile ilgili yazılmış pek çok eseri inceleme imkanı bulmuş, bu konuda kendisini yetiştirerek, Türkiye’nin tanıdığı bir alim olmuştur. Bu arada O, “gerek Burdurlu hemşehrilerine yaptığı va’z u nasihatleriyle ve gerekse hususi sorulara karşı veciz cevaplarıyla herkesin müşküllerini halleden kamil bir mürşit idi.”  
                Ayrıca metinde de adı geçen bütün ömrünce yaptığı, araştırmalarının bir sonucu olarak,”Ana Kaynaklarına Göre İslam Dini (Usül ve Tatbikat)” adlı bir eseri kaleme almıştır. Ancak ömrü bu eserin basılmasına vefa etmemiştir. Oğlu Hasan Hatipoğlu tarafından yayınlanan kitabın “Eser Hakkında” başlığı adı altındaki yazısında, merhumun daha başka çalışmaları olduğuna dikkat çeken Ömer Rıza Doğrul şunları söylemektedir :
                …Burada anlatmak istediğimiz nokta, merhum tarafından bırakılan yazıların bu eserle kalmayarak büyük bir yekûn teşkil ettiği ve bütün bu yazıları neşretmenin son derece faydalı olacağıdır. Bilhassa merhumun her biri çok kıymetli bir dini ders, bir dini mev’ize olan hutbeleri bir iki cildi dolduracak zenginliktedir. Bunların hepsi temize çekilmekte ve tabedilmek üzere hazırlanmaktadır. Bütün bunların halk tarafından layık olduğu rağbetle karşılanacağı şüphe götürmez. Çünkü hepsi İslam Dini’ni asıl kaynaklarına, yani Tanrı Buyruğuna ve Peygamber sünnetine dayanarak anlatmakta ve bu kaynakların ne tükenmez bir feyiz hazinesi olduğunu vüzuh ile belirtmektedir.
                Esasen merhum üstat bütün hayatında yalnız bu iki kutlu kaynağa inanmış, güvenmiş, bu iki kaynağın ilhan ve irşadını yaymaya çalışmış, görenekçi, gelenekçi, durgun kafalı ve sönük ruhlu bütün hasımlarına bu iki kaynağın özlü yardımıyla mukavemet etmiş ve muvaffak olmuştur. Bu iki kaynağın ruhuna aşıladığı ilham ve heyecan ona en olgun ve en zengin manevi hayatı yaşatmış, onu ömrü boyunca memleketinin en çok sevilen, en çok aranan ve iyiliği yüzünden en çok hayırla anılan adamı yapmıştır.     
                Ömer Rıza Doğrul’un dile getirdiği merhumun hutbelerinin basılarak halkın istifadesine sunulması önemlidir. Bu bakımdan bu toplantımızın bir sonucu olarak bu işi kısa zamanda gerçekleştirmek, üzerimize düşen bir görevdir. İnşallah gerçekleştiririz.
                Hoca Mehmet Refet Efendi, “hayatında memleketin din işinde olduğu kadar idare, irfan, adalet ve memleket müdafaası gibi hizmetlerini dahi başarmış bulunmaktadır” . Hizmet ve kıymetlerini bir bildirinin hacmi içinde belirtemeyeceğimiz Merhum Hoca Mehmet Refet Efendi, 1914 yılından itibaren sırasıyla mahkeme üyeliği, müderrislik, İdadi Mektebi din dersi öğretmenliği, Burdur Meclis-i İdare üyeliği, müftülük ve çeşitli tarihlerde vaizlik ve hatiplik görevlerinde bulunmuştur. Bütün bu görevlerinin yanı sıra Milli Mücadele’de de önemli hizmetleri olmuştur. Öncelikle Burdur halkının Milli Hareket lehinde bilinçlendirilmesinde görev almıştır. Bu cemiyet bünyesinde kurulan “Müdafaa-i Milliye İane Komisyonu Başkanlığı” görevinde bulunmuştur. Bir ara Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin başkanlığını da yürüten Mehmet Refet Efendi, yurt savunmasında üstün hizmetlerde bulunmuştur.
                Belirtilen hizmetleriyle birlikte pek çok hayır kurumunda da tamamen fahri çalışmalarda bulunmuş, “Devlete, millete ve memleketine karşı zekasının bütün kudretinin tahammülü derecesinde en mühim vazifelerini yerine getirmiş olmakla unutulmaz bir din kahramanı, ilim ve irfan kahramanı, cemiyet mürşidi ve memleket müdafii” idi . 
                Büyük bir alim ve aynı zamanda vatansever bir din adamı olan Hatiboğlu Hacı Mehmet Refet Efendi, 23 Ekim 1945 tarihinde Salı günü Hakkın rahmetine kavuşmuştur.
                Çalışmamızı Burdur Ceza Hakimi Afyonlu Ahmet Hikmet Gönen’in defni esnasında mezarı başında yaptığı konuşmasının son cümleleriyle bitirelim.
                “…Fani olan kıymetli vücudunu bu topraklar içerisine bırakacağız. Fakat unutmayacağız. O sayısız hizmetlerini, bulunmaz kıymetlerini, özlü nasihatlerini unutmayacağız. Yürüdüğünüz ve gösterdiğiniz hak ve millet yolunda yürüyeceğiz. Evlatlarınızla ve gözyaşlarıyla sizi takip etmeyi kendilerine şeref bilen ve yokluğunuzla öksüz bıraktığınız hemşehrilerinizle biz de sizi unutmayıp sayısız hatıralarını her zaman anarak her yerde aziz ruhunuza okumak suretiyle hizmete devam edeceğiz. Toprağında rahat uyu, Cennet mekanın olsun.”
                Biz de aynı duygularla Burdurlu Hatipoğlu Hacı Mehmet Refet Efendi’yi anıyoruz. O’na minnet ve şükranlarımızı sunuyoruz.    





Yorumlar

Popüler Yayınlar