Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanes'nin kuruluş hikayesi.


Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanes'nin kuruluş hikayesi.
Gazyağcı Kümbeti İnsanı dehşete düşüren bir olay.
Yıldız yağmasında sokaklara atılan kitapların 80. Yıl sonra restorasyonunun, kütüphanemize, bizlere nasip olması.
Kitapsever bir milletiz.
Köyde yaşlı bir nine.

EL YAZMASI KİTAPLARIMIZ
El yazması kitaplarımız, matbaanın Türkiye'de kurulmasından evvel, elle yazılan ve elle çoğaltılan kitaplardır.

El yazması kitaplarımız, birer sanat şaheseridir. Bunlar er sayfasında, en az (20-25) sanatkârın hünerlerini sergilediği eserlerdir.

Bu eserlerimiz, tezhibli, minyatürlü, altın cetvelli vb. Süslemelerle bezenmiştir.
Cildleri itina ile yapılır. Her döneme ait cild sanatının (Lâke, zerbahar, ciharguşe, soğuk ve sıcak şemse vb.) eşsiz numuneleri sergilenir.

Yazma eserlerimiz büyük bir titizlikle, büyük bir itina ile hazırlanan kağıdı, mürekkebi ve satır düzeniyle, kalemiyle de mükemmellik arz ederler.

En önemlisi de bu eserlerimizde hattıyla göz nuru, gönül aydınlığı katan hattatlarımızın mükemmelliği, zerâfeti hâkimdir.

Yazma eserlerimiz, muhtevası bakımından da milletimizin güzel ve önemli hasletlerini dile getiren, dini, kültürel ve sosyal hayatımızın önemli belgeleridir.

Bunlar yok oldukça, ait oldukları devirlere ait bilgi ve belgelerimizde yok oluyor.
Bu kayıpların telâfisi de mümkün değildir. Çünkü özel çalışmalardır, dönüşü yoktur.
Ne yazık ki, bugün dahi Türkiye kütüphanelerinde bulunan "Yazma Eserlerin" 'basmaların' eksiksiz bir kataloğu hala mevcut değildir. Bu bakımdan kayıplarımızın da sağlıklı bir tespiti yapılamamaktadır.

Kültür değerlerimizin yabancı kütüphanelere gitmesini önlemek için 18 yy. Başında (1667-1716) Sadrazam Şehit Ali Paşa, memleketin kitaplarının dışarıya satılmasını yasaklamıştı. Fakat hiçbir zaman bu satışların ve kaybolan kültür değerlerimizin önü kesilemedi.
El yazması eserlerimizin en güzel korunacağı yer, Yazma Eserler Kütüphaneleridir.









BAKIMI

Babamızdan, dedemizden hatıra diye evlerimizin çatı katlarında, bodrumlarında, sandıklar içinde kalan pek çok yazma eserlerimiz vardır. Bunlar oralarda korunamaz gün be gün de yok olmaktadırlar.
Yazma eserlerimiz devamlı bakım ister.
Cildinin kirden, küften, nemden, kemirici hayvanların zararlarından, sıcaktan korunması gerekir.
Kitap blokunun, kağıdının yıpranmasını önlemek gerekir.
Süslemelerinin (tezhibinin) bozulmaması, yazıların, mürekkebin, kağıdın, kirden, nemden, küften, sıcaktan soğuktan zarar görmemesi gerekir.
Bu eserlerin en güzel korunacağı yer, en güzel restorasyonunun yapılacağı yer, YAZMA ESERLER KÜTÜPHANELERİDİR.
Kitaplarımızı bu kütüphanelere bağışlayalım. Şahıslara satıldığı zaman kitabın âkıbeti bilinmiyor, bir yerde mânei sorumlulukta yükleniyoruz.

DUYUNCA DEHŞETE DÜŞTÜĞÜM BİR OLAY

Lütfiü İKİZ Bey sahaf bir dostunun ağır hasta oluğunu öğrenir
Arkadaşlarla ziyaretine gider. Felç olmuştu, kıpırdayamıyor. Devamlı acı içinde ağlıyordu.
Bize baktı, gözleri yaşlar içindeydi. "Yavrularım, (c.c.) huzuruna nasıl giderim, bu günahlarımdan nasıl kurtulurum" diye sızlanıyordu.
Meğer kitapçı ağabeyimiz, yabancılara "yasak olmasına rağmen- eline geçen bazı nâdide el yazması eserleri satarmış.
Bir gün Fransa'da iken kitap sattığı bir madamla karşılaşır. Madam kitapçı ağabeyimizi ve damadını evine çaya davet eder, giderler.
Şurdan-burdan konuşurken, mâdam duvardan bir resim indirmek ister; ulaşamayınca, yakınında bulunan dolaptan iki hacimli kitap alır. Ağanın altına koyar, resmi indirir. Madamın ayağının altına koyduğu bu kitapları sahafın sattığı nâdide el yazması Kur'an-ı Kerim ve tefsir kitabıdır.
Sahaf, durumu görünce şok geçirir. Gördükleri karşısında dehşete düşmüştür. O anda şittetli bir rahatsızlık duyar, hastaneye kaldırırlar, felçtir. Birkaç gün içinde Türkiye'ye dönerler. Binbir pişmanlık içindedir. Zavallı sahaf ağabeyimiz, altı ay sonra rahmetli olur.
Bu olay ailemedi, çocuklarımı da çok mütehessir etmişti. İlgilendirmez. Onlar çok defa bu eserleri sanat ve estetik bakımından değerlendiriyorlar.
Bu bakımdan, eserlerimize, dinî, millî ve insanî bir titizlikle, şuurla sahip çıkmalıyız.

NURİ ARLASEZ BEYLE TANIŞMAMIZ

Yaz tatili için İstanbul'a gitmiştim.
Eyüp Sultan Hz. Ziyaret ettim.
Âl-i Osman'ın, hars ve irfanının temsilcileri, muhterem zevâtı E. Satia Sultan, Münevver Ayaşlı'yı Nezahat, Nureddin Ege Hanımefendileri ziyaret ettim.
Akranarımı aradım. Konya Mevlâna Müzesi Müdürü iken tanıdığım Ayasofya Müzesi müdürü Hadi Altay Beyi ziyaret ettim Hadi Bey beni, yanında oturan arkadaşı Nuri Arlasez Beyle tanıştırdı.
Nuri Bey, Osmanlı âşığı, derin kültürü olan bir İstanbul Beyefendisiydi. Kendilerine hayran kaldım" dermiş.
Nuri Beyle dostluğumuz uzun süre devam etti.
Nuri Bey, 1910 doğumlu, hukuk tahsil etmiş. Elli yıl boyunca hiçbirini elden çıkaramadığı EL YAZMASI KİTAPLARINI, FERMANLARI, VAKFİYELERİ Süleymaniye Kütüphanesi'ne, zengin İŞLEME KOLEKSİYONUNU Topkapı Müzesi'ne, Matbu kitaplarını ve (7000) yedi bin adet fotoğraf koleksiyonunu İRCİCA'ya vereceğini söyledi. Öyle de yaptı (c.c.) rahmet eylesin.
Bana da (30-35) adet kitap verdi. "Bunlar çok yıpranmış Lütficiğim. Bunları al, oralara vermedim; epey tamiri gerekli. Madem Konya'da bir YAZMA ESERLER KÜTÜPHANESİ'NİN kurulması için uğraşıyorsun, bunların kuracağın kütüphanede restoresini yap, oraya bağışla" dediler.
Nuri Bey'in bana verdiği bu kitaplar, babasının, 1909, "Yıldız Sarayı" yağmasında, sokaklara, çöplüklere atılan kitaplardan topladıklarının bir kısmıymış.
Kitapları aldım; Konya'ya döndüm. Büyük bir şevkle bunları tamir edip kütüphaneye kazandırmayı düşünüyordum.

KÖYDE KİTAPSEVER BİR NİNE

Hocacihan Köyü'nde kitapsever bir ninemiz vardı; ne zaman ziyaretine gitsem, benden kitap isterdi, bu hali hoşuma giderdi.
Bir gün, "bir kitabı kaç günde okuyorsun" diye sordum.
"Alfabe değişince hepimiz cahil kaldık. Bu alfabeyi de öğrenemedim. Ufak hediyeler verip yeni yetmelere okutuyorum" dedi.
Demek ki Osmanlı Türkçe’siyle yazılmış eserimiz, evlerde depolara, çatı katlarına kaldırılmış.
Konyamız bir kültür ve medeniyet merkezidir. Bir zamanlar halkımızda yoğun bir kitap sevgisi vardı.
Akşamları hemen her evde, Ahmediye, Muhammediye, Huccet'ül İslâm, Hz. Ali'nin Cenkleri,Kara Davut, Köroğlu, Binbir Gece Masalları, Peygamberlerimizin hayatı, İslâm İlmihali okunurdu.
Okumuş tabakanın ise kitaplığı olurdu.
Yaz tatillerinde Konya'ya gelirdim. Kirayla tuttuğum evlerin çoğunda kitaplıklar olurdu. Ev sahipleri bu kitapları yeni evlerine taşımıyorlardı.
Nerede bu kitaplar? İnş... çok az miktarı satılmıştır. Kitabımı KONYA BÖLGE YAZMA ESERLER KÜTÜPHANESİ'ne bağışladım.
Gayem bir bağış kampanyasına öncülük etmek. Ata yâdigârı bu eserlerin, bu kültür mirasının dışarıya çıkarılmasına razı değilim. Bu milli ve insanî görevimiz.
Bu eserlere karşı sorumluluğumuz var.
Anlattığım bütün bu olaylar, benim Konya'da bir YAZMA ESERLER KÜTÜPHANESİ kurma fikrimi pekiştirdi.
İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi'nden sonra ikinci bir Yazma Eserler Kütüphanesi Konyamıza yakışacaktı, kitaplarımız perişan olmadan bir çatı altında toplanacaktı.

KONYA BÖLGE YAZMA ESERLER KÜTÜPHANESİ

O yıllarda Konya İl Halk Kütüphanesi müdürüydüm. Kitaplık binası bugün tiyatro binası olan yerdeydi.
Binanın arka tarafına bir arsa gözümü ilişti. Sahibini buldum. Görüştüm, arsayı bakanlık adına satın aldık. Kütüphane planını bir yakınıma (mühendis Dursun Arslan'a) parasız çizdirdim. Bakan onayından geçti. Çok huzurluydum.

. Hemen alt kata, kitap restorasyon ünitesini kurduk. Personelden bir kısmını İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi'ne kitap restorasyonu kursuna gönderdim. İşler yoluna girmişti. Elimdeki kitaplardan başlayarak kütüphaneye ulaşan kitapları kitap hastanemizde tedavi edip hizmete sunmayı hesaplarken, beni Nevşehir'e tayin ettier. Orada iki yıl kaldım.
Tekrar Konya'ya geldiğimde kütüphane restorasyon birimi çalıştırılmadığı için âtıl hale gelmiş; düzen bozulmuş. Tekrar çalışmaya koyuldum derken, tayin haberleri de dolaşmaya başladı, çok yorulmuştum. Mücadele mücadele... İşinin ehli oldun mu kıymetin bilinmiyor. Emekliliğimi istedim.
Kütüphaneye ehil insanların tayininden sonra gönül rahatlığıyla kitaplarımı bağışladım. (c.c.) yollarını açık etsin. Bekir Şahin Bey ve çalışma arkadaşlarının güzel hizmetlerinin daim olmasını dilerim.
Evde kalan diğer kitaplarımdan (günümüz alfabesiyle olanlarının) (3000) üç bin adedini, Kırşehir Lütfi İkiz Kütüphanesi'ne bağışladım.
500 adet Irak Kerkük Türkmen Kütüphanesine, 500 adet de Bosna-Hersek Türkiyat Enstitüsü'ne gönderdim.
1000 kadar da çocuklarıma ayırdım. Hayırlı olsun, diyorum.
Kitaplar evden gidince, boşalan dolaplara baktım, dostsuz, arkadaşsız, yapayalnız kalmış gibi oldum.

.
Doğan Nalçacıgil, Erol Göngör ve ben. Adı: Turan Kütüphanesi.
Elimize para geçtikçe sahafları dolaşır, bulduğumuz kıymetli kitapları almaya çalışırdık. Bunu milli bir görev gibi yapardık.
Erol Güngör'ün (Prof. Dr.) dedesi bana Osmanlıca öğretirdi, ben de Erol'a...
Babalarımız öyle anlaşmış. Biz de okumazlar, birbirlerine iddia okusunlar diye.
Bir gün Erol Göngür Bey'in dedesi bana bir hâtırasını anlatmıştı. Kütüphaneci Ali Emiri Bey, muhasebat müdürü olarak Kırşehir'e tayin edilir. Hocamla dost olurlar. Ali Emirî Bey, hocamızın ilim, irfân sahibi olmasıdan memnundur. Derin sohbetlere dalarlar. Ali Emirî Bey bir gün kitapla ilgili şöyle bir hâtırasını nakleder.
Ali Emirî Bey, İstanbul'da sahafları dolaşırken "Divan-ü Lügat-it Türk'ün" orijinalini görür. Yanındaki para almaya yetmez. Sahaf da yüklü bir fiyat ileri sürer.
Çaresiz kalan Ali Emirî Bey, İstanbul'un mustena bir yerindeki işhanını sattırır, kitabı alır, Ali Emirî Kütüphanesi'ne bağışlar.
Bu olay beni çok etkilemişti. Babam rahmetli olduktan sonra, miras paylaşıldı. Kardeşlerim ev, yazlık aldılar. Ben, bana düşen parayla kitap aldım. O yıllar bekardım. Evleneceğim insanın kitap sever olmasını isterdim.
Bir gün Gönül Hanım'ın annesi, bana "yavrum kat kat çeyiz yapmadım, sandığı sepeti kitop dolu" demesin mi? Düyalar benim oldu. Aradığım cevabı almıştım (c.c.) O aileden razı olsun.

YAZMA ESERLERİMİZ

Yazma eserlerimiz, bu milletin zerâfetini ve sanat istidadını gösteren kültür varlıklarıdır, şaheserlerimizdir.
Her eser hazırlanırken, her sayfada (20-25) sanat erbabı hünerlerini ortaya koyar.
Kağıdın Hazırlanması: Yazma kitaplarda kullanılan kağıtlar, kitapları yaprakları önce itina ile tesbit edilir. (Habeşî, Dımışkî, Semerkandî, Devletâbâdî, Hatayî, Hindî, Sultanî, Harîrî, Venedik kağıtları vb.)
Bu kağıtlar tabi ve özel renklerdedir. Nohudî, mavî, siyah vb.
Kağıt seçiminden sonra kağıt aherlenir, mührelenir. Kağıda sürülen bir madde ile hem kağıt güçlendirilir, hem de yazı yazarken yapılan hataların düzeltilmesi iz bırakmadan sağlanır.
Yazıya gerekli olan mürekkebin yapılması da ayrı bir özellik arz eder.
Yazının diğer malzemeleri, kalem, kalem traş, makas, mıstar, makta (kalemin açılacağı yer)
Divit, rıhdan, lika (halkanın içine konulan ham ipek) vs.
Bundan sonra, hüsn-i hattımız devreye girer. Hüsn-i hat çeşitlerine göre (ma'kılî, küfî) ana kökünden doğan sülüs, muhakkak, reyhanî, nesih, tevkiî, rik'a, talik, divanî) istihbari yazılarda kullanılan siyakat yazıları eserlerimize bir ruh katmıştır.
Bu şaheserlere yazılarıyla hayat veren Türk hattatlarımızdan, Şeyh Hamidullah, Ahmet Karahisarî, Hafız Osman, Mustafa rakım, Mehmet Şevkî, Hâmid vb. Şöhreti İslâm âleminde tâc olmuştur.
"Kur'an, Mekke'de nâzil oldu, Kahire'de okundu, İstanbul'da yazıldı" sözü, Türklerin Kur'an yazısını sanat haline getirdiğini gösterir.
Yazma eserlerimizde, bilhassa ilk sayfalarında -bazende eserin tamamında- görülen süslemeleri (tezhipleri) yapan müzehhipler, minyatürleri yapan nakkaşlar, ayrı ayrı sanatkârlardır.
Kitabın cildini yapan mücellidler, her devre ait cild sanatını, tekâmülün nâdide örneklerini sunarlar.
Cild malzemesinin seçimi de ayrı bir estetik anlayışına dayanır.
Eserlerin, vakfedenlerin mühürleri bazen de eserin kimin veya kimlerin sahip olduğunu gösteren kayıtlar, birer emek mahsûlüdür.
Yazma eserlerin ilk sayfası BESMELE ile başlar. (c.c.) hamd, peygambere salâvatla devam eder.
Sonra eserin yazılış sebebi, kitap adı, müellifin adı belirtilir. Daha sonra esas metin başlar, devam eder.
Kitabın en sonunda "ketebe" kaydı vardır.
İstihsah tarihi, kitabı çoğaltanın adı kayıtlıdır.
Yazma eserlerin konusu çeşitlidir. Kur'ân-ı Kerim, Tefsir, Hadis, Fıkıh, Akaid, Kelâm, tasavvuf ve siyer gibi.
Dini konular yanında, mantık, hesap-hendese, tarih, coğrafya, astronomi, top, edebiyat, dil, kimya vb. Konularda yazılırdı. Dil genellikle Türkçe idi. Bazen gereğine göre Arapça, Farsça yazılıyordu.
Yazma Eser Kütüphaneleri, Cumhuriyet'e kadar vakıflar yoluyla korunuyordu. Padişahlar, sadrazamlar, vezirler, kadın sultanlar, din, devlet, ilim adamları, hayırsever vatandaşlar tarafından kurulurdu.
Eski kütüphanelerimizin çoğu vakıf adlarıyla analır. 'Ragıp Paşa Külliyesi, Esat Efendi Kütüphanesi, Ali Emirî Kütüphanesi) veya, bulunduğu yerin adıyla anılırdı.
Ayasofya Kütüphanesi, Yeni Cami Selimiye Kütüphaneleri gibi...
Biz kitapsever bir milletiz, unutulan hasletlerimizin ciddi bir eğitimle canlandırılması gerekiyor.
Ben kitap bağışlarımı bilhassa bu mevzûlarda gündem oluşturmak için bir hizmet olarak görüyorum.
Bağışların daim olmasını cân-ı gönülden temenni ediyorum.


* * *

Yorumlar

Popüler Yayınlar