Anadolu’yu Aydınlatan Balkan Kökenli Bazı Alimler ve Türkiye Yazma Eser Kütüphanelerindeki Eserleri
Bekir ŞAHİN
Balkan
topraklarının nice mümtaz insanlar yetiştirdiği tartışmasız bir gerçektir. Balkan
topraklarında doğmuş, o topraklarda yetişmiş, Bosnevî, Filibevî,
Gümülcinevî Vardarî, Selanikî, Uskûbî, Sofyevî, Debrevî, Mostarî,
Bulgarî, Gencevî, Kosovî, Belgradî, Eflakî, Yanyavî,
İşkodravî, Selânîkî Slistrevî… vb.
nisbeli ilmiyle, irfanıyla Anadolu’yu aydınlatan, filolog, edip, tabip, fakih,
müfessir, muhaddis, minyatür cilt ve tezhip sanatçısı pek çok alim vardır. Bu
alimlerin hayat hikayeleri, rical kitaplarından, tabakât ve tezkerelerden
tetkik ederek hayat ve ilmi faaliyetleri aydınlığa kavuşturulacaktır.
Hayat ve faaliyetlerini sunacağımız
şahsiyetlerin çoğunluğu devrinin tanımış, alanlarında ihtisaslaşmış âlimleridir.
Balkan bölgesinde yetişmiş filolog, edip, tabip,
müfessir, muhaddis, fakih yüzlerce kitap ve risale kaleme almıştır. Bunların
çoğunluğu Arapça bir kısmı Farsça, bir kısmı da Osmanlı Türkçedir.
Bu şahısların biyoğrafilerileri ie
birlikte bir kısmının Türkiye Yazma Eserler Kütüphanelerinde bulunan bazı
eserleri de tanıtılacaktır.
ABDULLAH BOSNEVÎ
Abdullah Bosnevî, yazdığı eserler ile “velûd” bir
yazar olarak kabul edilmektedir. Bu eserlerindeki entelektüel birikim ve
derinliğinin yanında özellikle İslâm medeniyetinin üç önemli dilinde, Arapça,
Farsça, Türkçe yazmış olmakla bütün İslâm coğrafyasına hitap edebilme şansını
elde eden ender mutasavvıflardandır. Bosnevî, o döneme dek nispeten ahlâk ve
ilmihâl düzeyinde eserlerle tanışık olan Türk toplumuna özellikle yüksek
tasavvuf kültürünün yaygınlaşmasının gereğine dikkât çekerek "velûd"
bir yazar olmasını duyarlı bir aydın olma vasfıyla birleştirmiştir. Tartıştığı
ve gündeme getirmek istediği konular açısından son derece önemli bir misyon
yüklenmiştir.
Eserlerinde Hilâfet merkezinde "Bosnevî",
"Şârihu'l-Fusûs", "Abdî Efendi", memleketi
Rumeli de belki bir özlemin ve şikâyetin ifadesi olarak "Gâibî"
lakabı kullanılmıştır.
Bosnevî, genç sayılabilecek bir dönemden itibaren
yazmaya başladığı eserlerinden ortaya koyduğu derin birikim ve geniş
perspektiften hareket ederek bu döneminde felsefe, kelâm ve tasavvufî düşünce
disiplinlerini hakkiyle tahsil etmiştir.
Konya’da kaldığı süre içerisinde Mevlevî olduğu ve
bundan dolayı "Rumî" şeklinde çağırıldığı düşünülmektedir.
Bunlara ilave olarak Bosnevî’nin mesneviden 360 beyti şerhettiği “Cezîre-i
Mesnevi” isimli bir eser kaleme aldığı düşünülürse en azından Mevlana'ya
ilgi duyduğu söylenebilir. Daha sonra Konya'da bulunduğu esnada hastalanır ve
1054 yılında vefat eder. Vasiyeti üzerine üstâdı Konevî'nin hemen yakınına defnedilir. (Kara, c.
I, s. 87.)
Entelektüel kimliği ve Melami kişiliği açısından
oldukça önemli bir kişi olmasına rağmen hayatı ile ilgili kaynaklarda oldukça
sınırlı bilgiler bulunmaktadır. Özellikle eserleriyle ilgili yapılan çalışmalar
İstanbul kütüphaneleriyle sınırlı kalmıştır. Anadolu’nun pek çok kütüphanesinde
Bosnevî’nin eserleri bulunmaktadır.
Konya Yazma Eserler Bölge Müdürlüğü, Yusufağa,
Kayseri Raşit Efendi, Diyarbakır Ziya Gökalp, Manisa Yama Eser kütüphanelerinde
Bosnevî’ye isnat edilen pek çok eser bulunmaktadır.
Abdullah Bosnevî’nin Eserleri
Farklı
hacimlerde ve zengin bir yelpazede olmak üzere, Abdullah Bosnevî’nin takriben
60’ın üzerinde eseri varadır. Eserlerinde derin anlam inceliği bulunan ve hacim
bakımından farklı olan yaklaşık altmışın üzerindeki eserleri şu başlıklarda
toplanabilir:
A- Tasavvufî
Eserleri
B- Tefsir ve
Hadisle İlgili Eserleri
C- Edebi
Eserleri
1. “Tecelliyâtü arâisi'n-nusûs “
Bosnevî’nin
eserlerinden en önemlisi ve muhtemelen ilki olan bu eser, sonraki döneminde
kendisine "Şârihu'l-Fusûs" ünvânını kazandırmış olan, Türkçe
"Fusûs" şerhidir. Bu eseri ne zaman yazmaya başladığı tespit
edilememiştir.
Abdullah
Bosnevi’nin “Şârihu'l-Fusûs”ünvânını almasına sebep olan Fusûs şerhi bilinen
ilk Türkçe Fusûs şerhlerinden birisidir. Bosnevî, eseri H. 1019 yılında
tamamladığını belirtmektedir. Şârihu'l-Fusûs’un çok genç denebilecek bir yaşta
yazmış olduğunu ve Fusûs şerhinin ilk eseri olduğu söylenebilir. Zira diğer
eserlerinden hiç birisi H. 1019 tarihinden önce yazılmamıştır. Bosnevî, Fusûs'u
"intifâ-ı nâs ve ızhâr-ı ma'rifet-i hak" için Türkçe
şerhetmeyi düşündüğünü, "kitabın hakikatlerini anlaşılır kılmak ve gizli manalara
işaret etmek üzere" vahdet-i vücudun çeşitli meselelerini on iki bölümde
incelemeyi uygun gördüğünü belirtir. Bu bölümlere 23 varak ayırmıştır. Bosnevî,
önce cümle cümle kırmızı mürekkeple Fusûs'un metnini yazıp daha sonra şerh etmiştir.
Birinci müellif yazmasında bazı cümleler karalanmış, çeşitli yerlerde derkenâra
çoğunluğunu numaralandırmak suretiyle açıklamalar koymuştur. Eserin sonunda
bütün kemâlât'ın Hz. Muhammede ait
olduğuna dair bir Türkçe kasîde yazmıştır. ( Mehmed Tâhir, c. I, s. 44.)
Eserin
bilinen iki müellif yazması vardır.
2. Şerh-i Fusûs:
Fusûs adlı
eserin Türkçe şerhinin Arap topraklarında meşhur olması üzerine Arap alimleri
bu eseri bir de Arapça şerh etmesi için Bosnevi’ye müracaatta bulunmuşlardır.
Bosnevi, bunun üzerine Fusûs’u Arapça
olarak şerh etmiştir.( Kara,c. I,
s. 87.) Bosnevî, bu hususu mukaddime de şöyle
açıklamaktadır; “İçinde yaşadığımız
milletin dili olan Türkçe ile Fusûs’u şerhettiğimizde bu şerh, Arap
beldelerinde ma'rifet ehli arasında iştanındı.. Bizden Fusûs’u ikinci kez
lisânların tümünü câmi' olan Arapça ile şerhetmemizi istediler. Bizde
İmâmMuhyiddîn İbnü'l-Arabî’nin zevki üzere tekrâr Arapça olarak şerhettik.”
Arapça şerh
Türkçe şerhin yaklaşık bir tercümesi mahiyetindedir. Türkçe şerhte olduğu gibi
mukaddimeyi on iki bölüme ayırmış ve aynı konuları açıklamıştır. Arapça Fusûs
şerhinin 1024 yılında tamamladığını belirten Bosnevî, Türkçe şerhte olduğu gibi
bütün kemâlâtın Hz. Muhammede âit olduğuna dâir Arapça bir kasîde yazmıştır. Müellif
yazması ve yarım kalmış bir cild olmak üzere eserin iki nüshası vardır.
3. Şerh-i
Cezire-i Mesnevi:
Abdullah
Bosnevî’nin bir ahlak ve tasavvuf eseri olan Şerh-i Cezire-i Mesnevi'si,
edebiyatımızda bir gelenek halini almış olan şerh edebiyatının güzel
örneklerindendir.
4. “Kurratüayni'ş-şühûd ve mir'âtü arâyisi meâni'l-gaybi
ve'l-cûd”;
Bosnevî’ninen
hacimli eserlerinden birisidir. İbnü'l-Arabî’nin Fusûsunun şiirdeki kardeşi
olduğunu ifade ederek,Üstadına duyduğu sevgi sebebiyle kalbine şerh etme
arzusunun doğduğunu ve bunun üzerine şerh ettiğini söyler. Şiirin şerhine
geçmeden önce vahdet-i vücûdun önemli mes'elelerini dokuz bölüme ayırarak
açıklama yoluna gitmiştir.
5. “Risâle fi beyân-i temessül-i Cibrîl fi
sûrati'l-beşeri's-seviy”;
AbdullahBosnevî
tarafından kaleme alınan: “er-Risâle fi temessüli Cibrîl” adlı bu risâle,
tasavvufî kavram ve açıklamaların yoğun bir şekilde kullanıldığı, genellikle
anlaşılır ve akıcı bir üslûba sahiptir. Müellif, konuları işlerken sık sık
âyetlerden, hadislerden, kelâm-ı kibârdan ("A’yân ademiyet üzeredir"
sözü gibi) ve Muhyiddînİbn Arabî ve İbn Fârız gibi önemli mutasavvıfların
görüşlerinden istifade etmektedir.
6. “Metâliu'n-nûri's-seniyyi an
tahâreti'n-nebiyyi'I-arabiyyi”;
Bosnevî’nin,
bu eseri muhtemelen döneminde Kâdızâdeler-Sivâsîler arasında geçen
tartışmalardan birisi olan, Hz. Peygamber'in ebeveyninin müşrik olup olmadığı
meselesine entelektüel bir cevap vermek için yazılmıştır. Hz. Peygamber’in
ebeveyninin Müslüman olduğu görüşünü temellendirmek üzere risâleyi bir kaç
bölüme ayırıp ilk olarak Hz. Peygamber'in merâtib-i vücûd doktrinindeki
ontolojik yerini tespit ederek verdiği cevaplarında en tâli meselelerde bile
ârif- âlim kimliğini kaybetmediğini görüyoruz.
Bu risâlenin
müellif hattı Carullah Efendi 2129'da bulunan ve tümü Bosnevînin el yazması olan 37 risâlenin
birincisi "-Kitâbu'l-Kurâ'r-rûhiyyi'l-memdûdli'l-ezyâfı'l-vâridîn eminmerâtibi'l-vücûd
\ lb-27a varaklar arasında ta'lîk 23 sat., ve büyük boydur.
Mecmuânın müellif yazması olduğuna dâir kitabın zahriyekısmında ifâde
şöyledir:
"Müellif Şârih-i Fusûs, fâzıl, kâmil ve ârif Abdî
Efendi'nin hattıyladır. Risâle adedi 37'dir."
Diğer
taraftan Bosnevînin bu risâleleriyle Şehit Ali Paşa nr. 1244'te bulunan
Bosnevınin Türkçe "Fusûsşerhi"nin müellif yazması
karşılaştırıldığında bu iki yazı karakterinin aynı müellife ait olduğu
anlaşılmaktadır. Bosnevî, "Kitâbu'l-Kurâ"da Şeyh Garseddîn'in manzumesinin
beyitlerinin üstünü kırmızı ile çizmiştir. Bosnevî, eserin sonunda yazım tarihi
hakkında bize şu bilgiyi vermektedir:
"Tahrîri 1036 yılında tamamlanan bu risâle 1044 yılında bir kez daha
gözden geçirilmiştir".Bu ifadelerden anlaşılıyor ki, Bosnevî, risâleyi
yazdıktan bir süre sonra tekrar incelemiştir. Zira risâlenin kenarında bulunan
açıklamalar muhtemelen ikinci incelemesinde yapılmıştır.
8.“Kitâbu müntehâ mekâsıdı'I-kelimât ve mübtegâ
teveccüh-i vücühi't- taayyunât fî beyân-i ekmeli'n-neş'ât”;
Bosnevî,
müridlerinden bazılarının Futûhâtın yedinci bölümünde geçen "Bilki, neş'et-i insaniyyenin en
mükemmeli bu dünyâdaki neş'ettir." sözünün anlamını sormaları üzerine,
bu sözü açıklayarak neş'et-i insâniyyenin bu dünyâda Hakk'ın bütün
özellikleriyle tecellîsine mazhar olduğu için en mükemmel olduğunu bir çok delil
ile ortaya koymaktadır.
Bosnevî’nin
eserlerinden bir kısımı hacimli kitaplar iken bir kısmı da küçük hacimli
risaleler şeklindedir. Risalelerden ekseriyeti müritlerinin bazılarının sorularına
tatmin edici cevaplar niteliğindedir. Fusus şerhinde geçen bazı muğlak
cümleleri açıklamak amacıyla yazdığı risaleler de vardır.
Bosnevî
geleneğin kurucusu olarak gördüğü İbnü'l-Arabi'nin büyük te'sîrinde kalmış
O’ndan pek çok yerde istifâde etmek üzere alıntılar yapmıştır. Daha çok
Futûhâtı kaynak göstermekle birlikte "Fusûs"tan da bâzı alıntılar
yapmıştır.
Bosnevî,
kendisine çokça atıfla bulunduğu Sadreddin Konevi’nin özellikle Miftâhu'l-Gayb
ve Tefsîru'l-Fâtihâ isimli eserlerinden faydalanmıştır. Övgüyle bahsettiği
Konevî’ye sâdece bir yerde; yedi semâdaki yedi Peygamber'in ruhlarının
"gayr-ı mütehayyiz"(yer kaplamayan) olduğu şeklindeki görüşüne karşı
çıkarak bu peygamberlerin ruhlarının yer kapladığını savunmuştur. Bosnevî, bu
eserlerle birlikte görüşlerini temellendirmek amacıyla âyet ve hadisleri de
sıkça referans olarak kullanmaktadır. Bursa’daki Hasan Kabâdûz ve Şeyh
Abdülmecid Halvetî' den istifâde etmiştir. Bosnevî, kaynaklardan nakil yaparken
sahîfe numarası ve genellikle bölümü belirtmemiştir. Bosnevî’nin 60 kadar
eserinden sadece bir tanesi Türkçe’ye bir tanesi de Boşnakça’ya çevrilmiştir.
Bu kitaplardaki bilgiye günümüz insanı çok muhtaçtır. Çünkü bütün bu kitaplar
bir "Kitab"ı daha iyi anlamanın yolunu açacaktır.
NÛREDDİNZÂDE
908 (1502-03)
tarihinde Filibe’nin Göpsi nahiyesinin Anbarlı köyünde doğdu. Babası Nûreddin
Ahmed Efendi’ye nisbetle Nûreddinzâde diye tanındı. Kanunî Sultan Süleyman
dönemi Anadolu kazaskerlerinden Mîrim Kösesi diye meşhur Mehmed Efendi’den ilim
tahsil etti. Ardından Halvetî şeyhi Sofyalı Balî Efendi’ye mürid oldu ve
tasavvuf eğitimini tamamladıktan sonra Tatarpazarcığı’na şeyh olarak
gönderildi.
Şeyh
Nureddinzâde Tatarpazarcığı’nda yaptırdığı zaviyesindeki etkili faaliyetleriyle
pek çok kimseyi müridleri arasına katmayı başardı. Ali Efendi’nin tavsiyesi
üzerine başlamadan İstanbul’a gitmiştir (Atâî, s. 80).
Nureddinzâde
ilk olarak İstanbul’da Zeyrek Câmii imamına misafir oldu. Sonra birlikte
Şeyhülislam Ebüssuûd Efendi’nin yanına giderek her Cuma namazdan sonra
oluşturduğu tefsir dersi halkasına katıldılar.
Nûreddinzâde
Şeyhülislâm Ebüssuûd Efendi ile görüştükten sonra zamanın sadrazamı ile de
görüşmüş, kendisinden çok etkilenen sadrazamın teklifi üzerine memleketine
gidip ailesini de alarak İstanbul’a getirmiş ve o tarihlerde boş olduğu
anlaşılan Küçük Ayasofya Zâviyesi’ne şeyh olmuştur. Vefâtına kadar burada
faaliyet gösteren Nûreddinzâde’nin müridlerine tasavvuf eğitiminin yanı sıra
temel dinî bilgileri de talim ettirdiği, meclislerine katılan ilim ehliyle
birlikte bir takım ilmî meselelerin müzakerem edildiği, tefsir ve hadisten
nakiller yaparak gerçekleştirdiği sohbetlerine ileri gelen âlimlerin de iştirak
ettiği belirtilmektedir. Onun meclislerine talebelik ve muidlik yıllarında Aziz
Mahmud Hüdâyî de katılmıştır. Zikir telkin ettiği kişiler arasında başta Padişah
Kanuni Sultan Süleyman ve son sadrazamı Sokullu Mehmed Paşa olmak üzere bir çok
önemli zatın da bulunduğu nakledilmektedir.
Kanûnî Sultan
Süleyman’ın Sigetvar (Zigetvar) seferi için karar vermesinde Şeyh
Nûreddinzâde’nin bir rüyası etkili olmuştur. Hz. Peygamber’i (a.s.) gördüğü ve
kendisine “Süleyman cihadı niçin terk etti…” şeklinde hitap ettiği rüyasını, o
gece saraya gidip padişaha anlatmış, Kanûnî de onu dinlerken ayağa kalkarak
adının Resûl-i Ekrem tarafından anılmış olmasına şükretmiş ve ardından sefer
hazırlıklarını başlatmıştır (Atâî, s. 213). Kanûnî son seferi olan Sigetvar
için beraberinde Şeyh Nûreddinzâde’yi de götürmüş, kalenin fethi henüz
gerçekleşmeden padişahın vefat etmesi üzerine nâşının İstanbul’a getirilmesi
işinde Vezir Ahmed Paşa ve Mîrâhur Ferhat Ağa ile birlikte Nûreddinzâde ve
dervişleri de yer almıştır (Atâî, s. 100; Solakzâde, II, 313). Öte yandan
Sigetvar’da pâdişahın iç organlarının gömüldüğü yerde yaptırılan türbe ve
zâviyede Nûreddinzâde’nin halifelerinden Bosnalı Ali Dede görevlendirilmiştir
(Atâî, s. 465-466). Kanûnî’nin her namaz sonrası virdini okuduğu 1000 taneli
tesbihi vefatına yakın Şeyh Nureddinzâde’ye iade ettiği, Nûreddinzâde’nin de
bunu daha sonra Şeyh Ahmed Şernûbî’ye hediye ettiği belirtilmektedir (Tibyân, II, 181b-182a).
Sadrazam
Sokullu Mehmed Paşa İstanbul Kadırga’da Mimar Sinan’a inşa ettirdiği külliyede
Şeyh Nûreddinzâde için bir tekke yaptırdı. Ancak inşaatı tamamlanmadan
Nûreddinzâde vefat edince buraya onun pîrdaşı Kurd Mehmed Efendi tayin edildi.
Zilkâde 981
(Şubat 1574) tarihinde vefat eden Nûreddinzâde Edirnekapı’da Hayrettepe denilen
yere defnedilmiştir. Kabrinin yeri Cumhuriyet döneminin başlarında aynı yerde şehidler
için düzenlenen mezarlık (Şehidlik) çalışmaları sırasında kaybolmuştur.
Vefatına “hayru’l-amel” ve “vâ şeyh-i dîn” terkipleri tarih
düşürülmüştür.
Eserleri.
1. Tefsîr. En’am süresine kadar
yapıldığı belirtilen bu Arapça tefsirin Bakara süresi kırkıncı ayetine kadar
olan bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’ndedir (Reşid Efendi, nr. 42). Ayrıca
müellife ait aynı kütüphanede Asr sûresi (H. Hüsnü Paşa, nr. 763/4, vr.
37a-43a; yanlışlıkla Nûr süresi olarak kaydedilmiştir) ve İhlas sûresi
(Dârulmesnevî, nr. 55/4, vr. 53a-54a) tefsirleri de vardır.
2. Risâle fî mîrâci’n-Nebî aleyhisselâm
(Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1448/8, vr. 68b-80b; Reşid Efendi, nr.
1117/1, vr. 1b-10a). Hz Peygamber’in (a.s.) mîraca çıkışı ve mîracın keyfiyeti
ele alınmıştır.
3. Fezâilü’l-cihâd (Süleymaniye Ktp.,
Ayasofya, nr. 1987, vr. 1b-24b). Cihad için sefere çıkmanın ve şehitliğin
faziletleri, sefer sırasında okunacak dualar anlatılmıştır.
4.
Makale fî’l-avâlimi’l-külliyye
(Süleymaniye Ktp., H. Hüsnü Paşa, nr. 763/7, vr. 58a-59b; Hâlet Efendi, nr.
805/8, vr. 54b-55a). Türkçe olan bu kısa eserde merâtib-i vücûd çerçevesinde
lâhût, ceberût, melekût, mülk ve nâsût âlemleri zikredilmiştir. Bazı
kaynaklarda “Vahdet-i vücûd risalesi” şeklinde kaydedilen eser bu olmalıdır.
5.
Tercüme-i Menâzilü’s-sâirîn
(Süleymaniye Ktp., Şâzelî Tekkesi, nr. 159/13, vr. 107b-120a). Hâce Abdullah-ı
Herevî’nin tasavvuf makamlarına dair Menâzilü’s-sâirîn
isimli eserinin Türkçe tercümesidir. Müellif eseri ayrıca Şerh-i Menâzil adıyla şerh de etmiştir (İÜ Ktp., TY, nr. 3689).
6.
Şerhu’n-Nusûs (Süleymaniye Ktp.,
Şehid Ali Paşa, nr. 1278, vr. 1b-166a). Sadreddin Konevî’nin vahdet-i vücûdun
esaslarına dair eseri en-Nusûs fî
tahkîki’t-tavri’l-mahsûs’un şerhidir.
7.
Şerhu’l-Vâridât (Risâle fî îzâhi ma vakaa fi’s-sırri’l-lezî ebânehu Mahmûd es-Simâvî).
(Süleymaniye Ktp., Cârullah, nr. 2079/17, vr. 209b-262a). Bedreddin Simâvî’nin
tasavvufa dair Vâridât isimli eserini
tenkid için yazılmış şerhtir. Müellif burada Şeyh Bedreddin’i nasların te’vîli,
varlık anlayışı, âhiret, melekler ve mücerred varlıklar gibi konularda
eleştirmiştir (DİA, XLII, 521).
8. Tercüme-i Fıkhu’l-Keydânî (Süleymaniye
Ktp., Hâlet Efendi, nr. 827/17, vr. 100b-103a). Lütfullah en-Nesefî
el-Keydânî’nin fıkıh ilmine dair Fıkh-ı
Keydânî diye de bilinen eseri Mukaddimetü’s-salât’ın
Türkçe tercümesidir. Şeyh Nûreddinzâde’ye daha başka eserler de nisbet
edilmiştir.
PRİŞTİNELİ
BEGZÂDE NÛRÎ
Priştineli Begzâde Nûrî, XVIII. yüzyıl
şairlerindendir. Aslen Priştineli olan fakat ömrünün muhtemelen uzun bir
bölümünü İstanbul’da geçirmiştir. Şairin samimi ve sade bir üslubu vardır. Kaynaklarda
şair hakkında pek fazla bilgi bulunmasa da, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler
Kütüphanesi ve Millet Yazma Eser Kütüphanesi’nde birer yazma nüshası bulunan
orta büyüklükte bir Divan’a sahiptir.
Tuhfe-i Naili’de onun H. 1200/ M. 1785 tarihinde
hayatta olduğu belirtitilmektedir.
Kaynaklarda
verilen bilgi son derece sınırlı olduğu için, şairin hayatı hakkında bilgi
edinebilmek için Divan’ından yola çıkmamız gerekecektir. Şairin gerek Begzâde
Nûrî-i Priştinevî olarak tanınması gerek genel olarak Divan’ı bize onun Priştineli
olduğu bilgisini verir. Yine tarih manzumeleri ve manzum mektuplardan öğrendiğimiz
kadarıyla yedi yaşında vefat eden Züleyha adlı bir kızı ile, Râşid ve Ömer
Sâkıb adlı iki oğlu olduğu ortaya çıkar. Şairin ölüm tarihi bilinmemektedir.
Ancak Divan’daki son tarih manzumesi delâletiyle 1785’ten sonra öldüğünü
söylemek mümkündür.
MEHMED TEVFİK BOSNEVÎ
Doğum tarihi konusunda kesinlik olmamakla birlikte, doğum tarihinin 1805 olduğu düşünülmektedir. Doğum yeri konusunda kesin bilgi bulunmayan müellifle ilgili, Bosnevî nisbesinin doğum yeri veya memleketinden hangisini belirttiği konusunda tereddüt vardır. Fatih’te Zeyrek Hamamı’nı işlettiği için Hammâmî, Unkapanı civarındaki konağında ikamet ettiği için Unkapanî ve Kuşadalı İbrâhim Efendi mensupları arasında da “Büyük Aziz” diye anılır.
Hayatının ilk dönemleri, ailesi ve öğrenim durumu hakkında yeterli bilgi bulunmayan Mehmed Tevfik Efendi Hüsrev Paşa’ya kâhyası oldu. Tasavvufla bu dönemde ilgilenmeye başladı. Kuşadalı’nın vefat ettiği ikinci hac seferi sırasında (1846) onun yanında bulunan Mehmed Tevfik Efendi, hilâfet sırrının kendisinde zuhur etmesi üzerine Kuşadalı’nın vârisi sıfatıyla irşad makamına geçti. Bu dönemde kırk yaşlarında olması gereken Mehmed Tevfik Efendi irşad görevini yirmi yıl kadar sürdürdükten sonra 1866’da vefat etti.
Doğum tarihi konusunda kesinlik olmamakla birlikte, doğum tarihinin 1805 olduğu düşünülmektedir. Doğum yeri konusunda kesin bilgi bulunmayan müellifle ilgili, Bosnevî nisbesinin doğum yeri veya memleketinden hangisini belirttiği konusunda tereddüt vardır. Fatih’te Zeyrek Hamamı’nı işlettiği için Hammâmî, Unkapanı civarındaki konağında ikamet ettiği için Unkapanî ve Kuşadalı İbrâhim Efendi mensupları arasında da “Büyük Aziz” diye anılır.
Hayatının ilk dönemleri, ailesi ve öğrenim durumu hakkında yeterli bilgi bulunmayan Mehmed Tevfik Efendi Hüsrev Paşa’ya kâhyası oldu. Tasavvufla bu dönemde ilgilenmeye başladı. Kuşadalı’nın vefat ettiği ikinci hac seferi sırasında (1846) onun yanında bulunan Mehmed Tevfik Efendi, hilâfet sırrının kendisinde zuhur etmesi üzerine Kuşadalı’nın vârisi sıfatıyla irşad makamına geçti. Bu dönemde kırk yaşlarında olması gereken Mehmed Tevfik Efendi irşad görevini yirmi yıl kadar sürdürdükten sonra 1866’da vefat etti.
KÂİMİ HASAN BOSNEVÎ
Hangi
yılda doğduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte Sarayevo/Bosna’da 1625-1635
yılları arasında doğduğu tahmin edilmektedir. Türkçe divan sahibi
Rumeli şâirlerinden olan Hasan Kâimî’nin Asıl adı, Hasan Efendi’dir;
Kâimî Baba, Kâimî Hasan, Hasan Bosnevî isimleriyle de tanınmaktadır. Kâimî
Hasan Efendi 17. Yüzyıl şairlerindendir. Saraybosna’da yaşamıştır Mahlası
olan Kâimî sözcüğü “ayakta duran” anlamına gelir. Kâimî mahlasını kırk gün
boyunca ayakta halvet halinde kaldığı için almıştır. Hayatıyla ilgili bazı
menkıbelerde mahlasının Sılavca “ka’imi” (bizim gibi) sözünden geldiği de
belirtilmektedir.( Samic, Jansa, DİA,XXIV, s. 215)
Kâimî Hasan Efendi, ilköğreniminden sonra Bosna’dan Sofya’ya gelmiş
Halveti şeyhlerinden Müsluhuddin Efendi’den icazet almıştır. Ardından İstanbul
ve Konya’ya gitmiştir. Daha sonra Sofya’da Silahdar Paşa zaviyesinde şeyh
olmuştur. Kâimî bu Kadiri tekkesinin bilinen ilk şeyhidir. Aynı zamanda kendi
evinde 1667’de kurduğu bir halveti tekkesinin de şeyhliğini yapmıştır.
Sonraları İzvornik şehrine gelip ikamet etmiş ve 1690-91 yıllarında vefat
etmiştir.
Ülkemizdeki
kütüphanelerde Kâimî’ye ait Divan ve diğer eserlerin yazma sayısı 45’i
bulmaktadır. Bunların 30’u “Divan, Divan-ı Kâimî” gibi adlarla
anılırken ; 9’u “Eş’âr-ı Kâimî, Mecmua-i Kasaid, Kasideler,
Manzume-i Kâimî, Kâimî Kasidesi, Kaside-i Kâimî, Divanu’l-cifr”
gibi adlarla anılmaktadır. Bunlardan başka Süleymaniye Kütüphanesi 42652
numarada Kaside fî fütūhât-ı Süleyman Paşa; İstanbul Belediyesi Atatürk
Kitaplığında 2783 numarada Tasavvufa Dair Bir Risale; İstanbul
Üniversitesi Merkez Kütüphanesi 11844 numarada Kıdvetü’s-Sâlikîn; 11843
numarada Risale der Gazavât-ı Osmaniyan ‘ale’l-Küffar; yine aynı kütüphane
11837 numarada ise Takvim-i Kâimî adlı bir eser kayıtlıdır. Aynı şekilde
Kâimî Divanı’nın ManisaYazma Eser Kütüphanesi’nde 5172 numarada kayıtlı “Eş´âr”
nüshası bulunmaktadır.
PÎR MEHMED ÜSKÜBÎ
Yekçeşm
Kör Müftü Pir Mehmed b. Hasan (Abdullah) Üskübî,
Devşirme (kuloğlu) çocuğu olarak İstanbul’da dünyaya geldi. Babasının adını
Zahîrü’l-kudât adlı eserinin mukaddimesinde Hasan olarak vermesine rağmen
Bağdatlı İsmail Paşa tarafından Abdullah şeklinde kaydedilmiştir. Osmanlı döneminde devşirme çocuklarının
babalarına Abdullah denilirdi. Bu farklı isim kullanımını kaynağı bu olmalıdır.
Zamanında çok tanınan bir Osmanlı
âlimi olan Pir Mehmed müftüler için hazırladığı "Mu ‘in el-Müftü"
adındaki fetva koleksiyonunun yanısıra "Zahir el-Kudât" adında bir kitabı
da mevcuttur. Muînü’l-müftî fi’l-cevâb
ale’l-müsteftî (Fetâvâ-yı Üskûbî, Fetâvâ
Kör Müftî) Tanınmış eserlerinden birisidir. Kütüphanelerde otuzdan fazla yazma
nüshası mevcuttur.(DİA, XXXIX,277)
Üskübî Pîr Mehmed Efendi yeniçeri olmuş fakat ardından
ilim yolunda kariyer yapmayı kafaya koymuş, uzun yıllar Üsküp müftülüğü yapmıştır.
Herkesin saygı duyduğu bir adam olan pîr Mehmed "kenar müfitlerinin
ekmeli" yani taşra müftülerinin en iyisi kabul edilmiştir. Pîr Mehmed Efendi önceleri Bektaşî zümresine katılıp
dervişlik yoluna girmişse de daha sonra ders okumaya başladı ve Çivizâde Mehmed
Efendi’ye mülâzım oldu. Ardından çeşitli medreselerde müderris olarak görev
yaptı. Yenipazar müderrisi iken eşkıya darbesiyle bir gözü sakatlandı. Bu
sebeple “Yekçeşm” ve “Kör Müftü” lakaplarıyla da bilinir. Üsküp müftüsü iken 1020 (1611) ’de vefat
etti.
İSMAİL HAKKI BURSEVî
Bulgaristan sınırları içinde
bulunan Aydos’ta 1063/1165’de doğdu. Bursevî, Üsküdârî, Celvetî nisbeleriyle de
anılmıştır.
İstanbul'un Aksaray semtinde
yaşayan babası Mustafa Efendi, İstanbul’dan Aydos'a gidip yerleşmiştir. Aydos’ta
Zâkirzâde Abdullah Efendi'nin halifesi sıfatıyla irşat faaliyetinde bulunan
Celvetî şeyhi Atpazarî Osman Fazlı ile yakınlık kurmuştur. Osman Fazlı
Efendi'nin halifesi Ahmed Efendi'den Arapça dersleri alan İsmail Hakkı, Osman
Fazlı'nın Aydos'a uğrayan Edirne halifesi Seyyid Ab-dülbâki Efendi ile
birlikte Edirne'ye gitti (1074/1664). Osman Fazlı'nın bir halifesinden fıkıh
ve kelâmla dair dersler okudu. Mehmed Efendi'den tecvit ve diğer bazı
hocalardan Farsça dersleri aldı. Hafız Osman'dan hüsn-i hat meşketti. Üç yıl
sonra şeyhinin izniyle Zeyrek Camii’nde halvete giren İsmail Hakkı doksan gün
süren halvetten çıkınca dervişlere hizmetle görevlendirildi. Bir süre sonra şeyhi
ona kendi yerine vaaz etmesini söyledi, 1086/1675 'da dahalife tayin ederek
Üsküp'e gönderdi.
Beraberindeki üç dervişle
birlikte Üsküp'e giden İsmail Hakkı muhtelif camilerde vaaz etmeye,
isteyenlere zahirî ilimlere dair dersler vermeye başladı.
Kendisine bir tekke tahsis
edildi. Bir süre burada kaldıktan sonra yeni bir zaviyede irşat
faaliyetlerini sürdürdü.
Bursa halifesi Sun'ullah Efendi’nin vefat
etmesi üzerine İsmail Hakkı'yı Bursa'ya halife olarak tayin edildi. Ulucami'de
ve diğer bazı camilerde vaaz vermeye başladı. Vaazlarında Kur’an-i Kerîm'i Fatiha’dan
başlayarak tefsir etmeye, vaazda söylediklerine tasavvufî yorumlar ekleyip
şiirler zikrederek ve Arapça olarak yazıya geçirmeye başladı. Bu şekilde
meydana getirdiği Rûhu'l-beyân adlı tefsirini 1117/ 1705 'de tamamladı. Bu
arada başka eserler de kaleme aldı. Hac niyetiyle çıktığı yolculuk esnasında İskenderiye'ye,
oradan da Kahire'ye gitti. Kahire'de Şeyhûniyye Medresesi bitişiğindeki Kadiri
Dergâhına yerleşti. İki aydan fazla kaldığı Mısır'da ulema, tasavvuf erbabı ve
halkla irtibat kurdu; aralarında Ezher müderrislerinin bulunduğu bazı
kişilere İcazetname verdi. Hac dönüşü İstanbul'da İki buçuk ay kalıp Bursa'ya
gitti. Oradan Tekirdağ'a geçerek irşat faaliyetini burada sürdürdü. 1129/1717 'de
tekrar Bursa'ya döndü. Aynı yıl Muhiddin İbnü'l-Arabî'ye duyduğu sevgi
sebebiyle Şam'a gitti. Şam'da on kadar eser telif etti.
1135/1723’de yeniden Bursa’ya döndü. Kendi
imkânlarıyla bir cami inşa ettirdi. Son yıllarını da irşat faaliyeti ve eser
telifiyle geçiren İsmail Hakkı 1137/1725 vefat etti. Kabri Tuzpazan'nda
yaptırdığı caminin kıble tarafındadır.
Eserlerinde Şeyhi Osman
Fazlı'nın yanı sıra başta Muhiddin İbnü'l-Arabî olmak üzere Mevlana Celâleddîn-i
Rûmî, Sadreddin Konevî, Üftâde ve Aziz Mahmud Hüdâyî'nin İsmail Hakkı'nın
üzerinde büyük tesirleri olduğu görülmektedir.
100'den fazla eser
yazdığı kabul edilen İsmail Hakkı bunların bir kısmının adını zikretmiştir.
Bazı eserlerinin birden fazla ismi olması, mecmua ve varidat türü kitaplarının
birbirine karıştırılması gibi sebeplerle eserlerinin sayısı çok farklı
gösterilmiştir..
Eserlerinin çoğu Türkçe,
kırk kadarı Arapça'dır. Türkçe ve Arapçanın karışık olarak kullanıldığı
çalışmaları da vardır. Onun manzum eserlerinin yanı sıra mensur eserlerinin
içinde de çok sayıda şiiri yer almaktadır.
SOFYALI BÂLÎ EFENDİ
Bugünkü Arnavutluk sınırları
içinde bulunan Usturumca'da doğdu.
Küçük yaştan itibaren ilim öğrenmeye başlayan Bâlî Efendi, Sofya ve İstanbul'da ilim tahsil etti. Zamanının âlimlerinden aklî ve naklî ilimleri öğrenip âlim oldu. Velîlerin sohbetlerinde bulundu
Küçük yaştan itibaren ilim öğrenmeye başlayan Bâlî Efendi, Sofya ve İstanbul'da ilim tahsil etti. Zamanının âlimlerinden aklî ve naklî ilimleri öğrenip âlim oldu. Velîlerin sohbetlerinde bulundu
Tavukpazarı
yakınlarında, Hakîm Ali Paşanın kendisi için inşa ettirdiği dergâhta, insanlara
ilim öğretti. Kasım Çelebi, Çelebi Halife namıyla meşhur Cemâl Halvetî'nin
rahleyi tedrisinde bulundu. Kasım
Çelebi'nin hizmetinde bulunduğu sırada Muhiddin-i Arabî’nin Fusûsü'l-Hikemimne
şerh yazdı.
Zamanın padişahı Kânun Sultan Süleyman Hanın bazı seferlerine katıldı. Hayatını İslâm dininin emir ve yasaklarını öğrenmek ve insanlara anlatmakla geçiren Sofyalı Bâlî Efendi, 1553 (H.961) senesinde Sofya'da vefat etti. Kabri, Sofya yakınındaki Selimiye’dedir.
Zamanın padişahı Kânun Sultan Süleyman Hanın bazı seferlerine katıldı. Hayatını İslâm dininin emir ve yasaklarını öğrenmek ve insanlara anlatmakla geçiren Sofyalı Bâlî Efendi, 1553 (H.961) senesinde Sofya'da vefat etti. Kabri, Sofya yakınındaki Selimiye’dedir.
Sonuç
olarak:
Nureddin
Zade gibi Balkan kökenli âlimlerimizin padişahlarımıza şeyh ve rehber
olduklarını görüyoruz.
Balkan kökenli alimler şiir,
edip, tabip, olarak İslam ilimlerinin pek çok dalında eserler vermişlerdir.
Matematik, astronomi gibi Anadolu’da irfan medeniyetin, tasavvufi neşenin
gelişmesine katkıda bulunmuşlardır.
Bunun yanında Balkanlarda kitap sanatlarımız cilt,
tezhip ve hat dallarında eser üreten önemli merkezler olduğu görülmüştür.
(Şumnu ve civarı)
-Balkan kökenli âlimlerin tespitte bazı zorlukları
vardır. Nisbeler ölçü alındırdığında Bursevi gibi Balkan yöresinden olduğu
halde Bursevi diye meşhur olanlar vardır.
Bazı
müelliflerin birden fazla nisbeti vardır.
Balkan sınırlarını oluşturma konusunda ihtilafların
bulunduğu gözlemlendi.
Âlimlerin kitap sayıları ve isimlerinin tam tespiti
de uzun ve özverili bir çalışma gerektirmektedir.
Balkan kökenli
alimler ve eserleri konusunda bir harita oluşturulmalıdır. Balkan topraklarında
telif edilen eserleri müellifleri ile birlikte tespit etmek yerinde olacaktır.
Genelde balkan kökenli alimler Türkçeyi bilim dili
olarak kullanmışlar ve İslam medeniyetinin üç dilinde (Arapça, Farsça ve
Osmanlı Türkçesi) eserler vermişlerdir.
BİBLİYOGRAFYA:
Abdullah Kartal, Bursa’da Bosna’lı Bir Melâmî:
Abdullah Bosnevî, Hayatı, Eserleri ve Bir Kasidesi, UÜİFD, S. 6, 1994,
s.304,310.
Feridun
Emecen, “Süleyman I”, DİA, XXXVIII,
62;
Hasan Kamil
Yılmaz, “Aziz Mahmud Hüdâyî”, DİA,
IV, 338;
Kâtip Çelebi, Keşf-üz-Zünun, Beyrut 1413/1992, c. II, s. 1263;
Mehmet Nermi
Haskan, Yüzyıllar Boyunca Üsküdar,
İstanbul 2001, I, 288;
Mehmed Süreyya 1996, Sicill-i Osmanî, Yay. Haz. Nuri Akbayar, C. 2;
C. 4.
Mehmet Nail Tuman, Tuhfe-i Nâilî: Divan Şairlerinin Muhtasar
Biyografileri, s. 1112.
Mustafa- İSEN Teodosiyeviç, Miryana, “Kâimî Hasan Efendi”, Türk Dili ve
Edebiyatı Ansiklopedisi, C. 5.
Mustafa Kara, “Abdullah Bosnevî”, DİA, c. I, s. 87; Bursalı Mehmed
Tâhir, Osmanlı Müellifleri, c. I, s. 43.
Mustafa KARA, “Balî Efendi Sofyalı”, DİA,
V.
Mustafa Uzun,
“Hulvî, Cemâleddin”, DİA, XVIII, 347;
Nihat Azamat,
“Mehmet Tevfik Bosnevi”, DİA, XXVIII, 539.
Nureddinzâde
Mustafa Muslihuddin, Fukarâya Nasîhat,
Süleymaniye Ktp., Halet Efendi, nr. 818, vr. 58a;
Osman Nuri
Ergin, Balıkesirli Abdülaziz Mecdi Tolun, İstanbul 1942, s. 144-145, 234;
Osmanlı Müellifleri, I, 145, 171;
Reşat
Öngören, Osmanlılar ’da Tasavvuf
Anadolu’da Sûfîler, Devlet ve Ulema (XVI. Yüzyıl), İstanbul 2012, s. 48-50
Semih Ceyhan,
“Vâridât”, DİA, XLII, 521.
Seyyid
Nizamoğlu, Câmiu’l-Maârif,
Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 2335, vr. 11a;
Solakzâde, Târîh (nşr. Vahid Çabuk), II, 313;
Şükrü ÖZEN,”Pîr Mehmed Üskübî” DİA, XXXIX,277.
Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, III/1, 356;
Yaşar Nuri
Öztürk, Muhammed Tevfik Bosnevî, Hayatı, Mektupları, Halifeleri, İstanbul 1981;
Yorumlar