BİZ NEYİ BİLİRİZ ?
BİZ NEYİ BİLİRİZ ?
(Osmanlıca-Türkçe üzerine bir şiirsel deneme)
Bize sorarsan Biz,
Herşeyi biliriz.
Bilenler nazarında ise,
Çok yanlışı doğru,
Doğruyu da yanlış biliriz.
Konuşurken halâ
Namahremi mahrem, mahremi Namahrem biliriz.
Paralel denince siyasi anlam yükleyip kızıyoruz da Tevazu'yu biz mütevazi biliriz.(mütevazi, paralel demek)
Hangi okulu bitirdin deyince biz,
Vezin olan mevzunu mezun biliriz.
Arapça Müdîr dilimizde olmuş Müdür,
Türkçe gramerde müenneslik(erkek-dişi
kelime ayırımı) yok ama müdürün baya-
nını Müdire, muallimin bayanını da muallime biliriz.
Eşkalini sorarsın şeklini öğrenmek için, Zapt oldu manâsında onu eşgal biliriz,
Şakiyi Eşkiya, Eşkiyayı tekil biliriz.
Kavrayamazsak farkını,Tahrifat'ı da Tahribat biliriz.ikisi de çoğuldur ama Tahrifattaki tahrib sadece harflere münhasırdır.Arapçadan geçmiş kelimelerin ancak köklerini bilirsek bunu da kavrar biliriz.
Mecliste dokunulmazlıktan yararlananların
Masuniyetini anlamaz onu da Masumiyet
biliriz.
Cansiparane deriz de vermek olan
Sipar'ı biz siper biliriz.
Tek Rakibi kendisidir kendini bilen insanın
her nedense sanki ata biniyoruz, yanlış söyleyip onu da Râkip biliriz. (Râkip,ata binen demek)
Hukukta önemli bir akittir Istısna ama
onu da anlamaz ayırımsız(istisnasız) hepimiz İstisna biliriz.
Aynı kökten,Sanayi'nin sanat olduğunu bilsek Sanayi-i Nefise'nin de Güzel Sanatlar olduğunu biliriz.
Cürüm ,ceza hukukunda bir suç karşılığıdır, cürm-i meşhut da şahitli suç
manâsında suç üstü olarak kullanılır ama biz bunu bir de hacim, Oylum manâsındaki Cirm ile karıştırır " ateş olsan cürmün kadar yer yakarsın" diye yanlış biliriz.
Taksir, kusur demek çoğulu da Taksirat.
Peki,su-i Taksir ne demek? Arapça'da sû' kötü,fena demek olduğuna göre su-i Taksir , kötü kusur ise kusurun iyisi de mi var? Demekki bu yanlışı bilip Arapça eser,iz manâsına gelen Sun'u da bilmek lâzım, o zaman sun-i Taksir dersek kusurundan eser manâsındaki terkibi de biliriz.
Kelimelerin manâsını bilmeden okumaya kalkarsak Hâkim ile Hakîm'i nasıl ayırır,nasıl biliriz?
Hâkim ,yargıç demek iken Hakîm, bilgin,Bilgiç, alîm demektir oysa.
Maiyet,emrinde bulunanlar demek biz onu da Nitelik manâsında Mahiyet biliriz.
Nutuk'ta geçen Bedhah'ı (kötülük is-
teyen) Bedbaht (Bahtı kötü), Sapkınlık
manâsına gelen Dalâlet'i , yol gösteren
manâsında Delalet biliriz.
Karşımızdakini Takdir etmek isteriz
de, imbikten geçirmek manâsında
Taktir eder, onu da yanlış biliriz.
Çektikten sonra bunca Cefayı , Cefakeş
diyeceğimiz kişiyi Cefakâr biliriz.
İhtiyar hey'etini yaşlılar oluşturur sanırsak
Seçim hakkı olan Hıyar hakkını da sanki Salatalık hakkı biliriz.
Hukukta,mahkeme kararlarında ve Yargıtay
uygulamalarında hep geçer Nesafet;Çok kişi
anlamaz Nefaset (lezizlik) der ama anladığını zannedenler de Hak ve Nesafet diye söyler,
Lâkin bu sözcük lugâtlarda da geçmez,
zira aslı Nasfet veya Nısfet (yarım, yarımlık) olup bunu
da işte böyle yarım yamalak biliriz.
Hem Farsçadan geçmiş dilimize (bî-dad) ki
zalim demek,hem Arapça'dan almışız bid'at
(sonradan meydana çıkan şey) ama aynı telaffuz
eder ,çoğumuz ikisini de aynı biliriz.
Meşrutiyet şartlı demek,yani şarta ve kayda
bağlı manâsında. Meşrutiyeti yanlış anlarsak
şartı ihlal etse de yapılanları meşru (geçerli)
biliriz. Halbuki Meşrutiyet meşruluğunu
şartlarına sadakatla korur.Bunu ancak kavramlara vakıf isek biliriz.(Meşruiyet ile karıştırılıyor.Meşruiyet geçerlilik demek)
Mahsun güçlendirilmiş demektir.Niye biz onu
Hüzünlü manâsında Mahzun biliriz ?
Burada Mezkur(anılan,zikredilen) hususlar,
bazen Meskur (sarhoş) iken bilinemez. Sekr
hali buna manidir ama biz Mezkur 'u da bazen
Meskur biliriz.
Mahsûr kuşatılmış demektir,çoğumuz bilir ve muhasara edilmiş diye de kullanırız ama, bazen yasaklanmış,haramedilmiş manâsındaki Mahzur ile karıştırır sanki ikisini de aynı
gibi biliriz.
Yalnızca ses benzeşmesi Yakın ile Yakîn arasındaki ,ama "Hamili kart yakînimdir "
ifadesini biz ,yakınımdır anlar, yanlış biliriz. (Yakînimdir demek,onun hakkında çok kuvvetli bilgiye sahibim demektir)
Sukut-ı hayal ve sukut-hak terkiplerindeki sukut ,düşme manâsındadır ama biz onu sükut ile karıştırır Susma gibi biliriz.
Tesviye,düzleme, seviyeye getirme demektir.
Tasfiye ise saflaştırma temizleme manâsına
gelir.Bu ikisini karıştırmak yetmez gibi olmayan bir kelime ile tasviye biliriz.
Farsçadan girmiş dilimize Deskere, hastahanede hasta,inşaatta taş,Kum taşıyan bu nesne ,Osmanlıcada olmuş Teskere . Askerden dönene verdikleri ise Arapça'dan dile giren Tezkere.Anılan (zikredilen)kökünden gelen ve başka manâlara da gelen Tezkere bazen yine Arapçada kullanılan diğer bir şekliyle Osmanlı
Türkçesinde Tezkire.Bunları da zannetmem ki
doğru biliriz.
Mütehassıs, uzman demek,kök kelimesi has'tır yani öz,özel anlamında, bir de his kökünden mütehassis var ki hislenmiş demek,bunu da karıştırır yanlış biliriz.
Seçime iki gün kaldı.Çoktan seçim
Sath-ı mailine girildi.Zemin çok mail
(kaygan, meyilli) ama biz onu da Sath-ı
mahalli biliriz.( Bu yazı 5.Haziran 2015 tarihinde yazılmıştır,seçime iki gün var)
Varsayalım ki demek yerine Farz-ı muhâl demek isteriz de yanlış kullanır onu Farz-ı mahal biliriz.Muhâl, olmaz ,olmayacak demektir ama mahâl , yer , mevki demek, kelimeyi bilmezsek onu da yanlış okur,yanlış biliriz.
Katîl ,Arapçadan geçmiş bir sıfattır ve öldürülmüş kimse (maktûl) demektir,katil ise yine sıfat ve öldüren kişi,Katl ise Arapçadan geçme isim ve öldürme manâsındadır, (Katlî vacip) olarak kullanılır.Katl zanlısı da öldürme şüphelisi olarak kullanılır.Fakat biz onu genellikle katil zanlısı biliriz.
Katl-i amm da toplu olarak öldürme demek olup (amm: Umum demektir) toplu katliam'ı da yanlış kullanır,yanlış biliriz.
Keza,son zamanlarda Türkçeye yerleştirilmeye çalışılan bir kelime de İNFAZ dır ki biz onu öldürme olarak biliriz.Halbuki bir emri, bir hükmü yerine getirmek demektir infaz.Şayet bir kişi infaz edildi diye kullanırsak demek ki onu da yanlış biliriz.
Çok çalışan ter dökenimiz var.Farsça'
dan da dilimize geçmiş Hoy (ter).ama
Şiirlerde geçen Hoy'u da yanlış okuyun-
ca o da olmuş Huy, biz Hoy'u da Huy
biliriz
Halk arasında bir tabir var " kalbine doğdu" diye , bir şeyi olmadan evvel hissetme manâsındaki " his-i kabl el vuku" yu da bu nedenle " his-i kalb el vuku " biliriz.
Çocuklarımıza isim koyarken de pek dikkat etmez,Özellikle Kur'an'da geçiyor diye manâsını araştırmaz, bazen çok yanlış manâlara gelecek kelimeler seçeriz.
Birkaç örnek vermek gerekirse kız çocuklarına verilen ALEYNA ismi, Kur'an'da geçmekle beraber,"Bizim üzerimize" manâsına gelip başka hiçbir manâ ifade etmez.Yine kız çocuklarına Kur'an-ı Kerim'de seçilip alınmış bir isim GILMAN'dır. Gılmân, gulâm'ın çoğulu olup "tüyü,bıyığı çıkmamış delikanlı" demektir. Kız çocuğu ismi olarak seçilen Farsça'dan geçen bir kelime ve isim de JÜLİDE'dir.
JÜLİDE de dağınık,perişan,darmadağın manâsındadır.Çok sık kullanılan bir bayan ismi de KEZİBAN'dır ki manâsı, Yalancı demektir.NALÂN ismi ise Ağlayan inleyen
manâsındadır.HACER ise Arapça'da bildiğimiz taş.MAİDE,Yemek sofrası ve MAHİYE de aylık manâsına gelir.RAHİLE ise Yük devesi manâsına gelir.
Tefriş, dayama,döşeme manâsına gelir ama Şereflendirme manâsındaki Teşrif ile karıştırır bazen tefrişi teşrif , bazen de teşrifi tefriş biliriz.
Ayrıca, bir yere teşrif edilmez bir yer teşrif edilir,özellikle bu terkibi yanlış biliriz.
Şimdi söyleyin lütfen,biz neyi bilmeyiz
neyi biliriz?
(Osmanlıca diyerek eski yazıya meraklı
olan kişiler için söylüyorum ki kelimeler
bilinmeden bu yazı doğru okunamaz.
Siyasete de alet edilemez.Bir gecede cahil kaldık söylemleri doğruyu ve gerçeğı ifade etmemektedir. Okur yazarlık o dönemde yok denecek kadar azdı.Yukarıda verdiğim örnekler zaten kelimelerin yazılışı bilinmeden anlaşılamaz. Bazen de kelimeler aynı yazılır fakat farklı okunurdu.Bunun için de cümlenin gelişinden kelimeyi tahmin etmek gerekirdi. Örnek olarak yukarıda verdiğim örnekte olduğu gibi hacim manâsına gelen CİRM de suç manâsına gelen CÜRÜM de,tabiat manâsındaki HUY da Farsça'dan geçmiş ve ter manâsındaki HOY da aynıyazılırdı.birisi huy ama diğeri ter manâsına gelirdi.Yine GEL,KEL (كول )ve GÜL,KÜL kelimeleri, MERKEP ve MÜREKKEP ( مركب)kelimelerinin yazılışı da aynı idi, bir başka örnek (kef,vav ve nun) harfleriyle yazılan kelimedir ki Arapçada Kevn (yaratma veya dünya),kûn(كون ) (ol),Türkçe'de Gün, Farsça'da gûn (popo,kıç),ve başka şekillerde de okunabili ve hepsi doğrudur da cümle içinde ne manâya geldiğini çözmek gerekmektedir (kef ,vav, re , kef) ( كورك )harfleri ile yazılan kelime altı biçimde okunabilir(kürek,gevrek,kürk, körük, görk, görün ) ve altı değişik manaya sahiptir keza ŞÜKÜR ve ŞEKER de üç harf ile (شكر)aynı yazılınca Şükür Bayramı da bir müddet sonra Şeker Bayramı olmuş idi. Naçizane bu yazıya merakı olan bir kişi olarak
söylüyorum.Pek tabi ki ben eski Türkçe'ye karşı değilim.Lâkin bu gün hiç hayatiyeti ve kullanım alanı kalmamış İSTİKŞAFİ(استكشافى ) kelimesinin o da yanlış olarak İSTİŞKAFİ olarak kullanılmasına karşıyım.
Ben siyasi istismarına karşıyım.)
Dikkat edilirse bu yazımda ben Eski Osmanlı Türkçeşinde kullanılan kelimelerin doğru ve yanlışlarını gös
termiyorum.O çok ama çok kapsamlı olur.Örneğin Naciz kullanımı mı doğrudur yoksa Naçiz yazım ve kullanımı mı doğrudur
gibi bir çalışma yok Burada. Naçiz yazımı doğrudur ama Naciz diye bir kelime de yoktur.Halbuki benim dikkat çektiğim Kelimelerde yanlış kelimeler birbiri yerine bil-
meden kullanılmakta(yani her iki kelimenin de farklı anlamları var) ve bu yanlış kullanım ne-
ticesi yanlış anlamlar çıkmaktadır. Şayet kapsamı genişletirsek bu Osmanlıca özentisinin nasıl yanlış kullanımlara yer verdiği daha açık görülecektir.Bu eski yazı yazılmadan doğru okunup konuşulamaz.(yazmayı bilmeden okumayı bilmek kâfi değildir manâsında sòylüyorum.Onun için eskiden okur yazarmısın diye sorarlarmış)Doğru yazabilmek için de kelime etimolojisini bilmek lâzımdır.(kelime etimolojisi için de Arapça ve Farsça'yı iyi bilmek gerekir)
Örnek olarak Türkçe'de kullanılan "Allah Kahretsin" ifadesindeki Kahr ile "Bana niçin Kahrediyorsun?" ifadesinde Kahr ve seçimi "Kahir ekseriyetle aldı" deyimindeki Kahir aynımıdır? Evet aynıdır.Hepsi de aynı Kahraman kelimesidir ve Aslı Arapçadır.Kendi öz dilimiz olmadığı ve kendi Gramerine sahip olmadığı için kolay öğrenilemiyecek,kolay ve doğru yazılıp konuşulamıyacaktır.
Bilen,bir konuya hakim olan vākıf (واقف ) kelimesi ile bir malı satmamak ve Hayır işlerinde kullanmak manâsındaki vakıf (وقف ) kelimesi de farklıdır.
(at) eki,sonuna geldiği Eski Osmanlı Türkçesi kelimeleri çoğul yapar.HURUFAT dendiğinde Huruf (harf) kelimesi çoğul olmuştur.HURAFAT denildiğinde ise Hurafe (boş inanç,uydurma) kelimesi çoğul yapılmıştır.Her iki kök kelime de Arapçadır.Kelimeler iyi bilinmezse okuma ve yazma yanlışı kaçınılmazdır.
Hurufat (حروفات ) Harf kelimesinin çoğulu ve harfler demek olduğuna göre harfiyat diye bir kelime yoktur (yani o kelime hurufattır) Osmanlı Türkçesinde.Fakat Arapça'dan Hafr (حفر )kazı kelimesinin çoğulu olan Hafriyat ( حفريات ) yerine yanlış olarak hiç bir mânası bulunmayan harfiyat kullanılmaktadır.
Herşeyden önce Osmanlıca bir dil değildir.
Arapça,Farsça ve Türkçe ağırlıklı olarak çeşitli dillerden mürekkep(meydana gelmiş) Arap harfleri ile bir yazı dilidir.Doğru söylemi Eski Türkçe de olsa Halkın kullandığı bir dil olmayıp Osmanlıda Saray ve bürokrasi dilidir.Yani sarayda,köşklerde ve Edebiyatta kullanılmış,devlet yazışmaları bu dil ile yapılmıştır.Tamamen yazı ve harf şekli diyemiyorum zira ağırlıklı Arapça ve Farsça kelimeler içerdiği gibi,İmlâ kuralları vardır.İmlâ kuralları Gramer demek değildir.Zira Arapçadan geçen Kelimelerde Arapça İmlâ ve gramer kuralları,Farsçadan geçen Kelimelerde Farsça İmlâ ve gramer kuralları uygulanmıştır.Osmanlıca olarak da kelimeler uydurulmuş,bu uydurulan kelimelerin bir kısmında Arapça,bir kısmında Farsça kurallar uydurulduğu gibi Arapça ve Farsçadan terkipler dahi yapılmıştır.Yani terkibin yarısı Arapça yarısı Farsça olup ne Arap anlar ne de Fars anlar.ayrıca Türkçe-Farsça ve Arapça -Türkçe terkiplere de rastlanır.
Osmanlı Türkçesinde Arapça ve Farsça kelimeleri birleştirerek yapılan kelimelere bazı örnekler: Cüretķâr,davetkâr,lutufkâr,riyakâr,tatminkâr,muhafazakâr,sanatkâr,tövbekâr,dindar,havadar,hükümdar,makasdar,veznedar,Kafadar, Tahsildar, minnettar, duahan, kumarbaz, küfürbaz,sihirbaz,safdil,seferber, kıraathane,eczahane, dershane,darbhane,şartname, taahhütname,vasiyetname,harcıalem,
esrarkeş vs.
Dār (دار ) şayet Farsça'dan geçen mânâ ile kullanılıyor ise idama mahkûm olanları asmak için dikilen direk,daragğacı demektir.Yok şayet Arapça'dan dilimize geçen manâda kullanılacak ise ev,ocak,yurt ülke demektir. dār-ı bekâ, dār-ı harb, dār-ül fünun, dār-ül muallimin(öğretmen okulu) Darü'l aceze, Darü'l bedayi (konservatuvar) hep bu manâdadır. Şayet Farsça'dan sıfat şeklinde " tutan " anlamında geçen kelime ise ,Defterdar şeklinde anlaşılacaktır. Ayrıca "dar" ın daha pek çok anlamı vardır Farsça'dan veya Arapça'dan geçen şekliyle.
Osmanlı Türkçesinde bir "bi" vardır ki hem Farsçadan hem Arapça'dan geçmiştir. İkisi de (b)ve (ye)harfleri ile yazılsa da Farsçadan geçen, edattır ve (-sız) , (-maz) anlamı verir ve ( bî) diye okunur .Farsça kelimelerin başına getirilir.bî-ar : arsız, utanmaz ve bî-âşiyan : yuvasız gibi.Tabi tire işareti ve büyük harf, küçük harf gibi hiçbir işaret Osmanlıca'da yoktur.Diğer (bi) ise Arapça edattır ve başlarına eklendiği kelimeleri (-e) haline getirir.
Farsça ' dan geçen "bî" edatı başına gelen kelimelere olumsuzluk verdiği gibi Osmanlıcada farklı iki olumsuzluk edatı daha vardır.Biri Farsça ' dan geçen "Na" ve diğeri de Arapça'dan geçen " Lâ" edatı.Her üç edat da menfilik (olumsuzluk) edatlarıdır.
Osmanlıca uydurulan kelimelere ise Tayyare örnek verilebilir.Arapça Tayr (uçmak -uçan) kelimesinden Tayyare kelimesi yapılmıştır ki Arapça böyle bir kelime yoktur.Yine,Arapça Fikir kelimesinden Arapça kaideler ile Mefkure kelimesi uydurulmuştur.(Ziya Gökalp tarafından)bu kelime de Arapçada yoktur.
Her dilde kelime uydurulur fakat bu kelimelerin o dilin gramer kaidelerine uygun uydurulması gerektir.Halbuki Osmanlı Türkçesinde Arapça'dan bir kelime alınmış ve Arapçada olmayan şekilde çoğul yapılmış ve Arapça kaidelerine göre Osmanlı Türkçesine kelime kazandırılmıştır.Örneğin,Arapça'da nezaket diye bir kelime yoktur,Acem'ce "nazük" kelimesinden Arap kuralı ile Nezaket kelimesi yapılmıştır,Arapçada Maarif diye bir kelime de yokken onu maarifetin çoğulu olarak dile kazandırılmıştır.Yine Acem'ce "hurda" kelimesi Arapça kural ile Hırdavat yaparak yeni kelime türetilmiştir.
Bütün bu nedenlerden dolayı Osmanlıca'nın kendine özgü bir Grameri olmayışı ve kendine özgün ve dil olarak kabul edilmesi gereken şartları taşımadığından ve belli bir dil ailesine mensup olamadığından Osmanlıca bir dil değildir.Osmanlıca'yı meydana getiren üç ana dilden Farsça ve Türkçe'de müzekkerlik-müenneslik (dişilik ve erillik)
olmadığı halde Arapça'da vardır ve Osmanlıcaya da bu şekilde geçmiştir.Muallim,Muallime-Müdür,müdirede olduğu gibi.Doğru olan bu dile Osmanlı Türkçesi demektir.
Eski yazı yazıp okuyabilmek de bir ayrı meseledir.Onun için yukarıda yazdıklarım haricinde okur yazarlığın çok az olmasının başka sebepleri de vardır.Burada yazacaklarım özetin özeti mahiyetindedir.
Herşeyden önce Arap alfabesi Türkçe için uygun değildir.Arap alfabesinin iki sesli harfine karşılık Türkçede sekiz sesli harf vardır.Bunun için Eski Türkçe alfabeye Türkçe sesleri karşılayacak harfler eklenmiştir.Zaten Türkçede Arapça kelimeleri karşılayacak nazal sesler de bulunmadığından yazım ve okunuş çok zorlamıştır.
Eski Türkçe kitap harflerine Nesih yazı
denilmektedir.Nesih yazıyı öğrenen de (öyle kolay öğrenilecek bir şey değildir de) bugünün siyasi istismarı ile Dedesinin mezar taşını okuyacağını sanıyorsa çok yanılacaktır.
Eski Türkçe elyazısı Rik'a harflerinden oluşan çok işlek ve girift bir yazıdır.Harfleri kitap yazısına biraz benzese de esasen tamamen farklı olup harfler kelimenin başında,ortasında ve sonunda olmalarına nazaran farklı farklı yazılır.Seri yazı yazmak için steno yazısı mahiyeti ile kullanılmış olup çok hızlı yazıp not tutmak için tercih edilmiştir.En son 1916 (1332) doğumlular ilk tahsillerini bununla bitirmiş, 1928 harf
devrimi sonrası da yeni yazıya geçmişlerdir.Ama gerek bu en son nesil ve gerekse öncesi hayatları boyu bu işlek yazıyı terk edememişlerdir.Yine de bu söylediklerim tahsili olan azınlık içindir.
Lâkin herkes çok hızlı not tutar ve yazar ve de kendi yazdığını okursa da yine birbirlerinin el yazısını okumakta zorlanırlardı.O işlek yazım pek çok hatayı ve kaidesizliği de beraberinde getiriyordu.Bunun içinde inci gibi yazan pek az bir kesim de tabi ki bulunuyordu.el yazısında harflerin üst ve altındaki noktalamalar çizgiye dönüşmüştür.Örneğin be harfinin altındaki tek nokta kısa bir çizgi ile gösterilirken ye harfinin altındaki iki nokta biraz daha uzun bir çizgidir.
Eski Türkçe bir yazı türü de Divanî yazıdır.
Adından da anlaşılacağı gibi bu yazı Saray ve resmi yazışmalarda,Beratlarda,icazetnamelerde,fermanlarda kullanılmış süslü bir yazı türüdür.Tamamen ayrı bir formu olup bu yazıyı eski devirde de herkesin okuması pek mümkün değildi.
Bir başka yazı da Siyakat yazısıdır ki sanki herkes tarafından okunmaması için büyük emek sarfedilmiş gibidir.Sanki bir kripto yazısıdır.Bu yazı vakıflarda, mali kayıtların tutulmasında ve kısmen tapu kayıtlarında kullanılmıştır.
Bu yazıyı bilenler başkalarının da okuyup öğrenmemesi için çok gayret göstermişler, yazıyı adeta şifrelemişlerdir. Rakamlar bazen Arapça,bazen Türkçe yazı ile bazen de rakam ile yazılmıştır.neyin ne olduğu hangi harfin çizgisinin uzunluğundan hangi harf dönüştüğü bir muammadır.
Bu dört önemli ve günlük kullanılan yazı çeşidinden başka on çeşit yazı daha varsa da onlar bir noktada sanatsal yazılara girerler ve yazı sanatı,hat sanatı içinde incelemek gerekir.
Ayrıca bir de yine sanat kapsamında kalsa da yazı istifleri vardır ve bu istifin bilinmesi de tüm yukarıda yazdıklarımızın yanında Dedesinin mezartaşını okumak isteyenler için gerekli olabilir.
Yapmış olduğum ironi bir tarafa bir gecede cahil kaldık iddiasının o 1928 Kasım gecesinden önce de dedesinin mezar taşını okuyan pek yoktu.Memleketteki o tarihteki okur yazar oranına ,yayınlanan gazete sayısı ve tirajına ve matbaada basılmış kitap sayısına bakılırsa hemen çözümlenecektir bu asılsız iddia.Eski alfabenin güçlükleridir halkın o kadar cahil kalmasının nedeni.
Saray ve Osmanlı (hanedan) kültürü ile Halkın kültürü birbirinden çok farklıdır.Osmanlı medreseleri de Selçuklu Medreselerinden çok farklıdır. Osmanlıda Okutulan dersler, ağırlıklı olarak din,tecvit, kıraat ve Akâid ile alâkalıdır.
(Osmanlıca-Türkçe üzerine bir şiirsel deneme)
Bize sorarsan Biz,
Herşeyi biliriz.
Bilenler nazarında ise,
Çok yanlışı doğru,
Doğruyu da yanlış biliriz.
Konuşurken halâ
Namahremi mahrem, mahremi Namahrem biliriz.
Paralel denince siyasi anlam yükleyip kızıyoruz da Tevazu'yu biz mütevazi biliriz.(mütevazi, paralel demek)
Hangi okulu bitirdin deyince biz,
Vezin olan mevzunu mezun biliriz.
Arapça Müdîr dilimizde olmuş Müdür,
Türkçe gramerde müenneslik(erkek-dişi
kelime ayırımı) yok ama müdürün baya-
nını Müdire, muallimin bayanını da muallime biliriz.
Eşkalini sorarsın şeklini öğrenmek için, Zapt oldu manâsında onu eşgal biliriz,
Şakiyi Eşkiya, Eşkiyayı tekil biliriz.
Kavrayamazsak farkını,Tahrifat'ı da Tahribat biliriz.ikisi de çoğuldur ama Tahrifattaki tahrib sadece harflere münhasırdır.Arapçadan geçmiş kelimelerin ancak köklerini bilirsek bunu da kavrar biliriz.
Mecliste dokunulmazlıktan yararlananların
Masuniyetini anlamaz onu da Masumiyet
biliriz.
Cansiparane deriz de vermek olan
Sipar'ı biz siper biliriz.
Tek Rakibi kendisidir kendini bilen insanın
her nedense sanki ata biniyoruz, yanlış söyleyip onu da Râkip biliriz. (Râkip,ata binen demek)
Hukukta önemli bir akittir Istısna ama
onu da anlamaz ayırımsız(istisnasız) hepimiz İstisna biliriz.
Aynı kökten,Sanayi'nin sanat olduğunu bilsek Sanayi-i Nefise'nin de Güzel Sanatlar olduğunu biliriz.
Cürüm ,ceza hukukunda bir suç karşılığıdır, cürm-i meşhut da şahitli suç
manâsında suç üstü olarak kullanılır ama biz bunu bir de hacim, Oylum manâsındaki Cirm ile karıştırır " ateş olsan cürmün kadar yer yakarsın" diye yanlış biliriz.
Taksir, kusur demek çoğulu da Taksirat.
Peki,su-i Taksir ne demek? Arapça'da sû' kötü,fena demek olduğuna göre su-i Taksir , kötü kusur ise kusurun iyisi de mi var? Demekki bu yanlışı bilip Arapça eser,iz manâsına gelen Sun'u da bilmek lâzım, o zaman sun-i Taksir dersek kusurundan eser manâsındaki terkibi de biliriz.
Kelimelerin manâsını bilmeden okumaya kalkarsak Hâkim ile Hakîm'i nasıl ayırır,nasıl biliriz?
Hâkim ,yargıç demek iken Hakîm, bilgin,Bilgiç, alîm demektir oysa.
Maiyet,emrinde bulunanlar demek biz onu da Nitelik manâsında Mahiyet biliriz.
Nutuk'ta geçen Bedhah'ı (kötülük is-
teyen) Bedbaht (Bahtı kötü), Sapkınlık
manâsına gelen Dalâlet'i , yol gösteren
manâsında Delalet biliriz.
Karşımızdakini Takdir etmek isteriz
de, imbikten geçirmek manâsında
Taktir eder, onu da yanlış biliriz.
Çektikten sonra bunca Cefayı , Cefakeş
diyeceğimiz kişiyi Cefakâr biliriz.
İhtiyar hey'etini yaşlılar oluşturur sanırsak
Seçim hakkı olan Hıyar hakkını da sanki Salatalık hakkı biliriz.
Hukukta,mahkeme kararlarında ve Yargıtay
uygulamalarında hep geçer Nesafet;Çok kişi
anlamaz Nefaset (lezizlik) der ama anladığını zannedenler de Hak ve Nesafet diye söyler,
Lâkin bu sözcük lugâtlarda da geçmez,
zira aslı Nasfet veya Nısfet (yarım, yarımlık) olup bunu
da işte böyle yarım yamalak biliriz.
Hem Farsçadan geçmiş dilimize (bî-dad) ki
zalim demek,hem Arapça'dan almışız bid'at
(sonradan meydana çıkan şey) ama aynı telaffuz
eder ,çoğumuz ikisini de aynı biliriz.
Meşrutiyet şartlı demek,yani şarta ve kayda
bağlı manâsında. Meşrutiyeti yanlış anlarsak
şartı ihlal etse de yapılanları meşru (geçerli)
biliriz. Halbuki Meşrutiyet meşruluğunu
şartlarına sadakatla korur.Bunu ancak kavramlara vakıf isek biliriz.(Meşruiyet ile karıştırılıyor.Meşruiyet geçerlilik demek)
Mahsun güçlendirilmiş demektir.Niye biz onu
Hüzünlü manâsında Mahzun biliriz ?
Burada Mezkur(anılan,zikredilen) hususlar,
bazen Meskur (sarhoş) iken bilinemez. Sekr
hali buna manidir ama biz Mezkur 'u da bazen
Meskur biliriz.
Mahsûr kuşatılmış demektir,çoğumuz bilir ve muhasara edilmiş diye de kullanırız ama, bazen yasaklanmış,haramedilmiş manâsındaki Mahzur ile karıştırır sanki ikisini de aynı
gibi biliriz.
Yalnızca ses benzeşmesi Yakın ile Yakîn arasındaki ,ama "Hamili kart yakînimdir "
ifadesini biz ,yakınımdır anlar, yanlış biliriz. (Yakînimdir demek,onun hakkında çok kuvvetli bilgiye sahibim demektir)
Sukut-ı hayal ve sukut-hak terkiplerindeki sukut ,düşme manâsındadır ama biz onu sükut ile karıştırır Susma gibi biliriz.
Tesviye,düzleme, seviyeye getirme demektir.
Tasfiye ise saflaştırma temizleme manâsına
gelir.Bu ikisini karıştırmak yetmez gibi olmayan bir kelime ile tasviye biliriz.
Farsçadan girmiş dilimize Deskere, hastahanede hasta,inşaatta taş,Kum taşıyan bu nesne ,Osmanlıcada olmuş Teskere . Askerden dönene verdikleri ise Arapça'dan dile giren Tezkere.Anılan (zikredilen)kökünden gelen ve başka manâlara da gelen Tezkere bazen yine Arapçada kullanılan diğer bir şekliyle Osmanlı
Türkçesinde Tezkire.Bunları da zannetmem ki
doğru biliriz.
Mütehassıs, uzman demek,kök kelimesi has'tır yani öz,özel anlamında, bir de his kökünden mütehassis var ki hislenmiş demek,bunu da karıştırır yanlış biliriz.
Seçime iki gün kaldı.Çoktan seçim
Sath-ı mailine girildi.Zemin çok mail
(kaygan, meyilli) ama biz onu da Sath-ı
mahalli biliriz.( Bu yazı 5.Haziran 2015 tarihinde yazılmıştır,seçime iki gün var)
Varsayalım ki demek yerine Farz-ı muhâl demek isteriz de yanlış kullanır onu Farz-ı mahal biliriz.Muhâl, olmaz ,olmayacak demektir ama mahâl , yer , mevki demek, kelimeyi bilmezsek onu da yanlış okur,yanlış biliriz.
Katîl ,Arapçadan geçmiş bir sıfattır ve öldürülmüş kimse (maktûl) demektir,katil ise yine sıfat ve öldüren kişi,Katl ise Arapçadan geçme isim ve öldürme manâsındadır, (Katlî vacip) olarak kullanılır.Katl zanlısı da öldürme şüphelisi olarak kullanılır.Fakat biz onu genellikle katil zanlısı biliriz.
Katl-i amm da toplu olarak öldürme demek olup (amm: Umum demektir) toplu katliam'ı da yanlış kullanır,yanlış biliriz.
Keza,son zamanlarda Türkçeye yerleştirilmeye çalışılan bir kelime de İNFAZ dır ki biz onu öldürme olarak biliriz.Halbuki bir emri, bir hükmü yerine getirmek demektir infaz.Şayet bir kişi infaz edildi diye kullanırsak demek ki onu da yanlış biliriz.
Çok çalışan ter dökenimiz var.Farsça'
dan da dilimize geçmiş Hoy (ter).ama
Şiirlerde geçen Hoy'u da yanlış okuyun-
ca o da olmuş Huy, biz Hoy'u da Huy
biliriz
Halk arasında bir tabir var " kalbine doğdu" diye , bir şeyi olmadan evvel hissetme manâsındaki " his-i kabl el vuku" yu da bu nedenle " his-i kalb el vuku " biliriz.
Çocuklarımıza isim koyarken de pek dikkat etmez,Özellikle Kur'an'da geçiyor diye manâsını araştırmaz, bazen çok yanlış manâlara gelecek kelimeler seçeriz.
Birkaç örnek vermek gerekirse kız çocuklarına verilen ALEYNA ismi, Kur'an'da geçmekle beraber,"Bizim üzerimize" manâsına gelip başka hiçbir manâ ifade etmez.Yine kız çocuklarına Kur'an-ı Kerim'de seçilip alınmış bir isim GILMAN'dır. Gılmân, gulâm'ın çoğulu olup "tüyü,bıyığı çıkmamış delikanlı" demektir. Kız çocuğu ismi olarak seçilen Farsça'dan geçen bir kelime ve isim de JÜLİDE'dir.
JÜLİDE de dağınık,perişan,darmadağın manâsındadır.Çok sık kullanılan bir bayan ismi de KEZİBAN'dır ki manâsı, Yalancı demektir.NALÂN ismi ise Ağlayan inleyen
manâsındadır.HACER ise Arapça'da bildiğimiz taş.MAİDE,Yemek sofrası ve MAHİYE de aylık manâsına gelir.RAHİLE ise Yük devesi manâsına gelir.
Tefriş, dayama,döşeme manâsına gelir ama Şereflendirme manâsındaki Teşrif ile karıştırır bazen tefrişi teşrif , bazen de teşrifi tefriş biliriz.
Ayrıca, bir yere teşrif edilmez bir yer teşrif edilir,özellikle bu terkibi yanlış biliriz.
Şimdi söyleyin lütfen,biz neyi bilmeyiz
neyi biliriz?
(Osmanlıca diyerek eski yazıya meraklı
olan kişiler için söylüyorum ki kelimeler
bilinmeden bu yazı doğru okunamaz.
Siyasete de alet edilemez.Bir gecede cahil kaldık söylemleri doğruyu ve gerçeğı ifade etmemektedir. Okur yazarlık o dönemde yok denecek kadar azdı.Yukarıda verdiğim örnekler zaten kelimelerin yazılışı bilinmeden anlaşılamaz. Bazen de kelimeler aynı yazılır fakat farklı okunurdu.Bunun için de cümlenin gelişinden kelimeyi tahmin etmek gerekirdi. Örnek olarak yukarıda verdiğim örnekte olduğu gibi hacim manâsına gelen CİRM de suç manâsına gelen CÜRÜM de,tabiat manâsındaki HUY da Farsça'dan geçmiş ve ter manâsındaki HOY da aynıyazılırdı.birisi huy ama diğeri ter manâsına gelirdi.Yine GEL,KEL (كول )ve GÜL,KÜL kelimeleri, MERKEP ve MÜREKKEP ( مركب)kelimelerinin yazılışı da aynı idi, bir başka örnek (kef,vav ve nun) harfleriyle yazılan kelimedir ki Arapçada Kevn (yaratma veya dünya),kûn(كون ) (ol),Türkçe'de Gün, Farsça'da gûn (popo,kıç),ve başka şekillerde de okunabili ve hepsi doğrudur da cümle içinde ne manâya geldiğini çözmek gerekmektedir (kef ,vav, re , kef) ( كورك )harfleri ile yazılan kelime altı biçimde okunabilir(kürek,gevrek,kürk, körük, görk, görün ) ve altı değişik manaya sahiptir keza ŞÜKÜR ve ŞEKER de üç harf ile (شكر)aynı yazılınca Şükür Bayramı da bir müddet sonra Şeker Bayramı olmuş idi. Naçizane bu yazıya merakı olan bir kişi olarak
söylüyorum.Pek tabi ki ben eski Türkçe'ye karşı değilim.Lâkin bu gün hiç hayatiyeti ve kullanım alanı kalmamış İSTİKŞAFİ(استكشافى ) kelimesinin o da yanlış olarak İSTİŞKAFİ olarak kullanılmasına karşıyım.
Ben siyasi istismarına karşıyım.)
Dikkat edilirse bu yazımda ben Eski Osmanlı Türkçeşinde kullanılan kelimelerin doğru ve yanlışlarını gös
termiyorum.O çok ama çok kapsamlı olur.Örneğin Naciz kullanımı mı doğrudur yoksa Naçiz yazım ve kullanımı mı doğrudur
gibi bir çalışma yok Burada. Naçiz yazımı doğrudur ama Naciz diye bir kelime de yoktur.Halbuki benim dikkat çektiğim Kelimelerde yanlış kelimeler birbiri yerine bil-
meden kullanılmakta(yani her iki kelimenin de farklı anlamları var) ve bu yanlış kullanım ne-
ticesi yanlış anlamlar çıkmaktadır. Şayet kapsamı genişletirsek bu Osmanlıca özentisinin nasıl yanlış kullanımlara yer verdiği daha açık görülecektir.Bu eski yazı yazılmadan doğru okunup konuşulamaz.(yazmayı bilmeden okumayı bilmek kâfi değildir manâsında sòylüyorum.Onun için eskiden okur yazarmısın diye sorarlarmış)Doğru yazabilmek için de kelime etimolojisini bilmek lâzımdır.(kelime etimolojisi için de Arapça ve Farsça'yı iyi bilmek gerekir)
Örnek olarak Türkçe'de kullanılan "Allah Kahretsin" ifadesindeki Kahr ile "Bana niçin Kahrediyorsun?" ifadesinde Kahr ve seçimi "Kahir ekseriyetle aldı" deyimindeki Kahir aynımıdır? Evet aynıdır.Hepsi de aynı Kahraman kelimesidir ve Aslı Arapçadır.Kendi öz dilimiz olmadığı ve kendi Gramerine sahip olmadığı için kolay öğrenilemiyecek,kolay ve doğru yazılıp konuşulamıyacaktır.
Bilen,bir konuya hakim olan vākıf (واقف ) kelimesi ile bir malı satmamak ve Hayır işlerinde kullanmak manâsındaki vakıf (وقف ) kelimesi de farklıdır.
(at) eki,sonuna geldiği Eski Osmanlı Türkçesi kelimeleri çoğul yapar.HURUFAT dendiğinde Huruf (harf) kelimesi çoğul olmuştur.HURAFAT denildiğinde ise Hurafe (boş inanç,uydurma) kelimesi çoğul yapılmıştır.Her iki kök kelime de Arapçadır.Kelimeler iyi bilinmezse okuma ve yazma yanlışı kaçınılmazdır.
Hurufat (حروفات ) Harf kelimesinin çoğulu ve harfler demek olduğuna göre harfiyat diye bir kelime yoktur (yani o kelime hurufattır) Osmanlı Türkçesinde.Fakat Arapça'dan Hafr (حفر )kazı kelimesinin çoğulu olan Hafriyat ( حفريات ) yerine yanlış olarak hiç bir mânası bulunmayan harfiyat kullanılmaktadır.
Herşeyden önce Osmanlıca bir dil değildir.
Arapça,Farsça ve Türkçe ağırlıklı olarak çeşitli dillerden mürekkep(meydana gelmiş) Arap harfleri ile bir yazı dilidir.Doğru söylemi Eski Türkçe de olsa Halkın kullandığı bir dil olmayıp Osmanlıda Saray ve bürokrasi dilidir.Yani sarayda,köşklerde ve Edebiyatta kullanılmış,devlet yazışmaları bu dil ile yapılmıştır.Tamamen yazı ve harf şekli diyemiyorum zira ağırlıklı Arapça ve Farsça kelimeler içerdiği gibi,İmlâ kuralları vardır.İmlâ kuralları Gramer demek değildir.Zira Arapçadan geçen Kelimelerde Arapça İmlâ ve gramer kuralları,Farsçadan geçen Kelimelerde Farsça İmlâ ve gramer kuralları uygulanmıştır.Osmanlıca olarak da kelimeler uydurulmuş,bu uydurulan kelimelerin bir kısmında Arapça,bir kısmında Farsça kurallar uydurulduğu gibi Arapça ve Farsçadan terkipler dahi yapılmıştır.Yani terkibin yarısı Arapça yarısı Farsça olup ne Arap anlar ne de Fars anlar.ayrıca Türkçe-Farsça ve Arapça -Türkçe terkiplere de rastlanır.
Osmanlı Türkçesinde Arapça ve Farsça kelimeleri birleştirerek yapılan kelimelere bazı örnekler: Cüretķâr,davetkâr,lutufkâr,riyakâr,tatminkâr,muhafazakâr,sanatkâr,tövbekâr,dindar,havadar,hükümdar,makasdar,veznedar,Kafadar, Tahsildar, minnettar, duahan, kumarbaz, küfürbaz,sihirbaz,safdil,seferber, kıraathane,eczahane, dershane,darbhane,şartname, taahhütname,vasiyetname,harcıalem,
esrarkeş vs.
Dār (دار ) şayet Farsça'dan geçen mânâ ile kullanılıyor ise idama mahkûm olanları asmak için dikilen direk,daragğacı demektir.Yok şayet Arapça'dan dilimize geçen manâda kullanılacak ise ev,ocak,yurt ülke demektir. dār-ı bekâ, dār-ı harb, dār-ül fünun, dār-ül muallimin(öğretmen okulu) Darü'l aceze, Darü'l bedayi (konservatuvar) hep bu manâdadır. Şayet Farsça'dan sıfat şeklinde " tutan " anlamında geçen kelime ise ,Defterdar şeklinde anlaşılacaktır. Ayrıca "dar" ın daha pek çok anlamı vardır Farsça'dan veya Arapça'dan geçen şekliyle.
Osmanlı Türkçesinde bir "bi" vardır ki hem Farsçadan hem Arapça'dan geçmiştir. İkisi de (b)ve (ye)harfleri ile yazılsa da Farsçadan geçen, edattır ve (-sız) , (-maz) anlamı verir ve ( bî) diye okunur .Farsça kelimelerin başına getirilir.bî-ar : arsız, utanmaz ve bî-âşiyan : yuvasız gibi.Tabi tire işareti ve büyük harf, küçük harf gibi hiçbir işaret Osmanlıca'da yoktur.Diğer (bi) ise Arapça edattır ve başlarına eklendiği kelimeleri (-e) haline getirir.
Farsça ' dan geçen "bî" edatı başına gelen kelimelere olumsuzluk verdiği gibi Osmanlıcada farklı iki olumsuzluk edatı daha vardır.Biri Farsça ' dan geçen "Na" ve diğeri de Arapça'dan geçen " Lâ" edatı.Her üç edat da menfilik (olumsuzluk) edatlarıdır.
Osmanlıca uydurulan kelimelere ise Tayyare örnek verilebilir.Arapça Tayr (uçmak -uçan) kelimesinden Tayyare kelimesi yapılmıştır ki Arapça böyle bir kelime yoktur.Yine,Arapça Fikir kelimesinden Arapça kaideler ile Mefkure kelimesi uydurulmuştur.(Ziya Gökalp tarafından)bu kelime de Arapçada yoktur.
Her dilde kelime uydurulur fakat bu kelimelerin o dilin gramer kaidelerine uygun uydurulması gerektir.Halbuki Osmanlı Türkçesinde Arapça'dan bir kelime alınmış ve Arapçada olmayan şekilde çoğul yapılmış ve Arapça kaidelerine göre Osmanlı Türkçesine kelime kazandırılmıştır.Örneğin,Arapça'da nezaket diye bir kelime yoktur,Acem'ce "nazük" kelimesinden Arap kuralı ile Nezaket kelimesi yapılmıştır,Arapçada Maarif diye bir kelime de yokken onu maarifetin çoğulu olarak dile kazandırılmıştır.Yine Acem'ce "hurda" kelimesi Arapça kural ile Hırdavat yaparak yeni kelime türetilmiştir.
Bütün bu nedenlerden dolayı Osmanlıca'nın kendine özgü bir Grameri olmayışı ve kendine özgün ve dil olarak kabul edilmesi gereken şartları taşımadığından ve belli bir dil ailesine mensup olamadığından Osmanlıca bir dil değildir.Osmanlıca'yı meydana getiren üç ana dilden Farsça ve Türkçe'de müzekkerlik-müenneslik (dişilik ve erillik)
olmadığı halde Arapça'da vardır ve Osmanlıcaya da bu şekilde geçmiştir.Muallim,Muallime-Müdür,müdirede olduğu gibi.Doğru olan bu dile Osmanlı Türkçesi demektir.
Eski yazı yazıp okuyabilmek de bir ayrı meseledir.Onun için yukarıda yazdıklarım haricinde okur yazarlığın çok az olmasının başka sebepleri de vardır.Burada yazacaklarım özetin özeti mahiyetindedir.
Herşeyden önce Arap alfabesi Türkçe için uygun değildir.Arap alfabesinin iki sesli harfine karşılık Türkçede sekiz sesli harf vardır.Bunun için Eski Türkçe alfabeye Türkçe sesleri karşılayacak harfler eklenmiştir.Zaten Türkçede Arapça kelimeleri karşılayacak nazal sesler de bulunmadığından yazım ve okunuş çok zorlamıştır.
Eski Türkçe kitap harflerine Nesih yazı
denilmektedir.Nesih yazıyı öğrenen de (öyle kolay öğrenilecek bir şey değildir de) bugünün siyasi istismarı ile Dedesinin mezar taşını okuyacağını sanıyorsa çok yanılacaktır.
Eski Türkçe elyazısı Rik'a harflerinden oluşan çok işlek ve girift bir yazıdır.Harfleri kitap yazısına biraz benzese de esasen tamamen farklı olup harfler kelimenin başında,ortasında ve sonunda olmalarına nazaran farklı farklı yazılır.Seri yazı yazmak için steno yazısı mahiyeti ile kullanılmış olup çok hızlı yazıp not tutmak için tercih edilmiştir.En son 1916 (1332) doğumlular ilk tahsillerini bununla bitirmiş, 1928 harf
devrimi sonrası da yeni yazıya geçmişlerdir.Ama gerek bu en son nesil ve gerekse öncesi hayatları boyu bu işlek yazıyı terk edememişlerdir.Yine de bu söylediklerim tahsili olan azınlık içindir.
Lâkin herkes çok hızlı not tutar ve yazar ve de kendi yazdığını okursa da yine birbirlerinin el yazısını okumakta zorlanırlardı.O işlek yazım pek çok hatayı ve kaidesizliği de beraberinde getiriyordu.Bunun içinde inci gibi yazan pek az bir kesim de tabi ki bulunuyordu.el yazısında harflerin üst ve altındaki noktalamalar çizgiye dönüşmüştür.Örneğin be harfinin altındaki tek nokta kısa bir çizgi ile gösterilirken ye harfinin altındaki iki nokta biraz daha uzun bir çizgidir.
Eski Türkçe bir yazı türü de Divanî yazıdır.
Adından da anlaşılacağı gibi bu yazı Saray ve resmi yazışmalarda,Beratlarda,icazetnamelerde,fermanlarda kullanılmış süslü bir yazı türüdür.Tamamen ayrı bir formu olup bu yazıyı eski devirde de herkesin okuması pek mümkün değildi.
Bir başka yazı da Siyakat yazısıdır ki sanki herkes tarafından okunmaması için büyük emek sarfedilmiş gibidir.Sanki bir kripto yazısıdır.Bu yazı vakıflarda, mali kayıtların tutulmasında ve kısmen tapu kayıtlarında kullanılmıştır.
Bu yazıyı bilenler başkalarının da okuyup öğrenmemesi için çok gayret göstermişler, yazıyı adeta şifrelemişlerdir. Rakamlar bazen Arapça,bazen Türkçe yazı ile bazen de rakam ile yazılmıştır.neyin ne olduğu hangi harfin çizgisinin uzunluğundan hangi harf dönüştüğü bir muammadır.
Bu dört önemli ve günlük kullanılan yazı çeşidinden başka on çeşit yazı daha varsa da onlar bir noktada sanatsal yazılara girerler ve yazı sanatı,hat sanatı içinde incelemek gerekir.
Ayrıca bir de yine sanat kapsamında kalsa da yazı istifleri vardır ve bu istifin bilinmesi de tüm yukarıda yazdıklarımızın yanında Dedesinin mezartaşını okumak isteyenler için gerekli olabilir.
Yapmış olduğum ironi bir tarafa bir gecede cahil kaldık iddiasının o 1928 Kasım gecesinden önce de dedesinin mezar taşını okuyan pek yoktu.Memleketteki o tarihteki okur yazar oranına ,yayınlanan gazete sayısı ve tirajına ve matbaada basılmış kitap sayısına bakılırsa hemen çözümlenecektir bu asılsız iddia.Eski alfabenin güçlükleridir halkın o kadar cahil kalmasının nedeni.
Saray ve Osmanlı (hanedan) kültürü ile Halkın kültürü birbirinden çok farklıdır.Osmanlı medreseleri de Selçuklu Medreselerinden çok farklıdır. Osmanlıda Okutulan dersler, ağırlıklı olarak din,tecvit, kıraat ve Akâid ile alâkalıdır.
Yorumlar