MEVLEVİLERDE ZİKİR ve EVRÂD
“Başımı koyduğum heryerde secde ettiğim O'dur; altı
yönde ve altı yönün dışında tapılan O'dur; bağ, gül, bülbül, sema, sevgili,
hepsi bahanedir, aranılan O'dur.”
Hz. Mevlâna
“Evrâd” sözlükte; “gelmek, çeşmeye varmak, suya gelen
topluluk, akan su ve dere” gibi anlamlar taşıyan “vird” kelimesinin çoğuludur. Istılahta
ise; Sık sık ve devamlı okunan, dilden düşmeyen ve düşürülmeyen dua[1], Kur’an-ı
Kerimden her gün okunmasını vazife bilinen kısım[2],
Okunması adet olunan dualar[3],dervişlere
tarafından özellikle sabah namazından sonra okunan dua ve esma[4]
anlamını anlamına gelir.
Tasavvuf ile ilgili kaynaklara göre; ilk sufiler vird
kelimesi ile her gün okudukları belli ayetleri kasdetmişlerdir. Ayrıca virdi
nafile namaz kılma, belli dualar okuma ve tefekkür anlamına da
kullanmışlardır.(Kuşeyri sayfa 291-298)
11.y.y dan
itibaren oluşmaya başlayan tarikatlar evrad geleneğine farklı bir boyut
kazandırmışlardır. Tarikatın kurucuları tarafından bizzat tertip edilen dualar
ve tespihlerle evrad
Virdler daha ziyade maneviyat yolunda ilerlemek, Hakk’a
yakınlık kazanmak için okunur. Vird, vecdin meydana gelmesine ve vâridelere
yani kalbe doğan mânalara vesiledir. Bu yüzden “virdi olmayanın vâridi[5]
olmaz” denmiştir. Evrâd ve ezkâr, imanı kuvvetlendirir. Hz Peygamber farklı zaman ve mekanlarda zikir
ve dua ile meşkul olmuş, Müslümanlara da bu konuda tavsiyelerde bulunmuştur.İmandaki
sağlamlık Hak Teâla’nın o kul üzerindeki lütfunu çoğaltır; zühd, takva, ihlâs,
vera’ gibi makamların kazanılmasına sebep olur. Mânasını bilip bunlar üzerinde
düşünerek dua etmek imanı artırır, duanın amacına ulaşmasını temin eder.
Her tarikatin hususî bir virdi bulunur. Mevlevîlerin de bir
evrâdı vardır.Mevlevî evradı, Mevlânâ’nın ve Mevlevî büyüklerinin sürekli
okudukları, an’âmı şerif gibi bir dua mecmuası olup surelerden, dua âyetlerden,
Hz. Peygamberin mübarek dualarından , esmâu’l-Hüsnadan,Salavat-ı Şerifelerden
Hz. Mevlâna’nın devamlı okuduğu dualardan oluşmaktadır.[6]
Asıl Mevlevî zikri olan “İsm-i
Celâl” şöyle okunurdu:
Sabah namazından sonra ve «ihya geceleri» denilen pazar ve
perşembe akşamları, kandil geceleri, yatsı namazlarından sonra, mihrabın önüne,
arkası kıbleye gelmek üzere, şeyhin postu bu işe memur bir derviş tarafından,
serilir, şeyh postuna geçer, sağına ve soluna mertebelerine ve teşrifat
sıralarna göre, dedeler ve canlar sıralanarak kapalı bir halka vücuda getirilir
ve hep beraber diz çökelerek ve yer öpülerek oturulurdu. Bazı dergâhlarda bu
halkaların genişliğine nispetli ve iri taneli tesbihler de kullanılırdı.
Oturulur oturulmaz, şeyhin tam karşısındaki noktadan kalkan ve halkanın tam
ortasından ilerleyen bir derviş, kollarında taşıdığı tesbihin imamesini ve
püskülünü öperek şeyhe verir, tesbihi de sağdaki ve soldaki kimselere yayardı,
herkes tesbihin kendi önüne gelen kısmını öperek eline alırdı. Şeyh, yalnız
başına ve yüksek sesle, tecvid kaidelerine uyarak, uzun bir “e'ûz-ü besmele”
çeker, ondan sonra, yine yüksek sesle ve nefesinin tahammülü nisbetinde her
heceyi uzatarak “Allah” der ve kısa fasılalarla bu lafzı tekrarlardı. Halkada
tesbih varsa sağdan sola doğru çevrilmeğe başlanır ve üç defa “Allah”
denilinceye kadar, püskül ve imamenin bütün halkayı dolaşarak tekrar şeyhin
eline gelmesi sağlanırdı.
Ondan sonra, gövdeler biraz sağa eğilerek (al...) ve sonra
biraz sola eğilerek (...lah) demek suretiyle ve yüksek sesle “ism-i celâl”
tekrarlanırdı. Bunun sayısı şeyhin arzusuna bağlıydı. Zikrederken, boyun biraz
sağa meylettirilerek, gözlerin kalb nahiyesine yarı kaplı çevrilmiş bulunması
müstahsen sayılırdı.
Zikre şeyh ve dervişler resmî kıyafetleriyle iştirak
ederlerdi. Bununla beraber, halkaya sivil cematten de isteyen dâhil olabilirdi.
Zikir sırasında aşka, şevke gelmek, «vecd ve heyecan» göstermek, yani açıkçası,
bağırıp çağırmak, na'ra atmak Mevlevî tarikatında yasaktı. Zikir vekârlı bir
edâ ile fasih ve vazıh olarak yapılırdı.
Şeyh efendi artık zikre son vermek isteyince, hazırûnu ikaz
ve sükûta davet eder tarzda, yüksek sesle şu duayı okurdu:
(Hamden kesîrâ. Ve sübhan-Allahü bükraten ve asîlâ. Ve
sallallâhü âlâ eşref-i nur-i cemi’al-enbiyâ ve’l-mürselîn. Ve’l-hamdü lillahi
rabbi’l-âlemîn).
Bunun üzerine, halkadaki güzel seslilerden biri bir aşr-ı
şerîf okur, şeyh efendi şu gülbengi çekerdi:
(Vakt-i şerifler hayri ve şerler def'i ve niyazlar kabuli ve
muradat husuli ve padişah-ı islâm nusreti ve kâf-fe-i ehl-i imân selâmeti için
ve güzeştegân-i mü’minîn ve müminât ervâhı için ve hasseten aziz, şerif, lâtif
cenab-ı vacib-ül-vücûdun rıza-yi kerîmi için, celle ve âlel-Fâtiha).
Şeyh bu gülbengi okurken «ve hasseten» ibaresinden sonrasını
gizli okur ve açıktan (Fatiha) derdi; bir de son devirlerde «padişah» yerine
«asâkir-i muvahhidîn» denilir olmuştu... Herkes, içinden Fatiha’yı
tamamlayınca, ve bir müddet murakabede kalındıktan sonra, şeyh şu gülbengi
okurdu:
(Sabah-i şerifler [veya akşam-ı şerifler] hayr ola, hayırlar
feth ola, şerler def' ü ref ola, Allah-u azimü’ş-şan ism-i zatının nuri ile
kalblerimizi münevver eyleye, demler ve safâlar ziyade ola, dem-i Hazret-i
Mevlâna Hû diyelim, Hû...)
Hazırûn derhal, şeyhle birlikte ve yüksek sesle uzun bir
(Hû) çekerler ve yeri öperek ayağa kalkarlardı. Şeyh yerinden hareketle
halkanın ortasına kadar gelir, orada niyaz vaziyeti alarak cemaati selâmlardı,
halkadaki en yüksek zabit, yüksek sesle, “ve aleykümü’s-selâm ve rahmetu’İlahi
ve berakâtühü” der ve bu selâmı şeyhin caminin veya mescidin dış kapısına
varmasına kadar uzatırdi; bu noktada şeyh yüzünü tekrar halkaya çevirerek (baş
keserdi) yani selâm verirdi, hazırûn da aynı suretle mukabele eder ve
dağılırdı.
Zikir halkasında büyük tesbih kullanılmış ise, aşır
okunurken, evvelce tesbihi yaymış olan derviş, oturduğu yerden, sağdan ve
soldan çekmek suretiyle, tesbihi toplar, kollarına alırdı; şeyh son gülbengi
okurken bu derviş kollarında tesbih olduğu halde yerinden kalkar, halkanın
merkezine kadar ilerileyerek orada (niyaz vaziyeti) alırdı ve şeyh cami
kapısına giderken umuma selâmı bu derviş yanında verirdi.
Niyaz vaziyeti, hem karşısında bulunulan zata karşı hürmet
idi, hem de bir tevazu gösterisi idi. Mevlevîler günlük hayatta da
karşılaşınca, birbirlerini ve hatta yabancıları «baş keserek» selâmlarlardı ve
aynı zamanda sağ ellerini göğüslerine basarlardı.
“İsm-i Celâl”, bir kandil gecesinde okunulmuş ise, şeyh
efendiler, gecenin şerafeti hakkında, gülbenklere bazı cümleler ilâve
ederlerdi.
Virdleri Okuma Adâbı:
Büyük şeyhlerin ve velilerin vird ve hiziblerini okumak
isteyenlerin bilip uymaları gereken bazı şartları şu şekilde sıralana bilir. Bu
virdler, hizibler ve duaları evliyanın kendileri düzenlemiş değildir. Bunlar
amellerinin meyvesidir, kerametlerinin eseri ve varis oldukları peygamber
ilimlerinin neticeleridir. Mesnevi’de şöyle buyrulur:
İn ne necmest ve ne remlest ve ne hab / Vahy-i Hak vallahi
a’lem bi’s savab
(Bu yüzden başka sözlerle kıyas edilmesin. Bu dualar din ve
dünyaya ait büyük faydalar ve hassalar taşır. Bunları böyle inanarak okumak
lazımdır.)
Bu virdleri okumak isteyenler belirtilen zamanlarda, hulûs-i
kalb ile okumaya başlamalıdır. Düşüncelerini toplayarak, halis niyet ve tam
temizlikle, kıbleye yönelip, bir şeye dayanmadan okumalıdır ki, sırlarından
perdelenip, nurlarından mahrum kalmasın.
Okumadan önce kelimelerin harekelerini düzeltip doğru
okumaya özen göstermelidir.
Okuduğunun mânasını öğrenip sonra okumalıdır. Zira duanın
mânalarını anlayarak okumak, kıraatın güzel olmasının edeplerindendir. Hem de
anlamların bilinerek okunması şevk ve muhabbetin artmasına sebep olur. Kesin ve
kuvvetli bir inançla, sağlam bir ihlâs ve sıdk ile Cenab-ı Hakk’ın istediklerini
vereceğini ummalıdır. Zira duanın kabul edilmesi ihlâsa, içtenliğe bağlıdır.
Hızlı ve acele okuyarak kelime ve harfleri bozup değiştirmekten sakınılmalıdır.
Mevlevilerin Yaptıkları Bazı dualar:
Duâ-gu duası
(Post Duası)
Bârekâllâh ve berekât-ı Kelâmullâhrâ.
Semâ'râ, safârâ, vefârâ, vecdü hâlât-ı merdân-ı Hudârâ.
Evvel azamet-i buzurgî-i Huda ve risâlât-ı rûh-ı pâk-i
Hazret-i Muhammed Mustafârâ.
Ve Çhâr Yâr-ı güzîn-i Habîbullâhrâ.
Ve Hazret-i İmâm Hasan-ı Alî ve
Hazreti İmâm Huseyn-i Velî ve Şühedâ-yı deşt-i Kerbelârâ.
Ve evliyâ-yı agâh ve ârifân-ı billâh, alel husus
Hazret-İ Sultânel-ûlemâ ve Hazret-i Seyyid Burhâneddîn-i
Muhakkık-i Tirmizî, Kutbül-ârifîn, gavsül-vâsılîn Hazret-i Hudâvendgârrâ .
Ve Hazret-i Şeyh Şemseddin-i Tebrîzî ve Çelebi Husâmeddîn
ve Şeyh Salâhaddîn-i Zer-kûb-ı konevî
ve Şeyh Kerîmüddîn, Sultân ibni Sultân Hazret-i Sultân Veled
Efendi
ve Vâlide-i Sultânrâ.
Ve Hazret-i Ulu Arif Çelebi ve sair Çelebiyân-i Kiram
ve Zevi'l ihtiram meşayih-i hulefâ, dedegân, dervîşan,
muhibban ve fukarâ-i mazi râ.
Ve selameti Çelebi efendi ve Dede efendi râ
Devam-ı ömr-ü devlet-i Cumhuriyeti Türkiye
ve selâmet-i reis-i devlet ve selâmet-i hükümet
ve vükelâ.-yı millet râ.
Ve Safâ-yı vakt-i dervîşân, hâzırân, gaaibân, dûstân,
muhibbân,
ez şark-ı âlem tâ be gârb-ı âlem
ervâh-ı güzeştegân-ı kâffe-i ehl-i amânrâ.
Ve rızâ-yı Hudârâ Fâtihatül Kitâb berhânîm azîzan.
(içten Fatiha okunur)
"Azamet-i Hudârâ tekbîr:
Allâhu ekber Allâhu ekber, lâ ilahe illallâhu vallâhu ekber,
Allâhu ekber ve lillâhil hamd.
essalâtu vesselâmu aleyke yâ Rasulallâh,
essalâtu vesselâmu aleyke yâ Habîballâh,
essalâtu vesselâmu aleyke yâ nûre Arşillâh,
essalâtu vesselâmu aleyke yâ Seyyidel evveline vel âhırin
ve şefî'-al müznibîn ve selâmûn alel mürselîn
vel hamdü lillâhi rabbil-âlemînnn".
GÜLBANG[7]:
İnayet-i Yezdân, himmet-i merdân ber mâ hâzır nâzır bâd.
(Allah'ın yardımı ve erlerin himmeti üstümüzde hazır nazır
olsun)
Vakt-i şerifler hayrola, Hayırlar fethola, Şerler defola
Kulüb-ı âşıkan güşâd ola. Demler, safâlar ziyâde ola,
Dem-i Hazret-i Mevlâna, sırr-ı cenâb-ı Şems-i Tebrizi ,
kerem-i İmâm-ı Ali Şefaâti Muhammed-i nebi
hu diyelim huuuuuu
Ya Habiballah resul-i halık-ı yekta tüyi,
Ber güzin-i Zülcelali pak-ü bihemta tüyi;
Nazenin-i Hazret-i Hak sadr-ü bedr-i kainat,
Nur-i çeşm-i Enbiya çeşm-i çerağ-i ma tuyi;
Der şeb-i Mi'rac bude Cebrail ender rikab,
Pa nihade ber ser-i nüh künbedi hazra tüyi;
Ya resulallah tü dani ümmetanet acizend,
Rehnüma-yi acizani bi ser-ü bi pa tüyi;
Servi bostan-i risalet nev behar-i ma'rifet,
Gülbün-i bağ-ı şeriat sünbül-i bala tüyi;
Şemsi Tebrizi ki dared na'ti Peygamber ziber,
Mustafa vü Mücteba an seyyid-i ala tüyi.
Türkçesi:
Ey Allah'ın sevgilisi! Eşsiz Yaratıcı'nın Elçisi sensin,
Allah'ın kulları arasından seçtiği pak ve benzeri olmayan
sensin;
Ulu Allah'ın nazlısı, kainatın yüksek derecelisi ve tekemmül
etmişi
Peygamberlerin gözünün nuru bizim gözlerimizin ışığı sensin;
Miraç gecesi "Cebrail" rikabında olduğu halde,
Dokuz kat yeşil kubbenin üstüne ayak basan sensin;
Ey Allah'ın Elçisi! Bilirsin ki ümmetlerin acizdirler,
Başsız, ayaksız acizlerin yol göstericisi sensin;
Peygamberlik bostanının selvisi, ma'rifet dünyasının ilk
baharı,
Şeriat bağının gül fidanı, yüce sünbül sensin;
Şemsi Tebrizi Peygamberin methini ezberlemiştir,
Mustafa vü Mücteba, o yüksek Ulu sensin.
Mevlevi Ayinlerinde Okunan Na't:
"Yâ Hazret-i Mevlana Hak dost,
Ya Habiballah resul-i halık-ı yekta tüyi,
Ber güzin-i Zülcelali pak-ü bihemta tüyi
Dost Sultanım,
Nazenin-i Hazret-i Hak sadr-ü bedr-i kainat,
Nur-i çeşm-i Enbiya çeşm-i çerağ-i ma tuyi
Ya Mevlana hak dost
Şemsi Tebrizi ki[8] dared
na'ti Peygamber ziber,
Mustafa vü Mücteba an seyyid-i ala tüyi
Ya tabibel gulub ya Veliyallah Allah dost.
Türkçesi:
"Ya Hazreti Mevlânâ Hak Dostu,
Ey Allah'ın sevgilisi! Eşsiz Yaratıcı'nın Elçisi sensin,
Allah'ın kulları arasından seçtiği pak ve benzeri olmayan
sensin;
Ulu Allah'ın nazlısı, kainatın yüksek derecelisi ve tekemmül
etmişi
Peygamberlerin gözünün nuru bizim gözlerimizin ışığı sensin;
Şemsi Tebrizi Peygamberin methini ezberlemiştir,
Mustafa vü Mücteba, o yüksek Ulu sensin.
EVRÂD-I MEVLÂNA’NIN ÖZELLİKLERİ
S.Ü. Selçuklu Araştırma Merkezi Kütüphanesi, No:12.
Dijital kopyası, Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi
Müdürlüğü.
Ketebe Kaydı : Ketebe el-fakir el-hac Mustafa Hilmi,
el-maruf, bi muallim, el-hüsi’l-hattı fî Sanayi’i Nefîsi’l-Akademiyye Gaffera-Allâhü
lehû.
İstinsah Tarihi : 1382 /1966-67
Ebatları : 225 x 165 – 135 x 80 mm .
Hattı : Nesih
Yaprak Sayısı : 27
Yazım Yeri : İstanbul
Özellikleri:
Eserin başlangıç sayfasında bulunan tezhip iki kısımdan
oluşmaktadır. Üstte taç şeklindeki kısım mavi ve altın ağırlıklıdır. 1/2
ekseninde hazırlanmış olan desen 18. yüzyıl özelliklerini yansıtmaktadır.
Aralarda beyaz hatla ayrılmış renk ayırımları mevcut olup bunların orta
eksenindeki pafta içerisinde bir Mevlevi sikkesi mevcuttur. Motifler hatayi kıvrımlarından
oluşmuş ve zemin renklerinin üzerine üçlü küçük noktacıklar halinde
konulmuştur. Tezhibin üst tarafı zarif tığlarla tamamlanmıştır.
Alttaki yatık dikdörtgen kısımda ise rûmî ve hatayî
karışımlı bir desen uygulanmış orta kısmı ise boş bırakılmıştır. Dikdörtgenin
çevresi altın cetvel ve kenar suyu ile çevrelenmiş ve dış kısmına da yine altın
cetvel çekilmiştir. Bu bölümün altına nesih hattı ile ok’lu “besmele” yazılmış
“sin” harfinin keşidesinin üzerine bir sapa bağlanmış olan hatayî ve yaprak
motiflerinden oluşan bitkisel bir bezeme tezyin edilmiştir.
İç sayfalarda fazlaca süsleme yoktur. Duraklar için küçük
motifler yapılmıştır. Dua başlangıcındaki “Besmele” hattının üzerlerinde de
halkar tarzında hatayî kıvrımlı motifleri bulunmaktadır.
Eserin hatime sayfasında yine halkar tarzında yapılmış 1/2
ölçüsünde sade bir tezhip bulunmaktadır. Ayrıca “gülbank”ın bulunduğu sayfada
iki adet iri rozet vardır. Eserin bütün sayfalarına da altın cetvel
çekilmiştir. Eser nesih hatla yazılmış olup sonunda icazet hattıyla da hattatın
künyesi vardır.
EVRÂD-I MEVLEVÎYE’NİN KÜTÜPHANELERDEKİ DEĞİŞİK NÜSHALARI
1. Evrâd-ı Mevlevîye, İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi
(Murat Buharî) 230 / 185 x 130-150 x 85 mm . 30 yk. 11 st . Nesih, miklepli, sırtı
ve kenarları meşin, şirazeli, ebru kağıt kaplı cilt, (Arapça)
2. Evrâd-ı Mevlevîye, İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi
(Türbedar Hasan Hayri / Hacı Mahmud Efendi) 202 / 155 x 105 - 100 x 60 mm . 13 st . Nesih, sırtı ve
kenarları meşin, kağıt kaplı cilt. (Arapça)
3. Evrâd-ı Mevlevîye (Evrâd-ı Kebir-i Mevlâna), Konya S.Ü.
Selçuklu Araştırmalar Merkezi Kütüphanesi 10 / 150 x 104 - 75 x 41 mm . 8-9 bb. 48 yk. Mukavva
üzerine yeşil meşin ile kaplı ciltli. (Arapça)
4. Evrâd-ı Mevlevîye, Konya S.Ü. Selçuklu Araştırmalar
Merkezi Kütüphanesi 9 / 183 x 117 - 119 x 55 mm . 13st. 22 yk. Kahverengi bez kaplı,
salbekli, bordürlü, mikllepli, sertablı, altın yaldızlı cetvel içerisinde siyah
mürekkeble yer yer kenarlarına haşiyeler düşülmüştür. (Arapça)
5. Evrâd-ı Mevlevîye, Konya S.Ü. Selçuklu Araştırmalar
Merkezi Kütüphanesi 13/ 90 x 70-65 x 41 mm . 11 st . bb 34 yk. Siyah kaplı, dağınık cilt
içinde. (Arapça)
6. Evrâd-ı Mevlevîye, Konya S.Ü. Selçuklu Araştırmalar
Merkezi Kütüphanesi 11 / 132 x 86-87 x 48 mm . 11 st . 31 yk. Kahverengi meşin ciltli, altın
cetvel içerinde siyah mürekkeble yazılmış, duraklar altın suyuyla işlenmiş.
(Arapça)
7. Evrâd-ı Şerîf, Konya-Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi 4690 /
170 x 155 - 129 x 79 mm .
31 yk. 11 st .
Nesih, sayfa kenarları altın cetvelli, başta kötü bir başlık üzerinde destarlı
bir Mevlevî sikkesi resmi var. Yeni cilt. (Arapça)
8. Evrâd-ı Şerîf, Konya-Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi 4694 /
130 x 90 - 90 x 47 mm .
29 yk. 11 st .
Nesih. Bez kaplı mukavva ciltlidir. (Arapça)
9. Evrâd-ı Şerîf, Konya-Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi 5119 /
160 x 100 - 115 x 66 mm .
36 yk. Nesih, bb. st. İlk iki sayfada altın yaldızla kötü tarzda müzehheb bir
başlık mevcut. Tamir görmüş, meşin ciltli. (Arapça)
10. Evrâd-ı Mevlâna, Konya-Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi 6088 /
Hanya-102 H., Nesih, 102 yk. Hat: Seyyid Ali Sururi. (Arapça)
11. Evrâd-ı Mevlâna, Konya-Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi 6090 /
Hanya-1291, Nesih, 80 yk. Süleyman Şemseddin Dede hattı. (Arapça)
12. Evrâd-ı Mevlâna, Konya-Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi 6091 /
Hanya, Nesih, 70 yk. (Arapça)
13. Evrâd-ı Mevlâna Lafızlarının Türkçe Tercümesi,
Konya-Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi 4807, Talik, 50 yk.
14. Evrâd-ı Mevlâna Metni, Konya-Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi
681-690. (Arapça)
15. Evrâd-ı Mevlâna, Konya-Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi 1069 /
17 x 12 - 12 x 7.3 mm .
20 yk. 11st. Miklepli, kenarları üç adet bordürlü, hendesi çiçekli altın
yaldızlı cetvelle çerçeveli, kapağının içerisinde yaprak ve çiçek motifleri,
ortada destarlı sikke ve altın yaldızla yapılmış çiçek demeti resmi var.
Miklebinde yarım şemse yerine aynı tezyinat yapılmış. Meşin ciltli. (Arapça)
16. Evrâd-ı Kebir-i Mevlâna, İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi
278, İstanbul-1879, 33 yk., Nesih, Müstensih: Osman Hamdi es-Sillevî. (Arapça).
Niyaz Penceresi:
Türbelerde
yatırların sandukalarını görecek şekilde türbelerin ayak veya yantarafına
yapılan pencerelere “niyaz penceresi” denilir. Türbeye girilmeden dışardan bu
pencerelerden dualar okunulur dilekte bulunulduğu için bu adı almıştır.
Hz. Mevlana türbesinin güneyinde yer
alan Hz. Mevlana’nın, çelebilerinin ve
Mevlevi büyüklerinin mezarlarının bulunduğu yerlerin göründüğü pencereye
niyaz penceresi denilmiştir. Bu pencerenin bulunduğu oda dikdörtgen forumludur.
Uzun süre şehlere mahsus kabul salonu olarak kullanılmıştır. Niyaz penceresinin
üzerinde sikke motifi içerisinde Farsça şurubai bulunmaktadır:
Ya
Hazreti Mevlana
Derha heme
beste-end illa der-i tü
Ta reh
neberet garib illa ber-i tü
Ey der
kerem-i’izzet-i nur-efşani
Hoşid u meh
u sitaregan şaker-i tü
Mevlana
Türkçesi
Ya hazreti
Mevlana
Ey keremde yücelikte ışık saçmada güneşinde ayında
yıldızlarında kendisine kul-köle kesildiği güzel garip aşıklar senin kapından
gayri yol bulamasınlar diye bütün kapılar kapatılmış yalnız senin kapın açık
bırakılmıştır.
Mevlana
[1] -H.Hüseyin Top,Mevlevî
Usul ve Adabı,Ötüken 2001, s.172.
[2] -Osmanlıca-Türkçe
Ansiklopedik sözlük
[3] -Ferit DEVELİOĞLU,
Osmanlıca-Türkçe ansiklopedik lügat.
[4] Top,age,s.173.
[5] -Vârid: Allah’tan gelen
feyz ve ilham anlamına gelir.
[6] Top,age,s.173.
[7] -GÜL-BANK: Gül sesi
anlamına gelen bu Farsça terkip, bülbül çilemesine denilir. Bütün tasavvuf
yollarında umumi bir terimdir. éGülbenk” tarzında söylene gelmiştir.
Tertiplenmiş dualara denilir. Mevlevilikte her iş için ayrı bir gül-bank
vardır.
[8] - Bu Na'tin «makta» beytine bakarak bunu söyleyenin, Mevlana Celaleddin-i
Rûmi'nin en samimî dostu Şemsi Tebriz'i olduğu zannedilmemelidir. Mevlâna,
kendisi ile Şemsi Tebrizi arasında ayrılık ve gayrılık bulunmadığını göstermek
için olmalı ki şiirlerinde hep Şemsi Tebrizi mahlasını kullanmıştır.
Türk musikisinin dâhi
üstatlarından ITRİ'nin cidden emsalsiz bir şaheseri olan bu Na't bestesinin
Mevlevî âyinleri esnasında her zaman bu güfte ile okunması şart değildi;
(Divanı Mevlâna) dan intihap edilmiş başka Na'tler ve gazeller de bu beste ile
okunurdu.
Yorumlar