ŞEHİR TARİHİ’NİN KAYNAKLARI: HANGİ BELGE NASIL KULLANILIR?
ŞEHİR TARİHİ’NİN KAYNAKLARI: HANGİ
BELGE NASIL KULLANILIR?
Bekir ŞAHİN
Şehir: Hukukun ve ahlâkının ama aynı zamanda teknik ve idari
becerilerin mekâna yansımış biçimidir. Tabii ki bizim kendimize has kültür
tadımızla renklendirirse şehirler anlam kazanır.
Şehir tarihi; kendimize has kültür
tadımızla, şehrimizin renklerini, şehrimizin ruhunu besleyen dinamiklerini
tanımamıza katkı sağlamalıdır. Sevmek bilmekten ve tanımaktan geçer.Şehri
bilmenin ve tanımanın yollarından biri de şehrin tarihini doğru bir biçimde
bilmektir.
Bir şehrin tarihini yazmak, bir
milletin tarihini yazmanın bir başka şeklidir. Bir insanın veya bir milletin
doğuşu, gelişmesi ve ölümü gibi şehirlerin de doğuşu, gelişmesi ve ölümü
vardır. Bu bakımdan, bir şehrin tarihini yazmak isteyen tarihçinin, tıpkı diğer
tarihçiler gibi önce sağlam bir tarih felsefesine, tarih konusunda sağlam bir
fikre sahip olması gerekir. Bu felsefe, tarihçiye doğru metot ve yaklaşımları
da kazandıracaktır. Daha sonraki aşama ise, Şehir tarihinin mevcut belge ve
kaynaklarını bilmesi ve bunlara kolayca ulaşmaları ve bunları değerlendirme
gerekir. Bu aşamada şehir
tarihçisini bekleyen zorluklar vardır. Biz bu bildirimizde, Şehir
tarihçilerinin bu alanda kullana bilecekleri kaynakların neler olduğunu, bu
kaynaklara ulaşmanın yollarını, arşivlerde, kütüphanelerde ne gibi çalışmalar
yapıldığını anlatmaya çalışacağız. Şehir tarihinin kaynakların araştırıcının
hizmetine sunulması işi, düne göre daha kolaylaştırılmıştır. Hatta bazı
alanlarda Batı'ya göre çok daha ileriye gidilmiştir.
Arşiv Belgeleri;
Şehir tarihi kaynaklarının en önemlilerinden
birisi arşiv belgeleridir: Arşiv belgelerinin korunup saklandığı,
araştırmacıların hizmetine sunulduğu en önemli kurum Osmanlı Arşivleri Daire Başkanlığı’dır.
Bölge ve dünya arşivlerinde öncü kuruluş haline gelme yolunda emin adımlarla
yürümektedir. Bu yıl (2012) Pakistan, Azerbaycan, Türkmenistan arşivleriyle
arşiv alanında işbirliği imzalanmıştır. Bu zamana kadar protokol yapılan ülke
sayısı 33’e çıkmıştır. Osmanlı Arşivleri Daire Başkanlığında 95 milyon belge,
374 bin defter bulunmaktadır. Yaklaşık %60 ‘nın tasnifi bitmiştir. 6 milyon civarında
belge sayısallaştırılmıştır. 2013
yılından itibaren3 yıl içinde de hizmet alımı şekliyle 15 milyon belge
sayısallaştırılarak internetten araştırmacıların hizmetine sunulması
planlanmaktadır.33 bin m2 arazi üzerine.115 bin m2 kapalı alanda yapılan hizmet
binası ve sosyal tesislerinin hizmete girmesiyle ülkemizde arşiv hizmetleri
yeni bir ivme kazanacaktır.Bu önemli kurumda şehir tarihi bakımından önemli
belgelerden bazıları şunlardır:
a)Tahrirler:
Osmanlı Devleti zamanında yazımı
yapılan ve nüfus kayıtları diye adlandırılan defterleri XV-XIX. yüzyıl arası ve
1831 sonrası olmak üzere iki grupta değerlendirmek mümkündür. Bunlardan birinci
döneme klasik ikinci döneme de modern dönem denilebilir. Bu dönemde tutulan
kayıtlar birbirinden çok farklı tarzda tutulmuştur. Bu dönemlerin en önemli
farklılığı, verilerin toplanması ve kullanma amacındadır. Osmanlı Devleti,
kuruluşunun ilk yıllarında yeni fethedilen yerler başta olmak üzere ülke
toprakları üzerinde yaşayan halkın sayım ve yazımını yaptırmıştır. Halk ile
toprak arasındaki bu ilişkiyi tanıyıp iyi bilmek için de öncelikle toprak ve
nüfus sayımının yapılması gerekmektedir. Vergi ve askerlik başta olmak üzere
birçok iş, bu sayıma dayandığından, devletin toprak düzeni ve idaresi bu sayım
ve yazımı zorunlu kılınmıştır. Osmanlı Devleti’nde nüfus sayımları asırlarca
toprak yazımı ve asker potansiyelini tespit için yapılmıştır. Toprak yazımının
sonunda düzenlenen Tapu Tahrir Defterlerinde birçok bilgi toplanmıştır. Askeri
ve mali konular esas alınarak yapılmış olan bu kayıtlardan yola çıkarak o
dönemde yazımı yapılan yerlerin nüfusu hakkında kesin olmasa da tahmini olarak
bilgi sahibi olmak mümkündür. Tapu Tahrir Defterleri’nden yazımı yapılan
şehirlerin nüfus yoğunluğu, gelir durumu, gelişmişlik durumu, ticari
faaliyetleri, ekip-biçilen arazinin durumu gibi konularda genel bilgiler
edinmek mümkündür.
b-Temettüat
Defterleri:
Bu arada
Tapu Tahrir ve Nüfus Defterleri’nden farklı olarak 1845-1850 (Hicri 1255-1260)
yıllarında Maliye Nezareti Temettuat Defterleri’ni de burada hatırlatmakta
fayda var. Arap vilayetleri ile Anadolu’nun doğu vilayetlerinde bu sayımlar
yapılmamıştır. Bu defterler, Tanzimat hareketinin vergi hususundaki
çalışmalarının bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Osmanlı coğrafyasının büyük
bir bölümünde aynı sistematik ölçülerde tutulan temettüat defterleri, bazı
eksikliklere rağmen XIX. Yüzyıl şehirlerin iktisadi ve sosyal yapısı üzerinde
araştırma yapacaklara kaynak olacak zenginliğe sahiptir. Defterlerde; sancak,
kaza, mahalle ve köylerde bulunan hane reislerinin sahip olduğu arazisinden
başlanarak koyun, keçi ve arı kovanı sayısına kadar bilumum malların sayımı
yapılmıştır. Defterlerin düzenlenmesindeki amaç, bütün malların tespitinin
yapılarak vergi miktarının ortaya konulması ve vergilerin sağlıklı bir şekilde
tahsil edilmesidir.
c- Şeriyye Sicilleri:
Muhtevaları bakımından Şer’iyye
sicilleri, ait oldukları mahallin o dönemdeki siyasi, idari, sosyal, kültürel
ve iktisadi durumunu ortaya koymaktadır. Bu özellikleri şer’iyye sicillerini
şehir tarihçiliğinin birinci derecede önemli ve güvenilir kaynakları durumuna
getirmektedir. Bunun yanı sıra, temel kaynak belgeler olmaları nedeniyle yöntem
açısından da şer’iyye sicilleri dikkate değer bulunmaktadır. Zira ait olduğu
mahallin sosyal ve iktisadi hayatını yansıtan mahkeme kararlarını ihtiva eden
bu siciller, her konuda sonraki döneme temel teşkil etmekle beraber, özellikle
son zamanlarda gelişmeye başlayan şehir tarihçiliği ve yurdun muhtelif
bölgelerindeki mahalli hayata dair şer’iyye sicilleri’nde bulunana belgeler
ilmi araştırmaların birinci derecede kaynağı hüviyetini haiz görülmektedirler. 1941'de
Adalet Bakanlığı tarafından Milli Eğitim Bakanlığı'na devredilmiştir.
Ankara'daki Milli Kütüphanede uzun süre muhafaza edilmiştir. Bunların Şer'iyye
Sicilleri adıyla katalogları yayınlanmıştır. Millî Kütüphanede bulunan Şer'iyye
Sicilleri Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğüne devredilmiş ve
İstanbul'da Osmanlı Arşivinde araştırıcıların hizmetine görüntüleriyle birlikte
açılmıştır. [1]
Şeriyye Sicilleri ve
Meşihat Arşivi:
Şer’iyye Sicilleri Arşivi’nde,
İstanbul’da kurulu 27 şer’î mahkemenin kararlarının yazılı bulunduğu toplam
9872 adet Şer’iyye Sicil Defteri muhafaza edilmektedir. Mecelle-i Ahkam-ı
Adliye'nin (Mecelle) orijinal nüshası, mahkeme defterleri, Osmanlı dönemindeki
ulemanın kayıtları, vaiz, müderris, kadıların icazetnameleri, hizmet
serüvenleri ve temyiz kararlarının dönemin sosyo kültürel yaşantısına dair pek
çok bilgiye buradan ulaşa biliriz. Defterler 1500'lü yıllardan Cumhuriyet
Dönemine kadar gelmektedir.
Yaklaşık 10 bin mahkeme defteri, mahkeme ismine ve kronolojik
sıraya göre tasnif edilmiştir. Bu belgelerin tamamının dijital ortama
aktarılarak araştırmacıların hizmetine açılmıştır. [2]
2-Yapılar ve Yüzey
Araştırmaları:
Mahalleler, Yerleşme dokusu, Kaleler,
Kışlalar, Saraylar, Höyükler, Camiler, Mescitler, Medreseler, Türbeler, Tekke
- Zaviyeler, Darüşşifalar, Hanlar-Kervansaraylar, Sular-Çeşmeler, Hamamlar,
Sarnıçlar- Kuyular, Köprüler, Değirmenler, Evler, Kütüphaneler, Müzeler, Kilise
ve Manastırlar. Şehir Tarihinin somut taşınmaz kaynaklarıdır. Şehirlerde ekiplerce
( sanat tarihçisi, mimar, epiğraf ve bakanlık temsilcisi ) yürütülen Yüzey Araştırması ile bir yandan şehirlerin
taşınır ve taşınmaz kültürel ve tarihi kalıntıların/buluntuların keşfi
yapılarak envanteri çıkartılmakta, diğer yandan da bilinen yerler ve kalıntılar
yeniden irdelenerek bir bütün dahilinde değerlendirilmesi yapılıp bunların
yayın yoluyla tanıtılması gerçekleştirilmektedir. Ayrıca elde edilen sonuçlar
ile şehirlerin bugüne kadar hiç bilinmeyen ve karanlıkta kalmış olan bazı
yönleri açıklığa kavuşturulmaktadır.
3-Edebi Eserler:
Şehir
tarihçiliğinde; edebi eserlerinin ve hatıraların çok önemli bir yeri vardır.
Resmi belge nispeten cansız ve kurudur, yorumladıkça canlanır. Ama hatırat ve
edebi eserler kendiliğinden bir canlılığa sahiptirler. Yaşayanların canlılığını
bu eserlerde hissetmek mümkündür.
Edebiyat türlerinin şehir tarihlerine
yaptığı katkı önemlidir. Şüphesiz ki
şair bir tarihçi değildir ve eserine muhakkak ki her şeyden önce kendi
şahsiyetinin damgasını vurmak ister, ama başka bir açıdan bakıldığında şair,
çağının insanları arasında hem geçmişi ve halihazırı, hem de geleceği en iyi
algılayabilen kişidir.Bir tarihçinin böylesi eserlerdeki perspektifleri gözardı
etmesi elbette ki mümkün değildir. Bunun örneklerini kendi kültür ve
tarihimizde sık sık görmüşüzdür. Mesela, Mehmet Akif’ in kendimize ve İslam
dünyasına bakışı birçok tarihçiyi etkilemiş, Yahya Kemal belki tek başına
Osmanlı tarihi karşısındaki menfi bakışını değiştirmiş, Necip Fazıl ise
Meşrutiyet ve Cumhuriyet tarihine, önemli perspektifler kazandırmıştır. Edebiyatın
türlerinden hikâye (veya roman) ile tarih arasındaki ilişki daha da açık ve
kesindir. Tarih de bir çeşit hikâyedir. Bazı romancılara göre roman,
tarihçilerin değinmediği konu veya olayların tarihidir. Hikâye ve roman
yazarları bize eserlerinde tarihi olaylara dair birçok şey anlatırlar. Ele
aldıkları konuyla ilgili olarak geçmişe ve halihazıra dair yığınla gerçeklik ve
hakikat, onların hikaye dünyasında kendine özgü bir yer bulur. Ana çizgiler
halinde ortaya koyduğumuz bu hususlar,
şehir tarihçisinin edebiyat tarihinden birçok açıdan istifade
edebileceğini gösteriyor. Bununla beraber, şehir tarihi, aynı zamanda bir
açıdan edebiyat tarihçisinin de inceleme alanına girmektedir. Gerçi edebiyat
tarihçisinin asli görevi, edebiyatın kendi tekâmülünün tarihini yazmaktır. Ama
bu görev, toplumun siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel tarihini bilmeden
yapılamaz. Özellikle fikir ve kültür tarihi bilgisi, edebiyat tarihçisi için
çok gereklidir. Edebiyat tarihinde bazı şehirler birer kültür merkezi olarak
önemli roller oynamışlardır. Türk kültür ve edebiyat tarihinde İstanbul'un
oynadığı rolü hepimiz biliyoruz. Ancak diğer şehirlerimizin de, siyasi tarihin
yanı sıra fikir ve kültür tarihimizdeki rolü küçümsenemez. Birçok Türk şehri,
kültür tarihimizde şartlara göre büyüyen, genişleyen veya azalan rollere sahip
olmuştur ve bu durum günümüzde de devam etmektedir. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın
'Beş Şehir' adlı şaheseri, şehir tarihçiliğinin sanatkârane ve çok zengin bir
görüşle yazılmış bir önsözü gibi düşünülebilir. Tanpınar, burada Ankara,
Erzurum, Konya, Bursa ve İstanbul'u ele alır ve bu şehirlerden her birini de
ayrı bir karaktere sahip olarak çok canlı bir şekilde anlatır. Gerçekten
insanlar gibi şehirlerin de bir karakteri vardır ve bu karakterlerin toplamı,
belki de bize milli ve buradan giderek genel insani karakteri verecektir. Bu
şehirler dışında kalan diğer şehirlerimizin de kendine mahsus bir özellikleri
vardır ve tarihleriyle birlikte bu özelliklerin ortaya konması şüphesiz bize
ülkemiz ve insanımız hakkında sağlıklı ve dikkate değer perspektifler
getirecektir.[3]
Türkiye'de bugün her gün sayıları
artan devlet ve özel vakıf üniversiteleri vardır. Buralarda siyaset, edebiyat
ve kültür tarihiyle uğraşan tarihçilerin başta gelen görevlerinden birisi de,
bulundukları şehrin tarihini ortaya çıkarmak olmalıdır. Bu görev, aynı zamanda
o şehirlerde bulunan ve üniversite dışında kültür ve medeniyet tarihine ilgi
duyan diğer araştırmacı ve meraklıların da başlıca görevidir. Bu en az insan
yetiştirmek kadar yararlı ve üstelik de kalıcı olan çalışmalardır.
3-Şehir Tarihinin
Görsel Kaynakları:
Osmanlı şehir
tasvirleri ve topografik resimler, Osmanlı mimarî planları, Avrupalı kaynaklar,
Oryantalist resim ve fotoğrafçılık.
4- El Yazması Eserler:
Türkiye Yazma Eserler Kurumu
Başkanlığı Kuruluş Ve Görevleri Hakkında 6093 sayılı Kanun ile Türkiye Yazma
Eserler Kurumu Başkanlığı kurulmuştur. Başkanlığa bağlı üç Bölge Müdürlüğü bu
bölge müdürlüklerine bağlı olarak 17 Yazma Eser Kütüphanesi Müdürlüğü
kurulmuştur. Yazma eser kütüphanelerindeki hizmet standardı dünya
kütüphanelerinin önüne geçmiştir. Yeni kurulan Yazma Eserler Kurumu Başkanlığınca
artık kaynaklarımızın eksikleri giderilmeye, dağınık ve düzensizlikler hızlı
bir şekilde yok edilmeye başlamıştır. Kütüphanelerimizin sayıları artırılmakta
araştırıcıya verimli ve hızlı hizmet sunulmaktadır. Bu kütüphanelerde Şehir
tarihini doğrudan ilgilendiren yazma eserler yanında yazma kültürün doğasından
kaynaklanan nedenlerle şehir tarihiyle bir şekilde ilişkili olan ancak
araştırmalarda gözden kaçırılan hususlara ve bu malzemeden şehir tarihi çalışmalarında
yararlanılabileceği birinci derecede önem taşıyan kaynaklara kolayca ulaşılabilir.
Bu kütüphanelerde 170249 cilt el
yazması, 245135 Nadir matbu eser olmak
üzere toplam:415435 eser bulunmaktadır..
a)Salnameler:
Türkiye’de şehir tarihçiliği
sahasında yapılan çalışmaların pek eskiye gitmediği görülmektedir. Bununla
birlikte, şehir tarihçiliğine başlangıç teşkil edecek şekilde 1865 yılından
itibaren Vilayet Salnameleri neşredilmeye başlanmış, Cumhuriyet döneminde de bu
geleneğin bir devamı mahiyetinde il yıllıkları yayınlanmıştır. Tarih araştırmalarında
ise şehir tarihçiliği, daha da yakın bir zamana dayanmaktadır.
Şehir Tarihi Bakımından Osmanlı Salnameleri,
ilçe ve hatta bazen köy ve meraların topografik, demografik, ticarî, sosyal,
siyasî, hukukî ve kültürel tarihleri hakkında sağlıklı bilgiler veren, şehir
tarihi bakımından önemli kaynaklardır. Salname, bir senelik hadiseleri topluca
göstermek üzere tertip olunmuş eserler için kullanılan bir tabirdir. Türkçe‟de
“yıllık” kelimesi anlamındadır. Ayrıca aynı anlamda “nev-sal” sözcüğü de
kullanılmıştır. Salnameler, geçmiş yıllardaki önemli olayları özetleyen ve ait
olduğu yılın kurumları, hal tercümeleri, gelir ve giderleri, ekonomik durum vs.
gibi çeşitli konularda son durumu kısaca bildiren eserlerdir. Ayrıca salnameler
belli bir konu ve amaç ile de hazırlanabilir. Osmanlı coğrafyasında, yaklaşık
yüz yılda yayımlanmış devlet, vilayet ve diğer konulardaki resmi ve özel salnameler
730 adettir. 1847-1922 yılları arasında yayımlanan salnameler çok ünlüdür. Bu
tarihler arasındaki dönemde Osmanlı tarihi, idari teşkilatı, müesseseler, şahıs
biyografileri, ilmî, iktisadî, siyasî, askerî, kültürel ve diğer sahalardaki
önemli bilgileri içermektedir. Artık şehirler kendi bölgeleriyle ilgili
salnameleri kütüphanelerinde toplamaya başlamışlar, belediyeler tıpkı
basımlarıyla birlikte latinsize etme yarışına girmişlerdir, Konya Büyük şehir
belediyesi Konya salmanelerinin en 16.
Sını yayımlamıştır. Kısa sürede tamamını yayımlanması çalışmaları sürmektedir.
Diyarbakır ve Trabzon salnameleri de
daha önce yayımlanmıştır. Bilindiği kadarıyla bunların tamamı hiçbir kütüphane
koleksiyonunda mevcut bulunmadığı gibi çeşitli kütüphanelere dağılmış bulunan
salnameler için bir rehber de bulunmamaktadır. Salnameler hakkında yapılmış
çalışmalar sınırlıdır. Bu konuda en geniş bilgi Hasan Duman‟ın “Osmanlı
Salnameleri ve Nevsâlleri Bibliyografyası ve Toplu Katalogu” isimli eserinde
bulunmaktadır. H. Duman,salnameleri hazırlanış sebepleri, hazırlayanlar ve
muhtevası bakımından beş grupta incelemiştir..
Bunların belli başlılarına kısaca bakılacak olursa salnamelerin en eskisi, en
düzenlisi ve aynı zamanda en uzun ömürlüsü “Devlet Salnameleri “ olarak da
bilinen “Salname-i Devlet-i Aliye-i Osmaniye”lerdir. Devlet salnamesi Sadrazam
Mustafa Reşit Paşa‟nın isteği ile hekimbaşı Abdülhak Efendi-zade Hayrullah
Efendi ile XIX. Yüzyıl Osmanlı ilim ve fikir adamlarından Ahmed Cevdet Paşa’nın
yardımlarıyla Ahmet Vefik Paşa tarafından hazırlanmış ve 1263/1847 senesinde “
Salname-i Devlet-i Aliye-i Osmaniye” adı ile neşredilmiştir. Devlet tarafından
yayımlanan “Salname-i Devlet-i Aliye-i Osmaniye” H.1263 (1847)-1328 Mali (1912)
yılları arasında düzenli bir şekilde yayımlanmıştır. En son cilt def‟a 68‟dir
ve 1334 (1918) tarihini taşımaktadır.
Balangıçta küçük hacimli yüz sayfa
civarında olan söz konusu yıllıklar gittikçe gerek sayfa ve gerekse boy
bakımından gelişerek ince puntolarla bin sayfayı aşmıştır.
1263-1297/(1847-1880) tarihleri arasındaki 1-35 arasındaki sayılar taş baskısı
(Litografya) ile daha sonrakileri ise matbaa harfiyle yayımlanmışlardır.
1876-1908 tarihleri arasındaki sultan II. Abdülhamit devrinde çıkanlar ise en
mükemmelleridirler ve zengin bilgilerle doludur. Devletin resmi teşkilatından
ve coğrafyasından başka, memurların isimleri, tayin tarihleri, rütbeleri,
nişanları da gösterilmektedir. Bu haliyle birer vesika hüviyetindedirler. Devlet salnameleri yayımlandıktan sonra bu
sefer vilayet ve nezaret salnameleri çıkarılmaya başlanmıştır. Vilayet
salnameleri ilgili olarak şunlar söylenebilir. Vilayetin idari bölünüşü, memur
listeleri, mahalli tarih ve coğrafyası, eski eserleri, ticari ve ekonomik
faaliyetleri, nüfusu, okulları, kütüphaneleri vb konularda pek çok bilgiler
vermektedirler. Bazı vilayetler bir defa salname neşretmelerine karşılık bazı
vilayetlerin ise otuz beş civarında salname neşrettikleri bilinmektedir.
Örneğin; Halep vilayeti salnamesi
H.1284-1326 (1876-1908) yılları arasında 35 def‟a çıkarılmıştır. Bu salnameler
içerisinde Türkçe-Arapça, Türkçe-Rumca, Türkçe-Boşnakça hatta sadece Arapça
olanları da bulunmaktadır. Osmanlı salnamelerini kendi aralarında devlet
salnameleri, vilayet salnameleri, resmi kurum ve kuruluşlara ait salnameler,
özel konulu veya kişi ve kuruluşlara ait salnameler, resmi veya özel kurum ve
kişilere ait Nevsaller şeklinde sınıflandırmak mümkündür.[4]
Salnamelerde bir şehrin; coğrafi
mevkii, dağları, ormanları, yaylaları, nehirleri, gölleri, şifalı suları,
mesire yerleri, av mahalleri, av hayvanları ve iklimi hakkında bilgiler
verilmiştir. Sancağı’nın mülkî amirleri, idarî birimleri, adli kuruluşları,
idarî taksimatı, mahalleri, kazaları, köyleri ve nahiyeleri belirtilmiştir.
Şehirlerin; çeşitli tarihlerdeki nüfusu, dini ve sosyal kurumları, eski
eserleri ve eğitim kurumları tanıtılmış, ekonomik yapısına temas edilmiştir.
Tarım, hayvancılık, madencilik, sanat dalları, ticaret, gelir ve giderler
hakkında salnameler de bilgiler verilmiştir. Ayrıca idarî taksimatı görmemiz
mümkündür.[5]
b) Vakfiyeler:
Tarihî kaynak değeri açısından önemli
belgeler olan vakfiyeler, dönemin iktisadî, sosyal, idarî, dinî ve kültürel
tarihinin analizi kadar, şehir ve iskân tarihi ile tarihî topografyasının
incelenmesi noktasından da avrı bir değeri hâizdir.[6] Vakfiyeler üzerinde
yapılacak bilimsel analizler sayesinde, şehirlerde yaşayanların zihniyet
dünyası, hayat felsefesi ve inançları; sosyal ilişkilerin yapısı, sınıflar
arası münasebetlerin karakteri, hayat şartları, ekonomik durumları,
şehirleşmenin tarz ve boyutları, yerleşim düzenleri, iskân politikaları, yeni
mahallelerin oluşumu, su kaynaklarının temini, yurt ve imaret tesisleri, sağlık
kurumları, sanat ve ticaret mallarının dağılımı, ticarî faaliyetler, yaşam
standartları, eşya ve para kıymetleri, vergilerin mahiyeti ve kamusal düzenin
işleyişi ve vakıf sistemi hakkında birbirinden önemli ve orijinal bilgiler elde
edip, farklı çıkarsama, tespit ve yorumlarda da bulunulabilmektedir.
Vakfiyeler, günümüze ulaşmayan birçok
mimarî eserin varlığını ortaya çıkarması açısından mahallî tarih çalışmalarına,
özellikle Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı arkeolojisi bakımından da katkı
sağladığı gibi, hali hazırda mevcut olmayan birçok mahalle ve yerleşim
birimlerinin geçmişine de ışık tutmaktadır. Diğer yandan vakfiyeler,
Osmanlılarda hükmî şahsiyet kavramının ortaya çıkışı ve gelişimini belgelemek
ve vakıf işletmelerinin mahiyetini anlamak bakımından da önem arz ediyor. Vakıf eserlerin işlevinin nasıl, kimler
tarafından ve gerekli maddî kaynağın nerelerden temin edilerek ve hangi
şartlara bağlı olarak sürdürüleceğini bildiriyor. Vakfiyeler, aynı zamanda,
kamusal hizmet ve hayır kurumlarının tarihî süreçte ne tür bir anlayış
içerisinde yönetildiğini göstermesi ve bunun hukukî şart ve esaslarını
belirtmesi bakımından da ayrı bir değer taşıyor. Vakfiyeler, kurucularının
hangi gaye, düşünce ve niyetlerle mülklerini tahsis ettiklerini gösterdiğinden,
vâkıfın iç dünyası ve ruh halinin çözümlenmesinde araştırmacılara önemli
ayrıntılar vermektedir. Özellikle sultanların ve hanedan mensuplarının
vakfiyeleri bu anlamda da ayrı bir değer taşımaktadır.
Vakfiyeler folklorik açıdan da zengin
malzemeye sahiptir. Mesela mübarek gün ve gecelere halkın yaklaşımı ve
tepkileri, giyecek ve yiyecek isimleri, mutfak kültürü, mutfakta kullanılan
araç ve gereçler, çeşitli alet ve edevât isimleri, vakıf tesislerinde misafir
karşılama, uğurlama ve benzeri konulara dair kayıtlar vakfiyeler vasıtasıyla
bize ulaşabilmiştir. Vakfiyeler şehir mimarî tarihi için de en önemli yazılı
kaynaklardır. Vakfiyeler doğrudan mimarî eserlerin tesis tarihleri ile bunların
etrafındaki bina ve ünitelerin tanımlanmasında birincil kaynaklardır.
Anadolu'nun fethiyle başlayan imar faaliyetleri kronolojik olarak vakfiyelerle
belgelendirilip bu tür mimarî eserlerin Anadolu coğrafyasındaki dağılımları ve
yaklaşık yer tespitleri vakfiyelerle mümkün olmuştur. Vakfiyelerin bu
yönlerinin iyi değerlendirilmesi Anadolu'nun sosyal ve ekonomik tarihinin yanı
sıra mimarlık ve şehircilik tarihinin de net olarak ortaya çıkmasını
sağlamaktadır. Vakfiyeler XII. yüzyıldan itibaren Anadolu'da toplum hayatının
muhtelif yönlerini aydınlatmak ve toplumun örf ve geleneklerinde meydana gelen
değişiklikleri göstermek bakımından belki başka kaynaklarda bulamayacağımız
bilgileri de içermektedir. [7]
c)İcazetnameler:
İcazet, kişinin sosyal ilişkilerinde ilim ve meslek bakımından
yeteneğini tanıtan ve ispatlayan bir hüviyet görevini yerine getiren önemli belgelerdendir.
İcazette verilen belgeye icazetname, icazet veren hocaya mücîz, icazet verilen
öğrenciye ise mücâz denilmiştir. cazet, kişinin sahip olduğu bilgiyi ve öğrenim
derecesini belirttiğinden sahibinin hedefine zaman kaybetmeden ulaşmasına
kolaylık sağlamıştır. İcazet aynı zamanda elde edilen bilginin ve ehliyetin
sağlamlığını belirtmesi bakımından da önem arz etmiştir. Zira icazetle,
bilginin şifahî değil belli bir disiplin içerisinde ilke ve kurallara
dayanılarak alındığı gösterilmektedir. Bu sebeple ilim dünyasında icazete çok
önem verilmiştir. Medreselerde
eğitim veren hocalara, eğitim verdikleri sahaya göre özel isimler
verilmekteydi. Müderris kelimesi ile herhangi bir ilim dalı anılmadan mutlak
olarak kullanıldığında fıkıh hocaları kastedilirken, Kur’an, hadis, gramer ve
mantık gibi diğer bütün dallarda ilim öğreten hocalar için de şeyh kelimesi
kullanılırdı. Bu alanların hocaları ‘şeyhu’l-kıraat’, ‘şeyhu’l-hadis’,
‘şeyhu’n-nahv’; makamları ise ‘meşîhatu’l- kıraat’, ‘meşîhatu’l-hadis’ şeklinde
adlandırılıyordu. İcazetler, âlim silsilesine yer verdiğinden,
bazı tarihi bilgileri ve hocaların kısa hal tercümelerini bizlere sunmaktadır.
İlme verilen değer, öğrenciye yapılan nasihat ve dualar ile ilim öğrenme
yolları icazetlerde öne çıkan konulardır. İcazetlerdeki ifadeler, o dönemde
ilme ve âlime verilen değeri ortaya koymaktadır. İcazet veren hocanın kendisi
için acizlik ifadeleri ile icazet silsilesindeki âlimlere yönelik saygı, övgü
ve takdir cümleleri dikkat çekmektedir.[8]
İcazetler hangi
dönem ve merkezlerde ne tür ilimlerin okutulduğunu, âlimlerin ne denli itibar
gördüğünü, hangi eserlerin ön plana çıkarıldığını göstermesi açısından da
önemli belgeler olmuştur. İcazetler bilimsel hayatın gelişiminde ve bunu
besleyen fikirlerin tespitinde de faydalı olmuştur.
e)Menzil-nâmeler :
Bir yol üzerinde konaklanılacak yerleri ve yerler arasındaki
uzaklıkları bildiren eserlere menzil-nâme adı verilir. Menzil adları burada ayrıntılarıyla
zikredilir. Yine Matrakçı Nasuhü’s-Silahî’nin
“Beyan-ı menâzil-i Sefer-i Irakeyn-i Sultan Süleyman Han” isimli bir
nevi menazilname olarak kabul edilen eserde menzil resimlerinin sembolik
olmaktan çok genellikle ait bulundukları şehir, kasaba, köy ve diğer konak
yerlerini oldukça doğru ve asıllarına uygun şekilde resmettiğini görmekteyiz.
(s.VIII) Bu eserde, Konya,
Konya Ereğli, Karapınar minyatürleri bulunmaktadır. Akçasar (Akşehir’den bahsedilmekte).
Resmin alt kısmında Tuz gölü namı diğer Ulâli Çayırı adında bir göl bataklık
işaret olunmuştur. Doğrusu Düden gölü Ulali Çayırıdır. (s.68) Kırkpınar namı diğer Karapınar
(s.67) 1533-1536 yılları arasında (Kanuni dönemi) Irak Seferini konu
edinmiş. Kanuni devrinde
yaşayan tarihini matematikçi, hattat, silahşor ve nihayet ressam olarak ün
kazanmış Matrah Nasuh. Birçok
şehre ait köyü şehir, ırmak, dağ, göl vb. yerlerin isimlerini buradan
öğrenmekteyiz, ama isimleri ve namı diğerleri de yer almaktadır.
f) Menakıbnâmeler:
Geçmişte yaşamış
peygamber, sahabe, veli (şeyh) devlet adamı, komutan gibi tarihi ve manevi
şahsiyetler etrafında oluşan yarı efsanevi halk hikâyelerine menkıbe denir.
Kelime tekil olarak menkıbe çoğul olarak menakıb şeklinde kullanılır. Bu konuda
yazılan eserlere ise menakıbnâme adı verilir.
Bu tür eserlerde;
konu edindiği şahısların, olayların ve menkıbelerin cereyan ettiği
bölgelerin, şehirlerin tarihi, kısmen de
olsa sosyal durumu ve meşhur kişilerin, bilginlerin ve şairlerin haklarında çok
defa başka kaynaklarda bulunmayan önemli bilgiler verilir. Bu tür bilgiler,
bazen eserin asıl konusu ile ilgili olanları gölgede bırakabilir.
Menkıbeler ve olağanüstü olaylar
toplumun, özlem, beklenti, korku ve hayallerini yansıtması bakımından ayrıca
toplumun sosyolojik ve psikolojik değerlerinin tahlilinde önemli bir yere
sahiptir. Fuad Köprülünün ifade ettiği gibi menkıbeler, menkıbelerdeki
şahsiyetler tarihî kişilik ile uymasa bile büyük bir sosyal değere sahiptir.
Bunun için menkıbelerin araştırılması ve değerlendirilmesi gerekir. Mevleviliğin
en önemli kaynaklarından olan Ahmed Eflâki’nin
Menâkıb’ül-Arifin adlı kitabı, Şemsi Tebrizi’nin Makâlât’ı ve Sultan Veled’in Maârif’i
bu dönemin en önemli menakıpnamelerindendir. Şehir tarihine ışık tutacak bilgilere
rastlamak mümkündür.
4-MEZARLIKLAR VE MEZAR TAŞLARI:
Mezarlar ve mezar
taşları şehirleşme macerasının somut şahitleridir. Her mezar taşı şehre
kazılmış bir mühür ve tarihe düşürülmüş bir kayıt olarak görülmelidir. Şahitler
sadece mezarda yatanın kimliğine değil bir medeniyete bir var oluşa şahitlik
eder. Bir şehir kültürünün tarihini
mezarlıklardan yola çıkarak yazmak mümkündür.
Şehrin mezar taşları taşıdığı zamanın bilgileri yanında, eserlerinin sergilendiği
muhteşem sanat galerileri gibidir.
Mezarın mimarisi, tezyinatı dönemi hakkında birinci derecede kaynak
niteliğindedir. Mezar taşı
kitabelerinde bir şehrin siyasi, iktisadi ve kültürel tarihi hatta savaşlar,
istilalar, depremler, yangınlar vb. konularda bilgi kaynakları olarak kullanmak
mümkündür. Yine mezar taşları
bulundukları şehirlerin hattatları, mimarları hakkakları hakkında yegâne bilgi
kaynağıdır. Mezar taşlarının dilini
bilenler yazılı kayıt olmasa bile süslemelerinden kavuğun şeklinden o mezarda
yatanın kimliğini hem de yaşadığı devir hakkında bilgiler edinir dolayısıyla
yaşamları şehri yaşanabilir kılmada etkili olanların tespitini yapar. Mezardaki kişiyle ilgili bilgiler taşa
kaydedilmiş en doğru bilgiler taşa kazınarak görünen bir kaynak haline
gelmiştir. “Karı dırdırından vefat eden Halil ağa mezarıdır” kaydı o dönemin
bir gerçeğini açıkça ifade etmektedir. Taşlar, yazı sanatının güzelliklerini
taşıması yanında birçok ifade zenginliğini de barındırmaktadır. Açık havada
teşekkül etmiş bir kıyafet, mimari hat müzesi özelliği taşıyan pek çok
mezarlığımız vardır Mezarlıklar yaşanılan yerin müzesi ve tapusu
hükmündedir. Her mezar taşına atılmış
bir tarih, genelde ülkemin özelde şehrin
tarihidir.. Mezar taşı kitabeleri
önemli bilgiler ihtiva ettiklerinden şehir tarihi araştırmaları için önde gelen
kaynaklarıdır. Sicilli Osmani isimli
eserin müellifi olan Mehmet Süreyya Bey eserini hazırlarken eserine aldığı
şahısların vefat tarihlerini doğru tespit için mezar taşlarından
faydalanmıştır.
Bu sebeple mezar
taşı kitabeleri üzerine yerli ve yabancı ilim adamları tarafından pek çok
araştırma yapılmış ve yayımlanmıştır.
5-EFSANELER
Şehir tarihi üzerinde araştırma
yapanlar, Şehir efsanelerini ihmal etmemelidirler. Kaynaklarını tarihi
olaylardan alan efsaneler gerçekten büsbütün asılsız, büsbütün uydurma
değildirler. Bir çok olaylar, halkın hafızasında çeşitli değişikliklere
uğrayarak; zamanla daha cazip ve olağanüstü şekillere bürünmüş, bazı hallerde
aslından uzaklaşmış, kahramanlarına beşer üstü manevî bir kuvvet izafe edilmiş,
evliya sayılmış, hatta bunlara ait türbeler yapılmıştır. Buna rağmen herhangi
bir olayı efsanedir diyerek bir tarafa atmak, önemsiz saymak doğru değildir.
Her efsanenin bir nüvesi vardır. Bu nüveyi bulup çıkarmak, İlmin ışığı altında
incelemek, olayla ilgili belgeleri toplayarak tenkidini yapmak ve böylece
efsaneyi değerlendirmek, tarihçi ve folklorcuların vazifesidir. Herşehrin
dilden dile dolaşan pek çok efsanesi vardı. Özellikle birçok şehir isimlerinin
efsanelere dayandığı hepimizin malumudur. Burada; Konya’nın yüzyıllardan beri
söylenegelmiş, babadan oğla nakledile edile zamanımıza kadar ulaşmış bir
efsanesi; Horasan illerinden Anadolu’ya göçen iki veli zat yurt tutmak üzere
bir yer aramağa çıkmışlar. Her ikisi de bu seyahati uçarak yapıyor imiş.
Yukarıdan sulak, yeşillik bir yer görmüşler, dağların yamacında güzel bir
düzlük.. Hoşlarına gitmiş. Havada iken biri diğerine seslenmiş : «Konalım mı ?
». Diğeri cevap vermiş : «Kon ya !.» Yere inmişler ve burayı yurt edinmişler.
Ondan sonra burada kurulan şehrin adı «Konya» olmuş. Hiçbir mesnedi bulunmayan,
bu efsane, bugün Konya’da hala çok meşhurdur.[9]
Burdur’un adın menşei ile ilgili
olarak da şöyle bir efsane anlatılır; Burdur şehrini kuran Türkmen boylarının
Kınalı Oymağı mensupları burayı bulduklarında, bölgenin güzelliği karşısında
“Cennet buradadır” demişler ve “buradadır” sözü zamanla halk arasında Burdur
haline gelmiştir. Değişik söylentilerden biri de Selçuklulara ilişkindir.
Malazgirt Zaferi’nden sonra Selçuklular Anadolu’yu fethedip Konya’yı başkent
yaptıkları sırada, güneybatı illerinden çoğu daha fethedilmemiş, Bizans’ın
elinde kalmıştı. İşte bugünlerde Selçuklu Sultanının rüyasında nur yüzlü,
aksakallı bir Türkmen kocası şöyle seslenir:“Er geç bu toprakların tamamı
senindir. Yarından tezi yok, atını güneybatıya sür. Biz sana “Dur” değinceye
dek ilerle…”Sabah, Sultan adamlarıyla birlikte, atına atlar, yollara düşer… Yol
üzerinde köyler, obalar sultana boyun eğerler. Akşama doğru bir vadide
ilerlerken bir ses: “Burada Dur” diye haykırır. Sultan rüyasını hatırlayarak,
olduğu yerde konaklar. O günden sonra orada bir oba kurulur, adına “Burada Dur”
derler. Bu ad zamanla Burdur olur.
Yurt tutmak için, Horasan’dan Anadolu’ya göçen bir Türk oymağının,
gözleri görmez, yaşlı bir başkanları vardır. Kervanlarıyla, bugünkü Burdur’un
bulunduğu yere geldikleri zaman, yaşlı başkan, oğluna seslenir: “Güzel kokular
duyuyorum. Anlaşılan burası sulak, bağlık-bahçelik bir yer. Burada dur, burada
şehrini kur!” der. Türk oymağı, burada şehir kurar, şehrin adı bu yüzden,
“Burada Dur” olur. Zaman içinde Burdur olarak değişir.[10]
6-Şehirdeki Çeşitli
Kurum Arşivleri:
a)Mahalli Gazeteler,
mecmua ve bibliyografyalar;
Bibliyografya çalışmaları bir konu ve bir şehir hakkında
yapılan en kapsamlı çalışmalardır. Bir şehrin en iyi şekilde tanınması ve
tanıtılması bu çalışmalara bağlıdır. Şehir hakkında kim ne yapmış, ne yazmış,
ne konuşmuş bu gerçekten merak edilecek bir konudur.
Şehir tarihi açısından dergilerle gazetelerin
yeri büyüktür. Konu geçmişe yönelik
olunca, süreli yayınlardan hangisinin konumuzla ilgili olduğunu tespit etmek,
hele onların hangi yıl/sayılarının hangi kütüphanelerde bulunduğunu öğrenmek,
daha da önem arz etmektedir. Hele toprakları dört kıtada zaman zaman 20 milyon
kilometrekareye varan ve 600 seneden fazla pek çok ulusun yüzyıllarca birlikte
yaşadığı Osmanlı imparatorluğundan ayrılarak bağımsız devlet kuran 30 ülkeden
birisinin ferdi için, durum daha da dramatiktir. Pek çok ulustan halkın
yüzyıllar boyu birlikte kader birliği ettiği bir coğrafyada, halkın anında
duygu ve düşüncelerinin yansıdığı gazete ve dergileri bilmeden bilinenlere
ulaşamadan üretilecek bilgilerin, doğruluğuna güvenemeyiz.
İşte kütüphanelerde bulunan süreli yayınlar
ve gazeteler şehir tarihin yazılmasında bizlere önemli bilgiler verecektir.
Süreli yayınlar dil olarak, Arap harfleri
ile Türkçe, Arapça, farsça, Kürtçe, Gürcüce, Çerkezce, Hindce, Urduca ve ya bu
dillerle birlikte İngilizce, Fransızca, Almanca, Arnavutça, Bulgarca, Ermenice
vb. yayınlanmışlardır.
Bu
konuda önemli kaynaklarda birisi Hasan Duman’ın Hazırladığı, “Osmanlı-Türk Süreli
Yayınları ve gazeteleri(1828-1928)”
Bu
eserde: Zaman ve kapsama olarak ise,
Osmanlı döneminde “Eyalet-i Mümtaze” statüsünde yönetilen Mısır’da yayınlanan
Türkçe-Arapça, Türkçe ve daha sonra Arapça olarak yayımını sürdürmüş olan
Vakayi’-i Mısrîyye’nin yayımlandığı 1244/20 teşrin 1828’den 31 kanun
I(Aralık)1928 yılının sonuna kadar (Arap harfli yayınlanmış olmak koşulu ile)
100 yıllık bir zaman içinde dünyanın her tarafında yayınlanmış, fakat bu süreli
yayınların herhangi bir sayısının Türkiye kütüphanelerinde bulunması esas
alınmıştır. Böylece 41 ülkede,1 86 yerde (65’i Türkiye’dedir)2526 çeşit pek çok
dilde binlerce cilt, süreli yayın gözden geçirilmiş, nerelerde hangi sayı/yıl
nüshalarının bulunduğu gösterilmiştir.
Bu çerçevede Ankara, Aydın, Bursa,
Diyarbakır, Edirne, Erzurum, Eskişehir, İstanbul, İzmir, Kastamonu, Sinop ve
Trabzon gibi önemli bilim ve kültür merkezlerinde anılan yayınlara sahip birçok
kütüphane taranmıştır. Bu cümleden olarak sadece İstanbul’da 10 dolayındaki
önemli kütüphane(arkeoloji müzeleri, atıf efendi, Beyazıt devlet,
belediye-Atatürk, hakkı Tarık Us, İslam araştırmaları merkezi, İstanbul
üniversitesi merkez ve edebiyat fakültesi ile Türkiyat enstitüsü, millet,
Süleymaniye ve akşam gazetesi/tercüman gazetesi gibi) taranarak 2526 çeşit
binlerce cilt gazete, dergi ve diğer süreli yayınlar kimliklenmiş (çıktığı yer,
çıkaranları, yazarları, matbaaları, dilleri, yayımını kaç yıl sürmüş, kaç sayı
çıkmış, süreli-günlük, haftalık, aylık, yıllık ve ebadı gibi), en önemlisi
hangi sayılarının, Türkiye’de hangi kütüphanelerde bulunduğu kayıt altına
alınmıştır. Aksi halde, bu döneme dair dünyada yapılacak araştırmalar, gerçeği
yansıtamaz. [11]
c)Nufus Kayıtları;
Nüfus, sosyo-ekonomik açıdan bir toplumun kalkınmasına tesir eden en
büyük faktörlerden birisidir. Bir
toplumda nüfusun artıp azalması ile nüfus ve üretim ilişkisi, savaşların ve
tarihi olayların bazen sebepleri bazen de sonuçları arasında yer alır. Nüfus sayımları, bir toplumu meydana
getiren fertlerin sayısını, cinsiyetini, yaşını, mesleğini, dil, din ve eğitim
durumlarını, göçleri, nakilleri, halkın kullandığı isimleri ve fertlerin
fiziksel bir takım özelliklerini ortaya koyduğundan şehirlerin sosyolojik,
ekonomik ve tarihi yönlerini araştırmak, sosyal tarihlerini yazmak için çalışma
yapacak olanlar açısından oldukça önemli bilgiler vermektedir. Düzenli ve doğru
sonuçların elde edildiği nüfus sayımları, ilerlemenin bir ölçüsü olarak kabul
edilmiştir. Nüfus miktarı ve niteliği şehirlerin kalkınması ve gelişmesi için
en önemli etkenlerden birisi olmuştur.
Osmanlı Devleti’nde özellikle XIX. Yüzyıl ortalarından itibaren
süregelen nüfus hareketleri ve göçler, toplumların dönüşümüne hem etken olmuş
hem de uzun yıllar devam eden savaşların bir sonucu olmuştur. Bu bağlamda
Anadolu toprakları, Kafkasya ve Rumeli’den göç etmek zorunda kalan milyonlarca
insanın iskân edildiği ana merkezlerden birisi olmuştur. Osmanlı Devleti’nin ilk dönemlerinde toprak
yazımı ve nüfus tespiti için hazırlanan tahrir, avarız ve cizye defterlerinde
sadece şahıs ve baba ismi yazılır. Bu durum XIX. Yüzyıl öncesine ait nüfus
bilgilerinin araştırılması ve değerlendirilmesinde büyük zorluklar çıkarmıştır.
Tahrir defterlerinin devamı niteliğinde olan Temettüat defterleri de sadece
aile reisinin yazılı olması nedeniyle nüfus bilgilerinin değerlendirilmesinde
yeterli veriyi sunamamaktadır.
Bununla beraber
Osmanlı Arşivi’nde bulunan tahrir defterleri, temettüat defterleri, nüfus
defterleri, cizye defterleri, evkaf defterleri, ahkâm defterleri ve şeriye
sicilleri yerel ve toplumsal tarihin en önemli kaynakları olarak görülmektedir.[12]
d) Tapu Kadastro
arşivi:
Şehir
tarihinin hazırlanmasında aşağıda belirtilen bilgi ve belgelerden
faydalanılabileceği düşünülmektedir.
Tapu kayıtları
Tapu kayıtlarında 1925-1930 yılları ve öncesi tapu kayıtları
mevcut olup, bir kısmı bu kayıtların Osmanlıcadır.
-Bu kayıtlarda taşınmazlarına geldileri; Mülk arazi, Miri
arazi ve ya Vakıf arazi olup olmadığı konusunda bilgilere ulaşılabilmektedir.
-Eski tapu kayıtları ile göçmen ve muhacirlerle ilgili
yerleşim vb. bilgilere ulaşılabilecektir.
-Tapu kayıtları ile, müzeler ve belli başlı şahsiyetlerin
yerleşim yeri ile ilgili bilgilere ulaşılabilecektir.
-Tapu kayıtları ile Kiliseler ve diğer ibadet terleri
konusunda bilgilere ulaşılabilmekte ve özellik arz eden yerlerde yaşayanların
uyruğu ile ilgili bilgiler bulunabilmektedir.
-Tapuda her yapılan işleme ait evraklar saklanmakta olup, bu
belgelerin e-arşiv kapsamında taramaları yapılmaktadır.
Pafta, plan ve haritalar
-Yukarıda belirtilen unsurlarla ilgili olarak bunların pafta
üzerinde yerleri belirlenmekte ve zeminde bulunduğu yer tespiti
edilebilmektedir.
-Paftalarda kilise, cami vb. ibadet yerleri belli olmaktadır.
-Paftalarda, bazı bölgelerin yeni durumu ile eski durumu
arasında kıyaslama yapılabilmektedir.
Sonuç olarak; yukarıda özetlemeye çalıştığımız
gibi, bir şehrin tarihini yazmak, bir milletin tarihini yazmak gibidir.
Arşiv belgeleri ve yapı kitabeleri yardımıyla
şehir tarihlerinin yazılmasına yöneliktir. Tarihçiler, şehir tarihlerini
yazarken değişik yaklaşımlar sergilerler. Şehrin yapılarını ve kitabelerini,
vakıf kayıtlarını ön plana çıkaran, alan araştırması, gözleme dayanan bir tarih
yazıcılığının ön plana çıkarıldığını, belirli ölçüde arşiv kayıtlarının
kullanıldığını, seyahatnameler ile Menakıpnameler de şehir tarihine ışık
tutacak bilgilere rastlamak mümkündür.
Şehir tarihi üzerinde araştırma
yapanlar, şehir efsanelerini ihmal etmemelidirler. Kaynaklarını tarihi
olaylardan alan efsaneleri gerçekten büsbütün asılsız, büsbütün uydurma olarak
göremeyiz.
Bibliyografya çalışmaları bir konu ve
bir şehir hakkında yapılan en kapsamlı çalışmalardır. Bir şehrin en iyi şekilde
tanınması ve tanıtılması bu çalışmalara bağlıdır. Şehir hakkında kim ne yapmış,
ne yazmış, ne konuşmuş bu gerçekten merak edilecek bir konudur.
Osmanlı Arşivi’nde bulunan tahrir defterleri,
temettüat defterleri, nüfus defterleri, cizye defterleri, evkaf defterleri,
ahkâm defterleri ve şeriye sicilleri yerel ve toplumsal tarihin en önemli
kaynakları olarak görülmektedir.
Bilgi zanna dayanmamalıdır. Şehir
tarihi yazılırken sağlam ve güvenilir kaynaklara dayandırılmalıdır.
KAYNAKÇA
AKGÜNDÜZ Ahmet, Şer’iyye Sicilleri I. İstanbul 1988, s.12
Duman, Hasan, Osmanlı Salnameleri ve Nevsâlleri
Bibliyografyası ve Toplu Katalogu ,Ankara 2000, C1, s.1
Duman, Hasan, Osmanlı-Türk Süreli Yayınları ve
gazeteleri(1828-1928)” Ankara 2000,
s1-15.
G. YURDAYDIN, Hüseyin, Matrakçı Nasuhü’s-Silahî, Beyan-ı menâzil-i Sefer-i Irakeyn-i Sultan
Süleyman Han, Türk Tarih Kurumu I, Ankara 1976
http://www.istanbulmuftulugu.gov.tr/seriyye-sicilleri-arsivi.html?showall=&start=4
http://www.yagmurdergisi.com.tr/archives/konu/edebiyattarih-ve-sehir-tarihi
HUYUGÜZEL, Faruk,
Edebiyat,Tarih ve Şehir Tarihi, Yağmur Dergisi, Ekim-Kası-Aralı 1998, s28.
Hüseyin Atay,
“Fatih-Süleymaniye Medreseleri Ders. Programları ve İcazet-Narmeler”, Vakıflar
Dergisi, XVII, İstanbul 1981, s. 175.
İZGÖER, Ahmet Zeki. (2005). “Osmanlı Salnamelerinin Şehir
Tarihi Bakımından Önemi”. Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, 6, 539-552.
KAHRİMAN, Salih, GÜR, Fevzi, Amasya Nufus Defterleri,İstanbul
2012, s.3-8.
ORBAY, Kayhan. (2005). “Vakıfların Bazı Arşiv Kaynakları”.
Vakıflar Dergisi, 29, 27-42.
Önder, Mehmet, Konya
Efsaneleri, Konya 1963, s.8
TÜRKMEN, Kerim. (1998). “Yapı Tarihlemelerinde Vakfiyelerin
Önemine Dair Bir Örnek”. Vakıflar Dergisi, 27, 75-78.
TÜRKMEN, Kerim. (1998). “Yapı Tarihlemelerinde Vakfiyelerin
Önemine Dair Bir Örnek”. Vakıflar Dergisi, 27, 75-78.
UYSAL Mustafa Ali,
Salnamelere Göre Burdur, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,Isparta 1998, s.1-8.
ZENGİN, Zeki Salih. (2004). İlk Dönem Osmanlı Vakfiyelerinden
Serez'de Evrenuz Gazi'ye Ait Zâviye Vakfiyesi”. Vakıflar Dergisi, 28, 101-120.
[1]
AKGÜNDÜZ, Ahmet, Şer’iyye Sicilleri I. İstanbul 1988, s.12.
[2]
] http://www.istanbulmuftulugu.gov.tr/seriyye-sicilleri-arsivi.html?showall=&start=4
[3]
http://www.yagmurdergisi.com.tr/archives/konu/edebiyattarih-ve-sehir-tarihi
[4]
İZGÖER, Ahmet Zeki. (2005). “Osmanlı Salnamelerinin Şehir Tarihi Bakımından
Önemi”. Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, 6, 539-552.
[5]
UYSAL Mustafa Ali ,Salnamelere Göre Burdur, Yayımlanmamış Yüksek Lisans
Tezi,Isparta 1998, s.1-8.
[6]
TÜRKMEN, Kerim. (1998). “Yapı Tarihlemelerinde Vakfiyelerin Önemine Dair Bir
Örnek”. Vakıflar Dergisi, 27, 75-78.
[7]
Komisyon, Bir Medeniyetin İzdüşümü Vakıflar, Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayını,
İstanbul 2012, s.227-260.
[8]
Hüseyin Atay, “Fatih-Süleymaniye Medreseleri Ders. Programları ve
İcazet-Narmeler”, Vakıflar Dergisi, XVII, İstanbul 1981, s. 175.
[9]
Önder, Mehmet, Konya Efsaneleri, Konya
1963, s.8
[10] UYSAL Mustafa Ali, Salnamelere Göre Burdur,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,Isparta 1998, s.8.
[11]
Duman, Hasan, Osmanlı-Türk Süreli Yayınları ve gazeteleri(1828-1928)” Ankara 2000, s1-15.
[12]
KAHRİMAN, Salih, GÜR, Fevzi, Amasya Nufus Defterleri, İstanbul 2012,
s.3-8.
Yorumlar