DİNİN DÜŞMANLARI
Mustafa USLU
Dinin karşısında üç azılı güç bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, dinin yaşamdan çıkarılması gerektiğini savunan ve bu bağlamda çalışmalar yapan Pozitivist ve Marksist anlayışıdır. İkincisi, dinin içini kurutan, ruhunu, manasını boşaltan ve inanana sadece posasını bırakan kapitalizmdir. Üçüncüsü ise, diğerkâmlıktan uzak, nefsini düşünen, egosunu tatmin etmeyi kendisine görev bilen bir “Ben Nesli”nin peydahlanmasıdır.
Pozitivizm
ve Marksizmin çanağında şekillendirilmeye çalışılan sistemler (eğitim, ekonomi, sağlık...) din mefhumuna
her zaman mesafeli durmuştur. Nitekim klasik sosyolojide din “geri kalmış
toplumlara özgü olup kentleşmeye ve modernizme düşman bir olgu” olarak
tanımlanmıştır. Hatta yeri gelmiş din, “afyon” olarak görülmüş, yeri gelmiş
“gericiliğin müsebbibi” olarak nitelendirilmiştir. Dinin yerini ilmin, bilimin
alması gerektiği vurgulanmıştır. Dinin hayattan, fikir dünyasından ve yaşama
alanlarından çıkarılmasıyla meydana gelen boşluğu ise bilimle, ahlaki
kurallarla, maddi doyumlarla giderilebileceği savunulmuştur. Ancak teknolojinin
gelişmesine ve dinin bir numaralı düşmanı diyebileceğimiz kapitalizmin
artmasına rağmen din varlığını ve dirliğini hiçbir zaman kaybetmemiştir. Dinin
her zaman ve her koşulda yerini ve ağırlığını koruması nihayet bu sistemlerin de dikkatini
çekmiş üzerinde çalışmalar yapılmaya başlanmıştır.
Peki,
dinin varlığı neden bitirilememiştir?
Bunun iki temel nedeni bulunmaktadır. İlki,
dinin ortadan kaldırılması halinde yerine konulabilecek toplumsal bir
mekanizmanın bulunmamasıdır. Devlet kontrolünün olmadığı, insanların görmediği
bir yerde bile bireyin bir kötülüğü yapmasına engel olan, sahip olduğu dini ve
ahlaki değerlerden başka bir şey değildir. Toplumsal bütünlüğü ve sıhhati,
bireylerin aşkın varlığın gücüne olan inançları ve ona olan bağlılıkları
korumaktadır.
İkincisi
ise, kapitalizmin ve teknolojinin gelişmesiyle birlikte insanlardaki maddi
boşluğun giderilebilmesine rağmen manevi boşluğun giderilememesidir. Manevi
boşluğu sadece ve sadece din giderebilecektedir.
Dinin
varlığı bu iki nedenden dolayı kaldırılamadığı için geriye yapılacak tek şey
kalmıştır. Dinin içini boşaltmak. Bunu yapabilmek için de şüphesiz en güçlü
silah olan kapitalizm kullanılacaktır.
Kapitalizm
ilk olarak o efsunlu bakışlarıyla tüketmeyi sevdirdi. İnsanlar tüketerek doyuma
ulaşacağını(!) öğrendi kapitalizmden ve durmadan harcadı bu yüzden. Ancak “harcayarak
doyuma ulaşacaksın” vaatlerine bir türlü ulaşılamadı. Çünkü her harcamanın
karşılığında insanlar inançlarına olan bağlılıklarını ve samimiyetlerini sattı.
Kendisini bataklığa çeken bu ticareti yaparken de kaybettiğinin farkına bile
varamadı.
Bizler,
“Müslüman güçlü olmalı” nasihatini yanlış anladık, harcadıkça güçlü olacağımızı
sandık. Harcayabilmek için yeri geldi değerlerimizi bile harcamaktan kaçınmadık.
Tevazu emreden bir dine mensupken fildişi kulelerimizi inşa ettik. Artık altın
kaplama kapı kollarıyla açtığımız süit umre odalarında, Kabe’nin bilmem kaç kat
üstünde arar olduk ilahi huzurumuzu. Yazın plajlara gittiğimiz son model
jeepimizle kışın hayr yapma yarışlarına katıldık. Havuzlu villalarımızda
girmeye başladık itikâflarımıza. Modaya ayak uydurmadan olur mu diye tesettür
defileleri düzenlemeye başladık. Yürürken üzerinde beş bin lirayı taşıyan
ablamıza gıpta ile baktık. Kısacası, kapitalizmin o kanlı dişleri arasında parçaladık
biz inancımızın özünü.
Daha
sonra da, Tanrı inancının ortadan kaldırılması, ahiretle ilgili kavramlar
üzerinde düşünülmemesi, bunun yerine dünya hayatının kendisine odaklanılmasının
daha yararlı olacağını, maddeye bağlılığın artırılması ve dini, yaşama
alanlarından çıkarılması gerektiğini savunan sekülerizmle tanıştık. Tanışmakla
da kalmayıp ona inandık, parıltısına aldandık.
Artık,
dinin Allah ile kul arasında olduğunu, dini kural ve gerekliliklerin her zaman
ve her yerde bulunmasına, yaşamımızın her anını şekillendirmesine gerek
olmadığını, dini esnekliklerin kişiyi daha özgür ve çağdaş yapacağını söylemeye
başladık. Dinimizi yaşamaktan utandık, utandırıldık.
Kuran’ı
hayat rehberi olmaktan çıkardık. Hayatımızın her anına karışmasın diye elimize
almayıp duvarlara astık, tozlanmasın diye kılıflara sardık. Nasıl
evleneceğinden nasıl boşanacağına, mirası nasıl paylaşıp yakınlarına nasıl
davranacağına, komşun açken tok dahi yatamayacağına yani hayatın her anına
karar veren bir dünyevi kitap olan Kur’an’ı, bu dünya da yeri yok, ahretlik bir kitaptır o, toprak altına
gireceğimiz gün açarız, henüz erken yaşlanınca kılarız diye hayatımızdan
çıkardık, İlahi emirlere karşı üç maymunu oynadık.
Peki,
ne yapılmalı?
Müslümanın
ilk düşmanı nefsi, harp meydanı da kalbi olmalı. Daha sonra da bu iki azılı
düşmana karşı imanla kuşanmalı. Dini yok sayan, gericiliğin sebebi olarak gören
sistemlere ve tüketerek doyuma ulaşırsın vaatleriyle inancımızı,
samimiyetimizi, ihlasımızı tüketen kapitalizme karşı Muhammedi bir duruş
sergilenmeli. Ve son olarak da dini yaşama şeklimiz, Rıza-i ilahiyi yaşam gayemiz
olarak bilmeliyiz.
Yorumlar