MERAM’DA YAŞANTI
Meram’da yaşantının çok
farklı bir özelliği vardır. Bunu yaşamayanlar bilemez. Bu sebeple eskiler, “Meram anlatılmaz yaşanır” delrdi. .
Eskiden
nisan ayı girer girmez, şehirden Meram’a göç başlardı. O dönemlerde Meram’da
kışlayan ailelerin sayısı bir hayli azdı. Kışı şehirde geçiren bazı zenginler,
bahçelerindeki evlerine hırsızların zarar vermemesi için birer bekçi bulur,
onlardan kira almadıkları gibi, onların gaz, un, bulgur ve yakacak gibi bazı
zaruri ihtiyaçlarını da karşılarlardı. Bağ evine bekçi bulamayanlar, bütün
eşyalarını beraberlerinde şehre getirirlerdi. Konya’da öyle yazlık bölgeler
vardı ki, eğer kapınızı pencerenizi eşyalarınızla birlikte şehre taşımazsanız,
baharda geldiğinizde bunların hiçbirisini yerinde göremezsiniz.. Hırsızlar
bunları çalıp, kışın bir güzel yakarlardı.
Bahçeye
çıkılmadan önce ev ak toprakla çırpılır yani badana yapılırdı. O zamanlar kireç
pek bilinmezdi. Bu arada evin yakın çevresi de, kış boyu biriken çöp ve
gazellerden temizlenirdi.
Meram’da
ekim dikim işi erkenden başlar, bu işler Hıdrellez’de bitirilirdi. Bunun için
Meramlı, ekilecek şeyler için, “Hıdrellez’de ya elde, ya yerde” tabirini
kullanırdı. Önce otu alınan sebzeler sonra yatırılır, bunu müteakip haziran
sonundan itibaren de toplanacak hale gelirdi.
Her aile
Meram’da iyi bir üreticidir. Sebze ve meyveler bir taraftan yaş olarak
tüketilirken, diğer taraftan bunların büyük bir bölümü kurutulur. Kurutulan meyve
ve sebzeler kış boyu ailenin geçimine medar olurdu.
Meram’da
geniş bahçelerin bölümleri olurdu. Bahçenin bir bölümünde, üzüm bağı veya
asmalık bulunurdu. Geniş bir alan ise meyve ağaçları için ayrılır, bunların
altı çayırlık olarak kullanılırdı. Yaz boyu çayırlıkta oturulur, sedirler
buralarda kurulur, çimlerin üzerine serilen halı ve kilimler üzerinde
misafirler ağırlanırdı.
________________________
*M Ali UZ Avukat.
Araştırmacı yazar.
Yaz boyu gündüzleri evlere pek girilmezdi.
Meram’da bu uygulama hâlâ caridir. Yalnız ceviz ağaçlarının altında pek
oturulmazdı. Altında oturmak için daha çok, ulu pelit ağaçları ve diğer ağaçlar
tercih edilirdi. .
Ağaçların
gölgesinden uzak geniş bir alan sebze ekimi için ayrılır, burada başta domates,
patlıcan biber, salatalık, kabak, kavun, karpuz gibi envai çeşit sebze ve bol
mısır yetiştirilirdi. Meram’ın mor patlıcanı, ince kabuk sulu domatesi, sivri
biberi hiçbir yerde yetişmezdi. Hele Meram’ın yağlı beyaz mısırının tadı bir
başka idi. Hem yaz boyu közlenir, hem de kışın kurusu, kavurga olarak yenirdi.
Sebzelik
için ayrılan yere münavebe ile bir yıl sebze, bir yıl da buğday veya arpa
ekilerek toprağın dinlenmesi sağlanırdı. Aynı yere üst üste sebze ekilmez, aynı
yere üst üste ekilen sebzenin toprağı yorduğu ve verimi azalttığı kabul
edilirdi. O dönemlerde fenni gübre bulunmadığı için toprak zorlanmaz ve bir yıl
dinlendirilerek ekilirdi. Gerçekten sebzeye uygulanan vahşi sulama, toprağı
sertleştirir, verimi düşürürdü. Her evde inek ve at gibi büyük baş hayvanlar
yanında küçükbaş hayvanlar da bulundurulduğu için bahçenin bir bölümü de
yoncalık olarak ayrılırdı. Meram’da bütün bahçeler aynı düzende olmaz, bahçenin
konumuna ve yol durumuna göre şekillenirdi. Tabiatıyla bu şekillenmede bağ
sahibinin zevki ve varlığının da büyük rolü olurdu.
Meram’da her
bahçede mutlaka tandır bulunur, burada ekmek ve tandır böreği yapıldığı gibi,
mevsimine göre de tandırlara kuzu ve çebiç asılırdı.
Meram’da
hayvanlar için yiyecek o kadar boldur ki, baharda alınacak bir-iki kuzu, güzün
azmanlaşır, sadece kuyrukları yedi-sekiz kilo gelirdi. Meramlı bu kuzulara,
Meram kuzusu derdi. Bundan mülhem, gürbüz çocuklara da Meram kuzusu benzetmesi
yapılırdı.
Meramlı’nın
yaz boyu misafiri hiç eksik olmaz. Hele tatil günlerinde… Şehir komşuları,
eş-dost, akraba, uzak yakın tanıdıklar sık sık ziyaretlerine gelir. At
arabaları ile yapılan bu misafirlikler akşam geç vakitlere kadar sürer, bazı
misafirler gece yatısına da kalırlardı.
Misafirlere
baharda tandırda taze kuzu, güzün çebiç ikram edilir, Meram zenginleri bu
ikramları hiç yüksünmez, bu misafirperverliğe seve seve katlanırlardı. Misafir
ağırlamak Meramlı için bir itibar vesilesi kabul edilirdi. “Efelik vurmakla,
ağalık vermekle” sözü boşuna
söylememiştir. Bu da bunun gibi bir şeydi.
Gündüz ulu pelit ağaçları altında, gece evin
sekisinde gedavete karşı unutulmaz
sohbetler yapılırdı.
Misafir giderken de eli boş gönderilmez,
mevsimine göre arabalarına sepetlerle meyve, çuval ve heybelerle kavun, karpuz,
sebze ve mısır yüklenirdi.
Tabii bütün
bunlar Meram’ın hep anlatıla gelen güzel yüzü ve madalyonun bir tarafı, ama bir
de madalyonun diğer yüzü vardır. Bunu da Konya’da hâlâ unutulmayan bir vali
paşa hikâyesi ile anlatmaya çalışalım.
Bir zamanlar
Konya’ya bir vali paşa tayin edilir. Konya’ya gelmeden Meram’ın güzelliklerinin
methini çok duymuştur. Konya’ya gelişinin ilkyazını dillere destan meşhur Meram
bağlarında geçirmek ister. Adamları tarafından vali paşaya münasip bir köşk
bulunur ve Vali paşa baharla birlikte köşke yerleşir.
Bu günlerde
vali paşanın adamları karşısına geçip:
“- Efendim
bugün, baş bahçıvan adamları ile birlikte bahçede avar yeri (Eskiden sebze
yerine avar tabiri kullanılırdı)
hazırlayacak” derler. Köşkte hazırlıklar yapılır,yemekler, börekler, baklavalar
hazırlanır. Akşam da adamların ücretleri ödenir. Aradan bir süre geçer, vali
paşanın adamları tekrar yine karşına dikilip:
“-Efendim
bugün baş bahçıvan adamları ile bahçeye avar fidanları ve tohumları ekecek”
derler. O gün de köşkte aynı hazırlıklar yapılır, Yenilir içilir, işler görülür,
akşama doğru ücretleri ödenir. Aradan
çok geçmez. baş bahçıvan avarların otunu
alıp diplerini keserleyecektir. Yine aynı hazırlıklar yapılır, akşam ücretleri
ödenir. Aradan 15-20 gün geçer geçmez bu sefer de:
“-Efendim,
baş bahçıvan avarları yatıracak” derler. Bu Meram’da avarlar için yapılacak son
işlemdir. Önce avarlar sulanmıştır, tavları geçmeden kabak ve salatalıklar
yatırılır. Diğer sebzelerin de dipleri doldurulur. Sıcakların bastırmaya
başlaması ile yetişen sebzeler yaz boyu yenir içilir, bir bölümü kurutulur.
Sonunda güz gelir. Onca masraf ve emeklerle yetişen sebzeleri bir gece soğuk
vuruverir.
Vali paşa,
akıllı ve tecrübeli adamdır. Avarlar ve köşkün diğer giderleri için yapılan bütün masrafları bir deftere
teker teker not etmiştir. Yapılan masraflarla elde edilen mahsul mukayese
edildiğinde arada büyük fark vardır. O paranın yarı parası ile dünyanın sebzesi
ve meyvesi alınır. Vali paşa bu duruma fena halde içerler. Bir gün Eski Meram
Yolu’nda Tren Yolu geçidinden hemen ileride, Paşa Çeşmesi denilen çeşmenin
önüne adamları ile birlikte durur. Meram’a bahçesine gidip-gelenleri sorguya
çeker.
“-
Meram’da oturduğun bağı, bahçeyi sen mi aldın, yoksa babandan mı kaldı?” diye
sorar.
“-Babamdan
kaldı” diyenlere,
“-Haydı
başına bela kalmış, bu dert sana yeter de artar bile ” deyip salar.
“-Ben
satın aldım” diyenlere,
“-Ulan
akılsız adam, Konya’da alacak başka şey bulamadın mı?” der ve adamlarına dönüp:
“-Bu
adama yüz sopa vurun” dermiş.
Yani evvelden beri Meram’da
yaşamanın, zevk ve sefanın faturası oldukça ağırdır. Her sefanın bir cefası,
her nimetin bir külfeti, her inişin bir yokuşu vardır. Eğer işlerinizi başkalarına yaptırırsanız,
Meram’daki bahçenizin masraflarının hakkından gelemezsiniz. Bunun için
eskilerin Meram için “Meram zenginlerin sayfiyesidir” sözü boş yere
söylenmemiştir.
Bir de
şehre günümüzdeki gibi gidiş gelişler için ne otobüs ve ne de dolmuş vardır.
Araba ve at gibi Meramlının özel vasıtası yoksa, gidiş gelişleri yaz boyu yaya
yapmak zorundadır.
O dönemlerde
heybeyi sırtına vuran yollara düşerdi. İnsanların sırtında taşıdığı çeşit çeşit
yün heybelerden, at için üretilen sanat değeri yüksek halı heybelere kadar pek
çok heybe üretilirdi. Bu durum, meşhur Konya
türkülerine kadar yansır. İşte bu türkülerden bir tanesi, “Çek Deveci Develerin
Yokuşa” türküsüdür.
Türkünün bir
bölümünün güftesi ise şöyledir:
Çek deveci develerin sulansın
Akan çeşmelerin bulansın
Heybe dalında
Meram yolunda
Şişe belinde
Saat koynunda
İller yanında
Saracoğlu’nda
Bu durum yeni Meram Yolu
açılıncaya ve belediye otobüsleri çalışmaya başlayıncaya kadar devam eder.
Ayrıca yollar kışın çamur, yazın toz deryasıdır. Meramlı bunları da sinesine
çekmek zorundadır.
Benim anladığıma göre, Evliya Çelebi’mizden,
bütün seyyahlara, meşhur şair ve
ediplerimize kadar, Meram’a övgü düzenlerimizin içinde, Meram’da ömründe bir
yaz bile kalmayan, zahmetlerini çekmeyen, sadece onun güzelliklerine tanık,
gelip geçici Meram hayranlarıdır. Günümüzde Meram’a hayran olup da, Meram’dan
kucak dolusu para vererek bahçe alan, buraya muazzam evler, villalar yaptırıp
da birkaç yıl sonra geldikleri yere dönen çok insan vardır.
İşçisi, aşçısı ve uşağı
olmayan Meramlı ev hanımlarının çektiği sıkıntı ve zahmete günümüz hanımlarının
hiç birisi bunlara katlanamaz. Meram’da yaz günleri hayat, gün doğmadan başlar,
havalar ısınıncaya kadar devam eder. Hiçbir Meramlı hanım, öyle saat dokuzlara,
onlara kadar yatamaz. Bu saatler iş saatleridir. Bu erkekler için de böyledir.
Her dikilen çiçeğin ve gülün bakımı vardır.
Meram’da eskiden evlerde
çeşme yoktu. Çamaşır yıkamak veya tandırda ekmek yapmak başlı başına bir iştir.
Çamaşır için bir gün önce ev hanımı, ya çeşmeden veya çaydan su çekip evdeki
bütün su kaplarını dolduracaktır.
Ertesi günü çamaşır
günüdür. O zamanlar deterjan falan da yoktur. Önce çamaşırlar elenmiş temiz
meşe külü ile kaynatılır, yumuşayan kirli çamaşırlar tokuçla dövülerek
sabunla yıkanır, sonra tekrar
kaynatılarak ağartılırdı.
Yeni nesil tokucun bile
nasıl bir şey olduğunu bilmez. Kalın ağaçtan yapılan tokucun, el tutacak bir
sapı, sapından sonra 6-8 santim kalınlığında ve otuz santim uzunluğunda bir
ağırlık bölümü bulunurdu. Çamaşırlar
bununla dövülürdü.
Bir örnek olarak anlatmak
gerekirse Eski Meram Yolu’nda Vali Konağı’ndan Bürümcek Başı’na yani Yeni Meram
Yolu’nu, eski Sigorta Hastanesi yanından Eski Meram Yolu’na bağlayan yolun
karşısına kadar yaklaşık 1.5-2 kilometrelik yol üzerinde toplam dört çeşme
vardı. Bunların ilki, Vali Konağı yakınındaki köprünün karşısında, ikincisi
Çaybaşı Camii’nin köşesinde, üçüncüsü Çandır Sokağı’nın başında, dördüncüsü de
Bürümcekbaşı Camii’nin yanında idi.
Meram yolundan demiryoluna doğru son çeşme de, Paşa Çeşmesi idi. Sular bu çeşmelerden temin edilirdi. Meram’ın
ara yollarında ve sokaklarında katiyen çeşme bulunmazdı.
Bir de bütün yemekler
ocaklarda pişirilirdi. Ve ev hanımı sık sık ocakta pişen yemeği ve ateşi
kontrol etmek mecburiyetinde idi. Yemek ısınacak, yine ocak yakılırdı. Konya’da
taş kömürü tozu bile Konya’da çok sonra kullanılmaya başlandı. Bu, ev
hanımlarını biraz rahatlatır gibi oldu.
O pompalı, pirinçten
mamul, önce kafaları ispirto ile ısıtılan gaz ocakları çıktığı zaman anneannem,
o kadar memnun olmuştu ki, bunu icat edenin bir gayrimüslim olduğunu düşünerek,
“Allah bunu icat edene, din nasip etsin” diye dua ederdi. Bu sözü onun ağzından
sık sık duyardık. O anlayış ve inanca göre, Müslüman olmak kadar dünyada başka
bir güzellik ve mutluluk olamazdı. Böyle
insanlık hayrına iş yapanları din kardeşleri arasında görmek isterlerdi.
Ekmek günleri de ev
hanımları için çok zor ve zahmetli günlerden birisi idi. O yoğun ateş altında
tandıra ekmek vurmak, her hanımın kârı değildi. Ekmek hamuru yoğurmak bile
başlı başına bir işti.
Vaktiyle bir evin hanımı
sabahleyin erkenden kalkmış, önce evini silip süpürmüş, hamurunu yoğurmuş,
tandırını yakmış, işi başından aşkın, bir taraftan hamurun vakti geçiyor, diğer
taraftan ateş göklere sünüyor, kocasının
bunlar umurunda değil.
Adam hanımıyla biraz şakalaşıp, cilveleşmek
istemiş. Ama zavallı kadının zamanı değildir. Hanımı, tandır sırığını kaptığı
gibi kocasının üzerine yürümüş. Kocası
kaçmış, ama bu hengâmede de külahını yere düşürmüş. Adam Hanımına uzaktan,
“Hanım bizim sülalede karıdan korkan erkek yok. Sen şu külahımı atıver de, çarşıyı
bir dolaşıp geleyim” diye seslenmiş. Külahını bile almaya gidememiş.
MERAM’DA
KIŞ HAZIRLIKARI
Meram’da sebze ve
meyveler haziran ayının sonundan itibaren bollaşmaya başlar ve bu bereket yaz
boyu devam eder. Öyle sanıldığı gibi Meram sakinleri ağustos böceği gibi yazı,
zevk ve safa içerisinde geçirmez, uzun sürecek kış ayları için de yoğun bir
hazırlık içerisinde olurlardı.
Meyveler içerisinde önce,
kiraz ve dutla yaz ayı başlar. Meram’ da şöyle halk arasında söylenen bir söz
vardır. Kiraz, “Eğer benden sonra hemen ardımdan dut yetişmese idi, herkesin
boynunu, sapıma döndürürdüm” dermiş. Böylece kirazın zayıflatıcı özelliğine
dikkat çekilirdi. Günümüzde hekimler, kirazın faydalarını anlatmakla
bitiremiyor, kiraz saplarının atılmamasını tavsiye ediyorlar
Kiraz ve dutu kayısı, vişne, yaz ve harman
elması, erik çeşitleri ve armutlar takip eder. Meyve olsun, sebze olsun güz
aylarına kadar devam ederdi. Yaz armutları içerisinde de şeker armudunun başka
bir yeri vardır. Sebze ve meyveler bir taraftan yaş olarak tüketilirken, bir
kısmı da kurutularak kışa saklanır.
Kuru Sebze ve Meyveler
Sebzelerden, sivri biber,
dolma biber, kabak, patlıcan ve fasulye kurutulan sebzelerin başında gelir.
Kabak, musakkalık ve sarmalık, patlıcan hem musakkalık, hem dolmalık, hem de
karnıyarıklık olarak kurutulur. Fasulye ise, incecik dilimlenerek kurutulur.
Kışın etle pişirilen fasulyenin tadı bir başka, hatta yeşilinden bile lezzetli
olur.
Bunların kurutulması ve
saklanması gerçekten büyük bir ustalık ve beceri ister. Eski ev hanımları bu
konuda son derece mahir idiler. Kurutulacak sebzelerin hiç birisi yakıcı
güneşte bırakılmaz. Az güneşli ve havadar yerlerde kurutulurdu. Sebzeler kurutulduktan sonra da havadar,
temiz bir yerde özel kaplarda muhafaza edilir.
Bütün bu kurutulmuş sebzeler son derece
sağlıklı besinlerdi. O zamanlarda suni gübre kullanılmadığı gibi öyle hormon
falan da bilinmezdi.
Meramlıyı en çok meşgul
eden, yaz boyu onu uğraştıran işlerden birisi meyvelerin kurutulması işidir.
Yaş olarak tüketilen ve kurutulan
meyvelerin başında kayısı gelir. Şekerpare kayısılar kışın yemek, diğer yerli
ve ekşimsi kayısılar hoşaflık için
kurutulur. Kurutulan kayısıların
ihtiyaçtan fazlası da satılabilirdi.
Kayısılar fazla olgunlaşmadan kurutulmalıdır.
Kayısı fazla olgunlaştıktan ve sulandıktan sonra kurutulursa bir bölümü
siyahlaşır ve kalitesi düşer. Fazla olgunlaşan kayısılar da pestil olarak
dökülür. Pestil yapımında, delikliden geçirilen kayısıların posası atılır,
deliklinin altına geçen bölümü hafif yağlanan tepsilerde incecik kurutulduktan
sonra katlanarak kışa saklanır. Kayısı kurusunun yaz dışında, iki çeşit yemeği
yapılır. Bunun birisi kayısı etle pişirilir, buna kayısı yahnisi adı verilir.
Et, kayısı içerisinde apayrı bir lezzete dönüşür. Bir de kayısının tatlısı
pişirilir, üzerine tereyağı ve ceviz atılarak tüketilir. Son derece hafif ve
sağlıklı bir ev tatlısıdır. Şimdiki nesil bunları da hatırlamaz ve yapmaz
oldu.
Bir de şekerpare ve tatlı
kayısıların içine tatlı çekirdek ve badem konularak dürülür veya çekirdeği
çıkarılan kayısıların içine tatlı çekirdek veya badem konularak kurutulur. Buna
Konya’da dürtme tabir edilirdi.
Meram’da kayısıdan sonra en çok kurutulan meyveler
arasında erik gelir. Bazı erikler kurutmaya gelmez. Hamıtatlı denilen ve erken
olan erikler sadece yaş olarak
tüketilir. Olgunundan komposto yapılır.
Meram’da kurutulan eriklerin başında böğrek
erik denilen erik çeşidi ile sarıerik gelir. Bu iki erik çeşidi de Meram’a has
erik çeşitleridir. Bu iki erik çeşidi kış boyu hem kuru meyve olarak
tüketildiği gibi ayrıca yahnisi de yapılır.
Bilhassa sarıerik, kurutmak için en münasip erik çeşididir. İnsan bu
erik kurusunun rengine imrenir. Kehribar gibi pırıl pırıldır. Hurmaya benzer.
Sarıerik de Meram’da yok olmaya yüz tutmuştur. Erik kurusu ayrıca kayısı ile
birlikte hoşaf için de kullanılır.
Elma, armut da kurutulan
meyveler arasındadır. Buna da Konya’da elma veya armut kakı denir. Çok kurursa
yenmesi zorlaşır.
Vaktiyle iki yaşlı Konyalı
evlenmiş. Hani yeni evlilere gerdek gecesi, çetnevir ikram edilir ya, çetnevir
tepsisinde kuru meyveler arasında elma kakı da varmış. Gece yatmışlar. Adam
camiye sabah namazına gitmiş. Dönüşünde bakmış hanımı ağzında bir şeyler
geveliyor. Adam yeni eşine sabah sabah ne yediğini sorunca eşi, “Ne olacak
akşam ağzıma verdiğin elma kakı” demiş.
Konya’da bir de küçük vişne çeşidi vardır. Bunun
rengi daha koyudur. Bu da şurupluk ve reçellik yaş olarak tüketildiği gibi
kurutularak hoşaflık olarak da kullanılırdı.
Meram’da bağı olup da yazı
boşa geçirmeyen ve kış hazırlığı yapan aileler kışın yiyecek sıkıntısı çekmez,
az bir harcama ile kışı geçirmeleri mümkün olurdu. Şimdi bütün bunlar unutuldu. Günümüzde Meram’da da, şehirde de
üretici ailenin yerini tamamen tüketici aileler aldı. Eski insanlar harp-darp
görmüş, kıtlık yılları yaşamış, tecrübeli ve tedbirli insanlardı.
Meramlı kışlık yakacağını
da bahçesinden temin ederdi. Budanan ve kuruyan meyveli ve meyvesiz ağaçlar,
kışın yakacak ihtiyacını rahat rahat karşılardı. En kaliteli odun da pelit
(Meşe) ağacından elde edilirdi. Ateşi dayanıklı olurdu. O dönemlerde evlerde
daha çok odun sobası bulunurdu. Konya’da kömür sobaları daha sonra
yaygınlaşmaya başladı.
Evde Yufka ve Erişte Yapımı
Güzün bahçelerde
kış için yapılan hazırlıklardan birisi de, yufka ve erişte yapımı idi. Güzün
evde ekmek yapılmıyor ve un bulunmuyorsa çarşıdan bir-iki batman un alınır,
bunun bir kısmı ile erişte kesilir, kalanı ile de yufka yapılırdı. Eğer ramazan
da yakınsa bu hazırlık mutlaka yapılırdı.
O dönemlerde bağ
ve bahçelerde hatta şehir evlerinde bile birkaç kümes hayvanı bulunur,
bunlardan elde edilen yumurtalarla çok leziz ve besleyici özelliği olan erişte
kesilirdi. Kalan hamurun bir kısmıyla da şehriye dökülürdü. Kesilen erişteler
kuruduktan sonra demir saç üzerinde kavrulur, bunlardan pişirilen pilavlar son
derece kokulu ve lezzetli olurdu. Ev eriştesinin lezzetini bilmeyen insana,
makarna ile bunun arasındaki farkı anlatmak mümkün değildir.
Şimdi çocuklar
da, büyükler de tatsız tutsuz makarnaya talim ediyor. İtalyanlardan aldığımız
çeşit çeşit makarnalar moda günümüzde. Şimdi bağ ve bahçesi olduğu halde, kimse
zahmete girip erişte kesmeye yanaşmıyor. Hanımlar zahmetsiz olsun da, lezzetsiz
olsun diyorlar.
Güzün yapılan
yufkalar şehre inildikten sonra tüketilirdi. Yufka olsun, erişte olsun ramazan
aylarının vaz geçilmez yiyeceklerinden ikisi idi. Yufka sulanarak ekmek yerine
tüketildiği gibi ev hanımları gece on-on beş dakika içerisinde yufka böreği
hazırlayarak sahur yiyeceği olarak ev halkına sunardı. Bu yiyecekler insanı hem tok tutucu, hem de
son derece sağlıklı yiyeceklerdi. Tabii bunların her ikisinin yanında karışık
meyve kurularından hazırlanan son derece leziz hoşaflar da mutlaka bulunurdu.
Günümüzde
insanlar ramazanları daha hafif, fakat katkı maddeli yiyeceklerle geçiriyor.
Zeytinde zeytini siyahlaştırıcı kimyevi maddelerden, süt, yoğurt ve peynirlerde
katkı maddelerinden geçilmiyor. Et deseniz o da ortada… En çok katkı maddesi de
ekmekte bulunuyormuş. Sağlıkçılar her gün, katkı maddeleri insanlarda kanser
yapıyor diye bas bas bağırıyor, ama duyan kim?
Günümüz yiyecek
ve içeceklerinin çoğu sağlığa zararlı maddeler. Ama bir türlü önüne
geçilemiyor. Onun için şimdi doktorlar, yiyecekleri anneanneniz gibi hazırlayın
tavsiyesinde bulunmaya başladılar. Ama ne mümkün?
Reçeller
Meram’da kış için yapılan
hazırlıklardan birisi de çeşit çeşit, reçellerdir. Her mevsimin reçeli ayrıdır.
Baharla birlikte ilk yapılan reçel, gül reçelidir. Gül reçeli her gülden yapılmaz. Mayıs ayında açan, aynı zamanda gül yağı için
yetiştirilen kokulu gülden yapılır. Gülün yaprakları tek tek koparılır,
yaprağın bağlantı yerindeki beyazlık alınır. Ayrılan bu gül yaprakları şekerle
kaynatılarak reçel haline getirilir. Halk arasında gül reçelinin pek çok
hastalığa iyi geldiği kabul edilir. Tıp adamları da bunu kabul etmektedir.
Reçel için kullanılan bu
gül çeşidinin ömrü çok kısadır. On beş-yirmi gün içerisinde açıp geçer. Onun
için bu tür gül zamanı geçirilmeden kullanılmalıdır. Eskiden bahçelerin bir
köşesinde bu gülden mutlaka bulundurulurdu. Sonradan bu güller sökülerek
devamlı açan güller dikildi.
Aşağıda anlatacağım
şekilde bu gül çeşidinin suyu da çıkarılırdı. Bunun için anneme yardım eder,
gül suyu çıkarmaktan son derece hoşlanırdım. Şimdi bahçelerde ne bu çeşit gül kaldı, ne de gül suyu
çıkaran.
Gül suyu çıkarılışı da
şöyle olurdu: Orta büyüklükte ortasına küçük bir tas konan tencerenin tabanına
ve tasın etrafına gül yaprakları doldurulur, bundan sonra tencerenin kapağı
ters olarak kapatılır. Tencere ile kapağının birleştiği yer, hamurla iyice
kaplanır. Böylece tencerenin içinden dışarıya buhar çıkması önlenmiş olur.
Bundan sonra tencere, çok kısık ateş üzerine konulur. Kısık ateşte buharlaşan
gül suyu damlacıkları, tencere kapağı üzerinde toplanmaya başlar. Zaman zaman
dışarıdan tencere kapağının üzerine soğuk su dökülerek kapağın üzerinde biriken
buharlar tenceredeki tasın içerisine damlaması sağlanır. Kapak üzerinde ısınan
su da sık sık soğuk su ile değiştirilir. Bir süre ateş üzerinde bırakılan
tencere, ateşten indirilerek tasın içerisindeki su alınır. Bu muamele birkaç
sefer tekrarlanarak ihtiyaca yetecek kadar gül suyu elde edilir.
Nane suyu da aynı şekilde
elde edilir. Bu şekilde elde edilen nane suyu bazı mide rahatsızlıklarında suya
ilave edilecek veya şeker üzerine damlatılacak üç-beş damla nane suyu hemen
tesirini gösterir ve rahatsızlık son bulur.
Bu sular serin bir yerde muhafaza edilir.
Temmuz ayında da kayısı
ve erik reçelleri, kayısı ve erik marmelatları yapılır. Bundan sekiz-on yıl
önce oturduğuz kamelyanın yanına yaprakları kahve rengine çalan bir erik fidanı
dikmiştim. Meyvesi kırmızı, biraz ekşice idi. İlk yıllarda pek yüzüne bakan
olmadı. Hanım bir yıl bu erikten bir miktar reçel yapmıştı. Reçeli o kadar
lezzetli oldu ki anlatamam. Allah her meyveye ayrı bir tat ve koku vermiş.
Şimdi bu eriğin bir tanesi bile boşa verilmez. Çocuklar bu eriği ya reçel veya
kompasta olarak tüketirler.
Yazın en çok yapılan ve
en çok yenilen reçellerden birisi de vişne reçelidir. Eskiden vişne reçeli,
küçük yerli vişnelerden yapılırken, günümüzde iri Kütahya vişnelerinden
yapılmaya başlandı.
Benim ve eski
Konyalıların çok sevdiği reçellerden birisi de et kabağı reçelidir. Trakya
taraflarında buna su kabağı falan da diyorlar ve bu kabak çeşidini pek
yemiyorlar. Biz bu kabağın iki yemeğini yaparız. Birisi kabak, bol etle ve
biraz nohutla pişirilir. İçerisine sarımsak, koruk suyu veya limon eklenir. Bu
kabak eski Konyalılar arasında çok meşhurdur. Adı da ekşili kabaktır. Bir de
bunun tatlısı yapılır. Onda da kabağın içi, daha doğrusu çekirdekleri
boşaltılır, yerine et ve pirinç doldurularak ve şeker eklenerek yenir.
Bu kabağın reçeli de çok
nefis olur. Bu reçel içerisine bolca damla sakızı ilave edilerek yapılır. Bu
reçel Konya’nın klasik reçellerindendir. Şimdi bu reçel de tarihe karışmak
üzere.
Her yıl bahçeye bu
kabaktan birkaç kök diker ve yazın birkaç sefer ailece yeriz. Bu kabağın
çekirdekleri çok sert olduğu için fidesinin çıkması çok zor olur. Bunun için
özel bilgi ve gayret gerekir.
En son yapılan reçel de
ayva reçelidir. Ayva güz meyvesidir. Meram da birkaç çeşidi vardır. Reçeli ekim
ayından sonra yapılır. Ayva reçeli de gerçekten güzel reçellerin başında gelir.
Meramlı ve Konyalı bu saydığım reçellerden bir kaçını yaparak kışa hazırlık
yapmış olur. Aslında Meram’da yapılan
reçel çeşidi bu kadar değildir. Konya’da Kırk civarında reçel çeşidi
vardır.
Bulgur Yapımı
Meram dahil,
bütün bağ ve bahçelerde yapılan kış hazırlıklarından birisi de bulgur kaynatma
işidir. Harman sonrasında, hazırlanan ocaklarda, büyük kazanlar içerisinde
buğday kaynatılır, kurutulan bulgurlar daha sonra, dibeklerde dövülerek veya
değirmenlerde çekilerek kış boyu yenilirdi. O zamanlar kış aylarının en önemli
iki yemeği, bulgur pilavı ile tiritti. Tirit harcıâlem kolay yemeklerden
birisidir. Biri birinden farklı tirit çeşitleri vardır. Tirit sayesinde
kurumaya yüz tutan ekmekler değerlendirilir, böylece ekmek israfı önlenmiş
olurdu.
Yakın komşular
bulgur kaynatma işini birlikte yapar, ayrı ayrı ocak kurma ve malzeme
temininden kurtulmuş olurlardı. Bulgur kaynatma
bazı bölgelerde eğlenceye dönüştürülür, bulgurla ilgili maniler
söylenir.
İşte bir bulgur
manisi
Bulgur koydum kazana
Gel bu yana bu yana
Şu canım kurban olsun
Seni bana yazana
Bulgur kaynatılırken
eğlenildiği gibi, bulgur çekilirken de türküler söylenip eğlenceler tertip
edilir. Her şey hazıra binince, bulgur kaynatma da bu eğlenceler de tarihe
karıştı.
Daha önceleri her
mahallede cami çevrelerinde veya köşe başlarında vakıf büyük taş dibekler konur, hanımlar burada
ağaç tokmaklarla buğdayları döverek bulgur haline getirirlerdi. Mesela Meram’da
bir mevki Dibekbaşı olarak anılırdı. Şimdi bu tarihî taş dibekler nerelere
gitti bilinmemektedir.
Bulgurun yenecek hale
getirilmesi için dövülen buğday taneleri, hafif rüzgârlı havada savrularak kabuğundan arındırılırdı. Küçük
bulgur kırıkları da elenerek ayrılırdı. Düğü de bu şekilde elde edilirdi. Şimdi günümüzde bulgur da düğü de çarşıdan
alınıyor. Üstelik Bulgur da eskisi kadar tüketilmez oldu.
Pekmez Kaynatma
Meram’ı anlatan pek çok
yazar, bahçelerin bir bölümünün üzüm bağı ve asmalık olarak ayrıldığından
bahseder. Halbuki bu doğru değildir. Eskiden beri Meram’da üzüm bağı olmayan
pek çok bahçe vardı. Son zamanlarda kurulan asmalarla daha yaygın hale gelmeye
başladı. Günümüzde Meam’da artık her bahçede birkaç üzüm çubuğuna ve asmasına
rastlamak mümkündür.
Eskiden üzüm bağlarında
çeşit çeşit üzüm bulunurdu. Dimnit, aladiriz,
beyaz gut, büzgülü bunlardan bazıları idi. Beyaz gut, iri ve sık taneli
bir üzüm çeşidi idi. Çok sulu olur, salkımından kolay kolay kopmadığı için bu
üzümü ısırarak yerdik. Yaz boyu yaş
olarak tüketilenlerden geriye kalan üzümler üşümeden, eylül ayı sonlarına doğru
toplanarak pekmez kaynatılırdı.
Önce üzümler bez torba ve
çuvallarda, çaraş adı verilen havuzlarda çiğnenerek suyu alınır. Sonra bunlar
torbalarda ak toprakla çalınarak süzülürdü. Alınan üzüm suyuna da şıra adı
verilirdi. Ak toprak şıranın tatlanmasını sağlardı. Her bağ evinde, pekmez
kaynatacak büyük leğen, şıra koyacak büyük kazanlar bulunurdu. Eksik ve yedek
kaplar komşulardan emanet alınırdı. Sonra büyük leğenlere göre derin ocaklar
açılırdı. Ve pekmez kaynatma işi bitene kadar, bu işe gece gündüz ara vermeden
devam edilirdi.
Pekmez kaynatmanın en
heyecanlı zamanı pekmezin kaynamaya başlayacağı zamandır. Dikkat edilmezse
pekmez bu sıra taşar, bir kısmı boşa giderdi. Herkesi bu sırada tatlı bir
heyecan sarar ve bir koşuşturma başlardı.
Pekmezin bu durumuna, “Deli aşara bindi” tabiri kullanılırdı. Bu tabir
de günümüzde unutulan tabirlerimizden birisidir. Yeni nesilden bunu hiç
duymayan gençlerimiz çoktur.
Pekmez kaynatılırken kuru
kayısı, kabak ve patlıcan reçelleri de yapılırdı. Pekmez kaynatılan bölgeyi mis
gibi pekmez kokusu sarardı. Pekmez kaynatanlar pekmezin indirileceğine yakın
konu-komşuya tabaklarla pekmez köpüğü
dağıtırdı. Bu getir-götür işlerini genellikle evin küçük çocukları yapardı. Köpük uzun saplı kepçelerle savrularak elde
edilirdi. Pekmez köpüğünü alanlar, bunu
kaşıkla değil de tabii olarak kayısı gibi ağaç yaprakları ile yerlerdi.
Özellikle iri olduğu için köpük yerken dut yaprakları ile susam yaprakları
tercih edilirdi. Çok yakın komşular ve eş-dost köpük yemeye pekmez leğeninin
başına davet edilirdi. Orada köpük yemenin ayrı bir tadı olurdu. Bekleyen köpük
bir süre sonra bir miktar pekmeze dönüşüverirdi.
Bu arada üzüm turşusunu da
anlatmadan geçemeyeceğim. Bu turşu sadece büzgülü denilen sert, kütür kütür bir
üzüm çeşidinden yapılırdı. Bu üzüm iyice
olgunlaşmadan alacalı iken küplere kurulurdu. Hiçbir turşu bu kadar lezzetli
olmazdı. Bu üzüm turşusu iyi muhafaza edilirse bahar aylarına kadar dayanırdı.
Anneannem bu turşuyu çok iyi kurardı. Belki kırk yıldır bu turşuya hasretiz.
Günümüzde insanların huyu-suyu yanında ağız tatları bile değişti. O eski
güzelim tatları hatırlamaz oldu.
Bir de sert ve dayanıklı
üzümlerden, özellikle de büzgülü üzümünden hevenk örülür, bunlar kilerlerin
ağaçlarına asılarak muhafaza edilirdi. Baharda bağ belleyen amelelere anne
annemin böyle üzüm ikram ettiğini hatırlarım. Bu bir âdet mi idi, bilemiyorum.
Yere döşenen üzüm fazla dayanmadığı için hemen tüketilirdi. Aynı şekilde kış
armutları da iplere bağlanarak pardaya asılırdı. Bunun sebebi de yere veya üst
üste konulan meyveler kısa sürede çürürdü. Çürüyen bir meyve diğerlerine de
sirayet ederdi.
Asılarak muhafaza edilen
yiyeceklerden birisi de kavun, eski tabirle divlekti. .Bir zamanlar böyle
saplarından iplerle asılarak saklanan kavunlar, bahara kadar dayanırdı. Şimdi
yetiştirilen kavunlar, fenni gübrelerle yetiştirildiği için, bir ay bile
dayanmıyor, olduğu yerde eriyiveriyor.
Eskiden bir de kalın
kabuklu kış karpuzları olurdu. Bunların içi, diğer karpuzlar gibi kırmızı
değil, iri çekirdekli ve sarı olurdu. Durdukça sararırdı. Saman içerisinde
muhafaza edilen kış karpuzları kendi kendine olgunlaşır ve bahar aylarına kadar
dayanırdı. Eskiden çok kullanılan, “Daha
karpuz yiyecektik” lâtifesi bu karpuzlardan gelirdi. Geceye doğru kalkmaya
yeltenen misafirlere böyle denirdi.
Günümüzde sadece Meram’da değil bütün bir
Konya’da artık, bu kadar kış hazırlığı yapılmıyor
Meramda İş Bitmez
Meram’da her mevsimin ayrı
işi vardır. Yaz ayı sonlarında bahçeye alınan beş-on yaprak koyunu, şehre
ininceye kadar beslenir. Yiyecek boldur. Bu koyunlar şehir evine inildikten
sonra kış boyu beslenmeye devam edilir, bunlar 15-20 gün ara ile kesilirdi.
Böylece evin taze et ihtiyacı karşılanmış olurdu. Bu etlerin tadına doyum
olmazdı. Bu etlerdeki lezzet anlatılamaz.
Meram’da güzün, daha
doğrusu ağaçlar yapraklarını döktükten sonra
yapılacak işlerin başında, bahçenin sürülmesi ve bellenmesi işi gelir. Geniş
alanlar atla sürülür. Bu bahar için yapılan bir hazırlıktır. Böyle bir hazırlık
sebze ve meyvede verimi artırır. Güzün yapılan diğer bir iş de, ağaçların
budanmasıdır. Bu iş de Şubat ayına kadar devam eder, Ağaçlarda budama, meyve
verimini artırdığı gibi, ağaçların gençleşmesini de sağlar. Bir de güzün
ağaçların dipleri bellenir ve çitlik gübresi atılır.
Acı baharda yapılacak
işlerin başında, aşı işi gelir. Bahçelerde meyve çeşidi böyle çoğaltılır. Bu
aşıya yarma aşı denir. Bir de haziran ayında yapılan aşı vardır ki, buna da
yaprak aşısı adı verilir. Konya’da Gül
aşısı da haziran ayında yapılır. Yaprak aşısı eylül ayına kadar devam edebilir.
Geç yapılan bu aşıya da, “Uyur aşı” tabir edilir. Bu aşıların tutma ihtimali
daha yüksektir. Bu aşılar yapıldıktan 15-20 gün sonra sürdüğü gibi bazıları da
baharla birlikte sürer. Her eski Meramlı bu aşıların inceliklerine vakıftır. Bu
işi yapamayanlar da aşılarını eş ve dostuna yaptırırdı.
Hem bahar, hem de güzün
yapılacak önemli bir iş de meyve fidanı dikimi işidir. Güzün dikilen fidan
tercih edilir ve bu fidanların bahara bir yaşına girdiği kabul edilirdi.
Lafın kısası, Meramlı için
işsiz, güçsüz bir mevsim yoktur. Kışın ne yapılır diyeceksiniz. Eskiden, bağ evleri tek katlı ve toprak damlı idi. O zamanlar çok da kar yağardı. Kar yağdıktan
sonra, Meramlı sırtına kar küreğini sırtına vurduğu gibi Meram’ın yolunu
tutardı.
MERAM’DA
SULAMA
Meram’ı Meram yapan bütün
güzelliklerin ve yeşilliğin iki sebebi vardır. bunlardan birisi, Meram Çayı,
ikincisi de halkın gedavet adını verdiği serin rüzgârdır.
Meram’da sulama sistemi
Selçuklu Döneminde kurulmuş, hangi ırmağa ne kadar su verileceği tespit
edilmiştir. En çok su, Şehir Irmağı’na verilmiştir, Anadolu Selçuklu Döneminde konulan kurallar Osmanlı
Döneminde de uygulanmıştır.
Meram Çayı’nda dört mevsim
su bulunur. Baharda çoğalan sular sadece Meram’ı değil, Konya çevresindeki bütün
bağ ve bahçeleri da sular. Âdeta Konya’ya hayat verir. Sıcak yaz günlerinde
Meram Çayı’nda su oldukça azalır. Bundan sonra sulamada sıkıntılar başlar. Sulama
sıraya konur, bu yüzden zaman zaman kavgalar bile olur,
Meram Çayı, bütün Konya’yı
sulağı gibi, halk içeceği suyu da bu çaydan sağlar, küplerde dinlendirilen
sular, en meşhur pınar sularından üstün tutuludur. Sular küpten küpe aktarılarak kullanılırdı.
Meramda sarnıçlar da baharla birlikte bu çaydan doldurulurdu. Sarnıç suları,
içmede kullanıldığı gibi hayvan sulamada da kullanılırdı. Simdi Meram’da birkaç sarnıç dışında sarnıç da kalmadı.
Sulama işlerinin başında bugünkü
anlamda, Mirâb denilen bir müdür bulunur. Mirâblar Köyceğiz’de oturur, gerektiğinde
zuhur edecek problemlere anında müdahale eder. Mirapların emrinde, havalalar,
onların emrinde de çok sayıda sıyırtıcı bulunurdu. Bu suretle sistem devamlı kontrol altında
tutulmuş olurdu. (1)
_______________________________
1.V.A. Gordelovski, “Konya’da İrva ve İska Tarihine
DairMateryeller”, (Çev. Hasan Ortekin), Konya, S.18-19, s. 1055-1057.
MERAM’IN GAZEL SUYU
Meram’ın
eski güzellikleri ve menkıbeleri anlatmakla bitmez. Meram’da tarihe mal olan pek çok örf, âdet ve
tabir vardır. Bunlardan birisi de,
“Gazel Suyu” tabiridir. Bu, Meram’a has ve eskilerinin ağzından hiç
düşürmediği bir tabirdir. Yeni nesil bunun ne demek olduğunu bilmez.
Ekim, kasım
aylarının girmesi ve havaların soğumaya başlaması ile ağaçlar yapraklarını
yavaş yavaş dökmeye, yemyeşil yapraklar kahverenginin değişik tonlarına ve
kızıla çalmaya başlar. Bu dökülen yapraklara halk gazel der. Bu tabir her yerde
kullanılır. Meram Çayı yatağı da kaynağından itibaren bu aylarda çeşit çeşit
ağaçlardan dökülen bu gazellerle dolar taşar. Bazen çayda su bulunduğu zaman
öyle olurdu ki, insan çaydan sakin sakin su mu, gazel mi akıyor fark bile
edemezdi.
Eskiden Meram ve çevresinde ekim-kasım ayları,
yer altı sarnıçlarının da temizlenip yeniden doldurulduğu aylardır. İşte halk
bu sarnıçlardan kovalarla aldığı veya çaydan kaplarına doldurduğu sulara,
“Gazel suyu” adını verir. Alınan bu sular, küplerde dinlendirilerek içilir ve
bu suyun halk arasında pek çok derde deva ve şifalı olduğu kabul edilirdi.
Eskiden
Meramlılar, bu şifalı sulardan içmeden katiyen Meram’dan şehre inmezdi.
Meramlılar bu arada akrabalarını ve yakın dostlarını da Meram’a gazel suyu
içmeye davet edelerdi. Bu günler artık Meram’ın son güzel günleridir. Bir
taraftan da artık şehre inme hazırlıkları yapılmaya başlanır.
Günümüzde
Meram’da ne Meram Çayı kaldı, ne gazel suyu ve ne de gazel suyu tabirini
hatırlayan…Yeni nesil bunların hiç birisini bilmez… Gazel suyunun içildiği
günleri bizim nesil bile zor hatırlar oldu.
Meram’da
yaşantıyı olumlu olumsuz bütün yönlerini yetmiş yıllık tecrübelerime dayanak
anlatmaya çalıştım. Aslında eskirlin ifade ettiği gibi, Meram anlatılmaz
yaşanır. Günümüzde Meram’da dört mevsim gürül gürül akan ne meram Çayı kaldı ve
ne de o eski yeşillik. Tabiatıyla Meram’da yaşantı da büyük değişikliğe uğradı
ve eski yaşantıdan eser kalmadı.
Yorumlar