ENGEL TANIMAYAN ENGELLİ BİR SANATCI
Elsiz,
ayaksız hattat: Mehmed
Efendi
Bekir
Şahin
Bu gün ülkemizde
ve dünyada pek çok engellinin inanılmaz şeyleri başardığını görüyoruz. Ressam ,
müzisyen, sporcu…vb. Ancak eli ayağı bulunmayan birinin hattat olduğunu ne
duyduk ne de gördük.
Ayaksız olmak, hattat olmaya, yazı yazmaya engel
bir durum değildir. Ancak, elleri bulunmayan bir kimse, kalemi iki bileği
arasında tutarak nasıl yazar? Sonra, eski san’at yazılarımızın, şimdiki kalemlere
hiç benzemeyen tarzda ağzı olan ve sık sık mürekkep hokkasına batırılarak
kullanılabilen kamış kalemle yazıldığı, ayrıca, harflerin güzelliğini sağlayan
incelik ve kalınlıkların, kalemin elde tutuluş şekline göre çıktığı da düşünürsek
bunun ne kadar zor, hatta imkânsız olduğu düşünüle bilir.
Bu imkansızı başaran, Elsiz, ayaksız hattat:
Mehmed Efendi üçyüzyıl önece
yaşamış ondan sonrada bu işi başaran ne duyulmuş ne görülmüş.
Şimdi biz, bu elsiz ve ayaksız
hattatımızla ilgili Topkapı Müzesi
Kütüphanesi’nde ( H.ı363, sahife 147 a )
bulunan VekayÎnsâme-i Abdi Paşa isimli yazma târih kitabından
Receb ıo82(14 Kasım 1671) gününün vukuâtını Uğur Derman Hocamızın
sadeleştirilmiş ifadeleriyle nakledelim:
“ insanoğlunu hayrete düşürecek ve ibretle seyredilecek kadar garib, nâdir
vak’alardandır ki, iki eli bileklerinden ve iki ayağı bir şiddetli ârıza
sebebiyle’ düşmüş; hâsılı ne el kalmış, ne ayak… Böyle bir şahıs, geçimini temin için
dilencilikten başka yol kalmadığına karar verince, doğum yeri olan Bolu’dan İstanbul’a
gelerek “Suyolcu” diye tanınan bir hattattan ders alıp, bir müddet bütün
dikkatiyle çalışmaya devam eder. Elsiz olduğu halde, Allahın yardımıyla bu
dereceye getirdiği yazabilme kudretini meydana koymak için bir En’am-ı Şerif
yazıp, anılan ayın yirmi dördüncü gününde, bir vâsıta ile, padişahımız (IV.
Sultan Mehmed) hazretleri tarafında işitildiğinde, bahsedilen şahsı huzuruna
getirtti. Gözü önünde yazmasını emreylediği zaman, o elsiz ve ayaksız, hokka ve
kalemini çıkartıp bir satır sülüs ve iki satır nesih yazarak görenleri hayret
denizine düşürdü! Evvelce yazdığı En’âm-ı Şerif-i de orada arzedip, pâdişâhın
lütfunun bolluğundan nasibini aldıktan başka, günde yirmi akça emekli maaşı
verilerek, muradına erdirip gönlü hoşnud edilmişti.
Padişahın
bu husustaki emrinin yazıldığı berâtın üstüne, tuğra çekebilmem için evime geldiğinde,
yalnız başımızayken hâlini görüp, ibret almak üzere, ben de ona yazı yazdırdım.
Lâkin yazış şeklini anlatmak imkânsz! Hâsıl-ı kelam, yazarken görülmedikçe, lâyıkıyla
anlaşılmaz. Ama, kısacası bu ki, elsiz ve ayaksız hâlinde, iki bileğin
uçlarıyla hokkayı belinden çıkartıp, kalemi de iki bilek ucuyla kuvvetlice tutup,
kâğıdı önünde yere koyarak, tuhaf bir tarz üzere, eli çabuk kâtipler gibi,
korkusuz ve pervâsız her ne isterse yazıp bitirir. Dilediğini işlemek kudretine
sahip olan Allah’ı teşbih ederim”
Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde
yazı albümünün içinde, sülüs-nesih hatlarıyla yazılmış bir kıt’a mevcuttur.
Burada bulunan nâdide eserler arasında san’at değerine bakılmaksızın, anılan
kıt’anın ayrı bir yeri vardır. Resminde de görüleceği gibi, kıt’ayı Bîdest ü bîpa
(elsiz- ayaksız) Mehmed Efendi yazmıştır. Her ne kadar, zamanımızda, ağzı veya
ayak parmakları ile fırça tutarak resim yapanlar, hattâ sergi açanlar
işitiliyorsa da, bu hüner, kamış kalemi, kaidelere bağlı kalarak dar bir
çerçeve içinde bilekleriyle kullanmanın yanında, elbette daha kolaydır. Tabi
bunları da küçümsememek gerek.
Bu sanatçımızın yazdığı
eserlerle ilgili fazla bilgiye sahip değiliz. Ancak Müstakîmzâde Sadeddin
Efendi de, iki yüz yıla yakın bir zaman önce yazdığı Tuhfe- i Hattâtîn isimli değerli eserinde, onun hiçbir yazısına
rastlamadığını, Râşid Târihi’ndeki malümatı gördüğü için ismini kaydettiğini
dip notunda belirtiyor. Buradan da anlaşılıyor ki, Hattatımızın eserleri, zamanın
tahripkar eline pek fazla dayanamamış ve yok olmuştur.
Nasılsa kalan ve buraya
örnek olarak alınan kıt’a vaktiyle Necmeddin Okyay’ın eline geçmiş, sonra onun
koleksiyonuyla birlikte Topkapı Sarayı Müzesi’ne intikal etmiştir.Esere
baktığımızda hattatımızın elsizliğine rağmen, değme el sâhiblerine taş
çıkartacak derecede başarılı olduğunu görürüz. Hele üstteki sülüs satırda geçen
“kaf-te” bitişik harfleri, eli olan bir üstadın elinden çıkmışçasına
mükemmeldir.
Yazı için en önemli iki
uzvun birinden mahrum iken, istidâdıyla bu kadar yazabilen Bolulu Bîdest Mehmed
Efendi’nin kabri de belli değildir. Devhatü’l-Küttâb namındaki hattatlar
tarihinde, II. Sultan Süleyman devrinde (1687-1691 arası) vefat ettiği
kayıtlıdır.
Denilebilir ki, elinin
olmayışı, ona, büyük mahrûmiyetlerden sonra, gerçi yirmi akça gündelik ve
pâdişâhın ihsanını kazandırmıştır amma, hat san’atımıza muhakkak ki büyük üstâd
kaybettirmiştir.
KAYNAKÇA:
M. Uğur Derman, Ömrümün
Bereketi I, İstanbul 20011, s.89-91.
Hayat Tarih Mecmuası
2,10( 11,1971),s. 30-31
Yorumlar
Bloğ ,yazılarınızda açtığınız , konuların çeşitliliği, vermiş olduğunun birbirinden değerli bilgileriniz için ,öncelikle teşekkür ederim.
Üstadın ; Sülüs-Nesih hattı ile yazdığı ve "bîdest ü bîpâ" imzalı kıt'a(Topkapı Sarayı Milli Kütüphanesi “Güzel Yazılar Albümü” 321 numaralı sırada kayıtlı ) fotoğrafına , maalesef ulaşamadım.
Yardımınızı beklerim.
Saygılarımla
Bülent Bostancı
Maltepe/Ankara