YAZMA ESERLERDE BULUNAN “FEVÂİD KAYITLARI” NIN ÖNEMİ..
Bismillâhirrahmânirrahîm...
Saygıdeğer
hâzırûnu hürmetle selamlıyorum.
‘Kitap’ın bu gün bile tam olarak tanımını yapmak, her ne
kadar zor ise de, yine de: “Bir konuyu ya da bir amacı ifade etmek üzere
yazılmış veya basılmış kağıtların bir araya getirilmiş şekli” diye tanımlamak
doğruya daha yakın olsa gerektir.İslamî yazma eser terminolojisinde ise
‘Besmele’ ya da bir dua ile başlayan ve
“Ferağ Kaydı” diye adlandırılan detayla biten, iki kapak arasındaki uzun ya da
kısa her metin bir ‘kitap’tır. Konunun
böyle tanımlanması, boyut ya da muhtevasına göre bir kitabın mecmua, risale,
şerh, talik, haşiye vs. şeklinde adlandırılmasına engel değildir.
Kitabı
her ne kadar yukarıdaki gibi tanımlamaya çalıştıysak ta bilhassa yazma
eserlerin cilt kapaklarının iç kısmına genellikle ateş, su, darbe, nem, kurtlanma gibi olumsuz
tesirleri izale etme açısından eserdeki ana metni korumada faydalı olacağı
mülahazasıyla bir kaç boş yaprak ayırmak tarihe mal olmuş usuldendir. Bu
uygulamayı cilt kapaklarının iç kısımları yanı sıra risaleleri biri birinden
ayırmada da görmekteyiz. Bu boş yapraklara adından da anlaşılacağı üzere “Vikaye Yaprağı” ya da bu işlevi ifadeye
yarayacak başka isimler verilir. İşte bu
vikaye yapraklarına, tarihi süreçte bir şekilde kitabı elinde bulunduran sahip
ya da okuyucuları kağıdın bugünkü manada hor, müsrifçe ve saygısızca kullanımının
aksine, onu tutumlu ve hürmetkâr
kullanma anlayışının bir göstergesi olmak üzere bir takım yazılar yazmışlardır.
Bir de kitabın o toplumdaki saygın yerini dikkate alarak yazdıklarının kolayca
kaybolmayacağının verdiği güvenle gerekli gördükleri her şeyi o yapraklara
kaydedivermişlerdir.
Neler
yoktur ki bu kayıtlarda?! Aile tarihinden, ilaç terkiblerine; doğum-ölüm
tarihlerinden, hikmetli sözlere; veraset meselelerinden, tereke ya da nişan takımı kayıtlarına; çeşitli
tarih kayıtlarından, muhtelif beyitlere; Hz. Cebrail’in hangi peygambere kaç
defa geldiğinden, hangi hayvanın ortalama kaç yıl yaşadığına; ahir zamanda vuku
bulacağı ihbar edilen bir takım olaylardan, milletler arası savaşların ya da
anlaşmaların halka yansımayan yüzlerine; mutfak kültüründen, meteorolojik hava
hareketlerine; furûk-ı lügavî’den, sahih ya da mevzu hadislere; birisine canı
sıkıldığı için onun aleyhinde olmak üzere kaleme alınanlardan tutun, sosyolojik
bir takım konulara; ebced hesaplarından, bir kısım ilginç dua metinlerine; bir
takım kitaplardan yapılan alıntılardan, derste hocanın anlattıklarını kaydeden
talebe notlarına kadar akla-hayale gelmedik her şeyi bulabilirsiniz o
varaklarda, tabii en azından fakir kadar Arapça, Farsça ya da Osmanlı Türkçesi
bilmek kaydıyla...
İşte
kitabın asıl konusuyla genelde hiçbir alakası olmayan, başlı başına bir kitap
olamayacak bu kısa metinlere “Kendisinden istifade edilmesi umulan bend ya
da fıkra” anlamına gelmek üzere “Fevaid” ; bu fevaid’in yazıya
dökülmesinden oluşan metinlere de “Fevaid Kayıtları” adı verilir.Evet,
fevaid kayıtlarının “genelde” kitabın asıl konusuyla ilgili olmadığı her ne
kadar doğru ise de, zaman zaman o kitaptan ders verecek olan hocaların ve
ulemanın “derse hazırlık” anlamında, talebenin huzuruna çıkmadan önce konuyla
ilgili notlar tutmuş olabildiği ya da – yukarıda da işaret edildiği üzere-
hocanın derste anlattıklarından önemli bölümleri kaydeden talebe notlarının
bulunması gibi istisnai durumlar da yok değildir.
Tarihçiliğin
“Mikro Tarih” diye adlandırılan bir
bölümü var. Bunun ne olduğunu anlatabilmek için şöyle, sıradan bir örnek
verebilirim:İki devlet arasında cereyan eden sosyal ya da siyasal bir olayla
ilgili antlaşma imzalanması işin tarihî yönünü, bu anlaşmanın söz gelişi hangi
sarayın hangi salonunda imzalandığı, ya da anlaşma metninin kağıt üzerine mi
yoksa deri üzerine mi yazıldığı ve yahut ta kim tarafından ve ne tür bir
mürekkeple kaleme alındığı mikro tarihi ilgilendirir.Bu detayları tarihte
bulamazsınız. Yani ki mikro tarih,
yapılan işin “Atölye Çalışması” kısmı; hazırlanan bir yemeğin “Mutfak
çalışması” bölümü ya da mesela bu sempozyumda da olduğu gibi bir organizasyonun
“sahne gerisi” ile ilgilenir. Biz ise işin genellikle görünen yüzüyle
ilgilenirken arka planda olanları gör/e/meyebiliriz amma, oralarda cereyan
edenleri görmediğimiz için “yok sayma” gafletine düşersek, en azından ilmiliğimizi
ve saygınlığımızı yitiririz.
Mikro tarih çalışmaları konusunda araştırmacılara
ışık tutabilen bir çok örnekten ikisini öne çıkarmak istiyorum: Birisi,
defterleri uzun zamandan beri Süleymaniye Kütüphanemizdeki özel mekanında
araştırmacıların faydalanmasına sunulmakta olan
Süheyl Ünver Arşivi...İkincisi
de Nisan 2007 başlarında Galata Mevlevîhânesi’nden Kütüphanemize naklolunan Cemaleddin - Server Revnakoğlu Arşivi...
Bunlarda yaşadıkları devrin sözgelimi, hava gazı birim fiatlarından, sinema bileti
ücretlerine; şehrin sokak isimlerinden tarihi mezarlıklarına; tekke ve dergâh
adlarından, günün yaşayan deyim ya da yeni doğan argosuna kadar her şeyi ama
her şeyi bulabilirsiniz.
Fevaid kayıtlarının bir dalını oluşturan mikro tarih Edebiyat tarihi’nde
ve diğer “Bilimler Tarihi”ndeki
boşlukları doldurmada araştırmacıların çok işine yaramaktadır... Bu
boşlukları doldurmanın en önemli yollarından biri de -yukarıda zikrettiğimiz
gibi- yazma eserlerde ciddi insanlar tarafından tutulan, (adı üstünde) fevaid kayıtlarından
aldığımız bilgilerdir.Bu konuda, Tabakat, Tezkire ve Teracim kitaplarındaki bilgiler de faydalı
olmakla birlikte bunlar zinciri tamamlamaya her zaman yetmeyebiliyor. Yine
Temellük kayıtları ve mu'araza kayıtları da sözü edilen boşluğu doldurmakta işe
yarayan kaynaklardır.Bu amaçla çalışanlar fevaid kayıtlarını çok dikkatle
incelemelidirler.
Fevaid kayıtlarının birçok yazma eserden derlenerek toplandığı çok
önemli eserler vardır. Bunlardan biri de Cevdet paşanın 'Metnü'l- Mütûn' adlı
eseridir.
Bilhassa Usul Araştırmacıları...Tıp Tarihçileri... Edebiyat
Tarihçileri... Ve zaman içerisinde toplumda hangi konuların öne çıktığını
araştıran Sosyal bilimciler açısından
Fevaid kayıtlarının önemi tartışılmaz değerdedir. Mesela bir coğrafyanın Halk Edebiyatı
Tarihini araştıran bir ilim adamı ilk anda araştırdığı alanın bazı dönemlerinde
malzeme kıtlığından kaynaklanan boşluklarla karşılaşacaktır. Bu, o dönemde halk
edebiyatının olmadığı anlamına gelmez. Sadece yazılı literatüre geçmemiş, kayıt
altına alınmamış sözlü malzemeden kaynaklandığı anlamına gelir. Nitekim:Bir
süre önce, vatandaşlar tarafından mahiyetinin öğrenilmesi amacıyla kütüphanemize getirilen nefis hatlı ve h:1274
tarihli bir Kur’an-ı Kerim’in Ketebe Kaydında eserin hattatı olan Harput’lu,
Kâmilzâde diye tanınan Hâfız Osman el-Fevzî’nin: “Bu Mushaf’ı Harput’ta yazmaya
başladığını, Mekke-i Mükerreme’de Kabe’nin karşısında tamamladığını ve bu güne
kadar da 30’dan fazla Mushaf-ı Şerîf yazmış olduğunu” beyan etmesine rağmen
hattatlar ile ilgili tarihi kaynakların taranmasında ismine rastlanılamamıştır.
Yani ismi mutlaka literatüre kazandırılması gereken bu mühim zat, literatüre
geçmemiştir. İşte fevaid kayıtları bu alanda çok işe yarayan bir hazinedir.
Bu
güne kadar araştırmacılar Süleymaniye Kütüphanesindeki on binlerce yazma eserde
meknûz yüz binlerce fevaid kaydına ulaşamıyorlardı. Çünki kitaplarının her biri
tarihi eser olması nedeniyle okuyucunun direkt temas kuramadığı ve kapalı raf
usulüyle çalışılan Süleymaniye Kütüphanemizde, elhamdülillâh 2007 Mayıs ayı
başı itibariyle Okuyucu terminallerini kullanarak digital ortamda gece saat
23’e kadar binlerce-onbinlerce eserlerin içinde bulunan, veya baş ya da son
taraflarındaki fevaid kayıtlarına ulaşılabilmektedir, artık. Ancak olayın
sadece kolaycı bir arz-talep meselesi olmaktan öte bir değeri bulunduğu da göz
ardı edilmemelidir. Takdir edersiniz ki, 2003 yılından beri kütüphanemizdeki
yazmalar digital ortama aktarılmamış; başta sanayici, hayırsever iş adamı sayın
Fikret Evyap ve ekibi işin sponsorluğunu üstlenmemiş olsaydı, biz bugün bu
noktaya gelmiş olamayacaktık. Ayrıca, Nevzat Bey’in ve samimi bir şekilde işin
bir ucundan tutarak gayret gösteren tüm personelimizin halis gayretlerinin
Allah katında zayi olmayacağına inanırım.
Fevaid kayıtlarını toplamak aynı zamanda fevkalade keyifli de bir uğraş
alanıdır. 1997 yılından beri bu tür kayıtlar üzerinde epeyce malzeme toplamış
birisi olarak, mesela bu gün ismi bilinmeyen ve eserleri elde bulunmayan tarihi
bir kütüphanenin adına ve kitap listesine bir yazma eserin fevaid kaydında
rastlayabildiğiniz ya da Süleymaniye Medresesi odalarından birinde günümüzden 435
sene önce kaleme alınmış bir eserin, dünyanın çeşitli beldelerinde dolaştıktan
sonra, doğduğu yani yazıldığı aynı odaya dönmüş olduğunu farketmeniz esnasındaki
duygusal heyecanda olduğu gibi... Nitekim, yukarıda macerasına işaret edilen, Giresun Yazmaları
Kolleksiyonu eski 1213 numarada kayıtlı Hâşiyetü’l-Imâd ‘ale’t-Tasavvurât
isimli eserden başkası değildir...
(Sempozyum esnasında dinleyicilerin
bilgisine sunulan ve meraklılarının yazma eserlere müracaat ettiklerinde kolayca
ulaşabilecekleri fevaid örnekleri, - sözü uzatmamak amacıyla- buraya
alınmamıştır.)
Konuyu önemli bir “Fevaid Kaydı”
ile bitireyim:
İslamî el yazmalarının öneminin daha iyi kavranmasını amaçlayan bu
sempozyumun “ilk harç” ı her ne kadar
İstanbul Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nde atılmışsa da “temel kazısı” Süleymaniye
Yazma Eser Kütüphanesi Müdürlüğüne bağlı Üsküdar’daki Hacı Selim Ağa Yazma Eser
Kütüphanesi’nde gerçekleştirilmiştir, Mayıs 2006 da... O tarihlerde kadro görevi İl Kültür ve Turizm
Müdürlüğünde Şube Müdürü olduğu halde bir fedakarlık örneği olmak üzere kolları
sıvayıp sözü edilen “bağlı” da yazmaların digital ortama aktarılmasında bilfiil
çalışan arkadaşımız Turan Mengçür ve Fakiriniz, bir öğle çorbası sırasında
“İslamî El Yazmalarının Dünü, Bu Günü ve Yarını” konusunda ve alanın problem ve
çözümleriyle alakalı bir uluslararası sempozyum düzenlenmesine ihtiyaç
bulunduğu ile ilgili olarak konuyu Nevzat Bey’e açtık... Nevzat Bey’in burada
irdelenmesi gerekmeyen ve konunun teknik detaylarıyla alakalı kaygılarından
kaynaklanan karşı çıkışı... Fakat pes
etmedik ve bir süre sonra konuyu makamında, İl Kültür ve Turizm Müdürümüz Doç. Dr.
Sayın Ahmet Emre BİLGİLİ’ ye bizzat naklettim. Ve Ahmet Beyin: “Nevzat Bey
kabul etmese de, biz bu sempozyumu yaparız” şeklindeki olumlu ve kararlı tavrı...
Kültür Müdürlüğü olarak meseleyi üslenmesi... Çeşitli bürokratik engellerin
aşılıp, gerekli prosedür tamamlanarak sempozyum kararı alınması... Görev
dağılımı yapılması... Ve nihayet, dün... Ve işte, bugün...
Bu hususu da yukarıda önemine işaret ettiğim bir “Fevaid Kaydı” olmak
üzere tarihe not düşmüş olayım.Saygılarımla...14/04/2007
Emir
EŞ
Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi
Müdür v.
Yorumlar