Mecmâu’l Bahreyn mi , Marace'l-Bahreyn mi? Burası neresi?
Mecmâu’l Bahreyn mi ? Marace'l-Bahreyn mi? Burası neresi?
Bekir ŞAHİN
Mevlânâ’ nın Şems ile buluşması Doğu İslam
tasavvufunda Hallacı Mansur’un “Enel
Hak” demesinden sonra en çok tartışılan konudur. Yedi yüz yıldır konuşulmaktadır. Adı geçen
buluşma sonucunda Şems, Mevlânâ’nın, fıtratında saklı olan Allah aşkını
ateşlemiş ve çıkan yangının dehşetinden kendisi bile korkup kaçmıştır. Mevlânâ’nın yıkılan barajı önünde tutunamayan
Şems’in ne şekilde ortadan kaybolduğu da bilinmezler arasındadır… Tarihsel
gerçekleri açıklamada yetersiz kalan “menakıb”
tarzı hikayeler, bize fazla bir şey söylemiyor[1]
Mecmâu’l Bahreyn: İki denizin kavuştuğu
yer, birleştiği nokta, “Kâbe kavseyn”
mertebesi, bu mertebe Hz. Muhammed’in Miraç’ta Allah’a olan yakınlığını ifade
eden bir derecedir. Tasavvuf geleneğinde ise sûfînin Hakk Teâlâ’ya yakınlığını
ifade eden derecedir.[2]
Akşemseddin’e göre; insan-ı kâmil olan kişi mecmâü’l-bahreyn’dir.
Yani insan iki denizin birleştiği yerdir. Bu iki deniz, ilâhi ruh ile bu ilâhi
ruhun isim ve sıfatlarınnı tecelligâhı olan insanın gönlüdür. Bu gönlün
derinliği ve sınırı yoktur.[3]
Akşemseddin insanı iki denizin buluştuğu yer olarak
tarif ettiği şu beyit dikkat çekicidir.
“ Mecmâ’ul- Bahreyn”
oldun hem Hudâ’nın ma’şukı
Pes senündür cümle
âlem hem dâhi dosta visâl”[4]
Akşemseddin’e göre insan ilâhi hakikatler ile dünyevî
unsurların bir arada buluştuğu gönül birleşme noktasında sahip kişi olarak yani
iki denizin birleştiği yer anlamında” mecmâu’l-bahreyn”
olarak isimlendirmektedir.
Sözleri edip harabi'ye ait olan, batıni nefesler albümünde
yer alan bir deyiş:
“mecmâü'l bahreyne
vardığım zaman
hızrı bulup candan
kölesi oldum
ledün ilmin bana
eyledi ihsan”[5]
Kehf suresinin 60.
ayetindeki Mecmâu’l-Bahreyn (iki denizin birleştiği yer) ve Furkan suresinin
53. ayetine geçen Merace’l-Bahreyn (iki denizi ayırdı) ifadelerini verebiliriz.
Burada iki denizin birleştiği yer ifadesinin neresi olduğu konusunda birtakım
rivayetler vardır. Buna göre burası Rum ve Fars denizi veya Tanca olduğu
söylenmiştir. Birisinin doğu yönünde diğerinin ise batı yönünde olduğu rivayet
edilmiştir.
Burası ise muhtemelen
Babu’l-Mendep mevkiinde Kızıl Deniz ile Hint Okyanusu’nun ya da Cebel-i
Tarık’ta Akdeniz ile Atlas Okyanusu’nun birleştiği yer 326 et-Taberi,
Tefsiru’t-Taberi, XI/181 Ayette cins isim olarak geçen iki adamın ise Mekke
halkından Velid b. Muğire el-Mahzumi ve Tâif halkından Habib b.Amir b.Umeyr
es-Sakafî olduğu yönündedir. Bunların ise zenginlik ve toplumsal itibar
yönünden önde oldukları dile getirilmektedir. (Muhammed b. Ahmet b. el-Ensari
el-Kurtubi, el-Cami’ li Ahkâmi’l-Kur’an, IV/357. )
“Musa
uşağına demişti ki durmayıp ya iki denizin birleştiği yere varacağım veya uzun
bir zaman yürüyeceğim” (Kehf, 60 ) Bu ayette geçen ‘iki denizin birleştiği yer’ Mübhematu’l-Kur’an’a
ilişkin kitaplarda belirtilmeye çalışılmış ve çeşitli rivayetlere yer
verilmiştir. Mesela bu denizin Ürdün ve Galzem, İran ve Rum Denizi, Mağrib ve
Zukak denizi olduğu hatta buranın Afrika ve Tanca olduğu söylenmiştir. [6]
İki denizin birleştiği yer
ifadesi her ne kadar Musa (a.s) döneminden bahsetse de Arapların zihin
dünyasında bu ifadeye ilişkin bir mefhumun olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü o
günün Arapları o bölgede yaşamışlar ve mesajın içeriği de yaşadıkları dünyadan
ve onları çevreleyen coğrafi bölgeden seçilmiştir. Merace’l-Bahreyn ifadesinin
geçmiş olduğu ayetler “O iki denizi
birbirine salmıştır. Bu tatlı, susuzluğu giderici, bu tuzlu ve acıdır. Ve
ikisinin arasına birbirine kavuşmalarına engel olan bir perde koymuştur.”(
25.Furkan,53; diğer ayet bkz. 55.Rahman, 19 328 et-Taberi, Tefsiru’t-Taberi,
VIII/)[7]
Ayaşlı Şakir:
Şakir Bey, sağlığında iken, vefatında gömüleceği yeri
belirlemiştir. Bu yerle ilgili hatırayı İbrahim Aczi Kendi naklediyor.
Bir gün tam Şems Mezarlığı önünde bir tesadüf eseri hocamız
Şakir Bey’le karşılaştık. O vakit mezarlık duvarları harap ve ingindi.
Şimdi hâlâ ayakta duran kümbetin hizasında durarak:
- İbrahim, burada ki kutup birleşti. Burası “ictimâ-i nûreyn, İki nurun (Mevlânâ ile Şems)
bir araya geldiği yerdir. Biliyor musun? “ Diyerek beraber yürüdük.
Yolda, bunun Şems-i Tebrizî ile Mevlâna’nın mülakat yeri
olduğunun izah ederek, “Eğer ben ölürsem
buraya yatacağım. Çünkü burada melekut âlemine açık bir hava var” dedi.[8]
“(Mecmua’u’l- Bahreyn)
olmuş Konya bezm-i telakki
İki kutub birleşip
olmuş bunda mülâkî
Meftûnen ararım
gezdikleri o esvâkı
Şems-i Tebrizî’yi o
cihân-ârâyı düşündüm”[9]
Fikir sahiplerinin meclisi Konya, iki denizin (Mevlânâ ve
Şems) kavuşma yeri olmuş. İki yüce kişi burada buluşup görüşmüşlerdir.
Gezdikleri çarşı pazarı vurulmuşçasına ararım. Cihanı süsleyen Tebrizli Şemsi
düşündüm.
''Hz. Mevlana, İplikçi Camisi'nde verdiği dersten çıkıp
öğrencileriyle birlikte bu yoldan geçerek, evine doğru gidiyor. Bu sırada da
kendisini bekleyen Şems ile karşılaşıyor. Bu nokta, Alâeddin Tepesi ile Mevlana
Müzesi arasındaki yolun başlangıç noktasıdır. Geçmişte tekke ve dergâhların
kapatılmasından önce, bu bulunduğumuz noktada, bir kandil vardı. Her akşam
Mevlevi Dergahı'ndan getirilen yağ ile Kandilci Dede tarafından bu kandil uyandırılıyordu,
yani yakılıyordu. Sabaha karşı da küçük bir tören şeklinde söndürülüyordu. ''(
Nuri Şimşekler)
Mevlânâ"nın oğlu Sultan
Veled, "İbtidâ-Nâme"de Mevlânâ’nın Şems ile buluşmasını, şeriat
sahibi büyük bir peygamber olan Musa’nın, Hızır (as) ile buluşmasına benzetir
ve önce, Kur’an’daki bu hikâyeyi anlatır da sonra Musa’dan maksadının Mevlânâ
olduğunu, bütün erenlerden üstün olduğu halde daima Allah erlerini aramakta
bulunduğunu ve Tebrizli Şems’in ona Hızırlık ettiğini söyler ve şöyle der:
"Şems’in yüzünü görünce aydın gün gibi sırlar açıldı ona. Görülmemiş
şeyleri gördü, kimsenin duymadıklarını duydu. Yanında, yücelikle alçaklık bir
oldu. Şems"i evine çağırıp "Padişahım" dedi, "şu dervişi
dinle. Evim sana lâyık değil ama sana gerçek âşıkım ben. Kulun nesi varsa,
eline ne geçerse hepsi, efendisinindir; bundan böyle o, senin evin."
Sultan Veled, Şems"in gelişini şöyle anlatır: "Ansızın Şems geldi,
ona ulaştı. Mevlânâ"nın gölgesi, onun ışığının parıltısında yok oldu. Aşk
âleminin ötesinden defsiz, sadâsız bir sestir erişti. Şems, ona sevgili oluş
hâlinden bahisler açtı. Bu suretle Mevlânâ"nın sırrı, gökleri aştı. Şems
dedi ki: "İç âlemde ilerisin ama şunu duy ki ben, iç âlemin de içiyim.
Sırların sırrıyım, nurların nuruyum ben. Diri sevgi, kapımda ölüdür…" Şems
onu öyle şaşılacak bir âleme çağırdı ki o âlemi ne Türk rüyasında gördü, ne
Arap… Üstad şeyh, yeni bilgi beller bir hale geldi; her gün, huzurunda ders
okuyordu. Sona ermişti, işe yeni baştan başladı. Kendisine uyuluyordu, bu sefer
o Şems"e uydu. Yokluk bilgisinde olgundu, fakat Şems"in ona
gösterdiği bilgi, yepyeni bir bilgiydi."
Mevlevi kaynaklar, Mevlana-Şems buluşmasını Kur'an da
anlatılan, Musa-Hızır buluşmasının bir benzeri olarak görürler. Mevlevi
kaynaklarda, Musa-Hızır prototipin de Mevlana, Hz. Musa'ya, Hızır ise, Şems'e
nispet edilerek bu benzerlik kurulur. Eflâkî'de yer alan bir rivayette, bizzat
Mevlâna'nın, Şems'in hücresinin kapısının önüne kendi el yazısıyla “Hızır'ın
maşukunun makamı” diye yazarak Hızır ile Şems arasında nispet kurduğundan
bahsedilir. Şems'in kendisi de, sohbetlerinde Musa-Hızır kıssasını genişçe
yorumlamaktadır.
Tebrizli Şems, 29 Kasım 1244 yılı cumartesi günü
Konya’ya gelir ve Şekerciler Hanı’na iner. Şems kendisini bir
tacir olarak tanıtır. Bazı kaynaklar Şems’in Konya’ya gelişini 26 Kasım 1242
olarak verir.
Şems handa kendisini bir tacir olarak tanıtır.
O gün Mevlâna ders verdiği medreseden çıkmış, ailece yaşadıkları evlerine doğru
gidiyor. Talebeleri arkasında, bindiği katırı iki öğrencisi çekmekte... Mevlâna
olacakların verdiği heyecan içerisinde ağır ağır ilerler. Yolun yarısında
ve tam ortasında iki çıplak kol hayvanın dizginlerinden tutar. Katırın
silkinmesi ile Mevlâna daldığı derin düşüncelerden sıyrılır, kor gibi yanan bir
çift esrarlı gözle karşı karşıya gelir. Bir süre karşılıklı bakışırlar. Bu bir
anlık bakıştan her ikisi de etkilenmiştir. Sessizliği o güne kadar hiç
görmediği, garip halli derviş bozar ve rivayete göre aralarında şu konuşma
geçer:
"Cismini gördüm, isminizi de öğrenmek isterim."
" İsmim Muhammed Celâleddin."
"Ey Rum diyarının sultanı! Bir müşkülüm var, söyle
bana; Âlemlerin Fahri Hazret-i Muhammed mi büyüktür, yoksa Beyazıd-ı Bestamî
mi?"
"-Bu nasıl soru? Elbette Hazret-i Muhammed bilcümle
enbiya ve evliyanın büyüğüdür."
Kim olduğu bilinmeyen garip derviş bu cevap üzerine tebessüm
eder ve son sorusunu sorar:
"- Peki, ama Hazret-i
Muhammed, 'Mâ arafnâke hakka ma'rifetike',' Biz seni lâyıkıyla bilemedik ya
Rabbi!' buyurduğu halde, Beyazıd-ı Bestamî; 'Süphânî mâ â'zame şâni, ' Ben,
beni noksanlardan tenzih ederim, şanım ne kadar büyüktür.' diye söyledi. Bunun
sebebi nedir?"
Mevlâna cevabında:
"- Elbette
Hazret-i Muhammed (Sallallahü Aleyhi Vesellem), günde sayısız makamlar aşıyor,
her makam ve mertebeye vardıkça da, evvelki bilgi ve makamından istiğfar ediyor
ve ‘Ey bizim idrakimizin üstünde olan Allah, biz seni gereğince
bilemedik’ diyordu. Beyazıd-ı Bestamî ise, ulaştığı ilk makamın mestliğine
kapılıp, bu sözü söyledi."
Derviş almış olduğu cevabın
dehşetine dayanamayıp, bir çığlık atarak ve "Ya
Hû" diyerek kendinden geçer ve düşüp bayılır. Mevlâna binitinden inip,
dervişi kaldırır, kucaklaşırlar. Bu iki yeni dost, kol kola oldukları halde ve
hiç bir şey konuşmadan kaldıkları medreseye doğru yürürler. Durumu görenler hayretler
içinde arkalarından bakakalırlar.
Mevlâna’nın Şems’le görüşmesi
muhtelif şekillerde anlatılmıştır. En makul olanı ve itibar edileni yukarıda
anlatılan Eflâni’nin anlatımıdır.
İlk karşılaştıkları bu
yere, sonradan; Rahman Suresi'nin 19. âyet-i kerimesinden ilham alınarak,
"İki denizin kavuşması" anlamında; "Merace'l-Bahreyn" denilecektir. Konyalı, Mehmet Önder
gibi son zamanlarda bu konuyla ilgili araştırma yapanlar bu
görüştedir. Kaynaklarını zikretmemişlerdir. Ancak kadım kaynaklarda “Mecmâu’l-Bahreyn” tabiri geçmektedir.
Burası neresidir? Mevleviler Bugünkü İş Bankasının karşısında bir yeri
Mevlâna ve Şems’in buluştukları yer olarak kabul eder. Burası asırlarca
Dergah’tan gelen kandille ışıklandırılmıştır. Burada halen belediyece
konulan bir işaret bulunmaktadır.
Bir gün Mehmet Önder
Ankaravî Mehmet Dede’yi yanına alır ve Mevlâna ile Şems’in buluştukları
yeri, göstermesini söyler. Mehmet Dede, bastonu ile Selçuk
Oteli’nin karşısında kaldırımın kenarında bir yeri işaret ederek “İşte Mevlâna
ile Şems’in buluştukları yer burasıdır” der.
Bir rivayet de Hatuniye Camii'ne
giden yol üzerinde, bir tarafı Şems Parkı'na diğer tarafı Altun-Aba
Medresesi'ne çıkan güzergâhtadır. İbrahim Hakkı Konyalı, her şeyin doğrusunu
bildiğine inandığı hocası Şeyh Zade Ziya Efendi'den dinlediği bu rivayete itibar
eder. İki Dostun karşılaştığı yerin burası olması gerektiğine inanır. (Konyalı,
1964, s, 802) Bu konuda diğer bir rivayet de, Şimdiki Şems Parkı’nın doğu
kenarında Şems Camii’nin kümbetinin karşısında bir yerdir. Bu da İbrahim
Aczi Kendi’nin Ayaşlı Şakir’ den naklidir. Ayaşlı Şakir’in kabri de
buradadır.
“Hazrei Mevlâna’nın Evi ve Medresesi’nin yeri geçen yıllarda tarafımızdan
tespit edilmiştir. Bu husus ve İplikçi Medresesi’ne gidiş yolları
dikkate alındığında Konyalı’nın tarif ettiği yer, daha mantıklı gelmektedir”. (M.Ali
Uz)
MECMUAU’L- BAHREYN BUK’ASI
Buk’a mimarîde büyük yapı anlamına gelmektedir?
Selçuklu dönemi tarikat yapılarından fizikî ve
kapasite bakımından büyük olanlarına “buk’a” dendiği, Osmanlı döneminde
özelliğini koruyan yapılara aynı adın verilmesinden anlaışılmaktadır. Hâlen
ayakta bulunan bazı buk’aların bünyesinde kubbeli bir sofa ve ona açılan
tonozlu eyvan ile mescit, türbe ve hücrelerin bulunması, bu görüşü doğrulamaktadır.
Mecma’u’l-Bahreyn Buk’ası,
Konya’da Mevlânâ ile Şems’in ilk buluştukları yerde inşâ edilmişti. Diğer
Selçuklu dönemi buk’aları gibi muhtemelen mescit, birçok hücre ile sofadan
meydana gelen bu yapı, önemli bir Mevlevî Tekkesi idi. Zamanla yıkılmış;
Osmanlı döneminde Karaman Valisi Derviş Mustafa Paşa, eski şeklinde uygun
olarak tekrar yaptırmıştır. XVIII. yüzyılda sadece mescit bölümü faal durumda
iken5, yukarıda değinilen zâviyeler gibi muhtemelen XIX. yüzyılın ortadan
kalkmış; yerine evler inşa edilmiştir. Bu yüzden yapısı hakkında şimdilik daha
ayrıntılı bilgi verme imkânı bulunmamaktadır.[10]
Tasavvufi düşüncenin
önemli özelliklerinden biri; dini kaynaklarda zikredilen olay yahut kişisel
tecrübeleri, Musa-Hızır örneğinde olduğu gibi, salt bir tarihsel olayın
aktarımı olarak görmez. Bu tür olay ve tecrübeleri, her bir insanın deneyim
alanıyla ilgili işaretleri de içeren, birer numune olarak değerlendi- rir.
Kur'an'da anlatılan Musa-Hızır kıssası diğer müminlere neleri işaret
etmektedir? Diğer bir ifadeyle, Hz. Musa'nın risalet makamı gereği sorguladığı
için, arkadaşlığından mahrum kaldığı ilm-i ledün sahibi (Hızır) ile arkadaşlığa
öğrenilecek sır nedir? İşte Mevlevi kaynaklar, bu yakıcı soruların cevabının,
Mevlana-Şems ilişkisinde saklı olduğunu hissettirir- ler.( O. N. Küçük ŞEMS:
Güneşle Aydınlananlar, 165)
Şems'le Mevlânâ'nın ilk defa
buluşup görüştükleri bu yere Mevleviler sonradan Kur'an-ı Kerim Rahman
Sûresinin 19. âyetinden alınan ve "iki denizin buluştuğu yer"
anlamına gelen “Merac'el-Bahreyn” ifadesi Şems ile Mevlâna'nın Konya'da ilk
karşılaştıkları yere makam adı olarak verimliler ve burasını bir çevrikle
işaretlemişlerdi. Selçuklular devrinde, Şekerfurûş Hanı'nın önüne isabet eden
bu yer, evvelce bir parmaklıkla çevrilmiş ve ziyaretgâh haline getirilmişti.
Şimdiki Selçuk Otel'in Maarif Evlerine bakan köşesine rastlayan bu yer,
zeminden yükseltilmiş, önü parmaklıkla ayrılmıştı. Oraya akşamları, Türbeden
kandil yollanır ve orada kandil uyandırılırdı. Bilhassa Mevleviler tarafından ziyaret
edilirdi.
Buraya 2015 yılında yeniden bir
simge olarak küçük bir anıt yapılmıştır.
İbrahim Hakkı Konyalı, “ bu iki ilim ve mana denizinin
kavuştukları yer için çok güzel seçilmiş bir addır. Burasının neresi olduğu
hakkında ihtilâf vardır. Büyük Türk ve İslâm Âlimi üstadım Şeyh Zâde Ziya
Efendi merhum burasının eski Paşa dairesiyle Çumralı Salim Efendi'nin evlerini
ayıran sokağın içinde Ağazâde Tevfik'in eski evinin önünde olduğunu söylerdi.
Bu yol Hatuniye'ye, Şems-i Tebrizi'ye, Seyfiye Medresesi'ne ve Akıncı
Mescidi'ne giden yolların başıdır.
Bazıları da burasının Selçuk
Oteli'nin yanına rastladığını söylerler. Burada Selçuk ve Sincari Mescitleri,
eski kabristan, İbrahim Bey İmareti'nin odun ambarları vardı. Gerçi bu yol da
Akıncı Mescidi'ne ve Kız Öğretmen Okulu'na çıkar. Amma biz; bildiğini iyi bilen
ve güvenilir bir ilim otoritesi olan Ziya Efendi merhumun rivayetini tercih
etmek istiyoruz”. Demektedir.
Ancak yıllarca mum yakılan,
ziyaret edilen yer olarak Selçuk otelin bulunduğu Babalık sokağın girişindeki
sol köşe olduğu bilinmektedir. Ogün'den bugüne şehir planlarındaki
değişiklikler düşünülürse nokta bir yer tayin etmek zor olacaktır.
Cumhuriyetten sonra, Tekke ve
Türbelerin kapatılmasıyla çevriğe kandil gönderilemez olmuş, 1927 yılında
Alâeddin Caddesi üzerinde Maarif Evleri'nin yapılması ile çevrik de
kaldırılmıştır.
Mecmâu’l- Bahreyn'e Mevlana
Dergâhından kandil getiren Mevlevi dervişlerinden biri de Mevlana Müzesi
ziyarete açıldıktan sonra kendisine müzenin derviş odalarında bir hücre verilen
ve ölümüne kadar (ö.1957) bu hücrede oturan Ankaralı Mehmet Dede idi.
Konya’da 1953 yılında M. Muhlis
Koner'in başkanlığında, Abdülbaki Gölpırnarlı, Mehmet Önder ve Belediye Turizm
Müdürü Konyalı yazar Celâleddin Kişmir'in üyesi olduğu bir komisyon kurdu.
Komisyon, anıt üzerine yazılacak kitabeyi hazırlayacak, ayrıca çizilecek anıt
projesinin fikri yapısını oluşturacaktı. 1953 yılı Ekim ayında bu konuda
toplantılar yapıldı. Konya'da Gazi Lisesi'ni, Atatürk Heykeli'nin kaidesini
yapan tanınmış mimar Muzaffer'in oğlu, mimar Mukadder projeyi çizdi. Abdülbaki
Gölpınarlı anıt üzerine yapılacak metinleri hazırladı. Bir dosya halinde
Belediye Başkanı Rüştü Özal'a verildi, Belediyenin ödenek yokluğu yüzünden bu
anıt gerçekleştirilemedi. Rahmetli Abdülbaki Gölpınarlı' bir kitabe hazırladı.
Mevlânâ ile Şems'in ilk
buluştukları yer için 1953 yılında hazırlanan kitabe metni şöyledir:
“Büyük bilgin ve
mutasavvıf Mevlânâ Celâleddin ile Onun gönül dostu Şemseddin-i Tebrizî 30 Kasım
1244 günü ilk defa burada buluştu, görüştüler. Bu buluşmadan sonra, burası
"Marac'al-bahreyn" yani "İki denizin buluştuğu yer" olarak
adlandırılırdı. Bu anıt, bu buluşmanın anısına dikildi.
“Güneşim, ayım geldi.
Gözüm, kulağım geldi.
O altın madenim geldi.
Başımın sarhoşluğu
geldi
Gözümün nuru geldi.
Bir dileğim olmuşsa,
işte o dilediğim
geldi.
Dün gece mumla aradığım
dost,
bu gün bir gül demeti
gibi yoluma çıkageldi." MEVLÂNA
Daha sonra, 2015 yılında hazırlanan kitabe ve yeniden yaptırılan anıta buranın
ismi “Mecmâul-Bahrey”
olarak yazılmıştır.
KAYNAKÇA
ERASLAN, Kemal, “Akşemseddin’in Dinî Tasavvufî Şiirleri”,
Türk Dili Edebiyat Dergisi, C. XLVIII, Ankara, 1984.
ERASLAN, Kemal, Akşemseddin’in Dinî Tasavvufî Şiirleri, Türk
Dili Araştırmaları Yıllığı, Belleten 1984, TTK Basımevi, Ankara, 1987.
ERASLAN, Kemal, “Akşemseddin’in Şiirleri” ,
“Akşemseddin Sempozyumu 25-27 Mayıs 1988, Göynük Tebliğler” Akşemseddin Vakfı
Yayınları, Bolu, 1988.
http://nezihuzel.net/index.php/2011/12/28/iki-denizin-birlesmesi/
Eraslan, Kemal, Akşemseddin’in Dinî Tasavvufî Şiirleri, 73
Yavuz, Kerim, “Şiirleri İçinde Akşemseddin’in Tasavvuf
Dünyası ve Psikolojik
Yaklaşımlar”, Akşemseddin Sempozyumu Bildirileri,
Akşemseddin Hazretleri
Vakfı Yayınları, Ankara, 1990., s. 52
Akşemseddin,
Şiirleri, Vrk.5b; Eraslan, a.g.e, s. 32 (şiir no: II, 7. beyit)
Yıldız, Muhammed Ali,
Akşemseddin’de Allah, Kâinat ve İnsan, Doktora tezi, Ankara Üniversitesi sosyal
Bilimler Enstitüsü.
file:///C:/Users/yek/Downloads/2554.pdf
Işık, Ali , Ayaşlı
Şakir, Konya 2011 s.42
[1] http://nezihuzel.net/index.php/2011/12/28/iki-denizin-birlesmesi/
[2] Eraslan,
Kemal, Akşemseddin’in Dinî Tasavvufî Şiirleri, s.73.
[3] Yavuz, Kerim,
“Şiirleri İçinde Akşemseddin’in Tasavvuf Dünyası ve Psikolojik
Yaklaşımlar”,
Akşemseddin Sempozyumu Bildirileri, Akşemseddin Hazretleri
Vakfı
Yayınları, Ankara, 1990., s. 52.
[4] Akşemseddin, Şiirleri, Vrk.5b; Eraslan, a.g.e,
s. 32 (şiir no: II, 7. beyit).
[5] Yıldız,
Muhammed Ali, Akşemseddin’de Allah, Kâinat ve İnsan, Doktora tezi, Ankara
Üniversitesi sosyal Bilimler Enstitüsü.
[6] Bkz. İbn
Cumaa, Gureru’t-Tıbyan, s.321-)
[7] file:///C:/Users/yek/Downloads/2554.pdf
[9]Age,
s.156.
[10] Bkz. Sedat Emir, Erken Osmanlı Mimarlığında Çok İşlevli
Yapılar: Kentsel İzmir Kolonizasyon Yapıları Olarak Zaviyeler, İzmir 1994, s.
30-33, 46-50.; Safîne-i Nefîse-i Mevlevîyan, I., Mısır 1283, s.204-205,
208-209.; Yusuf Küçükdağ “Lâle Devri’nde
Konya”, (S.Ü Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Yeniçağ Tarihi Bilim
Dalı Basılmamış Doktora Tezi), Konya 1981, s.46. Bu zâviye, şimdiki Babalık
Sokağı’ında idi. Bkz. Mehmed Önder, Mevlânâ Şehri Konya, (İkinci Baskı), Ankara
1971, s. 381.
Yorumlar