“BU DA GEÇER YÂ HÛ”


Bekir Şahin



Vezir olmanın adam olmakla eş değer olmadığını, mal ile mülk ile saadetin bulunmadığını, varlığın da yokluğun da, sevincin de, kederin de geçici olduğunu atasözleri, deyimler ve hikâyeler çok açık ve net anlatır. Bazen bir derdimiz olur hiç geçmeyecek zannederiz, bazen bir güzellik gelir, o güzellik gitmeyecek diye düşünürüz.
Bir gün hükümdar: Bir dert geldiğinde gelip geçeceğini bilmek, kendini saltanata kaptırdığın vakitte bu saltanatın bir günün gelip yok olacağından haberdar olmak için ne yapmalıyız? der.
Veziri:  Efendim yüzüğü devamlı parmağınıza takarsınız. O taktığınız yüzüğünüze öyle bir şey yazdıralım ki hem kederin gelip geçeğini hem de saltanatın fani olduğunu fark edesiniz. Padişah: “Çok güzel dersiniz, ne yazdıralım sahi?” der. Kim ne dediyse padişahın gönlü he demez.
Gönlün he demesi önemlidir. Allah dostları; “Kalbine huzursuzluk veren işi yapma, çünkü hiçbir insan kalbinde huzur olduğu halde Allah’a isyan edemez. Kalp önemli bir delildir.” derler.
 Bunu duyan derviş, padişaha mektup yazar: Hünkarım yüzük üzerine “bu da geçer yâ hû” yazdırınız.
“O da ne?” demiş padişah.
Mantıku't-Tayr ( Kuşların Diliyle veya Kuş Dili) İranlı sufi şair Ferîdüddîn-i Attâr tarafından kaleme alınmış bir manzum eserdedir bu sorunun cevabı;
Abdal'ın biri çıktığı gezide bir köye uğrar. Köy halkına nerede kalabileceğini sorar. Köylüler ona köyün Şakir ve Haddad adında iki zengini olduğunu söylerler ve Şakir'in evini tarif ederler. Şakir Abdal’ı evinde ağırlar, yedirir, içirir. Abdal gezisine devam etmek için evden ayrılırken Şakir'e "bu kadar zengin olduğun için şükret" der. Şakir ona “bu da geçer yâ hû” der.
Abdal aklında bu cevapla yollara düşer. Birkaç yıl sonra aynı köye uğradığında Şakir'i ziyaret etmek ister. Fakat bir sel felaketinde Şakir'in tüm varlığı yok olmuştur. Şakir, artık Haddad'ın yanında hizmetçi olarak çalışmaktadır. Şakir, Abdalı yoksul evinde ağırlar bu sefer. Abdal ne kadar üzgün olduğunu anlatınca, Şakir ona “bu da geçer yâ hû” der yine.
Abdal yine yollara düşer. Aradan yıllar geçtikten sonra yine aynı köye Şakir'in yanına gider. Haddad ölmüş, kimsesi olmadığı için tüm varlığını Şakir'e bırakmıştır. Abdal sevinçlidir, Şakir'in ise cevabı hazırdır: “bu da geçer yâ hû” Abdal yollara düşer... yıllar sonra dostu Şakir'i yine ziyaret etmek istediğinde Şakir'in öldüğünü öğrenir. Mezarına gider. Mezar taşında: “bu da geçer yâ hû” yazmaktadır.
Abdal’a yollar görünür... gezer gezer gezer... "ölümün nesi geçer ki?" diye düşünmektedir. Bir yandan da bu sefer köye uğradığında Şakir'in mezarını yerinde bulamaz. Yaşanan sel felaketi sonrası mezar da dâhil olmak üzere her şey yok olmuştur.
Tekkelerin girişine yazarlar, bazen evlerin bir köşesini süsler “bu da geçer yâ hû”
Ne zaman bir ümitsizliğe kapılsak, ne zaman bir derde düşsek bunun da geçeceğini bilmek peşinden de “bu da geçer yâ hû” diyerek Allah’ı anmak, onun lütuf ve ihsanıyla bu sıkıntıların da geçeceğini de bilivermek, adamlıktır.
Ne zaman bir güzelliğin içine düşsek onunla şımarmamak; ne zaman bir nimet olsa onun bir gün gideceğini bilmek, oda adamlıktır. Ancak bu her kişinin değil, er kişinin harcıdır. Kalbimize bir ser-levha olarak assak “bu da geçer yâ hû” levhasını; ne külfet sıkıntı verir, isyana sürekler ne de nimet şımarıklığa sebep olur.


Yorumlar

Popüler Yayınlar