VEFATININ YEDİNCİ YILDÖNÜMÜNDE DOSTLARININ DİLİNDEN LÜTFİ İKİZ

 VEFATININ YEDİNCİ YILDÖNÜMÜNDE DOSTLARININ DİLİNDEN LÜTFİ İKİZ Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi Kurucu Müdürü Merhum Lütfi ağabeyi anma toplantısı 11 Ekim 2014 Cumartesi günü saat 15.00'da yapılacak. Konya'nın manevi mimarlarından Hacı Veyiszâde Mustafa Kurucu Hocaefendi'nin kabrine yakın olan M. Lütfi İkiz'in kabri başına gidip dua ve Fatihalarla andıktan sonra saat 16.00'da İzzet Koyunoğlu Müzesi Konferans Salonu'nda gerçekleştirilecek olan sohbetle devam edecek. Davete icabetiniz bizleri sevindirecektir. Bu vesileyle bugünkü yazımızda dostlarının dilinden kendisini tanımaya çalışacağız. Kendisi az söyleyip çok dinleyen ve bunu hiç fark ettirmeyen bir yapıya sahipti. Sorulara her zaman tatminkâr, kısa ve açık cevaplar verirdi. Dostlukları yavaş yavaş çeşitli akşam sohbetlerinde ve misafirliklerde pekiştirirdi. Böylece; “pazara kadar değil mezara kadar” sürecek dostluklar tesis edilirdi.  Dostları sualleri mektupla da sorar ve her mektuba umulandan çok daha çabuk cevaplar alırlardı. Bu da çok hayranlığa mucip olurdu; görüşmelerde takdir duygularını ifade edenlere cevapları: “Kardeşim, gelen bir mektuba cevap vermek her şeyden evvel bir terbiye meselesidir, gelen bir mektuba hemen, mümkünse aynı gün cevap yazmak gerekir” derdi. Bu metoda bu gün ne kadar ihtiyacımız var. Kemal Selçuk hatıralarını şöyle naklediyor: “1975 sonunda izne geldiğimizde Konya kütüphanesinde vazifeliydiler. Nalçacı caddesinde çok katlı bir apartmanda bekâr oturuyorlardı. Ev çok temiz ve tertipliydi. Her istediklerini anında bulup çıkarabilecek kadar her şeye hâkimdiler. Aynı düzen ve pratikliği daha evvel iki defa ziyaret ettiğim Kastamonu'daki evlerinde de gördüğümü belirtmek isterim. “Marjinal faide prensibi”ni duymuş ve tatbikatını görmüştüm. Şöyle ki gelen mektupların zarfları ve bir yüzü boş reklam kâğıtları atılmaz, bir bir açılıp iç tarafları müsvedde olarak kullanılmak üzre bir tarafa bırakılırdı. Yahut tüketilemeyen ekmekler ufalanır ve hafif su serpilerek kuşlara yem olarak bahçeye serilirdi. Misafir, sualden memnun kalmaz ve malumatı olmadığını ifade eder. M. Lütfi Bey, otuzlu yılların sonlarında evvela pederi İbrahim Edhem Efendiyi, kısa bir müddet sonra da valideleri Fatma Hatunu kaybeder. Küçük hemşireleri Sevim hanıma ve kendilerine büyük ablaları Sabriye Hanım bakar. 40'lı senelerin ağır şartlarında Konya, Kırşehir, Kayseri ve Ankara'da orta tahsili ikmal ederken bir yandan da Kırşehir'deki eski ulemadan âlet ilimlerini tahsil ederler. Gene bu yıllarda devrin cümle meşhur milliyetçilerini şahsen veya gıyaben – fakat gerçekten – tanımaya çalışırlar. Mesela merhum O. Yüksel Serdengeçti ile gazete çıkarırlar. Bu dikkatli bakış neticesinde tanıdıklarının çoğunun “gölgesi boyunu aşmış “ kişiler olduğu kesin kanaatine varırlar. Bizlere de hep bu deyimi hatırlatır, “ben kırk bu kadar senelik hayatımda şöhretimin boyumu aşmaması için azami dikkati sarf ettim. Buna dikkat etmeyenin artık tekâmülüne imkân yoktur.” 1960 da malum darbe vuku bulur. Bilindiği üzre cumanın berekât ve faziletinden de faydalanmak maksadiyle mezkur rezil ve hain hadise bu kutlu günde sahnelenmiştir. Cuma hutbesine çıkan malum hoca, “bu darbenin kapitalist namussuz sermayedarlara karşı, ezilen işçi sınıfının kıyamı olduğu vb” hezeyanlarını savurur. Akabinde yaptığı ihbarlarla zavallı dostlarımıza kan kusturur. O günlerde üstadımız henüz Nevşehir'de meşguldür. Malum hocanın hışmına uğrayan dostları Üstada hususi bir adamlarını göndererek durumu haber eder ve helallik dilerler. O günlerde bankacı dostu Maraşlı M. B. Beyden üstada bir mektup gelir. Bir yerinde “anayasa, babayasa dediler, milletin anasını ağlattılar” benzeri bir cümle vardır. Bu mektub üstadın cebindeyken tesadüfen yapılan bir aramada polisin eline geçer ve kendilerini doğru “Soğukkuyu” askeri hapishanesine atarlar. “Kurt, kurt olduğunu ispatlayana kadar post elden gider.” demiş atalarımız.  Aynen öyle olur ve 40 gün içerde ıstırap çektirilir. Bu meyanda memuriyetine son verilir ve akabinde T. Ocakları Genel Merkez Müdürlüğü başlar. Kendisine sadık gençleri, elinden geldiği kadar o günün aktif politikasına karıştırmamaya gayret eder, kat'i surette herhangi bir siyasi akıma taraf olmaz, bunu da net ve vuzuhla her mekânda ifade ederdi.  Zaman zaman dostlarına; “ hiç bir genci milliyetçi olmaya özendirmediğini – buna taraftar olmadıklarını” ifade ederdi. Sebebi ise gayet basitti, fakat bizim o zamanki iz'anımız bunu kavramaktan acizdi. “Bir genci kendi düşünce akımına çektiğinde, onun her durumu ile - maddi ve manevi-  alakadar olmak zorundasın. Benim mali durumum buna elverişli değil.” derdi. Binlerce ana kuzusunu dava dava diye şartlandırıp harekete geçiren; kodese düşünce de alakadar olmayan sahte üstadların kulakları çınlasın! O, Sultan Hamid Hazretlerinin hatıralarında –“dünyanın büyük bir savaşa gittiğini, bütün emelinin Devlet-i Aliye'yi bu fitnenin dışında tutmak olduğunu ve ancak ondan sonra devletimizin kalkınmasını yapabileceğini” belirttikleri gibi; hızla anarşiye doğru yol alan 60 ve 70'lerın darbe sonu ortamında ve malum karışık dönemde  “ne yapalım? “ suallerine , “ şu keşmekeşin içine düşmememizi ve daha sonra ne yapacağımıza karar verebileceğimiz” cevabını verirdi. Bu cevapta günümüz ortamın dada hala geçerliğini devam ettirmektedir. Üstada C. Hak'dan gani rahmetler temennisiyle,  ailesine ve sevenlerine sabr-ı cemil ihsan buyurmasını diliyorum.


OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ ==> http://www.konyayenigun.com/vefatinin-yedinci-yildonumunde-makale,2980.html

Konya Yeni Gün

Yorumlar

Popüler Yayınlar