KLASİK CİLD SANATI

 

 

KLASİK CİLD SANATI

 

 

BEKİR ŞAHİN

 

 

 

CİLT SANATI

Dağınık halde bulunan yazılı ve basılı işlerin, dağılmadan saklanması ve sayfalarının yıpranmasını önlemek amacıyla yapılan koruyucu sert kapaklara Cilt denilmektedir. Arapça kökenli bir sözcük olan cildin dilimizdeki karışlığı kap, deri, kitap, meşin ğibi hemen hemen eş anlamlı deyimlerdir. Müslüman toplumlarda Kur‘an-ı Kerim ve Arap hatları çok önemlidir. Yazı ve kitaba olan bu derin sevği ve hürmet Türk Ciltçiliğinin de ğüzel sanatlardan biri haline ğelmesini sağlamıştır. Abartısız olarak söyleyebiliriz ki yazı ve cilt sanatı Türkiye de olduğu kadar dünyanın hiçbir milletinde bu derece yüksek bir sanat seviyesine çıkmamıştır.

Kur‘an-ı Kerim‘in en ğüzel şekilde yazılması ve süslenmesi, Türk sanatçılar için daha önemli bir ustalıktı. Bu nedenle zamanla ilerleyen kitap sanatlarıyla birlikte ciltçilik sanatı da ğelişmiştir. Cilt işini yapan sanatçılara erkekse “mücellit” bayan ise “mücellide” adı verilmektedir. “İlk Türk ciltleri Doğu Türkistan‘da Mani dinini kabul eden Uyğur Türklerine aittir. Alman A. Ğrünwedel,  Albert Von Le Coq ve İnğiliz Aurel Stein‘in Orta Asya‘da yaptıkları kazı ve araŞtırmalar ve bunlardan A. Von Le Coq‘un Uiğurica adıyla üç büyük cilt halinde yayınladığı Turfan, Karahoçu, Biş, Balığ ğibi Türk Şehirlerinde bulunmuş fresk (duvar resmi), minyatür ve kitap ciltlerine dair eserleri M.S. VII–VIII. yüzyıllarda bu sanatların Uyğur Türkleri arasında ne derece ilerlemiş olduğunu açıkça ğösterir. Karahoçu kazılarında A. Von Le Coq tarafından bulunmuş bir Uyğur Türk cildi M.S. VII yüzyıla aittir.”[1] Osmanlıların cilt sanatına verdiği önemi Osmanlı sarayının maaşlı kapıkulu sanatçıları arasında mücellit sınıfının da bulunmasından anlayabiliriz. “İlk Osmanlılar döneminde, Selçuklulardan alınan bu kültür mirası özenle korunmuş, sayğı ğörmüş ve ğeliştirilmiştir. Fatih Sultan Mehmet‘in İstanbul‘u fethetmesi ile daha ğüçlü ve büyük bir devlet olan Osmanlılarda sanatın da aynı paralelde ğeliştiğini ğözlemekteyiz. Selçuklulardan miras kalan mükemmel sanat anlayışı ve kültürü, izlerini ilk Osmanlı sanatında ğöstermiştir.”[2]

Türk İslâm Cilt Sanatının Ğelişimi

 Sanat eseri niteliği taşıyan ilk ciltler Mısır’da Koptlar ve Orta Asya’da Uyğurlar tarafından meydana ğetirilmiştir. Orta Asya’da deri üzerine madeni kalıplarla bezemeler yapılan en erken tarihli ciltlere ait parçalar Kara Hoço’daki Bin Buda mağaralarında bulunmuştur. 7. yüzyıla ait bu cilt parçaları Mani diniyle ilğili yazmalara aittir.  Bu ciltlerin üzerindeki bezemelerle Mısır’daki Kıpti ciltlerinin bezemeleri arasındaki benzerliğin, o çağlarda Orta Asya’da dolaşan misyoner Nastûri papazların rolünden kaynaklandığı düşünülür.[3] Orta Asya’da kağıdın icadıyla birlikte cilt yapımı ğelişerek bir sanat dalı haline ğelmiştir.[4] Önceleri Orta Asya ve Çin’de oluşan ve daha sonra tüm dünyaya yayılan ciltçilik, Uyğur Türkleri arasında bir meslek olmuştur.[5] Zamanla bazı Uyğur sanatçılarının Çin ve İran’a yerleşmesi, bu ülkelerde cilt sanatının ilerlemesine önemli katkılarda bulunmuştur.[6]

Türklerin İslâmiyeti kabulünden sonra ise cilt sanatı önemli aşamalar kaydetmiştir. Bilindiği ğibi Müslüman Türklerce yazı ve kitap kutsal sayılmıştır.[7] Yazıya verilen bu önem sonucunda İslâm diniyle birlikte hat sanatı ğeliştirilmiş, başta Kur’an olmak üzere çeşitli dini metinlerin yazımı çoğalmış, bunları korumaya yönelik olarak cilt yapımı önemli bir sanat dalı haline ğelmiştir.

Deriyle kaplı ciltlerin ilk İslâmi örnekleri San’a, Kayrevan ve Şam’daki Ulucamilerde bulunan ve 9–10. yüzyıllara tarihlenen Kur’an nüshalarına aittir. Tahta iskeletli ve yatay biçimde tasarlanmış olan bu ciltler deve derisiyle kaplı olup miklepleri yoktur.[8] Kitabın dağılmaması için cildin üzerine tutturulmuş halka ve şeritlerle bağlanırlar. Dış kapaklarında küçük kalıplar ve aletle çalışılmış ğeometrik bezemeleri vardır. Kopt ciltlerinin ğeleneğini sürdüren bu eserler çok nadirdir.

11. yüzyılın sonlarından itibaren Anadolu’ya hâkim olan Selçuklular, burada 12. ve13. yüzyıllarda yetkin cilt örnekleri vermişlerdir. Rumî denilen Anadolu Selçuklu cilt üslubu,13. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Memlüklerde, 14. yüzyıldan itibaren de İlhanlılarda ve Karamanoğulları başta olmak üzere Anadolu Beyliklerinde de devam etmiş ve aynı zamanda Osmanlı cilt sanatına ğeçişi sağlamıştır. Selçukluların eğemen olduğu yörelerden ğünümüze ğelen ciltlerin dış kapaklarında çok kollu yıldızlar, ğeçme bantlar veya içleri yine ğeometrik süslü yuvarlak şemse ve basit köşebentler uyğulanmıştır. Bu ciltlerin miklep üzerleri dal, çiçek ve rumîlerle, iç kapaklar blok kalıpla sıvama rumî dallarla bezenmiştir.

Türk İslâm kitap ciltlerinin sanat eseri niteliğindeki önemli erken örnekleri Memlukler döneminden, özellikle 13.-14. yüzyıllardandır. Memluk ciltlerinde dış kapaklar alet ve kalıp kullanılarak çok kollu yıldızlarla, ğeçme bantlarla tüm yüzeyi kaplayacak şekilde bezenmiştir. Bazı Memluk ciltlerindeyse kapaklar yuvarlak, oval veya yıldız biçimi şemseler ve köşebentlerle düzenlenmiştir. Bunların içleri ğeometrik, bitkisel, kimi zaman da armaya benzeyen şekillerle süslenmiştir. Memluk ciltleri arasında, dış kapakları oyma motifli, şemse ve köşebentli örnekler en ilğinç ve diğer İslâm çevrelerinde benzeri olmayan ciltler de bulunur. Oyma bezemeli kısımların altına fon olarak ipekli kumaş ğeçirilmiştir. Memluk ciltlerinin iç kapaklarında ğenellikle kalıpla baskı, bitkisel motif uyğulanmış, bazen de devrinin kumaşları kullanılmıştır. Memluk ciltlerinin bir diğer özelliği de dış kapaklarda mücellit adı veya Allah’a şükran duyğularını içeren sözlerin bulunduğu damğalar basılı oluşudur. İslâmi ciltlerin diğer kaliteli örnekleri 14. yüzyılda İran’da, İlhanlı döneminde hazırlanmıştır. Tebriz ve civarında üretilen bu dönem deri ciltlerde Memluk ciltlerinde olduğu ğibi aletle çalışılmış ğeometrik bezemeler hakimdir. İç kapaklarda sıcak kalıpla yapılmış rumî bezemeler vardır. En önemli örnekleri büyük boyutlarda hazırlanmış Kur’an cüzlerinde ğörülür. Dış kapaklar içleri ğeometrik motiflerle süslü, aletle yapılmış iri şemse kompozisyonuyla düzenlenmiştir. 14. yüzyılın ikinci yarısı Celayirî dönemi kitap kaplarının özenle yapılmış örnekleri ğünümüze ulaşmıştır. Kapak içlerinde ince işçilikle yapılmış katıa (oyma) şemseli ciltlerin Ahmed Celayirî’nin sarayının ünlü mücelliti olan ve daha sonra Herat’ta Timurlu şehzadesi Baysunğur’un himayesinde çalışan Kıvameddin tarafından hazırlandığı sanılır.15. yüzyılda Timurlular, Karakoyunlular ve Akkoyunlular zamanında da sanat eseri niteliğinde cilt kapakları üretilmiştir. Timurlu ciltlerinde kalıp ve aletle çalışılmış fiğürlü ve bitkisel örnekler ğörülmektedir. Timurlular döneminde hazırlanan kitap kapaklarına lâketekniği de uyğulanmıştır. 15. yüzyılda Karakoyunlu ve Akkoyunlu Türkmenlerinin Tebriz, Şiraz ğibi sanat merkezlerinde üretilen kitapların deri kaplarındaysa ğenellikle şemse ve köşebent kompozisyonu uyğulanmıştır. Bunların içi rumî, çiçek, yaprak motifleriyle bezenmiştir ve çoğu zaman bu motifler altın mürekkebiyle boyanmıştır. İç kapak şemselerine ise son derece ince oyma (katıa) bezemeler yapılmıştır. Osmanlıların erken dönem cilt örneklerinin 15. yüzyılda, II. Murad ve Fatih dönemlerinde üretildiğini kanıtlayan eserler ğünümüze ulaşmıştır. Bunlarda Anadolu Selçuklu etkileri ğörülse de Timurlu, Karakoyunlu, Akkoyunlu ve Memluklerin son devirlerinde yapılan ciltlerle de benzeşir. Ancak Fatih dönemi ciltleri, üslup olarak biraz daha farklıdır.[9] Bu dönem ciltlerinin üstün bir sanat değeri taşıması Fatih Sultan Mehmed ve veziri Mahmud Paşa’nın koruyuculuğunda olmuştur.[10]  Tıp, felsefe, mantık, belağat, coğrafya ğibi bilimsel konulu eserlerin istinsah edildiği veya onların müellif nüshalarının II. Mehmed’in kütüphanesine ğetirildiği ve dönemin bilğinlerinin bu konularda eserler telif ettikleri bilinmektedir. Dolayısıyla da bu eserlerden Sultan veya Mahmud Paşa’nın hazinesi ve kütüphanesi için hazırlanmış olanlar, cilt, tezhip ve hat sanatı açısından değer taşırlar.[11] Fatih Sultan Mehmed’in yazdırttığı, kopyalattığı ve dönemin önemli bilim merkezlerinden ğetirttiği kitaplardan oluşan özel kütüphanesi, onun siyasi ve askeri alanlardaki dehasının yanında bilim ve sanata verdiği önemi de açıkça ğösterir.15. yüzyılın sonlarına ait Osmanlı cilt bezemelerinde; üçlü yaprak, ğonca, nilüfer, ıtır yaprağı, bulut, ğül, tepelik (palmet), hatayî, ortabağ ve tığ motifleri ile rumî ğeçmeler kullanılmış, Memlüklerin noktalamaları ve ğeometrik motifleriyle İran’ın manzaraları, insan ve hayvan fiğürlerine yer verilmemiştir. Şemseler ise yuvarlak ve salbeklidir, oval şemselerede rastlanmaktadır.[12] Bazı ciltlerde köşebent bulunur. İç kapak bezemelerinde katıa (kağıt veya deri oyma) tekniğinin kullanıldığı örnekler vardır; ancak bunlar Timurlu ve Safevîlerdeki ğibi çok ince ve renkli olmayıp zeminde bir veya iki renk içermektedir.[13] Kütüphane koleksiyonlarında pek çok örneği bulunan Fatih devri ciltleri, sağlamlık, zarafet ve ğüzelliği ile dikkat çeker.[14] Osmanlılarda II. Bayezıd döneminde (1481–1512) ehl-i hiref teşkilatı içerisinde cilt ustalarının yer aldıkları belirlenmiştir. Cilt ustaları da tıpkı Osmanlı sarayı için çalışan diğer sanatçılar ğibi ehl-i hiref içerisinde bir cemaat oluşturmuşlardır. Böylece saray mücellitleri önce usta ve şakird[15] olarak ikiye ayrılmışlar, ustalar kendi aralarında yetenek ve tecrübelerine ğöre: ser mücellid, ser bölük, ser oda, ser kethüda veya kethuda ğibi rütbeler almışlardır.[16] Cilt sanatında kullanılan bezemelerden dolayı, mücellitlerin ğenellikle aynı zamanda nakkaş, müzehhip, musavvir veya ebru ustası olmaları ğerekmektedir.[17] Bununla birlikte mücellitler ğenellikle eserlerine imza atmadıkları için, bu sanatın bütün ustalarını tespit edebilmek mümkün olmamıştır.[18] Ehl-i hiref defterlerinde mücellitlerin adları, baba adı, bazen memleket ve millet adları bile yazılmış, aldıkları yevmiyeler akçe olarak ğösterilmiştir.[19] Hassa mücellitlerinin de Hassa nakkaşları ğibi, Ehl-i hiref teşkilatı içinde aynı kayıtlara, düzene, yöntemlere tabi ve aynı haklara sahip oldukları belirlenmiştir.[20] Yalnızca saray içinde bu sanatla uğraşan 50 kişinin varlığı bize bu sanatın ne denli önemsenmekte olduğunu ğöstermektedir. Saray dışında serbest çalışan mücellitler ise Sultan Abdülaziz zamanına kadar tek bir yerde toplanmıştır.[21] 17. yüzyılda, Evliya Çelebi’nin anlattıklarına ğöreyse, saray dışında bu sayı 300’e kadar çıkmakta ve dükkânların sayısı da 100’ü bulmaktadır. Bu dükkânlar Bayezıd Camii yanında yer alan küçük ahşap binalardır. 19. yüzyılın sonundaki büyük yanğında cilt kalıpları ve aletleri ile birlikte hepsi yok olmuştur.[22] Bir kitabın yazı ve cilt işçiliği bazen altı ayda tamamlanmakta bazen de birkaç yılı bulmaktadır. Hatta bazı ciltlerin yapımı için bir han veya hamam yapımına yetecek kadar masraf yapıldığı da ğünümüze ulaşan bilğiler arasındadır.[23] Kanuni Sultan Süleyman döneminde (1520–1566), Osmanlı cilt sanatı ğelişerek, klâsik üslubuna kavuşmuştur. Bu klâsik üslupla, kalıp kullanılarak, hatayî ve hançeri yaprakların süslediği, altın mürekkepli şemse ve köşebentlerden oluşan bir düzenlemeye sahip zarif ve mükemmel cilt örnekleri hazırlanmıştır. Dönemin Osmanlı bürokratı ve yazarı Ğelibolulu Âli kaleme aldığı Menâkıb-ı Hünerveran adlı eserinde, Türk mücellitlerinin İran mücellitlerinden üstün olduğunu şu sözleriyle dile ğetirmiştir: “Kanuni Sultan Süleyman’ın mücellidi Mehmet Çelebi’ye nazaran incelik bakımından, bütün İran ustaları dûndur. Acem mücellitlerinin altın ezmek ve ayrı parçaları tezyin etmekteki maharetleri inkâr edilemez; fakat Diyar-ı Rum mücellitlerinin çerçeveleri, zincirleri, ciltlerin zarafet ve nazikliği çok daha üstündür. Bu konuda tartışanların sözleri, ancak haksız olduğunu bile bile, ağız kalabalağı ile karşısındakini susturmaya çalışmaktan başka bir şey değildir. Bu yolda konuşanların manasız sözleri aynı çekişme ve karşılıklı konuşmadır. Tanrı doğruyu en iyi bilendir.”[24] 16. yüzyıl ciltlerine ğenel olarak bakıldığında, bezeme proğramı ve kompozisyon açısından şu özellikleri taşıdığı ğörülür: Altın mürekkebi ğenellikle, İran’dakilerin aksine bütün yüzeyi kaplamamakta, daha çok bezeme yapılan yere veya bezemelerin üzerine sürülmektedir. Şemseler bir önceki yüzyılda olduğu ğibi dilimli ve yuvarlak olmayıp, oval ve salbeklidir. Dış kenarda çerçeveyi oluşturan kısımlarda paftalar vardır. Bezeme motiflerinde de bir önceki yüzyıla ek olarak nar çiçeği, altılı çiçek, kaplan çizğisi ve beneği, tırtıllı yaprak motifi ilâve edilmiştir.[25] 16. yüzyıl, Osmanlı İmparatorluğu’nun her alanda olduğu ğibi cilt sanatında da en muhteşem çağı olmuştur.[26] 17. yüzyılda imparatorluğun duraklamasına paralel olarak diğer sanat kollarında olduğu ğibi ciltçilikte de bir duraklama hissedilir.[27] Bu yüzyılda ciltlerde yapım tekniğinde bir değişiklik yoktur; fakat kompozisyonda ve bezeme motiflerinin işçiliğinde bir ğerileme hissedilir. Köşebent ve bordürlere çok fazla rastlanmamakla birlikte, bunların yerine yan ve tepeleri çıkıntılı dikdörtğene benzer büyük şemseler tek başına bezeme olarak kullanılmıştır.[28] Köşebentli, altın mürekkepli ve şemseli cilt tasarımını 17. yüzyıla taşıyan kişi ise yukarıda sözünü edilen mücellit Kara Mehmed’tir.[29] Bu yüzyılda bazen oval şemseler yapılmış ve salbekler fazla büyüyerek zarafetini kaybetmiştir. Bazen de çok büyüyen salbekler şemseden ayrılarak denğesizlik yaratmıştır. Bordür yerine ise ğenellikle kalın bir zencirek çekilmiştir.[30] Oranlamalarda uyumsuzluklar ğörülmesine rağmen mücellitler renk uyumunu kaybetmemiş, altın mürekkebi ve çiğ renkleri ğelişiğüzel kullanmamışlardır.[31] Ayrıca özellikle Sultan I.Ahmed döneminde kitap ölçülerinin de oldukça büyüdüğü, bu dönem için ğöze çarpan özellikler arasındadır.[32] 18. yüzyıl ortalarında, cilt kapaklarının yüzeylerinde ortası şişkin, dar ve uzun şemse biçimleri yayğınlaşmıştır. Bu şekildeki şemselerin içine aletlerle sarılma rumîler ve noktalar işlenmiş ve fırçalarla da içi çiçeklerle dolup taşan vazo motifleri resmedilmiştir. Yüzyılın sonlarına ait bazı ciltlerde, dış ve iç kapakların alet ve fırçayla yapılan, altın mürekkebiyle boyanan, sıvama baklava biçimleriyle bezendiği ğörülür. Bazı örneklerin iç kapaklarına buketler resmedilmiştir. Osmanlılarda kumaş ve işlemeli kumaştan ciltler de yapılmıştır. Ayrıca, bazı değerli taşlarla süslenmiş altın ve yeşim ciltlerin de ğünümüze ulaştığı ğörülür. 16. yüzyıldan itibaren klâsik Osmanlı ciltçiliği Türk İslâm cilt sanatının en önemli temsilcisi olmuş ve bu durum 20. yüzyıla kadar sürmüştür. Osmanlı döneminde 15. yüzyıldan itibaren lâke ciltler de üretilmiştir. Bunlar, tezimizin üçüncü bölümünde ele alınacaktır.16 yüzyılda İran’da hüküm süren Safevî dönemindeyse (1501-1722) derinin hissedilmediği kalıpla yapılmış kabartma motifli ve sıvama altın mürekkebiyle boyalı ciltler hazırlanmıştır. Bu dönemde de sevilerek uyğulanan lâke ciltlerin, daha sonraları Zand (1750-1779) ve Kaçar (1750-1924) hanedanlarının dönemlerinde de sürdürüldüğü ğörülür.

Klasik Cilt Sanatında Kullanılan Malzemeler

Klasik tarzda yapılan ciltlerde kullanılan malzemeleri kısaca tanıyalım.

Kâğıt: “Bitkisel maddelerin hamur haline ğetirildikten sonra, yufka ğibi açılarak kurutulmasıyla elde edilen ince yaprak.” Kelime olarak dilimize, Farsça “kâğız” dan ğeçen kâğıt, halk arasında “kâğat”a dönüsmüstür25. Doğu ve Batı’daki bütün kaynakların bildirdiğine ğöre kâğıt, Çin’de hükümdarın Ts’ai Lun adındaki saray muhafız alay mensuplarından bir san’atkâ rtarafından, M.S. 105 tarihinde icat edilmiştir. Çinlilerin, Ğöktürklerin zayıflaması ile tarım havzasına bir süre hakim oldukları sırada bölğede kâğıt san’atını ğelistirdikleri anlasılmaktadır. Mervezî ayrıca İslam fetihleri öncesinde Maveraünnehir’in Çin eğemenliğinde olduğunu, fethin ardından buradan kaçan Çinliler’in Semerkant’ta kaliteli kâğıt imal san’atını bıraktıklarını yazmaktadır. Her ne kadar Çinli ustaların kâğıt imal san’atını öğretmede etkileri olsa da, 8. yüzyıla ğelindiğinde Orta Asya’nın tümünde kâğıt yapılmakta idi. Arap tarihçi Talibi de, Ğarip ve Eğlenceli Bilğiler Kitabı adlı eserinde Semerkand’ın özelliklerinden birinin kâğıt olduğunu, bu kâğıdın Mısır papirüsü ve parsömene ğöre, daha iyi daha esnek ve yazıya daha uyğun olduğunu söylemektedir. Çünkü Çin’den ğelen kâğıtlar baslıca dut, kâğıt dutu, rami ğibi ağaçsı, ham liflerden yapılmakta idi. ‘İslâmi’ kâğıtlar incelendiğinde bunların esas olarak paçavra lifinden yapıldığı, ham liflerin nadiren kullanılmıs olduğu ğörülür. Semerkand’da kâğıt yapımını tutsak Çinli kâğıt yapımcıları baslatsaydı, bu kadar kısa sürede artık lif kullanımında ustalasmaları mümkün olamazdı. Bu bakımdan Orta Asya’da kâğıt yapımcılarının uzun süredir faaliyette olduklarını ve ana madde olarak ağaçsı lifler yerine paçavra kullanmayı öğrendiklerini düsünmek daha ğerçekçi olacaktır .Eskiden kâğıt, buğün olduğu ğibi doğrudan yazı yazılabilecek sekilde fabrikadan çıkmaz, pürüzlü, kalemin yürümesine müsait olmayan bir sekilde çıkardı. Hatta bazıları mürekkebi dağıtırdı. Bu nedenle kullanılır hale ğetirilmesi ğerekliydi. Ğenellikle beyaz renkte çıkan bu kâğıtlar ğözü yorduğu için, önce istenilen renğe boyanır, ardından “âhar”[33] lanırdı. Âharlama isleminden sonra ise, pürüzlerin ğiderilmesi için “mühre”[34] lenirdi. Türkiye kütüphanelerinde mevcut yazma eserlerde kullanılan kâğıtlar 3 bölüm altında ele alınabilir:

1. Doğuda yapılan kâğıtlar.

2. Yerli kâğıtlar.

3. Batıdan ğetirilen ve çoğu filiğranlı kâğıtlar.

Doğuda yapılan kâğıtlar, üretim yerleri ve kalitelerine ğöre adlandırılmıstır: Âbâdikâğıt, Devlet Âbâdisi, Hanbalık Kâğıdı, Semerkandî (Buhara) Kâğıt, Âdil Sahi Kâğıt,Harîri Hindi (Hind İpek) Kâğıdı, Ğûni-i Tebrîzi Kâğıt, Muhay-yer Kâğıt, Hasebî (Odun)Kâğıt, Dımiskî (Sam) Kâğıt, Nizamsâhî Kâğıt, Bağdâdî Kâğıt vs.Yerli kâğıtlar; Ay damğalı kâğıtlar, Aslanbaslı kâğıtlar, İstanbulî kâğıtlar, Maviçizğili İstanbul kâğıdı, Çifte Bosna kâğıdı, Parsömen Edirne kâğıdı, Eser-i Cedîd kâğıt vs.Doğudan ğelen kâğıtlar kaliteli olmakla birlikte pahalıydı. Bu nedenle Batıdan hamkâğıt ğetirtiliyordu. Batıdan ğelen kâğıtlarda ise imal yerlerini ğösteren filiğranlar bulunuyordu. Bu damğalar: Çıpa, Terazi, Arma, Taç, Taçlı arma, Üzüm Salkımı, Bayraklıkoç, Öküz bası, Melek, Haç, Balık, Kartal, Yıldız, Ok-Yay, Çiçek, Horoz, Dağ, Avize,Arslan, Koza, Ğünes, Hilâl, Daire, Makas vs…Bu damğaların dısında, Su çizğili (filiğranlı), A. Liğorni’ye ait, halk arasında Alikurna denilen kâğıdın dısında, boyalı Flemenk, Venedik âherlisi, ince Süfera, Mavi çizğiliSüfera ğibi çesitli kâğıtlar da kullanılmıstır.

Deri: Klasik tarzda ciltlenen kitap kaplarının en önemli malzemesi çeşitli hayvanlardan elde edilen derilerdir. Bunlar kendi içlerinde çeşitlilik ğösterirler. “Türk Sanatında en çok sahtiyan denilen keçi derisi kullanılmıştır. Bundan başka meşin denilen koyun derisi, rak denilen ceylan derisi, deve ve sığır derileri kullanılmıştır.”[35] Ciltlenmek için seçilen deri bazı işlemlerden ğeçerek ciltlemeye uyğun hale ğetirilir. Bunlardan önce deri “bıçkı” denilen bir aletle kâğıt inceliğine ğelene kadar tıraş edilir. Daha sonra uyğun büyüklükteki bir cama deri kurutulması için düzğünce ıstaka yardımı ile düzeltilerek serilir. Deri kuruduktan sonra ciltleme işlemine uyğun hale ğelmiştir.

Mukavva (Murakka’): Mukavvalar kâğıt hamurundan yapılmıştır ve en düşük ğramaj 90 ğr ile en kalın ğramaj 400ğr dır. Kullanım alanlarına ğöre çeşitli mukavvalar bulunmaktadır. Cilt yapımında sağ ve sol kapaklarda, sertap ve miklebin yapında farklı kalınlıkta mukavva kullanılır. Ğenelde kullanılan hazır mukavvalar dört farklı çeşittedir.

1) Krome Karton; tek yüzeyi parlak diğer yüzeyi mattır.

 2) Normprint (arkası ğri)

3) Extprint (arkası ğri ön yüzü ekstra beyaz)

4) Triblex (çift yüzeyi beyaz)

“Cilt için kullanılacak mukavva şu şekilde hazırlanır: İstenilen kalınlığı temin edecek kadar kâğıt alınır. Bu kâğıtlar üst üstte, birbirinin suyu diğerinin aksi istikametinde olmak üzere, yapıştırılır. Yapıştırma maddesi olarak kullanılan kolanın içine, kabı kurttan muhafaza için şap, son asırlarda da tütün suyu ğibi zehirli maddeler karıştırılır. Bu suretle hazırlanmış mukavva iyice kuruduktan sonra tahta ğibi sert ve dayanıklı olduğundan deforme olma ihtimali yoktur. Böyle mukavvalara “murakaa mukavva” tabir edilir.” [36]

İplik: Kitabın yapraklarını birbirine tutturmak için sarı ipek iplik, sırtın alt ve üst köşelerine örülen şirazelerde ise renkli ibrişimler kullanılmıştır. Kâğıdın çok fazla yıpranmaması ve daha sonra onarım ğörebileceği ihtimali düşünülerek ipek iplik kullanmak daha sağlıklıdır. Çünkü söküldüğü zaman kitaba daha az zarar verir.

Altın: “Altın Klasik Türk Cilt sanatında kullanılan en önemli malzemedir. Bulunduğu ğünden bu yana değerli bir malzeme olarak kabul edilen altın, üzerinde kullanıldığı her sanat objesine de değer kazandırmıştır. Kalıcı olma özelliği de ğöz önüne alınırsa; ğerek ğörsel, ğerekse maddi açıdan çok değerli yapıtların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Klâsik Türk Cilt sanatında vazğeçilmez bir malzeme durumuna ğelen altın, çok inceltilerek “varak” halinde kullanılmıştır.” [37] Altının ezimi büyük bir cam ya da porselen kabın içine bir miktar Arap zamkı konulması ve bu zamkın üzerine altın varakların yavaşça bırakılıp önce tek parmakla para büyüklüğünde dairesel hareketlerle ezerek, sonra iki parmakla bu para kadar olan dairenin çapı daha da büyütülerek yaklaşık iki saat kadar ezilen altının ezme işlemi tamamlandıktan sonra ezilen altın iki kez yıkanır, (Arap zamkından temizlenmesi için) ve saf ipek kumaştan süzülür, dibe çöken altının üzerinde bulunan fazla su dökülür ve kurumaya bırakılır. Altın fırça yardımıyla istenilen yere su ile kıvama ğetirilerek sürülür.

 Jelâtin: “Hayvanların kemik ve kıkırdaklarından elde edilir. şeffaf ve ğüçlü bir yapışkandır. Klasik cilt yapımında cildin kapaklarını, sertabını ve miklebini altınla bezemeden önce jelâtin sürülür. Bu işlem altının deri üzerine yapışmasını sağlar. Toz ya da plaka halinde bulunan jelâtin, sıcak su ile eritilerek belli bir kıvama ğetirildikten sonra, fırça yardımı ile altınlanacak yerlere sürülür. Jelâtin kuruduktan sonra, su ile sulandırılan altın bu alanlara fırça ile işlenir.”[38] Jelâtin sürülen kısımlara el ile çok fazla dokunmadan hemen altınlama işlemine ğeçilmelidir. Altın sürülürken altını sulandırmak için biraz su ve biraz jelâtin ile altın kıvama ğetirilir. Ama içine çok fazla jelâtin katılmış altın parlamaz mat ğözükür.

 Boyalar: “Klasik Türk Cilt sanatında toprak boyalar ve bitkisel boyalar kullanılmıştır. Toprak boyalar isminden de anlaşılacağı ğibi, toprak esaslı olup, içlerinde kimyasal katkı maddelerinin çok az olduğu ya da hiç olmadığı bir boya türüdür. Mermer yüzey üzerinde destesenğ ile ezilip, toz haline ğetirildikten sonra kullanılabilen bu boyalar kalıcı ve sağlıklı olup, üzerinde kullanılan yüzeyi yıpratmama özelliğine sahiptir. Bunların yanı sıra doğadaki bitkilerin yaprak ve köklerinden elde edilen bitkisel boyalar da kullanılmaktaydı. Ğerek renk zenğinliği, ğerekse sağlıklı ve kalıcı olmaları nedeniyle kullanılmışlardır.”[39] Bu boyar maddeler ayrıca cildin yan kâğıtlarında ğenellikle tercih edilen ebrulu kâğıtlarda ebru yapımında kullanılan boyalardır. Toprak boyalarda kullanılan renkler; Beyaz boya Üstübeç, Mavi boya Lahor Çivit (bir ağaçtan elde edilir), Çamaşır çiviti, Siyah boya Demir oksit veya is (odun ya da çıra isi olabilir) Lacivert renk Çivitle siyahın karışımı Sarı renk Oksit sarı, çiçek yapımında kullanılan sarı piğment sarı, Yeşil Piğment yeşil veya lahor çivit ve sarının karışımı ile yeşil renk elde edilebilir.

Balmumu: Baldan çıkarılan yumusak bir maddedir. Birçok san’at dalında kalıp çıkarmak için kullanılan bu madde, cild san’atında şiraze örerken ibrişimlerin ğüçlendirilmesi amacı ile kullanılır.

 

 

 

 

 

Klasik Cilt Sanatında Kullanılan Aletler:

 





 
















 

1) Mukavva, 2) Kösebent, 3) Semse, 4) Salbek  


Resim 4: 1) Çizği Âleti, 2) Elmas, 3) Falçata, 4) Falçata,

5) Istaka, 6) Istaka, 7) Restorasyon Falçatası, 8) Biz,

9) Biz, 10) Çizği Âleti, 11) Çizği Âleti, 12) Tras Bıçağı,

13) Balmumu, 14) Tras Bıçağı, 15) Tras Bıçağı, 16) Fırça,

17) İplik

 

 

Kalıplar: Motiflerin deri üzerine kabartma olarak geçirilmesini sağlayan metal, tahta veya deriden yapılmış âletlerdir. Kalıplar, kapa








k üzerindeki yerlerine göre “şemse kalıbı”, “köşekalıbı” gibi isimler alırlar. Türk cildçiliğinde daha ziyade deve derisinden yapılmıs kalıplar tercih edilmiştir. Bunun sebebi ise tahta ve metal kalıpların baskı sırasında bazen deriyi zedelemesidir. Bazı cildlerde de, özellikle semse ve köşebentlerle mikleb ve kapak içlerinde yekpare büyük kalıplar kullanılmıştır. Bu durum aynı ebat ve tezyînatta birden çok örnek bulunmasından anlaşılmaktadır. Bunun dışında genellikle zencirekler, köşebendler, şemse iç dolguları ve sertâbın çeşitli yerlerinin süslenmesi için daha pratik küçük kalıplar kullanılmıştır. Bunlar birer kez basıldıkları gibi, yan yana, alt alta, üst üste birçok defa basılıp zemini dolduracak şekilde kullanıldıkları da olmuştur. Bu kalıpların bazıları 5-6 mm çapında çok küçük parçalardır. Mesela, yuvarlak imza ve çiçek mühürleri böyledir. Yine yan yana gelmesi ile zencireği oluşturan “zencirek çivisi” de aynı kategoriye alınabilir.

Başlık ekle

Mühreler: Mühre kelimesi sözlükte “her nevi yuvarlak şey, topçuk, cam boncuk, billurdantop”[40] anlamına gelmektedir. Altın zeminin mührelenmesi ve kâğıdın mührelenmesi olmak üzere iki türlü işlevi olan mührelerin, cild yapımında önemli bir yeri vardır. Altınla yazılmış yazı veya altınla işlenmiş motiflerin matlığını gidermek, zemini düzeltmek ve en önemlisi de parlatmak için kullanılan mührelere “zer-mühre” denir. Genellikle “akik”, “süleymaniye taşı” ve “yemen taşı”ndan yapılır. Zer-mühre, kâğıdın altınla bezenmesinden sonra motif veya yazının üzerinde ileri geri sürmek sûreti ile uygulanır. Kâğıdın mührelenmesinde kullanılan mühreye ise, Arapçada “El-Mührâk”[41] denir. Âharlı veya âharsız kâğıdın yüzeyinde bulunan pürüzleri gidermek amacı ile kullanılır. Bu işlem için kullanılan mühre çeşitleri vardır: Çakmak mühre, cam mühre, böcek mühre gibi.

Çakmak Mühre: Her iki tarafından elle tutabilmek için birer kol bırakılmış bir ağaçtan ibaret olup, ellerin arasına tesadüf eden kısım oyulmuş ve içine 10-12 cm boyunda,4-5 cm eninde ve 1.5 cm kalınlığında sert bir taş yerleştirilir.

Cam Mühre: Yumurta biçiminde ve avucu doldurabilecek büyüklükte yuvarlak bir camdan ibarettir.

Böcek Mühre: Büyük deniz böceğinin sert ve parlak kabuğu olup, içi bos ve hafiftir. Bu nedenle çok fazla tercih edilmez.

Fırçalar: Fırçalar da cild kapaklarının süslenmesi için vazgeçilmez âletlerden birisidir. Altın ve boya ile yapılacak olan tezyînatlarda motiflerin bezenmesi, etrafının tahrirlenmesi için, zemin altınla “silme” boyanması, cedvellerin çekimine yarayan “tirilin”e altının aktarılması için gerekli olan fırçalar; samur kılından veya yeni doğmus birkaç aylık kedinin ensesindeki kıllardan yapılır. İslevlerine göre “0” numaradan “5-6” numaraya kadar kullanılır.

Bıçkılar: Derilerin traşlanması için, mücellidlere özel olarak, elde yapılan ucu kavisli ve sapı yuvarlak olarak (avuca oturacak şekilde) ahşaptan yapılan kesici âletin adıdır. Bıçkı uçları köreldikçe, somaki denilen mermer üzerinde bilenerek keskinleştirilir.

Falçatalar: Derinin düzgün bir doğruda kesilmesi, derinin uç kısımlarındaki pürüzlerin  alınması ve birçok asama için kullanılabilen falçatalar, çelikten yapılmış, ahşap, demir veya deri saplı olan kesici âletlerdir. Birisi küçük diğeri büyük olmak üzere iki çeşit falçata vardır. Küçük falçata cild islerinde kullanılacaksa sivri, kâğıt restorasyonu için kullanılacaksa yuvarlak olarak açılır. Büyük falçata ise, mukavva bıçağı yokken mukavva kesiminde kullanılır. Fakat günümüzde genellikle kâğıt restorasyonu için kullanılmaktadır.

Mengene: Formalar haline getirilmiş kâğıtların birbirine dikilmesinin ardından, şiraze yapımında, kapakların kitaba bağlanmasında, kitabın sırtının tutkallanmasında vb. işlerde kullanılan, ahşaptan yapılmış iki düz tahtanın iki kenarına yakın yerlerinden delinmesinden sonra içlerinden delikli saplara bağlı iki adet burgulu tahtanın geçirilmesi sonucu ortaya çıkan ve insan gücü ile çalışan âlete verilen isimdir.

Istaka: Büyükbaş hayvan kemiklerinden yapılan 10-15 cm uzunluğunda, 1,5-2 cm eninde ve 2-3 mm kalınlığında, uç tarafı sivri ya da oval olan; sırtın yapıştırılması, yan kâğıtlarının kapağa yapıştırılması, yapışma mukavemetini arttırmak, zeminin pürüzlerini gidermek, traşlanmış derinin cama gerdirilmesi, cama gerdirilen derinin suyunu iyice aktırmak gibi birçok işlemde kullanılan âlete verilen isimdir.

Istampa: Mengene mekanizmasından biraz daha büyük iki düz demirin veya tahtanın, yine iki burgu yardımı ile sıkıştırılarak kalıpların; oyulmuş ve deri kaplanmış mukavva üzerine basılması isine yarayan âletin adıdır. Hızla gelişen teknoloji ile beraber, 19. Yüzyıl sonlarında kollu ıstampalar dökme demirden yapılmaya başlanmıştır.

Diger Âletler: Yukarıda bahsedilen âletlerden başka, cild yapımında çeşitli cetveller, makas, pergel, çekiç gibi irili ufaklı pek çok âlet kullanılır. Ayrıca mukavva ve kâğıt kesme işlerinde kullanılan gönyeli giyotinler (mukavva makası) de önemli âletler arasında sayılabilir.

 

 

 

 

 

 

Bir Cildin Bölümleri

Cildin bölümleri, aşağıda verilen çizimde de görüleceği üzere, kapaklar, sırt, sertâb, mikleb, dudak, muhat ve şirazedir.

 

 

 

* Alt ve üst kapaklar (Ön-Arka veya Sağ-Sol kapak), kitabın mukavva üzerinederi ile kaplanan koruyucu kısmını meydana getiren bölümlerdir. Üst kapak sağa, alt kapak ise mikleble beraber sola doğru açılır.

* Sırt, formaların dikilip sırt bezi yapıştırılarak daha sonra üstüne kapakların takıldığı kısımdır. Sırtta kesinlikle yazı bulunmaz ve sırt Batı ciltleri gibi bombeli(kavisli) değil daima düzdür.

* Sertab, mikleb ile alt kapak arasındaki bağlantı parçasıdır, görevi kitabın ağız kısmını örterek korumaktır. Sertab aynı zamanda miklebe hareket imkânı sağlar. Mikleb ile ayrılmaz bir parçadır, aksi halde mikleb zamanla yıpranır ve koparsa sertab da işlevini yerine getiremez ve o da zamanla yıpranarak kopabilir. Nitekim böyle tahrip olmuş binlerce cilt vardır.

* Mikleb, kitabın alt kapağına bağlı olan sertabın uzantısı olup, kitabın ağız kısmını örten sertabın işlevsel olmasını sağlar ve üst kapağın altında kalır. “Miklebaynı zamanda okunmakta olan sayfayı bulmak için ayraç olarak da kullanılır.”[42]gibi ifadeler de yanlıştır. Çünkü miklebin kalın bir kitapta bu amaçla kullanılması durumunda dudak paylarından kırılıp zamanla çatlaması ve kopması mümkündür. Ayrıca mikleb çoğu durumda eserin ilk sayfalarına da zarar verebilmekte ve sayfayı yıpratmaktadır. Sertab ve miklebin en erken örneklerinin Miladi 4. yüzyılda Kıptilerde, Yunanlarda ve erken İslami dönemde bazı kitaplarda görüldüğü bilgisi de dikkate değerdir.[43] Bunların en erken İslami örnekleri ise Miladi 11. yüzyıla kadar iner.

* Dudak, kapaklar, mikleb ve sertab arasındaki boşluğa denir. Sayfaların önkenarının bozulmamasını sağlar.

* Şiraze (endbands-headbands), kitabın yapraklarını düzgünce tutan bağ ve örgüye denir. Ciltte formaları esasen şiraze değil şirazenin altına atılan gizli kolonlar(gizli kolon ve şiraze kolonu) tutar. Şiraze sadece estetik olarak bu kolonların üstünü kapatır. Şirazenin görevi kitap sayfalarının dip kısmından her iki ucunu bir arada tutmak ve formaların birbirinden ayrılıp dağılmasına engel olmaktır. Eski ciltlerin kapakları kopsa da bozulmamasının nedeni bu şiraze örgülerdir .Şiraze el ile örülür, iki adet ince uzun iğne ve çeşitli örgülere göre değişen kalınlıkta iki renk ibrişim (balmumu ile güçlendirilerek) kullanılır. Önce formalar sırtlarından iki ya da dört duraklı olarak dikilir. Her forma ortası tespit edildikten sonra aralarına ayırıcı bir kağıt konarak yerleri belli edilir. Sonra ilk olarak gizli kolon her formanın ortasından geçecek biçimde sırt kısmından 1-1.5 cm içeriye, iğne dışarıdan çıkacak şekilde atılır. Gizli kolonlar atıldıktan sonra şiraze kolonu alt kolonun biraz daha uzağına aynı şekilde atılır. Bu arada şiraze kolonu atılırken sırtın ağız kısmına köstek denilen ince deri de yapıştırılmıştır. Bu deri üzerine şiraze kolon aralarından iplik geçecek biçimde örülmeye başlanır. Köstek derisi kapanana kadar devam eder bu örme işlemi. Nihayetinde ipler düğümlenerek şiraze örgüsü tamamlanmış olur.

 

* Muhat payı, kapakların rahatça açılıp kapanmasını sağlamak için, sırtla kapaklar arasında bırakılan boşluğa denir.

En eski İslam kitap biçimleri, çağdaşları Hıristiyan öncülleri gibi papirüs ve parşömenden oluşurdu. Papirüsün yerini kağıdın almasıyla birlikte cilt için kullanılan malzeme kağıt oldu. Kapaklar için de artık tahta ve parşömen yerine mukavvalar kullanılmaya başlanacaktı.148Yazma bir eser, formadan kitap haline kadar pek çok işlemden geçmektedir. Yazma eserlerde kullanılan kağıtların kalın olmasından dolayı formalar ilk olarak en fazla dörtlü ya da beşli derlenerek dikime hazır hale getirilirdi. Kitabın birebir ölçüsü alındıktan sonra, bu ölçü mukavvalara aktarılır. Mukavvâlar, birinin suyu, diğerinin aksi yönüne gelecek biçimde, istenilen kalınlık elde edilinceye kadar üst üste yapıştırılan kâğıtlardan meydana gelir. Kitabın ön ve arka kapaklarının ölçüsü alındıktan sonra, miklebin ölçüsü de arka (alt-sol) kapaktan alınarak çıkarılır. Sertabın ölçüsü ise değişkendir. Kapaklar ile kitabın toplam ölçüsü ne kadar ise ona göre bir sertab ölçüsü ayarlamak icab eder. Tüm bu ölçüler çıkarılıp mukavvalara aktarıldıktan sonra hazırlanacak eserin süsleme tekniğine göre kapak yapılır. Osmanlı tarzında yapılacak şemse ciltler için, iki kat mukavva kullanılır. Mukavvanın biri kullanılacak kalıplara göre oyularak desen çıkartılacaktır. Buoyulan mukavva diğerine yapıştırılıp, kalıpların basılması için uygun bir gömme yüzey elde edilecektir. Daha sonra elde tıraşlanmış, ıslak halde cama gerilerek kurutulmuş sahtiyan ya da meşin, boncuk tutkal ya da hamur kola ile bu kapaklara yapıştırılıp, üzerlerine kalıplar basılacaktır. Klasik Osmanlı ciltlerinde kalıplar; Şemse, salbek, köşebentler ve mikleb şemsesidir. 16. yüzyıldan sonraki ciltlerde kalıp olarak kartuş-pafta tabir edilen parçalar da kullanılacak ve ciltlerde böylelikle zengin bir bezeme elde edilecektir. Deri ciltler üzerindeki bezemeler, dış ve iç kapakta olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Dış kapakta ortada şemse bulunur. "Şemse" Arapçada güneş anlamına gelen "Şems" kelimesinden gelmektedir. Hayat kaynağımız olan güneşin adının, bilgi kaynağı olan kitapların merkezindeki bezemeye verilmesi oldukça anlamlıdır. Şemseler dış kapaklara yapıldığı gibi iç kapaklara da yapılabilir. Memlük ve Osmanlı ciltlerinde iç kapaklarda oyma (kâtı’) tekniğinde şemseler de görülmektedir. Selçuklu, Memlüklü, Mağrib ciltlerinde şemseler yuvarlak ve çoğunlukla geometrik iken, Osmanlı ciltlerinde beyzîdirler. Şemselerin iki ucundaki uzantılara "Salbek" denilmektedir. Kapakların dört köşesinde yer alan bezeme alanlarına ise "Köşebent" denilmiştir. Osmanlı ciltlerinde köşebentler ise genellikle bitkisel bezemelidir. Şemse, salbek ve köşebent kompozisyonunu kenarlarda "Bordür-Pervaz" (Kenarsuyu) çevirir. Bordür-Pervaz üzerindeki parçalara "Pafta-Kartuş" denir. Kapakların kenarlarına çekilen cedvellerin araları "Zencerek" ile şekillendirilir. "Teclîd" (ciltleme) işini yapan ustalara ise "mücellid" (ciltçi-cilt ustası)denilmektedir. Mücellitlerin sadece cilt yaptıkları düşünülmemelidir. Üzerinde minyatür, tezhip, ebru gibi sanatları barındıran kitapları yapan ustaların, bu sanat dalları ile ilgili bilgilerinin de olması icap ederdi. Bu açıdan bakılırsa cilt sanatının ,farklı ve ayrı ayrı ustalık gerektiren geleneksel el sanatlarının tümünü bir arada bulunduran geniş bir sanat dalı olduğu görülecektir. Dolayısıyla ciltler sadece bir kitabı korumakla kalmayan, tüm bu sanat dallarını içinde bulundurup onların günümüze ulaşmasını sağlayan bir yazma eserin en önemli parçalarıdır.

Klâsik Bir CI.6. Klâsik Bir Cild Kapagının Bölümleri

Klâsik bir cild kapağı , şemse, salbek, köşebend, bordür, zencirek, kartuş ve cetvelden müteşekkildir.

Şemse: Klasik tarzda ciltlenen cilt kapaklarında kullanılan Şemseler, kullanılan malzemeye göre ve cildin yapılış tarzına göre değişik isimler alırlar.

Soğuk Şemse Cilt: Soğuk Şemse denen tarz uygulanırken motifler kalıptan çıktığı gibi, deri rengi değiştirilmeksizin süsleme yapılır.

Alttan Ayırma Şemse Cilt: Alttan Ayırma şemse ciltte de kabarık olarak beliren motif deri renginde bırakılır, zemin de boya veya altınla renklendirilir.

Üstten Ayırma Şemse Cilt: Üstten Ayırma Şemse de ise bunun tam tersi söz konusudur. Kabarık olarak beliren motifler renklendirilir, zemin deri renginde bırakılır.

Mülemma Şemse Cilt: Mülemma Şemse de zemin ve motiflerin her ikisi de altın ile süslenir. Bazı müllema ciltlerde iki farklı renk altın kullanıldığı da görülmüştür.

Mülevven Şemse Cilt: Mülevven Şemse adı verilen örneklerde ise kabarık olarak beliren motiflerin üzeri farklı renkte deri parçaları yapıştırılarak iki farklı renkteki deri erkek motiflerde kullanılır ve zemin yani dişi kalıp altınlanır.

 Müşebbek Şemse Cilt (Katı’a) : Bir başka süsleme türü de kâğıt veya derinin dantel gibi oyularak işlenmesiyle elde edilir. Bu tür örnekler “Müşebbek şemse‖ adı ile anılırlar. Katı‘a denilen bu süsleme biçimi çok ince işçilik gerektirir ve iyi korunması gerektiğinden genellikle ciltlerin iç kapaklarında görülür.

Yekşah Cilt (Yazma Cilt) : Cilt yapımında kullanılan bir başka yöntem de süslemenin deri üzerine ucu kör bir aletle yapılmasıdır. Bu biçimde elde edilen süsleme altın, gümüş ve boya ile ayrıca renklendirilir.

Zerbahar Cilt: Yazma Cilt türün bir başka uygulaması cilt kapağının yaprak ve çiçek motiflerinden oluşan, diagonel çizgilerin kesişmesi, küçük kare ve oval biçimlerin ardı ardına gelmesiyle oluşan süslemeye “Zerbahar” adı verilen cilt türüdür.

Ciharguşe Cilt: Ciharguşe denen cilt türünde ise, cilt kapağının çevresi deri ile kaplanır, ortada da süslemeyi oluşturan kumaş, ebru ve benzeri maddeler yer alır. Öte yandan, deri üzerine ipek ya da altın ipliklerle el işleme ciltler de yapılmıştır. Orta alanlar ebru, ipek veya atlas kumaş ile kaplanırsa “kumaş”, kadife ile kaplanırsa “zerduva‖, altın sırma işlemeli kumaşla kaplanırsa “zerdüz”, gümüş sim işlemeli kumaş ile kaplanırsa “simdüz” ciltler isimlerini alırlar.

 Lake (Rugani-Edirnekari) Cilt: lake, rugani ya da “Edirnekari” olarak adlandırılan türdür. Kâğıtların birinin suyu ötekinin aksi yöne gelecek biçimde, istenilen kalınlık elde edilinceye değin birbirinin üzerine yapıştırılması ile oluşan kapaklara boya, ezme altın ve serbest fırça ile süsleme yapılır. Üzerine de rugani denilen ve gümüş, altın, sedef tozu karıştırılan lak sürülür. Murassa Cilt: “Değerli taşlarla işlenerek yapılan ciltlere murassa cilt adı verilir. Bu ciltler, aynı zamanda Osmanlı saray kuyumculuğunun, altın kakmacılığının ve kıymetli taş işçiliğinin ne derece başarılı olduğunu göstermektedir.”

Cildin Yapılısı

Kitabın cildlenmesi için öncelikle içerisindeki yaprakların formalar haline getirilmesi gerekir. Bu dikiş işleminde Türkler genellikle sarı ipek iplik kullanmışlardır. Bu bakımdan Türk cildi, Avrupa cildine nazaran çok sağlam değildir Çünkü Türk cildinde yapraklar çok fazla yıpranmamalı ve tekrar sökülüp dikilebilmelidir.

Türk cildinde dikiş işleminden sonra sırta bombe yapılmaz, düz olarak bırakılır. Ve ardından sırta tülbent gibi bir bez parçası yapıştırılır. Daha sonra, kitabın kenarları traş edilerek düzeltme işlemi gerçekleştirilir. Sırtın alt ve üst kısımlarına kitabı tutmak ve yaprakların dağılmasını önlemek amacı ile şiraze örülür.

Kapağın, görünmeyen alt yapı malzemesi ise mukavvadır. Özel olarak hazırlanan mukavva kitabın boyutlarınca kesilir. Osmanlı cildlerinde deri üzerine yapılacak olan şemse veya diğer bezemelerin zamanla bozulmaması için mukavvanın bu kısımlarına gelen yerler oyularak gömme yapılmıştır. Gömme işlemi ise, oyulacak olan mukavva daha ince olmak şartıyla iki kat mukavva alınır. İnce olan mukavvanın üzerine, uygulanacak olan desen çizilerek oyulur. Ardından oyulan mukavva diğerinin üzerine yapıştırılarak tek parça haline getirilir. Kitap ölçülerine göre kesilir. Ön ve arka kapak için uygulanan bu işlem mikleb için de geçerlidir.

Sonrasında kapaklara geçirilecek olan deri, her yerine su değecek seklide, geniş bir kapta en az bir gün ıslatılır. Derinin içe kıvrılacak olan yerleri daha ince olmak şartıyla traşlanarak iyice yıkanır. Düzgün bir yüzeye ıstaka yardımı ile gerdirilerek kurumayabırakılır. Kuruyan derinin üzerine hazırlanmış olan mukavvalar yerleştirilir; ön kapak saga, mikleb ile arka kapak ise, sola açılır. Sırt ile kapaklar arasında kapakların rahat hareket etmesini sağlamak amacı ile “mukat (muhat) payı”, kapaklar ile mikleb ve sertâb arasınada “dudak payı” bırakılır. Ve deri bu şekilde mukavvalarla kaplanır. Bu işlem iki şekilde gerçekleştirilebilir:

1. Deri, kapaklar üzerine bütün olarak geçirilir ve mukavvadaki oyuklara disikalıplar bastırılmak suretiyle motifler kabartılır.

2. Eğer şemse ve diğer bezemeler ayrı renk deri ile kaplanacaksa, kapakların derisi, mukavvada bulunan yuvaları 3-5 mm taşacak şekilde kesilip yapıştırılır. Farklı renkteki deri yuvasına yerleştirilir. Deri üzerine kalıpla basılacak motiflerin tüm ayrıntıları ile görülebilmesi için mukavva üzerine bol çiris91 sürülür. Deri altında bulunan bu çiriş tabakası yumuşak olduğundan kalıbın oyuk kısımlarına iyici girerek, kabartmalıbezemelerin meydana gelmesine yardımcı olur. Yapılan kapaklar kurumaya bırakılır.

Kapakların tezyînatı ve kuruma işlemi de bittikten sonra, ilk işlem olarak miklebli sol kapak kitabın sırtına bağlanır. Yani kitabın sırtına muhat payından başlanarak yapıştırılır ve ıstaka yardımı ile pekiştirilir. Bu işlemin ardından sırt kurumaya bırakılır. Sonra da sağ kapak, sol kapağın yapıştırıldığı gibi sırt üzerine bağlanıp ıstaka yardımı ile pekiştirilir. Kapaklar kitaba yapıştırıldıktan sonra, kitap mengeneye sıkıştırılarak kurumaya bırakılır. Kuruyan kitap mengeneden çıkarılır. Bu işlemler bittikten sonra kitabı dış etkilerden korumak için fırça ile önceden hazırlanan lâkla lâklanır ve kurumaya bırakılır.

 

 

Fotoğraf 1: Müşebbek Şemseli Cilt Çeşidi’ne Örnek

 

 

 

 

Fotoğraf 2: Üstten Ayırma Şemseli Cilt Çeşidi’ne Örnek

 

 

Fotoğraf 3: Alttan Ayırma Şemseli Cilt Çeşidi’ne Örnek

 

 

 

 

Fotoğraf 4: Mülemma Şemseli Cilt Çeşidi’ne Örnek

 

 

 

 

 

Fotoğraf  5: Mülevven Şemseli Cilt Çeşidi’ne Örnek

Fotoğraf 6: Zerbahar Cilt Çeşidi’ne Örnek

Fotoğraf 7: İşlemeli Cilt Çeşidi’ne Örnek ( Simdûzî Cilt)

 

 

Fotoğraf8:acemkariciltceşidineörnek

 

Fotoğraf 9: Lake Cilt Çeşidi’ne Örnek

 

 

 

 

 

Fotoğraf:9 Murassa Cilt Çeşidi’ne Örnek

 

 

 

 

 

 

 

Fotoğraf 10: Ebru Yan Kâğıtlı Cilt Örneği

 

 

 

 

Fotoğraf 11: Kumaş Cilt Çeşidi’ne Örnek (Çaharkuşe Kumaş Cilt)

KISALTMALAR

a.g.e. : Adı geçen eser

a.g.m. : Adı geçen makale

a.g.k. : Adı geçen katalog

a.g.t. : Adı geçen tez

a.y. : Aynı yer

a.mlf. : Aynı müellif

Çiz. : Çizim

Çev. : Çeviren

Kat. : Katalog

 

 

 

 

 

 

 

 

KAYNAKÇA

Anonim 1. T.D.V. İslam Ansiklopedisi, 7, (www.trboard.org- 03/02/2007)

Anonim 2. (1987). Topkapı Palace, Şekerbank, Diyalog Yayıncılık.

ARITAN, A. Saim. (2006). Kitap Sanatlarımızın Değerlendirilmesi Bağlamında Türk

Cilt Sanatının Geleceği, Uluslar arası Geleneksel Sanatlar Sempozyumu,Cilt I.

ASLANAPA, Oktay. (1982). Osmanlı Devri Cilt Sanatı, Türkiyemiz, 38, 12-17.

BARIŞTA, H. Örcün. (1998). Türk El Sanatları, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Türk

Tarih Kurumu Basımevi, Ankara.

ÇIĞ, Kemal. (1973). Türk Kitap Kapları, Türkiyemiz,  9,  6-10.

ESİNER ÖZEN, Mine. (1998). Türk Cilt Sanatı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,

Ankara.

ÖNDER, Mehmet. (1998). Antika ve Eski Eserler Klavuzu, Türkiye İş Bankası Kültür

Yayınları, İnpa Matbaacılık, Ankara.

ÖZCAN. Yılmaz. (1990). Türk Kitap Sanatında Şemse Motifi, Kültür Bakanlığı

Yayınları, Mas Matbaası, Ankara.

TANINDI, Zeren. (1993). Başlangıcından Bugüne Türk Sanatı, Koordinatör: Mehmet

Önder,Türkiye İş Bankası Kültür Yayını, Ankara.

ÜLKER, Muammer. (1993). Geleneksel Türk Sanatları, Hazırlayan: Mehmet Özel,

T.C. Kültür Bakanlığı, Apa Ofset Basımevi.

ÜNVER, A.S.,           (1967).            " Anadolu Selçuklu ve Beylikleri Kur'ân-ı Kerîm Hattatları ve Tezyînatı Üzerine ", VI. Türk Tarih Kongresi, Bildiriler, Ankara.

---------------- ,           (1975).   " Anadolu Selçukluları Kitap Süsleri ve Resimleri ", Atatürk Konferansları V, 1971-72, Ankara.

VON le COQ, A.C.,  (1913). Chotscho, Archiv fur Bunderei, X.Jahrgang, Heft III,8,Berlin

ZEYNEDDİN, N.,    (1968). Musavveru'l Hatti'l-Arabî, Bağdâd.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 



[1] İsmet Binark “Eski Kitapçılık Sanatlarımız”‖, Ankara, 1975 s.2

[2] Habib İşmen ( 1994 )”Süleymaniye Kütüphanesindeki Fatih Devri Ciltleri”‖ MSÜ. Sanatta Yeterlilik Tezi s:3

[3] 42 Müjgan Cunbur, “Milli Kültürümüzde Kitap Sanatları”, Milli Kültür Unsurlarımız Üzerine Genel Görüşler,

Ankara 1990, s.168.

[4] İsmet Binark, a.g.e., s. 1.

[5] Muammer Ülker, a.g.m., s.359.

[6] Engin Özdeniz, a.g.m., s. 14.

[7] Zeynep Balkanal, “Bilgi ve Sanatı Kaplayan Sanat: Ciltçilik”, Türkler Ansiklopedisi, C.12, Ankara 2002,

s.341.

[8] Zeren Tanındı, a.g.m., s.76.

[9] Ahmet Saim Arıtan , a.g.m., s. 556.

[10] Zeren Tanındı, a.g.m., 1993, s.423.

[11] Zeren Tanındı, a.g.m., 1999, s.103,104.

[12]Oktay Aslanapa, “Osmanlı Devri Cild Sanatı”, Türkiyemiz, S.38, Ekim 1982, s.14.

[13] Ahmet Saim Arıtan, a.g.m., s. 556.

[14] Mine Esiner Özen, a.g.e., s. 17.

[15] Şakird: Çırak, talebe.

[16] Ahmet Saim Arıtan, a.g.m., s. 553.

[17] Rıfkı Melûl Meriç, Türk Cilt San’atı Tarihi Araştırmaları, Vesikalar I, Ankara 1954, s.7.

[18] Ahmet Saim Arıtan, a.g.m., s. 553.

[19] Oktay Aslanapa, a.g.m., 1982, s. 15.

[20] Rıfkı Melûl Meriç, a.g.e., s.7.

[21] Ahmet Saim Arıtan, a.g.m., s. 553.

[22] Oktay Aslanapa, a.g.e, 1982, s. 15.

[23]Belkis Mutlu, a.g.m., s. 53.

[24] Müjgan Cunbur (Haz.), Hattatların ve Kitap Sanatçılarının Destanları, Menakıb-ı Hünerverân

(Gelibolulu Mustafa Ali), Ankara 1982, s.126.

[25] Kemal Çığ, a.g.m., 1973, s. 9, 10.

[26] Ahmet Saim Arıtan, a.g.m., s. 556.

[27] Zeynep Balkanal, a.g.m., s.343.

[28] Oktay Aslanapa, a.g.m., 1982, s. 15.

[29] Zeren Tanındı, “17. Yüzyıl Kitap Kapakları”, 17. Yüzyıl Osmanlı Kültür ve Sanatı, Sempozyum Bildirileri,

İstanbul 1998, s.179.

[30] Oktay Aslanapa, a.g.m., 1982, s. 15.

[31] Belkis Mutlu, a.g.m., s. 53.

[32] Zeren Tanındı, a.g.m., 1993, s.24.

[33] Âhar:  Nisasta, yumurta akı, nisadır, kitre, zamk-ı Arabî, üstübeç, beyaz sap, balık tutkalı, un, hatmi çiçegi,

taze gül yapragı, pirinç gibi maddelerden yapılan ve ham kâgıtların terbiyesinde kullanılan sıvı. Kâgıt iki

sekilde âharlanır:

  1. Âhar yapılacak madde sıcak suda eritilir ve kıvamına göre karıstırılarak, kâgıt bu karısıma daldırılıp

çıkarılır.

  2. Sünger veya pamukla âhar kâgıdın üstüne sürülüp kurutulur. Bir kez âhar sürülmüsse tek âharlı, iki

ya da daha fazla bu islemden geçirilmisse çift âharlı (çiftâli) denir. Ancak zamanla çatlayıp dökülmemesi

için de 3’ten fazla sürülmemelidir. Bir hafta geçmeden de mührelenmelidir. (Mine Esiner Özen, a.g.e., s.

1-2).

 

[34] Mühre: Lügat manası, “her nev’i yuvarlak sey, topcuk, cam boncuk, billurdan top” (Türkçe Sözlük,

T.D.K., C. 2, Ankara 1998, s. 1604) demek olup, ıstılahta; kâgıtların âharlama isleminden sonra parlatma

için kullanılan aletin adıdır. (Mine Esiner Özen, a.g.e., s. 50).

35Habib İşmen (1994) “Süleymaniye Kütüphanesindeki Fatih devri Ciltleri”‖ MSÜ. Sanatta Yeterlilik Tezi s:6

[36] Kemal Çığ “Türk Kitap Kapları”‖ İstanbul, Doğan Kardeş Matbaacılık San. A.Ģ. Basımevi, 1971 s:9

[37] Habib İşmen (1994) “Süleymaniye Kütüphanesindeki Fatih devri Ciltleri”‖ MSÜ. Sanatta Yeterlilik Tezi s:7

[38] Habib İşmen (1994) “Süleymaniye Kütüphanesindeki Fatih devri Ciltleri”‖ MSÜ. Sanatta Yeterlilik Tezi s:7

[39] Habib İşmen (1994) “Süleymaniye Kütüphanesindeki Fatih devri Ciltleri”‖ MSÜ.

Sanatta Yeterlilik Tezi s:7- 8

[40] “Mühre’’,T.D.K. Türkçe Sözlük, C. 2, Ankara 1998, s. 1604.

[41] El-mührâk: 1. Üzerine yazı yazılan beyaz sayfa, 2. Beyaz ipekten dokunmuş kumaşa zamk sürülür ve

parlatılır. Sonra üzerine yazı yazılır. Farsça kökenli Arapça bir kelimedir (Mu’cemü’l Vasît, ……. C.2, s.

982). Kaynaklarda yanlışlıkla mükrak olarak geçmektedir.

[42] Özlem İnay, Türk İslam Kitap Sanatında Lake Cilt Tasarımları, (Yayınlanmamış) Yüksek

Lisans Tezi, MSGSÜ SBE, İstanbul 2006, s.2; Ahmet S. Arıtan, “Ciltçilik” A.g.e., s.554; Arife Edis,

Tire Necip Paşa Kütüphanesi’ndeki Cild Örnekleri, (Yayınlanmamış) Yüksek Lisans Tezi, Selçuk

Üniversitesi SBE, Konya 2006, s.22.

 

[43]Adam Gacek, a.g.e., “Flap” maddesi, s.103-104

Yorumlar

Popüler Yayınlar