ÂHAR
Bekir ŞAHİN
Âhar(آخار)
kelimesi aslen Türkçe’dir,” Ak”tan türemiştir; “düzgün bir şekilde
perdahlama, perdaht kolası” anlamına gelir. Âhar (آهار) imlâsıyla Farsça’ya
geçmiş ve Türkçe’de de aynı imlâ ile kullanılmıştır.[1]
Farca’da ahar; “Yemek yemek, yiyecek ve
yiyinti, kahvaltı ve sofralık kuvvet” anlamına gelir. Bir şeyin yenmesi vücuda
kuvvet verir. İşte âharda sürüldüğünde kağıda kuvvet ve dayanıklılık verdiği, için
böyle kağıtlara “âharlı kağıt”
denilmiştir.[2]
Âhar ve cilâ yapan kimseye; saykal (صيقل)
denilir.[3]
Bu kelime aynı zamanda “mühre” anlamı da taşımaktadır. Türkiye Selçukluları döneminde
bu işi verraklar (kağıtçılar) yapmaktaydı.[4]
Âhar kelimesin, kâğıtçılık ve kitap sanatlarında bir terim
olarak kullanılması, âharın kâğıda yedirilmesi ve böylece kâğıdın beslenmesi,
takviye edilmesi, su ve rutubet gibi dış tesirlerden korunması, daha dayanıklı
hale gelmesiyle ilgilidir. Ayrıca, yazı yazarken yapılan yanlışlıkların
tashihinde kolaylık olması, silinti ve kazıntının belli olmaması ve iz
bırakmamasıyla da alakalıdır.[5]
Âharsız kâğıt mürekkebi kolayca emer veya dağıtabilir. Böyle kâğıtlara yazı
yazmak ve gerektiğinde tashih yapmak zorlaşır. Bir de kâğıdın parlak görünmesi,
bu sayede pürüzlü, gözenekleri geniş, kısmen kaba, delikli ve kalemin yürümesini
zorlaştıran, mürekkebin yayılmasına müsait ham kâğıt ıslah edilmiş ve bu
aharlama sayesinde kalemin yürüyüşü ve mürekkebin akışı temin edilmiş olurdu.
Bu ameliye yapılmış olan kâğıtlara "aharlı kâğıt" ismi verilir.
Böylece, âharlanmış kâğıt üzerinde oluşan koruyucu tabaka,
kâğıdın sathını düzgün ve kolay yazılabilir hale getirdiği gibi, mürekkebin
emilmesine de engel olarak gerektiğinde kâğıda zarar vermeden düzeltme
yapılmasına ve yazının kolayca silinerek yeniden yazılmasına imkân verir. Bazan
nemli pamuk veya süngerle silerek, çok defa da hafifçe kazımak ve ekseriya
yalamak suretiyle gereken düzeltmeler yapılabilir. Türkçede okumuş yazmış
kişiler için eskiden kullanılan “mürekkep yalamış” tabiri de buradan
doğmuştur. Bu sebeple hattatlar, müzehhipler ve minyatür ustaları daima âharlı
kâğıt kullanmışlardır.[6]
Kitapların el ile yazıldığı, sayısız yazma esrin üretildiği
dönemlerde kâğıt âharlamak bir meslek olarak icra ediliyordu. İstanbul’un
Beyazıt semtinde eskiden Müzehhipler Çarşısı’nda âhar ve mühre yapan esnaf da
bulunurdu. O dönemde sanatını icra eden Saykalların “ta‘lik kağıdı” denilen
kâğıtların sol alt köşesindeki soğuk damgalarda görmekteyiz. Kâğıtçılar aharlı
kâğıt yapıp hattatlara sattıkları gibi hattatlar kendileri de aharlı kâğıt
yaparlar ve yazılarını, bunlara yazarlardı.
Şarkta yapılan kâğıtlar ham oldukları için aharlanmak
zarureti vardı. Bunların üzerine düzgün yazı yazmak kabil değildi. Sonraları
fabrikalarda yapılan kâğıtların her ne kadar üzerleri cilâlı ise de bunların
üzerlerine yazı yazıldıktan sonra tashih etmek, silmek icap ettiği zaman
mürekkebin izi kalır ve bazılarında kâğıdın üzerinde bulunan ince cila tabakası
giderdi. Halbuki aharlanmış kâğıtlar birkaç defa silinir ve iz bırakmazdı.
Hattâ bundan bir asır önce kâğıdın kıt olması sebebiyle mahalle mekteplerinde
çocuklara mümarese ( Alıştırma) için yazdırılan "karalama" lar hoca
gördükten sonra süngerle silinir ve tekrar "karalama"
yazılırdı. Bu ameliye birkaç defa tekrar edildiği halde kâğıt bozulmazdı.
Ahırın kâğıda iki üç
defadan fazla sürülmemesi gerekir. Çünkü kalın tabaka teşkil eden ahar
çatlardı. Ahar kâğıda sürüldükten sonra bir hafta bekletildikten sonra
mührelenebilir. Âhar, kitap haline
getirilecek kâğıtların iki yüzüne ve birer kat, levha olarak kullanılacak
kâğıtların tek yüzüne birkaç kat olarak sünger, gazlı bez veya tülbente
sarılmış pamukla sürülür. Hafif olması isteniyorsa bir kat yeterlidir. Buna tek
âharlı denir. Talik yazı için kâğıtlara sürülecek ahar tabakasının çok kalın
olmalıdır. Talik aharcıları kendi isimlerine mahsus soğuk damga ihdas ederek
kâğıtların üzerine basarlardı. Bu damgalarda Kadri, Seyyit Ahmet, Hasan Remzi,
Memduh gibi isimler görülmektedir.
Daha kuvvetli olması gerekiyorsa birinci kat
kuruduktan sonra, kâğıdın dokusuna iyice işlemesi için ikinci ve diğer katlar
öncekinden farklı istikamette sürülmeli ve kâğıda yedirilmelidir. Böyle kâğıda
da “çift âharlı” veya “çiftâlî” denilir.[7]
Ayrıca yazı nesih, rik‘a gibi düzeltmeye fazla ihtiyaç göstermeyen bir hat ise
tek kat, celî yazılar gibi düzeltilmeye fazla ihtiyaç gösteren bir hat ise çift
âharlı olmalıdır. Çift âharlamada, nişasta ve un âharı üzerine bir kat da
yumurta âharı sürülürse daha iyi olur. Âharlanan kâğıtlar mutlaka gölgede
kurutulduktan sonra “çakmak mühre” ile perdahlanmalıdır; buna “kâğıdı
mührelemek” denir. Bu şekilde hazırlanan kâğıtlar üst üste konarak bir ağırlık
altında en az bir yıl bekletildikten sonra kullanılır. Âharlanan kâğıt
eskidikçe daha da güzelleştiğinden kıymeti artar. Bu konuda, Kamil Akdik, “İki, üç ay durmakla”, İ Hakkı
Altınbezer ve Necmeddin Okyay “İki veya
üç sene durmakla” kağıdın güzelliği ortaya çıkar demektedir.[8]
Ancak hattatlar kullandıkları kâğıtları, kâğıdın ve
mürekkebin özelliklerine göre ekseriya kendileri âharlamayı tercih etmişlerdir.
Kâğıt âharlamanın çok çeşitli yolları, âhar yapmanın
değişik usulleri vardır. Fakat en yaygın olanı yumurta, un ve nişasta âharıdır.
Ayrıca çeşitli hattatların denedikleri değişik âhar usulleriyle âharlama
tekniklerine ait bilgilere de bazı risâlelerde dağınık bir şekilde
rastlanmaktadır:
Yumurta
âharı; Birkaç taze tavuk yumurtasının yalnız akları küçük ve derin bir
kâseye konur. Yumurta büyüklüğünde bir şap parçası bu kâsenin içinde dairevî
bir tarzda elle çevrilerek yumurta akının şeffaflığını ve yapışkanlığını
kaybetmesi sağlanır. Bu harekete devam edildiğinde kaptaki sıvı önce yoğurt
gibi koyulaşır, sonra da tamamen su haline gelerek üstü köpük bağlar. Bundan
sonra kâse biraz eğilerek bir yere konur; satıhta toplanan köpüğün sertleşip
kabın kenarına yapışması ve su kıvamına gelmiş yumurta akından ayrılması için
birkaç saat öylece bırakılır. Daha sonra sertleşen köpük tabakası delinerek
dipteki sıvı bir başka kaba alınır. Bu sıvı, kâğıda sürülmeye hazır hale gelmiş
âhardır. Eğer köpük sıvıdan ayrılmadan kullanılırsa, sürüldüğü yerde göz göz
kalarak yazının güçlükle yazılmasına ve âharın atmasına sebep olur.[9]
Nişasta
âharı; Bir kapta soğuk su ile ezilen yeterli miktarda nişasta kaynar su
içine atılır ve karıştırılarak ağır ağır pişirilir. Daha iyi netice alınmak
isteniyorsa bir parça jelatin de katılır. Süzüldükten sonra kâğıda sürülmeye
hazır hale gelir. Necmeddin Okyay’ın anlattığna göre, Özbekler Şeyhi Edhem
Efendi (1829 -1903) nişastanın pişmesini, içine sokduğu yanmış ve külsüz bir
kömür parçası ile anlarmış. Kömür sönerse, nişasta daha pişmemişdir, sönmezse
pişmiştir.
Gomalak
aharı: Cilacıların kullandığı gomalak, ispirtoda eritilerek gaz bezine
sarılı pamukla, aharlanacak kağıda sürülür. Eski bir kağıd tomarı içinde
gördüğümüz ve üstündeki tarihe nazaran 1296 Hicride aharlandığı anlaşılan bir
kağıdda “Bu kağıdın aharı gomalaka ve ispirtodan yapılmıştır.” kaydı vardı. Çok
güzel yazı yazılıp tashih olunabildiğini, tecrübe ile anladım. Eski kitaplarda,
bu ahar tertibine rastlanmıyor. Bugün, «tiner» le inceltilmiş “Selülozik vernik”de,
alaminüt bir ahar olarak kullanılabilir. [10]
Pirinç âharı: Pirinç unundan yapılan
ahardır. Eskiden hat ve resim için en iyi kağısdın ince, kuvvetli ve pirinç
nişastasıyla âharlanmış kâğıt olduğu söylenir.[11]
Un
âharı; Nişasta yerine un kullanılarak aynı şekilde yapılır. Yalnız buna
jelatin katılmaz.
Ahar muhtelif usul ve maddelerle yapılırdı. "Boya,
mürekkep, ahar, ebru mecmuasındaki (Millet kütüphanesi el yazması nüsha No. 809 ) ahar yapma
usullerinden birkaçı aynen nakledilmiştir:
Bir
miktar beyaz şap havanda döğülüp güzelce kaynatılacaktır. Sonra bu kaynamış
suyu bir tekne içerisine döküp bu gayet sıcakken aharlı ve ilaçlanmış kâğıt bu
şaplı sıcak su içine batırıp çıkartılarak gölgede kurutulduktan sonra tekrar
kaynamış su içinde bir miktar elenmiş nişastayı bir kâsenin içinde su ile ezip
ol sıcak suyun içine ve ta ki nişastanın kokusu kalmayıncaya kadar döküp
karıştırarak kaynatılır. Sonra bu kaynamış nişasta su bir teneke içine
boşaltıldıktan sonra sıcak sıcak
şaplanmış kâğıt bu suyun içine batırıp çıkarılarak güzelce gölgede
kurutulur. Sonra kâğıtlar mührelenerek kullanılanılır.
Diğer ahar usulü;
balık tutkalının beyazını suda ıslatıp sonra bir mermer taş üstünde tokmak ile
döverek tamamıyla ezildikten sonra kurutup bu tutkaldan beş dirhem miktarı, iki
dirhem zamk-ı Arabi, üç dirhem Edirne tutkalı bir kâse içine konup ıslatılıp kafi
miktarda su ile kaynatıldıktan sonra ahar için hazırlanan kâğıtlar bu suya
sıcak sıcak batırılıp ve tekrar gölgede kurutulur.
Diğer ahar usulü;
pelit odununun külü bir bez parçası içine çıkın edilip bir çömlek içinde
kaynatılarak ve o çıkın çömlekten çıkarılmaksızın bir iki gün kalıp sonra suyu
süzülerek kâğıtlar bu suya batırılarak aharlanır.
Diğer ahar usulü;
beşer dirhem miktarı Şam ve Halep tutkallarını birer miktar suda kaynatıp sade
ilâçsız kâğıtlar bu kaynamış suya batırıp çıkarılarak gölgede kurutulur.
Diğer ahar usulü;
ördek veya tavuk yumurtalarının safi beyaz kısımları bir kab içine konup
incirin sütiyle birlikte karıştırıp bir kap içinde kalacak ve yumurtanın beyazı
kestirilecek ve bu madde bir beyaz bezden süzülüp iki veya üç ol kadar barutla,
balık tutkalı suyunu koyup heyeti umumiyesini birbirine karıştırdıktan sonra
âbadi kâğıdı bu suya batırırlar, ve gölgede kuruturlar. Kâğıt tamamiyle
kuruduktan sonra tekrar kâğıttaki yumurtanın yağını gidermek için bir defa daha
kaynamış temiz bir suya batırıp sonra güzelce gölgede kurutulacak ve sonra
üzerine mührelenir.
Kesirayı (kitre) gül
suyu ile islıtalar ve iki dirhem şapı muhkem döğüp üzerine ekip karıştıralar.
Bir iki gün bekletilir. Sonra çömlek içine koyup kaynatılır. Üzerine kitre
miktarı nişasta su ile karıştırılır. Sonra tekrar kaynatılır. Gayet beyaz olan
kâğıtlar aharlanır. [12]
Tuğrakeş Hakkı Bey kendisinin yaptığı aharı
şöyle tarif eyledi: "Şekersiz olarak mahallebi tarzında pişirilmiş nişasta
gayet ince süngerle kâğıdın her iki yüzüne sürülür. Sonra kâğıt ipte kurutulur.
Bundan sonra yumurta akı az miktarda şapla çalkanarak köpürtülür, bu suretle
köpürtülen yumurta akı bir müddet haliyle bırakılır. Köpükler tamamen sönüp
zeytinyağı şeklini alınca nişasta sürülmüş ve kurutulmuş olan kâğıdın üzerine
ince süngerle bu yumurta akından sürülüp yine kurumaya bırakılır.
Yazılanların kazınıp yalanarak tahrife uğramaması için Osmanlı’da
ferman, berat gibi önemli resmî kayıtlarda âharlı kâğıda yer verilmemiş, sadece
mührelenmiş kâğıt kullanılmasına dikkat edilmiştir. Çünkü âharsız ham
kâğıtların üzerine yazılanları silmek imkânsızdır. Gerektiği gibi aharlanmış ve
mührelenmiş bir kâğıt yüzlerce sene bozulmadan durur, her türlü şartlara göre,
başka kâğıtlarla ölçülmeyecek kadar fazla dayanır. Arşivlerimizde altı, yedi
yüz senelik vesikaların dün yazılmış gibi yeni bir halde durması ve yüzlerce
sene böyle durmağa elverişli oluşları iyi ahar ve mühre görmüş olmalarındandır.
Bunun bir faydası da, yanlış yazılan bir yazının aharlı ve mühreli kâğıttan
kolaylıkla ve hiç iz bırakmadan silinip yerine doğrusunun yazılabilmesidir.
Eskiden en başarılı ahar ve mühre Türk üstadları tarafından İstanbul’da
yapılırdı.[13]
Bu sanat bugün tekrar gelenekli sanatlarla uğraşan meraklıları tarafından
yapılmaya ve onların himmeti ile bu sanat diriltilmeye başlanmıştır.
[1] Kamûs-ı Türkî, “âhâr” maddesi, Dersaadet
matbaası 1316, s.26.
[2]
Abdülkadir YILMAZ, Türk Kitap Sanatları
Tabir ve İstılahları, İstanbul 2004, s.2.
[3]
Erdoğan MERÇİL,Türkiye Selçuklularında Meslekler,Türk Tarih Kurumu Basımevi
2000, s.186.
[4]
Erdoğan MERÇİL,Türkiye Selçuklularında Meslekler,Türk Tarih Kurumu Basımevi
2000, s.190.
[6]
Ugur Derman, Âhar, DİA, C.1,s.485.
[7]
Mahmud Bedreddin Yazır, Medeniyet
Âleminde Yazı ve İslâm Medeniyetinde Kalem Güzeli, Ankara 1981,c.2, s.199
[8]
Nefeszâde İbrâhim, Gülzâr-ı Savâb(Hazırlayan:
Kilisli Muallim Rifat), İstanbul 1939, s.76.
[9]
Uğur Derman, Âhar, DİA, C.1, s.485.
[10]
Uğur Derman, “Kağıda Dair”, İslâm
Düşüncesi, sy. 5, İstanbul 1968, s. 342.
[11]
Jonathan Bloom, Kağıda İşlen Uygarlık Kâğıdın
Tarihi ve İslam Dünyasına Etkisi, (Ceviri: Zülal Kılıç), İstanbul 2003,
s.102.
[12]
Nefeszâde İbrâhim, Gülzâr-ı Savâb(Hazırlayan:
Kilisli Muallim Rifat), İstanbul 1939, s. 75-84.
Yorumlar