Hz. Mevlâna’nın Cenaze Namazını kıldıran Kadı:
Bekir ŞAHİN
Anadolu
Selçukluları’nın ünlü alim ve kadılarındandır. Künyesi, Ebü’s-Senâ olup, ismi, Mahmûd bin Ebî Bekir bin
Hamîd bin Ahmed, lakabı ise Sirâceddîn’dir. 1198 yılında Âzerbaycan’da Urmiye
şehrinde doğdu. Doğum yerine nispetle Urmevî denildi.
İlk tahsilini memleketinde yapan Sirâceddîn Ebü’s-Sena, uzun yıllar Musul ve Şam’da tahsiline devam eder. Malatya’da Evhaddüdîn el-Kirmanî’nin ve Cemaleddin el-Vâsitî’nin talebesi olmuş, Sonra Alaeddin Keykubat tarafından Sivas kadılığına tayin edilmiştir. Orada uzun süre kadılık yaptığı için Sivas’da mülkleri ve bir vakfı vardı. Ölümünden sonra O’nun çocukları ve ahfadı Sivasla ilişkili idiler. Nitekim O’nun beşinci bekten ahfadı olan Kutlu Melek Hatunun’un, yan tarafı kırık, kabartma yazılı mermer mezar kitabesi Sivastadır. Sivas Müzesi envanter defterindeki bilgilere göre 17 Mayıs 1943 tarihinde Sivas Kabristanı’ndan müzeye getirilmiştir. Mezar taşı kitabesinde: “Nugıle el-Merhûme el-Mağfûre Kutlu Melek Hatun binti el-Hâc Mahmud” yazılıdır.
İlk tahsilini memleketinde yapan Sirâceddîn Ebü’s-Sena, uzun yıllar Musul ve Şam’da tahsiline devam eder. Malatya’da Evhaddüdîn el-Kirmanî’nin ve Cemaleddin el-Vâsitî’nin talebesi olmuş, Sonra Alaeddin Keykubat tarafından Sivas kadılığına tayin edilmiştir. Orada uzun süre kadılık yaptığı için Sivas’da mülkleri ve bir vakfı vardı. Ölümünden sonra O’nun çocukları ve ahfadı Sivasla ilişkili idiler. Nitekim O’nun beşinci bekten ahfadı olan Kutlu Melek Hatunun’un, yan tarafı kırık, kabartma yazılı mermer mezar kitabesi Sivastadır. Sivas Müzesi envanter defterindeki bilgilere göre 17 Mayıs 1943 tarihinde Sivas Kabristanı’ndan müzeye getirilmiştir. Mezar taşı kitabesinde: “Nugıle el-Merhûme el-Mağfûre Kutlu Melek Hatun binti el-Hâc Mahmud” yazılıdır.
Sonrada
Urmevî Konya’ya gelir. Konya’da Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî, Sadreddîn-i Konevî gibi
büyük âlimlerin sohbet meclislerinde bulunur. Önce Konya kadılığına, daha sonra
da Kâdı’l-kudâtlığa tâyin edilir.1254 senesinde Konya’daki meşhur Karatay
Medresesini yaptıran Celâleddîn Karatay’ın vakıflarının vakfiyesini, 1279
yılında Sâhib Atâ Fahreddîn Ali’nin çok sayıdaki vakıflarını ihtivâ eden
vakfiyesini, Kâdı’l-kudât sıfatiyle
tasdîk eder.
Kelam,
mantık usul ve Şafii fıkhında üstattır. Parlak bir ilim hayatı vardır. Pek çok
talebe yetiştirir ve sayısız eserler verir
Onun
Sivas’ta Sâhib Ata tarafından yaptırılan Gök Medrese’nin vakfiyesinin giriş kısmına
yazdığı nasihatleri çok etkilidir:
“Unutulmamalıdır ki dünyâ kısa bir zaman için uğranılacak bir yerdir. Onu sevmek, vahim ve korkunç bir azaptan ve büyük tehlikeye düşmekten başka bir şey değildir. Cenâb-ı Hak, vâdinde durmayanı cezâlandırır. Cenâb-ı Hak, dünyâyı geçici bir hayat için yaratmıştır. Orası ebedî bir karargâh değildir. Bu dünyâ sermâyesi ancak farz olan ibâdetler; yapılan iyilikler; makbul olan sadakalar ve cenâb-ı Hakka yaklaştıran hayırlı işler, güzel huylar, yüce ilimler, fazîletler; nefsi, cimrilik ve hasedden temizleme; yalnız Allahü teâlânın rızâsı için yapılan amellerden ibâret bir ticâret yeridir. Akıllı kimse, geçici sermâyesini, şiddetli ve ebedî azapların bulunduğu âhiret için sarf eder. Her kim âhiret için çalışırsa yüksek dereceler elde eder. Dünyânın geçici süslerine, gönül alıcı yaldızlarına aldanırsa nîmetlerden, yüksek derecelerden mahrum olur. Bu dünyâ, akıllının çiftliği, gâfil ve câhilin ziyan edeceği bir yerdir. Dünyâda Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uyan, ahirette azaptan kurtulur; emir ve yasaklara uymayan da kaçacak yer bulamaz. Akıllı kimse, ekilecek bir tarla gibi olan şu dünyâda, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riâyet eder. Resûlullah’a (sallallahü aleyhi ve sellem) tâbi olursa, âhirette karşılığını görür. Verdikleri, ecrin en büyüğü ve azığın en verimlisi olarak âhirette karşısına çıkar.”
Sirâceddîn Urmevî bilhassa Konya’nın Karamanoğulları tarafından kuşatılması esnâsında, şehrin müdâfaa edilmesine dâir verdiği fetvâ ile, halkın birlik olup şehri müdâfaa etmesine vesîle olur.
“Unutulmamalıdır ki dünyâ kısa bir zaman için uğranılacak bir yerdir. Onu sevmek, vahim ve korkunç bir azaptan ve büyük tehlikeye düşmekten başka bir şey değildir. Cenâb-ı Hak, vâdinde durmayanı cezâlandırır. Cenâb-ı Hak, dünyâyı geçici bir hayat için yaratmıştır. Orası ebedî bir karargâh değildir. Bu dünyâ sermâyesi ancak farz olan ibâdetler; yapılan iyilikler; makbul olan sadakalar ve cenâb-ı Hakka yaklaştıran hayırlı işler, güzel huylar, yüce ilimler, fazîletler; nefsi, cimrilik ve hasedden temizleme; yalnız Allahü teâlânın rızâsı için yapılan amellerden ibâret bir ticâret yeridir. Akıllı kimse, geçici sermâyesini, şiddetli ve ebedî azapların bulunduğu âhiret için sarf eder. Her kim âhiret için çalışırsa yüksek dereceler elde eder. Dünyânın geçici süslerine, gönül alıcı yaldızlarına aldanırsa nîmetlerden, yüksek derecelerden mahrum olur. Bu dünyâ, akıllının çiftliği, gâfil ve câhilin ziyan edeceği bir yerdir. Dünyâda Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uyan, ahirette azaptan kurtulur; emir ve yasaklara uymayan da kaçacak yer bulamaz. Akıllı kimse, ekilecek bir tarla gibi olan şu dünyâda, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riâyet eder. Resûlullah’a (sallallahü aleyhi ve sellem) tâbi olursa, âhirette karşılığını görür. Verdikleri, ecrin en büyüğü ve azığın en verimlisi olarak âhirette karşısına çıkar.”
Sirâceddîn Urmevî bilhassa Konya’nın Karamanoğulları tarafından kuşatılması esnâsında, şehrin müdâfaa edilmesine dâir verdiği fetvâ ile, halkın birlik olup şehri müdâfaa etmesine vesîle olur.
Sirâceddîn
Urmevî’nin bilinen en önemli özelliklerinden biri de: Hz. Mevlâna’nın vefatında cenaze namazını
kıldırmak üzere Şeyh Sadreddîn-i Konevî’nin öne geçtiği sırada, üzüntüsünden
bayılması üzerine, Mevlana’nın cenaze namazını kıldırmasıdır.
Kadı Siraceddin Urmevî (ö. 1283) mantık ve kelâm sahasında medreselerde dersler vermiş ve bu alanda yüzyıllarca otorite teşkil edecek Metaliu’l-Envâr adlı eserini kaleme almıştı. Birçok talebe yetiştirip, insanlara ilim öğreten Sirâceddîn Urmevî’nin talebeleri arasında,Safiyyeddîn Muhammed bin Abdürrahîm Urmevî gibi meşhûr âlimler de vardır.
Ebü’s-Senâ Sirâceddîn Urmevî’nin eserlerinden bâzıları şunlardır: Et-Tahsîlü Muhtasar-ı Mahsûl, Lübâb-ül-Erbaîn fî Usûl-id-Dîn li-Fahreddîn-i Râzî, Şerh-ül-Vecîz-li’l-Gazâlî, Muhtasar-ı Şerh-is-Sünne li’l-Begâvî, Metâli’ül-Envâr, Beyan’ül-Hak.Bu esrlerin orijinal nüshaları Konya’da Yusufağa Yazma Eser Kütüphanesine intikal etmiştir.BU esrler O’nun ahfadından olan Kutlu Melek Hatun’un Konya’da kurduğu kütüphaneden intikal etmiştir.
Bazı kitapların üzerinde Kadı Siracü’d-din’in el yazılarına rastlanmaktadır. Yusufağa Kütüphanesi nr. 5395’deki “Şerhü’l veciz” adlı eser bunlardandır. Aynı kitabın 4815 no’daki nüshasının 1 a sahifesinde Kadı Siracü’d-din Urmevî’nin bir şiiri bulunmaktadır. Yusufağa Kütüphanesi nr. 4866’daki kitabın tamamı Kadı Siracü’d-din el-Urmevî’nin el yazısı olduğunu düşünülmektedir. Bu kitaplar Sadru’d-din Konevi Kütüphanesine intikal etmiş, oradan da Yusufağa Yazma Eser Kütüphanesine devredilmiştir.
Sirâceddîn
Urmevî1283 yılında Konya’da hakka yürür.
Sıraceddin
Urmevi’nin turbesi konusunda değişik rivayetler vardır. Sultan
Meydanı’ndan ve Sirâceddîn Ürmevî'nin
türbesinden bahsetmektedir.
Bazı kaynaklarda Sirâceddîn
Ürmevî'nin bir mezarı değil kapalı ve mükellef bir türbesi vardı. Bu türbede
işte bu namazgah civarında idi. Denilmektedir.
Fatih’in,
II.Bayezid’in ve III.Murad’ın Konya Tahrir Defterleri’nde Sirâceddîn Ürmevî'nin Oğlu Kadı
İmadü’d-din’in Dâru’l-Huffaz evkafı tesbit edilirken Sirâced-dîn’in meydan
tarafında, Siraç Tarlası adını taşıyan bir yeri bulunduğu da gösterilmiştir.
Öyle anlaşılıyor ki Sirâceddîn
Ürmevî'nin Türbesi Sultan Meydanı’ndaki tarlasının bir köşesine yapılmıştı.
II.Bayezid’in
Konya tarhir defterinde de Sirâceddîn
Ürmevî'nin Meydan, Bayram yeri, tarafından Siraç Yeri şöhretini taşıyan bir
tarlası ile bir bağı bulunduğunu görüyoruz. Kadı İmad’ed-din’in evlâdından
Mahmud Çelebi de Dârü’l-Huffaz için mushaf ile beraber Siraç yerinden arazi
vakfettiği bu defterlerde görülmektedir. Sirâceddîn Ürmevî'nin oğlu İmad’ed-din’in ve torunlarının da
kendi türbesi içine veyahut civarına gömülmüş olmaları çok muhtemeldir. Fakat
bunardan da hiçbirisinin mezar taşına bu güne kadar rastlanmamıştır.
Hz. Mevlâna’nın cenaze
namazını kıldıran büyük kadı Sirâceddîn
Ürmevî'nin türbesi bulunamasa da şöhreti, eserleri günümüze kadar gelmiştir.
Kahta kadısı olan ibnü’s-Serrâç ed-Dımeşkı’nin Hicri 715 yılında kaleme aldığı Teşvîku’l-Ervâh
isimli eserinde Sirâceddîn Urmevî’ye dayanarak bazı bilgiler
vermektedir. Bu bilgiler Türkiye selçukluları hakkında ve o devrin kültürel
hayatı hakkında önemli bilgilerdir.
Yorumlar