SADREDDİN KONEVİ

SADREDDİN KONEVİ -Sadreddin Konevî kimdir? Konya'ya gelişinden ve ''Konevî'' olarak adlandı-rılmasından kısaca bahsedebilir misiniz? Şeyh Sadredin Muhammed Konevî 1208 yılında Malatya'da doğdu. Ba¬bası şeyh Mecdüddin İshak, Anadolu Selçukluları'nın kendisine büyük değer verdikleri âlim, şeyhzadelerin hocası, danışman ve diplomattır. Konevî ilk eğitimini babasından almıştır. Daha sonra Şeyh Evhadüddin Kirmanî ve Muhyiddin İbnül Arabî tara¬fından yetiştirilmiştir. Eğitimini Malatya Şam, ve Mısır'da yapmıştır. Yaklaşık 1246 yılında Sultan II. Gıyaseddin Keyka- vus sultan iken Konya'ya yerleşmiş, Çeşmekapı yakınlarındaki konağında müderrisliğe başlamıştır. Usul, hadis, tefsir ve tasavvuf okutmuştur. Bundan sonra vefatına kadar Konya'dan ayrıl¬mamıştır. İslâm dünyasında özellikle Anadolu'da büyük etkisi olan ve Şeyh-i Ekber Muhyiddin Arabî'nin anlaşılmasında, yorumlarıyla büyük hizmeti geçen Sadreddin Konevî,673 hicri,i274 miladi yılı Muharrem ayının ı6.Pazar günü Hakk'ın rahmetine kavuştur. Türbesi Meram ilçemiz Şeyh Sadrettin Konevî mahallesindedir. Vasiyetine uygun olarak türbesinde tavan yoktur. Konevî ismine gelince; yaşadığı asrın geleneklerine göre bir yerde dört yıl ve daha fazla ikamet edenlere bulunduğu yer ismiyle anılırdı. Şeyh Sareddin de Konya'da dört yıldan fazla ikamet ettiği için kendisine Konevî nisbesi verilmiştir. -Konya'nın ilim çınarı Konevî'nin eserlerinden günümüze aktarılanlar ve öneminden bahsedebilir misiniz? Sadreddin Konevî'nin otuza yakın eseri vardır. Bunlardan en önemli eseri Mefatihu'l- Gayb'dır. Bu eseri Konevi'nin düşünce dünyasının yazıya yansımasıdır. İ'câzü'l-Beyân fî Ümmi'l-Kur'ân (Fatiha Tefsiri), En-Nefhâtü'l-ilâhiyye (İlâhî Nefhalar), Şerh-i erbaîne hadis (Kırk Hadis Şerhi), El-Müraselât (Yazışmalar), En-Nüsûs fî tahkiki't-tavri'l-mahsûs (Vahdet-i vücud ve Esasları), El-Fûkûk fî esrâr-ı müstenidâtı hikemi'l-Füsûs (Füsûsü'l-Hikem'in Sırları) ve Mir'âtü'l- ârifîn (Âriflerin aynası) adı altında Türkçe'ye çevrilmiştir. Tüm kitaplarında varidat ve keşf bilgileri olmakla birlikte, özellikle En- nefehâtü'l ilahiye Keşfe dayanan bilgi kaynağının büyük temsilcilerindendir. Konevî: dünyada ilk günlük yazan alim¬dir. O'nun günlükleri dönemin tarihine, sosyal durumuna ve eğitim müessese¬lerine ışık tutmaktadır. -Sadreddin Konevî'nin felsefesi hakkın¬da konuşabilir miyiz? Sadredin Konevî, alim ve insanı kâmildir. Metafizik konuları İlmi ilahi diye isimlendirerek sistematiğe bağ¬lamıştır. Hak'tan gelen ilahi nefesleri izin verildiği kadar açıklayan bir marifet sultanıdır. Konevî'nin düşünce dünyası insan, Allah-varlık tasavvuruna dayanır. Allah Kâinatı ve kâinatta var olan her şeyi İlâhî bir rahmet ve sevgi ile yaratmıştır. İlâhî rahmet eseri olan bu evren büyük kâinat, insan ise küçük kâinattır. En mükemmel insan da insan-ı kâmil olan olgun insandır.  Kendisinden sonra gelenlere etkisi büyük olmuştur. Eserlerine şerhler ya¬zılmış, tasavvufi hayatı etkilemiştir. Bazı görüşlere göre İbni Arabî ve Mevlanâ ile birlikte İslam felsefe geleneğinde Konya Okulu' nun kurucularındandır. Sonraki yıllarda Fatih Sultan Mehmet'in Konya okuluna ilgisini sebebiyle araş¬tırılmasını istemiştir. Sultan Mehmet tam bir Konevi hayrandır. Akşemsettin Konevi'nin eserleri üzerinde çalışma¬larda bulunmuş. Fatih Sultan Mehmet Konevi'nin eserlerine Şerhler yazdır¬mıştır. Selçuklu ve Osmanlı devlet yöneti¬cileri tasavvufla manen beslendikleri için bu devletlerin siyasetine Konya Okulu'nun tesiri büyük olmuştur. Os¬manlının ilk şeyhülislamı Molla Fenari de Konevî'nin talebesi kabul edilir. Konevî'nin Miftah'ül-Gayb isimli eserine "Misbahü'l-Üns" isimli çok kapsamlı bir şerh yazmış olup halen bu eser üniver¬site de okutulmaktadır. Fahreddin Irakî talebesidir. Sadreddin Konevî'nin âlem, Allah, İnsan ve ilişkileri hakkında ifadeleri çok özgün ve derindir. Âlemin ve insanın hakikatini araştırmak için Konevî okun¬malıdır. - Peki insan Allah'ın "biz O'na şah damarınızdan daha yakınız" (Kaf-16) "O'na ruhundan üfledi" (Secde-9) ifadelerini nasıl anlamlandırılmalıdır? Acaba olup bitene karışmadan seyreden bir Allah ile bağımsız şekilde davranabi- len bir de insan mı var? Miftahül Gaybe'de şöyle der "Hiçbir müessir arasında bir nispetin bulun-madığı başka bir şeye tesir edemez". Allah'la insan arasındaki bu nispet ne¬dir, ya da bu ilişki nasıldır? Ona göre bu nispet çok güçlü ve belirleyicidir. İstidat üzerinde durur. İnsanlar istidatlarına göre ya aşağıların aşağısına ya da insanı kâmil mertebesine çıkarlar. İnsanlığın zirvesi ise peygamber efendimiz Hz Muhammed (SAV) dir. Ona göre alem zuhur ve yayılmayla kemalin ortaya çıkması için var edilmiş¬tir. Alemin odağı ise insandır. İnsan hakkındaki bazı ifadeleri: "Şu halde, âlem insandır, insan onun gözüdür. İnsanlardan sevenler ise göz bebeği duru¬mundadır. "İnsan, ilahi ve kevni mertebeler arasında bir berzah, bu ikisini ve içer¬dikleri şeyleri birleştiren bir nüshadır. Hiçbir şey yoktur ki insanın mer¬tebesinde resmedilmiş olmasın. İnsanın mertebesi her şeyi kendisinde birleştirmesin¬den ibarettir." Konevî'nin Allah ve insan ilişkisine bakışını özetleye bilir misiniz? İnsanın öneminin yanında İnsanı Kamil üzerinde çok durur. İnsan bu kadar kıy- metliyse, insanı kâmilin önemi daha iyi anlaşılır. İnsanı kâmille beraber anlaşı¬lırsa Peygamberler anlaşılabilir. "Benim hakikatim, hiç ilave ve eksiklik olmaksızın, Rabbimin ezel ve ebedde, her türlü mekândan münez¬zeh vücub hükmü ile, beni bilmesinin suretinden ibarettir". İnsanı yaratılanların en değerlisi olarak tespit ettikten sonra bir bakımdan da yaratıkların en değersizi (esfeli safilin-Tin5) olduğunu belirtir. İnsa¬nın sınırlarını böyle ortaya koyduktan sonra, Allah'ın yeryüzüne halife olarak gönderdiği İnsanı kâmil hakkında şun¬ları söyler, "hilafet, kıyamet gününe kadar devam edeceği için (meleklerin Adem'e) secde de baki kalır. "İnsan-ı kâmilin ilmi Hakk'ın ilmi için bir aynadır ve Hakk'ın ilmi o ayna üze¬rinde tecelli eder, o şekilde zahir olur." Sadreddin Konevî'den anlaşılan kulun Allah'a karşı acziyetini idrak ile kendini Hakk'a karşı bağımsız ve müstakil bir varlık görmemesi, hatalarını kendine maledip diğer her şeyi O'na izafe etme-sidir. -Mevlanâ ve Sadreddin Konevî'nin dostluğu göz ardı etmemek gerekir. Bu konu hakkında sizin düşünceleriniz nelerdir? Konevî ve Mevlanâ aynı dönemde yaşamışlardır. Doğum ve vefat tarihleri çok yakındır. Konya'da binlerce talebe yanında, pek çok da hikmet ve tasavvuf ehli insanlar yetiştirdi. Mevlâna'nın da kendisinden feyz aldığı rivayet olunur. Hatta Konevi Mevlana'nın hocası diyen¬ler bile vardır. Mevlanâ ömrünü medresede geçir¬miştir, Konevî kendi evini ilim tedris edilecek bir yurt yapmış, daha ziyade hadis ilmindeki kudreti ile Muhyiddin Arabî'nin düşüncelerini açıklamaya çalışmıştır. Talebeleri arasında mühim simalar bulunmuş, emir gibi yaşamış, fakat adına tarikat bırakmamıştır. Ahmet Eflâki, Menakıbü'l-Arifin isimli eserlerinde Mevlâna ile aralarındaki münasebet ve dostluğa ait pek çok menkıbe nakleder; Sadreddin'le Mevlanâ arasında cereyan eden karşılıklı ikram, incelik ve tevazu sahneleriyle dolu bir hadise şöyledir: Sadreddin cuma namazla¬rından sonra bir meclis tertip eder; alimler, dervişler, meraklılar dinlemeye gelirdi. Fikrî tartışmalar olur, Sadred¬din de sonuca bağlardı. Bir gün bu meclise Mevlanâ da geldi. Sadreddin  yerinden kalkıp seccadesini ona ikram etti. Mevlanâ razı olmadı. Hiç olmazsa birlikte oturalım, diye ısrar ettiyse de kabul ettiremedi. Bunun üzerine: "Şol seccade ki sen oturmağa yaramaya, bize dahi yaramaz" diyerek seccadeyi topladı ve bir kenara attı. Kalabalıklardan uzak ve daha mahre- miyetli durumlarda Mevlanâ bu tevazu tavrında ısrar etmeyecektir. Eflâki aynen şöyle yazar: "Bir gün Mevlanâ şeyhler şeyhi , muhaddislerin Sultanı Şeyh Sadreddin'i görmeye gitmişti. Sadreddin Mevlanâ'yı tam bir ağırlama ile karşılayıp kendi seccadesine oturt¬tu. Kendisi de onun karşısında iki dizi üzerine edeple oturup murakabeye durdular ve nurla dolu huzur derya¬sına daldılar . Sadreddin'in bir dervişi vardı. Mevlanâ'ya "Fakirlik nedir?" diye sordu. Mevlanâ cevap vermedi. Sual üç defa tekrarlandı. Sadreddin çok üzüldü. Mevlanâ gidince dervişine: "Terbiyesiz¬lik ettin, Mevlanâ'nın cevabı hareketin¬de idi, tam derviş velilerin huzurunda susar." dedi. Sadreddin ile Mevlanâ aynı saflarda veya biri imam öteki cemaat olarak bir¬likte namazlar kılmışlardır. Aralarındaki münasebetlere ışık tutması bakımından burada iki rivayete yer vereceğiz: Bir gün bir mecliste bulunuyorlardı. Akşam namazı vakti gelmişti. Necmüddin Dâye (Râzi) imam oldu. Her iki rekâtta da Kafirûn sûresini okudu. Mevlanâ, Sadreddin'e latife yollu: "Zâhir bu¬dur ki birini sizin için, birini bizim için okudu!" dedi. Bu rivayetin Sadreddin ile Mevlanâ arasında meşrep farklılığı olduğunu söyle-yenleri haklı çıkaracak bir mahiyet arzettiğini belirtmeliyiz. Buradan da anlıyoruz ki meşrep farkı vardır lakin düşmanlıkları yoktur. Gene ileri gelenlerin bulunduğu bir topluluk var. Akşam namazı kılınacak. Herkes Mevlanâ'nın imam olmasını ister. O ise: "Biz abdallardanız, nerede olsa oturup kalkarız. İmamlık sabit- kademler ve tasavvuf ehli insanlara yaraşır der ve namazı kıldırması için Sadreddin'e ricada bulunur, kendisi de ona uyar. Namaz bitince iltifatını esirgemez: "Kim ki takva sahibi bir imanın arkasında namaz kılarsa, sanki Peygamber'in arkasında namaz kılmış gibi olur" der. Ömrünün son senelerinde Mevlanâ'nın da Sadreddin' karşı samimi bir muhab¬bet hissiyle dolu olduğu anlaşılıyor. O ağır hastadır, artık vefatı yaklaşmıştır. Ziyaretçiler gelip gitmektedir. Du-daklarının kuruluğu gitsin diye şerbet sunmak isterler, fakat kabul ettiremez¬ler, kimsenin elinden almaz. Nihayet Sadreddin verince reddetmez ve bir kaç yudum içer. Duygulanan Sadreddin üzüntüsünü şöyle dile getirir: "Yazık yazık, Hüdâvendigar'ın mübarek vücudundan mahrum kaldığımız vakit hâlimiz nice olur?" demekten kendini alamaz. Belki aynı gün ayrılacağı sırada veya son bir hasta ziyaretinde Sadreddin Mevlanâ'ya sağlık temennisinde bulundu ve Allah'tan şifâlar diledi. Mevlanâ'nın mukabelesi ise şöyle oldu: "Bundan sonra Allah sizlere şifalar versin, aşıkla maşuk arasında bir kıl gömlekten başka bir şey kalmadı. Bunu da soyup çıkarmalarını ve nurun nura kavuşmasını istemiyor musunuz?" Sad- reddin yanındakilerle birlikte gözyaşları dökerek ayrıldı. Mevlanâ gibi Konevî de mutasavvıf bir düşünür olduğu için, onun düşünce kaynağını referanslarını İslâmî inançla¬rın teşkil etmesi tabii bir olaydır. Yine bir mutasavvıf olarak Sadreddin insan aklının bağımlı (mukayyed) olduğuna, hakikatleri kavramak için mükâşefe ve müşâhede'ye ihtiyaç bulunduğuna ina¬nır. Bu yüzden de filozofların rasyona¬lizmine zıt bir tavır takınır. Budüşünce Mevlanâ da aynıyla mevcuttur. Belki ilk sıralarda değilse bile zaman içinde, Sadreddin Konevî ile Mevlanâ Celâleddin'in yakın dostluk ve iyi müna-sebetler içinde bulundukları açıkça gö-rülüyor. Mevlanâ'nın cenâze namazını Sadreddin'in kıldırmasına dair vasiyeti bunun bir delilidir. Bazı meşrep farklılık-ları olmakla beraber, birer mutasavvıf olarak ortak görüşlere sahiptirler. -Konya'da, Konevî Türbesi geçmişten günümüze, halkın üzerinde nasıl yer etmiştirl Şeyh'in türbesi, Konya'daki ziyaretgâhların başında gelir. Hele Cuma günleri türbesi, ziyaretçilerle dolup taşar. Kabr-i şerifleri Fatihalarla nurlanır. Bugünkü türbe II. Abdülhamid Han zamanında ve O'nun direktifleri ile Konya Valisi Ferid Paşa tarafından,ı899 yılında yeniden imar ve ihya edilmiştir. - Sadreddin Konevî felsefesinden tüm insanlığın çıkarması gereken mesaj ne olmalıdır? Devrinde Müslim ve gayri Müslim züm-relerden büyük itibar görmüş, sevilmiş çok önemli bir konuma sahip olmuştur. Şeyhi Kebir diye anılırdı. Devrinin ikinci imamı azamı sayılırdı. Hadis ilminde, manevi bilgilerde eşsizdi. Kendisine sultanlar divanında "Arap ve Acem diyarının halifesi" diye hitap edilirdi. Arapça olara yazdığı pek çok eserde vahdeti vucud hakikatini açıklamıştır. Konevî ile ilgili olarak son sözlerinizi alabilir miyiz? Selçuk ülkesi Şeyhü'l-İslâmı idi. Hocası Muhyiddin Arabî İslâm âleminde Şeyh-i Ekber unvanıyla anılırken, Sadreddin Konevî de "Şeyh-i Kebir" unvanıyla anıldı. Konya'da binlerce talebe yanında, pek çok da hikmet ve tasavvuf ehli insanlar yetiştirdi. Zamanın en büyük âlim ve velilerin¬den olan Sadreddin Konevî, kapısında uşakları, işçileri ve aşçıları olan, varlıklı ve zengin bir kişi olduğu rivayet edilir. Medrese, cami ve türbesi, yapılan zen¬gin vakıflarla yıllar ve asırlarca bolluk içerisinde varlıklarını devam ettirdi. O servet ve zenginlik, büyük veliliğine, manevî yüceliğine, İslâmi ölçülere sıkı sıkıya bağlılığına engel teşkil etmedi. Hâlâ kerametleri dilden dile nakledilir. Ruhu şâdolsun. • 'Av "Yâ Rabbî! Kalbimizi senden başka şeye yönelmekten ve senden başkasıyla meşgûl olmaktan temizle. Bizi bizden al, bizim yerimize bizi kendinle doldur. Bizi başkalarına ve şeytana oyuncak yapma. Bize nûr bahşet. Duâlarımızı çabu¬cak, kendi istediğin şekilde kabûl buyur. Sen işitensin. Sen bize yakınsın. Sen duâlara icâbet edensin."

Yorumlar

Popüler Yayınlar