EKMEKÇİ HAYK'IN MÜSLÜMAN OLUŞU
EKMEKÇİ HAYK'IN MÜSLÜMAN OLUŞU,: Şu Bizim Konyalı Ermeniler..ve ekmekçi HAYIK
Tarih boyunca Romalılar, Persler ve Bizanslılar tarafından Anadolu’nun bir yerinden diğerine sürülen, savaşlara itilen ve çoğu kez üçüncü sınıf vatandaş muamelesi gören Ermeniler, Türklerin Anadolu’ya girişlerinden sonra Türklüğün adil, insani, hoşgörülü, birleştirici anlayış ve inancından yararlanmışlardır. Bu ilişkilerin gelişme ve doruğa ulaşma çağı olan 19. Yüzyıl sonlarına kadar süren devir, “Ermenilerin altın çağı” olmuştur. Osmanlı devletinin çalışan, liyakatli, dürüst ve becerili her vatandaşına sağladığı imkanlardan gayr-i müslimler içinde en çok faydalananlar Ermeniler olmuştur. Askerlikten, kısmen de vergiden muaf tutulurken, ticarette, zanaatta, çiftçilikte ve idari işlerde yükselme fırsatını elde etmişler ve devlete bağlı, milletle kaynaşmış ve anlaşmış olduklarından dolayı "millet-i sadıka” olarak kabul edilmişlerdir. Bu çerçevede Türkçe konuşan, ayinlerini bile Türkçe yapan bu topluluktan devlet kademelerinde önemli görevlere yükselenler, hatta Bayındırlık, Bahriye, Hariciye, Maliye, Hazine, Posta-Telgraf, Darphane Bakanlıkları, Müsteşarlıkları yapanlar olmuştur. Hatta Osmanlı devletinin meseleleri üzerinde Türkçe ve yabancı dillerde eserler de yazmışlardır.
Ancak Osmanlı devletinin zayıflamaya başladığı dönemlerde, hemen her konuda Avrupa’nın müdahalesi baş gösterince, Türk-Ermeni ilişkilerinde de bir bozulma başlamıştır. Batılıların özellikle misyoner din adamı kisvesinde, Osmanlı devleti içine soktuğu provokatörlerin faaliyetleriyle Ermeniler; dini, kültürel, ticari, sosyal ve siyasi açılardan Türk toplumundan uzaklaştırılmaya çalışılmıştır. Böylece, çoğu defa Türklerin zararlı çıktığı trajik olaylar başlamış, Doğu Anadolu’da başlatılan ve İstanbul’a kadar yayılan isyan hareketlerinde binlerce Türk ve Ermeni hayatlarını kaybetmiştir.
Birinci Dünya Savaşı sırasında ise; Osmanlı askeri olarak düşmanlara karşı savaşan veya geri hizmetlerde çalışan Ermenilere karşılık, Ermenilerin önemli bir kısmı düşman kuvvetlerinin yanında Türklere karşı savaşmıştır. Cephe gerisinde de komitacı Ermeniler kadın, çocuk, yaşlı ayrımı yapmaksızın katliamlara girişmişler, yüz binlerce Müslüman’ın hayatına kastederek Doğu Anadolu’yu bir harabe haline çevirmişlerdir.
Devletin bunları yatıştırmak ve durdurmak için aldığı tedbirler istismar edilmiş ve dış devletlerin tahrik ve vaatleriyle Ermeniler, bin yıl refah içinde yaşadıkları ülkeyi parçalamaya çalışmışlardır.
Anadolu dışında kurulan Hınçak, Taşnak, Ramgavar, Hınçak İhtilal Komitesi, Silahlılar Cemiyeti, Ermenistan’a Doğru Cemiyeti, Genç Ermenistan Cemiyeti, İttihat ve Halas Cemiyeti ve Karahaç Cemiyeti gibi örgütler, halkı silahlı ayaklanmaya sevk etmişlerdir.
Osmanlı devleti, Birinci Dünya Savaşı içinde, Ermeni isyanının yoğun olduğu Doğu Anadolu’da, bir yandan cephede Rus ordularıyla ve Rusların yanında yer almış olan Ermeni kuvvetleriyle savaşmak zorunda kalmıştı. Diğer yandan da cephe gerisinde Türkleri katleden, Türk köy ve kasabalarını yakıp yıkan, ordunun ikmal tesislerine ve konvoylarına saldıran Ermeni çeteleri ile mücadele etmek zorunda kalmıştır.
Ayrıca hem cephede hem de cephe gerisinde savaşmak durumunda bırakılmasına rağmen, 9-10 ay, cephe gerisindeki önemli tehlikeyi “mahalli tedbirlerle” çözüme ulaştırmaya çalışmıştır. Bu arada, 24 Nisan 1915’te, cephe gerisinde faaliyette bulunan Ermeni komitecilerine yönelik bir operasyon yapmış ve vatana ihanet eden 2345 komiteciyi tutuklamıştır.
Komitecilerin dışında özellikle Rus sınırına yakın bölgelerdeki Ermeni halkın da devlete isyan halinde olduğunu görünce, son çareye başvurmuş ve bölgedeki Ermenilerden sadece isyan hareketine karışanları savaş bölgesinden alıp, ülkenin emniyetli bölgelerine “sevk ve iskâna”, o dönemdeki ifadesiyle “tehcir”e tabi tutmuştur. Bu uygulama ile aynı zamanda her şeyden önce cephe gerisinde iç savaş ortamında bulunan Ermeni halkın can güvenliği sağlanmıştır. Çünkü Ermenilerin bölgedeki Türklere yaptıkları katliam ve mezalimin karşılığını müslüman halk da vermeye başlamıştı.
Ermenistan ile bir takım siyasi ve ekonomik çıkarlar için Ermenileri kullanan bazı devletler, yer değiştirme uygulamasını ve 24 Nisan’daki tutuklamaları bir “soykırım” gibi göstermek ve dünya kamuoyunu bu konuda ikna etmek için yoğun bir propaganda faaliyetine girişmişlerdir.
Oysa Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Osmanlı devletini işgal eden devletlerden İngilizler, aralarında Osmanlı siyasi ve askeri liderleriyle önde gelen aydınların da bulunduğu 143 kişiyi “Ermeni olaylarında savaş suçu işledikleri” gerekçesiyle tutuklayarak Malta adasına sürmüş ve hapsetmiştir. Suçlamalarla ilgili olarak Osmanlı, ABD ve İngiliz arşivlerinde geniş çaplı araştırmalar yapılmıştır. Buna rağmen, Malta’daki tutuklular hakkında iftiraları kanıtlayacak deliller mahkemeye sunulamamıştır. Sonuç olarak Malta'daki tutuklular, kendilerine hiçbir suçlama dahi yöneltilmeden ve duruşma yapılmadan 1922'de serbest bırakılmışlardır.
Ancak Türkleri sözde soykırımla suçlama gayretleri durmamış; Malta’daki yargılama sürecinde İngiliz basınında Osmanlı Hükümeti’ni sözde soykırım ile suçlayan ve bu konuyu ispata yeltenen bazı uydurma belgeler yayınlanmıştır. Söz konusu belgelerin General Allenby komutasındaki İngiliz İşgal Kuvvetleri tarafından Suriye'deki Osmanlı Devlet Dairelerinde ortaya çıkarıldığı iddia edilmiştir. Ancak, İngiliz Dışişleri Bakanlığı tarafından sonradan yapılan soruşturmalar, İngiliz basınına verilen bu belgelerin İngiliz ordusu tarafından ele geçirilen belgeler olmayıp, Paris'teki Milliyetçi Ermeni Delegasyonu tarafından müttefik delegasyonlara gönderilen yazılar olduğu anlaşılmıştır.
Bütün bu gerçeklere rağmen, sözde soykırım iddialarını gündemde tutmak için olağanüstü gayret sarf eden Ermeni komiteleri, terör eylemlerine yönelmişlerdir. 1965'ten sonra, çeşitli ülkelerdeki Ermenilerin, Türkiye aleyhine başlattıkları karalama kampanyasıyla dünya ve Türkiye kamuoyunda varlığını hissettiren sözde Ermeni Sorunu, 1970'li yıllardan itibaren yurtdışındaki Türk temsilciliklerine yönelik terör eylemlerine dönüşmüştür.
Bu sıkıntılı süreçte Konya ‘da yaşananlara dönecek olursak;
Tam o dönemde göze çarpan bir isim de Konya Valisi Celal Bey'di. Konya, Batı Anadolu'dan sürgüne gönderilen Ermenilerin ilk durağıydı. Burada toplanan Ermeniler, Der-Ez Zor’a * doğru yola çıkartılıyordu. O dönemde hem Celal Bey, hem de Konya halkı aç-susuz yollarda olan sürgünlere yiyecek, içecek yardımında bulundu.
Celal Bey daha önce Halep valiliği yapmıştı. O yüzden Suriye çöllerini iyi biliyor, sürgünlerin başına neler geleceğini az-çok kestirebiliyordu. Bu yüzden sürgün kararı kendisine ulaştığında hiç tereddüt etmedi ve bu kararı uygulamadı. Konya Ermenileri en azından bir süre için güvendeydi. Sevk edilmek üzere Konya'ya gelenleri de çevre ilçe ve köylere dağıttı. Böylece şehir merkezinde dikkat çekecek bir kalabalık birikmemiş oluyordu. Ancak Celal Bey'in tavrı kısa sürede dikkat çekti ve Ekim 1915'te görevinden alındı.
Uzun yıllar bir daha devlet görevi alamadı. Bu sırada yoklukla, yoksullukla boğuştu. Birinci Dünya Savaşı'nın bitiminin ardından Fransızların isteği üzerine Adana valiliğine tayin edildi. Burada kısa süre içerisinde yeni yeni şekillenmekte olan Kuvayı Milliye hareketine katıldı. Mustafa Kemal Paşa'nın yanında yer aldı. Son derece vatanseverdi ama bir o kadar da İttihatçılara ve yaptıklarına karşıydı.
Şansına ölüm düştü
Konya aynı zamanda Mevlevi tarikatının da merkeziydi. Bu yüzden Konya'da Mevleviler son derece güçlüydü. Ermenilerin tehcir kararına şehirde en fazla muhalefet Mevlevilerden geldi. Bu yüzden Vali Celal Bey'in en önemli yardımcıları Mevlevi şeyhleri oldu. Celal Bey'in görevden alınmasının ardından önde gelen tarikat mensupları da Konya'dan sürüldü.
Osmanlının son dönemlerinde Konya'da yaşamış bir Ermeni.’den bahsetmek istiyorum.
İyi bir esnaf, usta bir fırıncı... Namı, Ekmekçi Hayk..bizden birisiydi.
Ekmeğin bile veresiye olduğu yıllar. Her esnaf gibi Ekmekçi Hayk'ın da veresiye defteri, vakti gelince tahsilât derdi, telaşı vardı.
Bütün bunlar sıradan şeylerdi.Ama Hayk'ın sıradan bir Osmanlı Ermenisi, mesleğinin erbabı bir insan olmaktan öte; onu tarihe mal eden, geçmişten geleceğe mesajlar taşıyan enteresan bir yönü vardı. Onun Müslümanlara güveni, itimadı sonsuzdu.
Hayk, Müslüman müşterilerinin hesabını tutmaz. Onun bu tutumunu yadırgayan kendi dindaşlarına verdiği cevap da müthiştir:
“Müslüman haram yemez, onlara güveniyorum!..”derdi
Gözü dönen ve fırsatını bulan, dünün "Tebe'a-ı Sadıka" unvanlı Ermenileri, korkunç ihanetlere, katliamlara girişmişlerdir. Hemşerilerini, komşularını boğazlamaktadırlar.
Anadolu'nun eli silah tutan erleri, Yemen'den Galiçya'ya uzanan bir coğrafyada büyük düşmanlarla vuruşurken; ersiz, ekmeksiz hale gelen, geride kalanları, dünkü komşuları tarafından iğrenç usullerle öldürülmektedirler.
Savaş+ihanet=ölüm, olması gerekirken, "kerim devlet" Osmanlı kendine yakışanı yapmıştır: Tehcir.Techir içerisinde acı hikayelerde barındırsa yapılacak başka bir çare bulunamamıştı.
Osmanlı Arşivlerinde araştırmaya açılan binlerce belgeden öğreniyoruz ki; merkez, tehcirin selametle vukuu için tüm tedbirlerin alınması, iaşe ve ibatenin eksiksiz temini gibi hususlarda emirler, genelgeler, kararlar neşretmiş ve uygulatmış...
Devlet ve milletin zayıf anında harekete geçip isyan edenlere gösterilen bu ihtimama rağmen umumi harbin ve toplu tehcirin tabii şartlarından kaynaklanan hastalıklar ve ölümlere ilaveten kısmi saldırılar, baskınlarla gerçekleşen olaylar engellenememişdi.
Hayk ‘da zorunlu sürgüne tabi tutulur, tüm Konya'nın muhalefetine rağmen...
Çare yoktur... Velhasıl Konyalı, Ekmekçi Hayk'a büyük bir uğurlama töreni düzenler. Beyrut'a sürülen Hayk, yeni ikamet yerinde yapamaz; köklerinden koparılmış bir çınar gibi kurumaya, dökülmeye başlar.
Ne yapıp eder ve Konya'ya, vatanına döner.
Dün onu uğurlamak için istasyona akan çoluk çocuk tüm Konyalılar, yine istasyona yığılırlar ve meşhur ekmekçilerini, kendilerinden olan Hayk'ı büyük bir sevinçle bağırlarına basarlar.
Benim ekmekçi HAYK ile tanışmam 1970 li yılların sonunda olur.Çocukluk yıllarımda at arabasının arkasında kar kış demeden konyanın dar sokaklarında ekmek dağıtırken tanımıştım.Sokak aralarında arkasından koşan çocuklara asla kızmaz hafifçe gülümserdi. Şemsi tebrizi türbesinin karşısında kafalı apartmanının bodrum katında bir dairede eşiyle birlikte yaşayan ekmekçi hayk son günlerinde yakalanmış olduğu prostat kanseriyle mücadele etmekteydi. Ev sahibi aile dostumuz ve uzaktan akrabamız olan rahmetli avukat Ahmet Tevfik kafalı ve eşi Hikmet hanım ekmekçi hayk’ın son dönemlerinde evlerinin kapılarını açmış kira almaksızın evlerinde barındırmışlardır.Bir gün Avukat olan Ahmet Tevfik amcalara ziyarete gittiğimde beni ekmekçi hayk’ın odasına götürüp kanser tedavisinde kullandığı ilaçlara bakmamı istediler.Eczacılık fakültesinde okumakta olduğum bu yıllarda ekmekçi hayk’ın ismini duyunca heyecanlandım.Çünkü en az bizim kadar bu toprakların sahipleri olan Ermenilerin son temsilcisiydi ekmekçi hayk. Bu iriyarı adam şimdi hasta yatağında biraz zayıflamış solgun bir benizle yatmaktaydı.
Hayata gözlerini yummadan bir isteği vardı Müslüman olmak.Ancak bir problem vardı ve katıksız bir Hıristiyan olan eşi Yeranuhi’nin haberi olsun istemiyor ondan çekiniyordu..Ev sahibi aile dostumuz ve uzaktan akrabamız olan rahmetli Ahmet Tevfik kafalı ve eşi Hikmet hanım teyze ekmekçi Hayık’ın son isteğini yerine getirmekte kararlıydılar.İşte beni ilaçlara bakma bahanesiyle eve davet ettiler,kapıyı çaldığımızda Yeranuhi kaygılı gözlerle bizleri süzdü Hikmet hanım teyze beni tanıştırarak Eczacı olduğumu Hayk’ın tedavide kullandığı bütün ilaçlarını yan odadan getirmesini isteyerek Hayk’ın eşi Yeranuhi hanımı odadan uzaklaştırdı. Hayk’ın yanına yaklaşarak kendisine Müslüman olmasına yardımcı ve şahitlik yapacağımızı söyledi.Ancak acele etmeliydik heran Yeranuhi hanım odaya girebilirdi ve Hayk’ın hastalığı oldukça ilerlemiş olmasından dolayı bir daha bu fırsatı bulamıyabilirdik.Kelime-i şahadet getirirken Hayk’ın yüzündeki ifadeyi ve gözlerindeki ışığı unutamıyorum.Yerahuni ise telaşla odaya girdiğinde Ekmekçi Hayk çoktan Müslüman olmuştu. Çok güzel İngilizce bilen ve İngiltere’ye iki sefer giden ‘’Ekmekçi Hayk da 1980’de Müslüman olarak öldü”
Ekmekçi Hayk’ın koyu bir Hıristiyan olan eşi Yeranuhi Buğdaycı,HAYK’ın Müslüman olarak öldüğünü hiçbir zaman bilemeden son günlerini Konya Huzurevi’nde geçirmiş ve burada hayata gözlerini yummuştur (1910-1987).ALLAH RAHMET EYLESİN.
Hayk'ın şahsında şekillenen bu tablo, aslında şu "Ermeni Meselesi" denilen hadisenin ipuçlarını çok güzel sergiliyor.
Ermeni Hayk'ı Konyalıların "Ekmekçi Hayk"ı yapan iklime, anlayışa ne kadar da muhtacız...
10/12/2013
yazan Ecz.Ahmet Nezihi Pekcan
Umay Dergisi
Kaynak ; Memeleket gazetesi Hilal Seyhan
Deyrizor ya da Der-ez Zor (Arapça: دير الزور) Suriye'nin kuzeydoğusunda Fırat Nehri üzerinde yer alan bir şehirdir. Deyrizor İli'nin başkenti olan şehir Şam'dan 450 km uzaklıkta olup, şehirde 2004 nüfus sayımına göre 239,000 kişi yaşamaktadır.
Deyrizor 1867 yılına kadar küçük bir kasabaydı. O yıldan sonra Osmanlı döneminde büyüdü. 1915 yılında Anadolu'dan tehcir edilen çok sayıda Osmanlı Ermenileri Deyrizor'a getirildi. Günümüzde Deyrizor'da bir Ermeni Kırımı müzesi ve anıtı bulunmaktadır.
Fırat Nehri kenarında bulunan kent bir tarım ve hayvancılık merkezidir. Civarda tahıl ve pamuk yetiştirilir. Kentin nüfusunun çoğunluğu Sünni Araplardan oluşur. Ayrıca kentte bir miktar Kürt, Ermeni ve Süryani de yaşamaktadır.
bu yazıyı daha önce paylaştım.zaman zaman gene paylaşacağım.çok önemsiyorum,ders alınacak çok şey var.ayrıca yazarının, kadim dostum olma şerefine ulaştığım içinde mutluyum.sağolasın Ahmet.
Tarih boyunca Romalılar, Persler ve Bizanslılar tarafından Anadolu’nun bir yerinden diğerine sürülen, savaşlara itilen ve çoğu kez üçüncü sınıf vatandaş muamelesi gören Ermeniler, Türklerin Anadolu’ya girişlerinden sonra Türklüğün adil, insani, hoşgörülü, birleştirici anlayış ve inancından yararlanmışlardır. Bu ilişkilerin gelişme ve doruğa ulaşma çağı olan 19. Yüzyıl sonlarına kadar süren devir, “Ermenilerin altın çağı” olmuştur. Osmanlı devletinin çalışan, liyakatli, dürüst ve becerili her vatandaşına sağladığı imkanlardan gayr-i müslimler içinde en çok faydalananlar Ermeniler olmuştur. Askerlikten, kısmen de vergiden muaf tutulurken, ticarette, zanaatta, çiftçilikte ve idari işlerde yükselme fırsatını elde etmişler ve devlete bağlı, milletle kaynaşmış ve anlaşmış olduklarından dolayı "millet-i sadıka” olarak kabul edilmişlerdir. Bu çerçevede Türkçe konuşan, ayinlerini bile Türkçe yapan bu topluluktan devlet kademelerinde önemli görevlere yükselenler, hatta Bayındırlık, Bahriye, Hariciye, Maliye, Hazine, Posta-Telgraf, Darphane Bakanlıkları, Müsteşarlıkları yapanlar olmuştur. Hatta Osmanlı devletinin meseleleri üzerinde Türkçe ve yabancı dillerde eserler de yazmışlardır.
Ancak Osmanlı devletinin zayıflamaya başladığı dönemlerde, hemen her konuda Avrupa’nın müdahalesi baş gösterince, Türk-Ermeni ilişkilerinde de bir bozulma başlamıştır. Batılıların özellikle misyoner din adamı kisvesinde, Osmanlı devleti içine soktuğu provokatörlerin faaliyetleriyle Ermeniler; dini, kültürel, ticari, sosyal ve siyasi açılardan Türk toplumundan uzaklaştırılmaya çalışılmıştır. Böylece, çoğu defa Türklerin zararlı çıktığı trajik olaylar başlamış, Doğu Anadolu’da başlatılan ve İstanbul’a kadar yayılan isyan hareketlerinde binlerce Türk ve Ermeni hayatlarını kaybetmiştir.
Birinci Dünya Savaşı sırasında ise; Osmanlı askeri olarak düşmanlara karşı savaşan veya geri hizmetlerde çalışan Ermenilere karşılık, Ermenilerin önemli bir kısmı düşman kuvvetlerinin yanında Türklere karşı savaşmıştır. Cephe gerisinde de komitacı Ermeniler kadın, çocuk, yaşlı ayrımı yapmaksızın katliamlara girişmişler, yüz binlerce Müslüman’ın hayatına kastederek Doğu Anadolu’yu bir harabe haline çevirmişlerdir.
Devletin bunları yatıştırmak ve durdurmak için aldığı tedbirler istismar edilmiş ve dış devletlerin tahrik ve vaatleriyle Ermeniler, bin yıl refah içinde yaşadıkları ülkeyi parçalamaya çalışmışlardır.
Anadolu dışında kurulan Hınçak, Taşnak, Ramgavar, Hınçak İhtilal Komitesi, Silahlılar Cemiyeti, Ermenistan’a Doğru Cemiyeti, Genç Ermenistan Cemiyeti, İttihat ve Halas Cemiyeti ve Karahaç Cemiyeti gibi örgütler, halkı silahlı ayaklanmaya sevk etmişlerdir.
Osmanlı devleti, Birinci Dünya Savaşı içinde, Ermeni isyanının yoğun olduğu Doğu Anadolu’da, bir yandan cephede Rus ordularıyla ve Rusların yanında yer almış olan Ermeni kuvvetleriyle savaşmak zorunda kalmıştı. Diğer yandan da cephe gerisinde Türkleri katleden, Türk köy ve kasabalarını yakıp yıkan, ordunun ikmal tesislerine ve konvoylarına saldıran Ermeni çeteleri ile mücadele etmek zorunda kalmıştır.
Ayrıca hem cephede hem de cephe gerisinde savaşmak durumunda bırakılmasına rağmen, 9-10 ay, cephe gerisindeki önemli tehlikeyi “mahalli tedbirlerle” çözüme ulaştırmaya çalışmıştır. Bu arada, 24 Nisan 1915’te, cephe gerisinde faaliyette bulunan Ermeni komitecilerine yönelik bir operasyon yapmış ve vatana ihanet eden 2345 komiteciyi tutuklamıştır.
Komitecilerin dışında özellikle Rus sınırına yakın bölgelerdeki Ermeni halkın da devlete isyan halinde olduğunu görünce, son çareye başvurmuş ve bölgedeki Ermenilerden sadece isyan hareketine karışanları savaş bölgesinden alıp, ülkenin emniyetli bölgelerine “sevk ve iskâna”, o dönemdeki ifadesiyle “tehcir”e tabi tutmuştur. Bu uygulama ile aynı zamanda her şeyden önce cephe gerisinde iç savaş ortamında bulunan Ermeni halkın can güvenliği sağlanmıştır. Çünkü Ermenilerin bölgedeki Türklere yaptıkları katliam ve mezalimin karşılığını müslüman halk da vermeye başlamıştı.
Ermenistan ile bir takım siyasi ve ekonomik çıkarlar için Ermenileri kullanan bazı devletler, yer değiştirme uygulamasını ve 24 Nisan’daki tutuklamaları bir “soykırım” gibi göstermek ve dünya kamuoyunu bu konuda ikna etmek için yoğun bir propaganda faaliyetine girişmişlerdir.
Oysa Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Osmanlı devletini işgal eden devletlerden İngilizler, aralarında Osmanlı siyasi ve askeri liderleriyle önde gelen aydınların da bulunduğu 143 kişiyi “Ermeni olaylarında savaş suçu işledikleri” gerekçesiyle tutuklayarak Malta adasına sürmüş ve hapsetmiştir. Suçlamalarla ilgili olarak Osmanlı, ABD ve İngiliz arşivlerinde geniş çaplı araştırmalar yapılmıştır. Buna rağmen, Malta’daki tutuklular hakkında iftiraları kanıtlayacak deliller mahkemeye sunulamamıştır. Sonuç olarak Malta'daki tutuklular, kendilerine hiçbir suçlama dahi yöneltilmeden ve duruşma yapılmadan 1922'de serbest bırakılmışlardır.
Ancak Türkleri sözde soykırımla suçlama gayretleri durmamış; Malta’daki yargılama sürecinde İngiliz basınında Osmanlı Hükümeti’ni sözde soykırım ile suçlayan ve bu konuyu ispata yeltenen bazı uydurma belgeler yayınlanmıştır. Söz konusu belgelerin General Allenby komutasındaki İngiliz İşgal Kuvvetleri tarafından Suriye'deki Osmanlı Devlet Dairelerinde ortaya çıkarıldığı iddia edilmiştir. Ancak, İngiliz Dışişleri Bakanlığı tarafından sonradan yapılan soruşturmalar, İngiliz basınına verilen bu belgelerin İngiliz ordusu tarafından ele geçirilen belgeler olmayıp, Paris'teki Milliyetçi Ermeni Delegasyonu tarafından müttefik delegasyonlara gönderilen yazılar olduğu anlaşılmıştır.
Bütün bu gerçeklere rağmen, sözde soykırım iddialarını gündemde tutmak için olağanüstü gayret sarf eden Ermeni komiteleri, terör eylemlerine yönelmişlerdir. 1965'ten sonra, çeşitli ülkelerdeki Ermenilerin, Türkiye aleyhine başlattıkları karalama kampanyasıyla dünya ve Türkiye kamuoyunda varlığını hissettiren sözde Ermeni Sorunu, 1970'li yıllardan itibaren yurtdışındaki Türk temsilciliklerine yönelik terör eylemlerine dönüşmüştür.
Bu sıkıntılı süreçte Konya ‘da yaşananlara dönecek olursak;
Tam o dönemde göze çarpan bir isim de Konya Valisi Celal Bey'di. Konya, Batı Anadolu'dan sürgüne gönderilen Ermenilerin ilk durağıydı. Burada toplanan Ermeniler, Der-Ez Zor’a * doğru yola çıkartılıyordu. O dönemde hem Celal Bey, hem de Konya halkı aç-susuz yollarda olan sürgünlere yiyecek, içecek yardımında bulundu.
Celal Bey daha önce Halep valiliği yapmıştı. O yüzden Suriye çöllerini iyi biliyor, sürgünlerin başına neler geleceğini az-çok kestirebiliyordu. Bu yüzden sürgün kararı kendisine ulaştığında hiç tereddüt etmedi ve bu kararı uygulamadı. Konya Ermenileri en azından bir süre için güvendeydi. Sevk edilmek üzere Konya'ya gelenleri de çevre ilçe ve köylere dağıttı. Böylece şehir merkezinde dikkat çekecek bir kalabalık birikmemiş oluyordu. Ancak Celal Bey'in tavrı kısa sürede dikkat çekti ve Ekim 1915'te görevinden alındı.
Uzun yıllar bir daha devlet görevi alamadı. Bu sırada yoklukla, yoksullukla boğuştu. Birinci Dünya Savaşı'nın bitiminin ardından Fransızların isteği üzerine Adana valiliğine tayin edildi. Burada kısa süre içerisinde yeni yeni şekillenmekte olan Kuvayı Milliye hareketine katıldı. Mustafa Kemal Paşa'nın yanında yer aldı. Son derece vatanseverdi ama bir o kadar da İttihatçılara ve yaptıklarına karşıydı.
Şansına ölüm düştü
Konya aynı zamanda Mevlevi tarikatının da merkeziydi. Bu yüzden Konya'da Mevleviler son derece güçlüydü. Ermenilerin tehcir kararına şehirde en fazla muhalefet Mevlevilerden geldi. Bu yüzden Vali Celal Bey'in en önemli yardımcıları Mevlevi şeyhleri oldu. Celal Bey'in görevden alınmasının ardından önde gelen tarikat mensupları da Konya'dan sürüldü.
Osmanlının son dönemlerinde Konya'da yaşamış bir Ermeni.’den bahsetmek istiyorum.
İyi bir esnaf, usta bir fırıncı... Namı, Ekmekçi Hayk..bizden birisiydi.
Ekmeğin bile veresiye olduğu yıllar. Her esnaf gibi Ekmekçi Hayk'ın da veresiye defteri, vakti gelince tahsilât derdi, telaşı vardı.
Bütün bunlar sıradan şeylerdi.Ama Hayk'ın sıradan bir Osmanlı Ermenisi, mesleğinin erbabı bir insan olmaktan öte; onu tarihe mal eden, geçmişten geleceğe mesajlar taşıyan enteresan bir yönü vardı. Onun Müslümanlara güveni, itimadı sonsuzdu.
Hayk, Müslüman müşterilerinin hesabını tutmaz. Onun bu tutumunu yadırgayan kendi dindaşlarına verdiği cevap da müthiştir:
“Müslüman haram yemez, onlara güveniyorum!..”derdi
Gözü dönen ve fırsatını bulan, dünün "Tebe'a-ı Sadıka" unvanlı Ermenileri, korkunç ihanetlere, katliamlara girişmişlerdir. Hemşerilerini, komşularını boğazlamaktadırlar.
Anadolu'nun eli silah tutan erleri, Yemen'den Galiçya'ya uzanan bir coğrafyada büyük düşmanlarla vuruşurken; ersiz, ekmeksiz hale gelen, geride kalanları, dünkü komşuları tarafından iğrenç usullerle öldürülmektedirler.
Savaş+ihanet=ölüm, olması gerekirken, "kerim devlet" Osmanlı kendine yakışanı yapmıştır: Tehcir.Techir içerisinde acı hikayelerde barındırsa yapılacak başka bir çare bulunamamıştı.
Osmanlı Arşivlerinde araştırmaya açılan binlerce belgeden öğreniyoruz ki; merkez, tehcirin selametle vukuu için tüm tedbirlerin alınması, iaşe ve ibatenin eksiksiz temini gibi hususlarda emirler, genelgeler, kararlar neşretmiş ve uygulatmış...
Devlet ve milletin zayıf anında harekete geçip isyan edenlere gösterilen bu ihtimama rağmen umumi harbin ve toplu tehcirin tabii şartlarından kaynaklanan hastalıklar ve ölümlere ilaveten kısmi saldırılar, baskınlarla gerçekleşen olaylar engellenememişdi.
Hayk ‘da zorunlu sürgüne tabi tutulur, tüm Konya'nın muhalefetine rağmen...
Çare yoktur... Velhasıl Konyalı, Ekmekçi Hayk'a büyük bir uğurlama töreni düzenler. Beyrut'a sürülen Hayk, yeni ikamet yerinde yapamaz; köklerinden koparılmış bir çınar gibi kurumaya, dökülmeye başlar.
Ne yapıp eder ve Konya'ya, vatanına döner.
Dün onu uğurlamak için istasyona akan çoluk çocuk tüm Konyalılar, yine istasyona yığılırlar ve meşhur ekmekçilerini, kendilerinden olan Hayk'ı büyük bir sevinçle bağırlarına basarlar.
Benim ekmekçi HAYK ile tanışmam 1970 li yılların sonunda olur.Çocukluk yıllarımda at arabasının arkasında kar kış demeden konyanın dar sokaklarında ekmek dağıtırken tanımıştım.Sokak aralarında arkasından koşan çocuklara asla kızmaz hafifçe gülümserdi. Şemsi tebrizi türbesinin karşısında kafalı apartmanının bodrum katında bir dairede eşiyle birlikte yaşayan ekmekçi hayk son günlerinde yakalanmış olduğu prostat kanseriyle mücadele etmekteydi. Ev sahibi aile dostumuz ve uzaktan akrabamız olan rahmetli avukat Ahmet Tevfik kafalı ve eşi Hikmet hanım ekmekçi hayk’ın son dönemlerinde evlerinin kapılarını açmış kira almaksızın evlerinde barındırmışlardır.Bir gün Avukat olan Ahmet Tevfik amcalara ziyarete gittiğimde beni ekmekçi hayk’ın odasına götürüp kanser tedavisinde kullandığı ilaçlara bakmamı istediler.Eczacılık fakültesinde okumakta olduğum bu yıllarda ekmekçi hayk’ın ismini duyunca heyecanlandım.Çünkü en az bizim kadar bu toprakların sahipleri olan Ermenilerin son temsilcisiydi ekmekçi hayk. Bu iriyarı adam şimdi hasta yatağında biraz zayıflamış solgun bir benizle yatmaktaydı.
Hayata gözlerini yummadan bir isteği vardı Müslüman olmak.Ancak bir problem vardı ve katıksız bir Hıristiyan olan eşi Yeranuhi’nin haberi olsun istemiyor ondan çekiniyordu..Ev sahibi aile dostumuz ve uzaktan akrabamız olan rahmetli Ahmet Tevfik kafalı ve eşi Hikmet hanım teyze ekmekçi Hayık’ın son isteğini yerine getirmekte kararlıydılar.İşte beni ilaçlara bakma bahanesiyle eve davet ettiler,kapıyı çaldığımızda Yeranuhi kaygılı gözlerle bizleri süzdü Hikmet hanım teyze beni tanıştırarak Eczacı olduğumu Hayk’ın tedavide kullandığı bütün ilaçlarını yan odadan getirmesini isteyerek Hayk’ın eşi Yeranuhi hanımı odadan uzaklaştırdı. Hayk’ın yanına yaklaşarak kendisine Müslüman olmasına yardımcı ve şahitlik yapacağımızı söyledi.Ancak acele etmeliydik heran Yeranuhi hanım odaya girebilirdi ve Hayk’ın hastalığı oldukça ilerlemiş olmasından dolayı bir daha bu fırsatı bulamıyabilirdik.Kelime-i şahadet getirirken Hayk’ın yüzündeki ifadeyi ve gözlerindeki ışığı unutamıyorum.Yerahuni ise telaşla odaya girdiğinde Ekmekçi Hayk çoktan Müslüman olmuştu. Çok güzel İngilizce bilen ve İngiltere’ye iki sefer giden ‘’Ekmekçi Hayk da 1980’de Müslüman olarak öldü”
Ekmekçi Hayk’ın koyu bir Hıristiyan olan eşi Yeranuhi Buğdaycı,HAYK’ın Müslüman olarak öldüğünü hiçbir zaman bilemeden son günlerini Konya Huzurevi’nde geçirmiş ve burada hayata gözlerini yummuştur (1910-1987).ALLAH RAHMET EYLESİN.
Hayk'ın şahsında şekillenen bu tablo, aslında şu "Ermeni Meselesi" denilen hadisenin ipuçlarını çok güzel sergiliyor.
Ermeni Hayk'ı Konyalıların "Ekmekçi Hayk"ı yapan iklime, anlayışa ne kadar da muhtacız...
10/12/2013
yazan Ecz.Ahmet Nezihi Pekcan
Umay Dergisi
Kaynak ; Memeleket gazetesi Hilal Seyhan
Deyrizor ya da Der-ez Zor (Arapça: دير الزور) Suriye'nin kuzeydoğusunda Fırat Nehri üzerinde yer alan bir şehirdir. Deyrizor İli'nin başkenti olan şehir Şam'dan 450 km uzaklıkta olup, şehirde 2004 nüfus sayımına göre 239,000 kişi yaşamaktadır.
Deyrizor 1867 yılına kadar küçük bir kasabaydı. O yıldan sonra Osmanlı döneminde büyüdü. 1915 yılında Anadolu'dan tehcir edilen çok sayıda Osmanlı Ermenileri Deyrizor'a getirildi. Günümüzde Deyrizor'da bir Ermeni Kırımı müzesi ve anıtı bulunmaktadır.
Fırat Nehri kenarında bulunan kent bir tarım ve hayvancılık merkezidir. Civarda tahıl ve pamuk yetiştirilir. Kentin nüfusunun çoğunluğu Sünni Araplardan oluşur. Ayrıca kentte bir miktar Kürt, Ermeni ve Süryani de yaşamaktadır.
bu yazıyı daha önce paylaştım.zaman zaman gene paylaşacağım.çok önemsiyorum,ders alınacak çok şey var.ayrıca yazarının, kadim dostum olma şerefine ulaştığım içinde mutluyum.sağolasın Ahmet.
Alişan Başbayraktar Hayk ekmeği genelde dedeminde ortak olduğu cumhuriyet ekmek fabrikasindan alirmis. Daha mayis ayi gibi dayimla ve annemle konuştuğumda Hayk'in çok iyi bir insan olduğundan bahsettiler. Ben de ekmek tasiyan o at arabalarinin arkasindaki o kapali bölmeye binmistim. Allah hepsine gani gani rahmet eylesin.
Osman Simav Resim ve rahmetli Hayk'ın hayatı ile ilgili güzel bilgi için teşekkürler. Rahmetli kapımızın önünden ekmek arabası ile geçerdi, 1960'lı yıllarda ahşap ekmek arabasının arka kapısı kilitsizdi, isteyen açarak ekmek alırdı. Mahallemizin çocukları kızdırm...Daha Fazlasını Gör
Yorumlar