HURUFATTAN TAŞBASKIYA


  Matbaa, insanlık tarihinin en büyük icatlarından birisidir. Eskilerin tabiriyle “ulûm ve maârifin” yani ilmin ve eğitimin yaygınlaşması açısında son derece faydalı bir rol oynamıştır. Osmanlı devrinde bugün de olduğu gibi el yazması eserler pahalı olduğu için istifade sınırlıydı. Üstelik bir eserin istinsahı/yazılması uzun zaman alıyor. Matbu eserler ise çok sayıda basılıp ucuz olduğu için istifade bakımından daha umumi olmaktaydı.

 Kitap matbaada basılır. Osmanlı’da kitapların basıldığı yere basmahane denirdi “Hurufat ile veya taş basmasıyla kitap ve resim basılan yerin adı idi. Bugün ise  basımhane  ve basımevi de denilmektedir.Bu tabir günümüzdeki matbaayı anlatmıyorOsmanlı devri matbaasını izah ediyor  Tariften, matbaanın iki şekilde faaliyet gösterdiğini anlıyoruz veya iki tür matbaa olduğunu.

  Bir kitabı el yazısıyla istinsah etmek aylar yerine göre yıllar almaktaydı. Bundan başka mesela en hızlı kâtibin üç ayda, bir nüshasının ancak yazabileceği bir kitabın bir nüsahasını matbaa, yirmi gün zarfında bastığından faydalı ilimlerin yayılmasına büyük katkıları olmuştur.

  Matbaanın ehemmiyetine Osmanlı vak’anüvislerinden yani resmî tarihçilerinden Vasıf Efendi de temas etmektedir. O, kendi zamanında (1780’ler) kitap istinsah ettirmenin oldukça zorlaştığını, işini düzgün yapan müstensih (kâtip) bulmanın mümkün olmadığını, bulunsa bile “cevr ü eziyetlerine” tahammül etmenin ise yazıyı taşa yazmaktan daha zor olduğunu ifade etmektedir. Bu gibi sebeplerle piyasadaki kitap sayısının azaldığını, daha evle küçük bir ücretle satın alınan kitapların kat kat pahalıya satıldığını, bundan dolayı bu sanatın tekrar ihyasının Devlet-i Aliyye’ye güzel bir hizmet olacağını söylemektedir.

Osmanlı’ya geç geldiği söylenebilir fakat bu, Osmanlıların ilme değer vermediği, ilim yarışında geri kaldığı manasına kesinlikle gelmez. Ayrıca matbaanın geç gelmesi izafi bir meseledir. Matbaanın Avrupa ülkelerine nispeten Osmanlıya geç gelmesi daha ziyade ihtiyaçların belirlediği bir unsur olmuştur. İlk eserin basıldığı 1729 tarihinden bu asrın sonlarına kadar sınırlı sayıda eser basılmış olması, ihtiyaç faktörünün önemini zaten ortaya koymaktadır. Matbaanın Osmanlı ülkesinde ilmin ve eğitimini yaygınlaşması konusunda ki esas müessiriyeti, basılan eserlerin çoğalıp gazete ve mecmuaların çıkmaya başlamasından yani 19. Asırdan sonra artmıştır. Matbaanın yaygınlaşmasıyla beraber zaten yazma eser istinsahı da yavaş yavaş azalmış, daha sonra da ortadan kalkmıştır. Ancak El yazması eserlerin değeri de hiçbir zaman yok olmamıştır.

 Hurufat ile Kitap Basmak

  Hurufat, harf kelimesinin çoğulunun (hurûf) çoğulu olup kurşundan dökülen matbaa harfleri demektir. Bu dökme harfler kullanılarak yapılan baskıya hurufat baskısı veya tipografya denilir. Hurufat ile kitap basımı  “Elinizdeki kitabın nasıl yazıldığını, daha doğrusu nasıl basıldığını gördünüz mü? Eski zamanda kitaplar hep el ile yazılır ve bunları yazanlara hattat denilirdi. Düşününüz. Şu okuduğunuz kitabı yazmak için kaç gün lazımdır? Hatta günlerce uğraşır ancak bir kitabı tedarik edemezdi. Onun için okuyup yazan da az bulunurdu.

  “ Sonradan Gutenburg iminde biri buna bir çare aradı, buldu. Gutenberg’in bulduğu çare pek sadedir. Bunu bugün hepiniz görüyor ve biliyorsunuz. Zannedersem içinizde bir mühre ismini kazıtan vardır. O mühre biraz mürekkep sürüp yahut mühür ıstampasına basıp bir kâğıda basacak olursanız mühürdeki yazı aynıyla çıkar. Elinizle on tane isim yazıncaya kadar mühürle yüzlerce isim basabilirsiniz. Fakat dikkat etmişinizdir ki mühürde yazılan yazı tersine yazılmıştır. Tabiidir ki öyle olması gerekir. Çünkü eğer mühre, doğru yazılmış olsa idi basıldığı zaman yazı kâğıda ters çıkardı.

  “Gutenberg de böyle yaptı Bir tahta üzerine yazyı tersine kazıdı. Ve üzerini mürekkepleyip kâğıda bastı. Sonra bir sayfayı tahtaya kazıdı, bastı ve bir basışta bir sayfa yazı yazmış oldu.

  Hurufattan Günümze Matbaa

  Hurufat sistemiyle kitap basma işi 1928 yılında Latin harflerine geçildikten sonra da devam etti. Eski dönemdeki hurufat kasalarında 480 göz varken yeni harflerde bu sayı 141’di. Göz sayısının artıp azalmasında farklı karakter ve puntodaki hurufatın da etkisi vardı. Osmanlı devrinde daha ziyade 12, 14, 16, 25, 36, 48 gibi puntolar kullanılmıştı.

 İlk ilerleme entertip denilen dizgi makinelerinin çıkmasıyla yaşandı. Mürettipler artık hurufat kasasından dökme harfleri tek tek alıp kumpasta dizmiyordu. Bunun yerine klavyede tuşlana harfler yavaş yavaş kalıp oluyor;  tuşlara basıldıkça bu makine, erişmiş haldeki kurşunu harfe çevirerek satıra döküyordu. Bu harfler baskıdan sonra yeniden harf olmak üzere kurşun kazanında eritiliyordu. Entertipte hurufat usulü devam ediyordu; eskiden tek farkı mürettiplerin işini kolaylaştırmış olmasaydı. Ancak entertiplerin çıkması klasik dökme hurufat kullanımını da tamamıyla bitiremedi. Bu sistem, davetiye, karvizit, küçük ilan, broşür vs. basmak yoluyla 200’li yıllara kadar kullanılmaya devam etti.

 1970’li yıllarda ofset matbaaların Türkiye’ye gelmesi, maliyetinin yüksek olmasına rağmen özellikle gazetelerin basımında kullanılarak başarıyı yakalaması entertipler için sonun başlangıcı oldu 90’lı yıllarda son entertipler de matbaalardan elini ayağını çekerler. Renkli baskılardaki kalitesiyle ofset, işgalini başarıyla tamamlamıştı.

 Günümüzde mürettiplerin yerinde yeller esiyor. Artık her yazar kendi yazısının mürettibi. Zira artık bilgisayarlar var. Bilgisayar teknolojisinin yaygınlaşmasıyla beraber matbaalarda çok şey değişti. Bugün kitap basmak, teknolojinin bereketiyle çok hızlı ve kolay yapılabiliyor. Bilgisayarda yazılıp grafiği yapılmış bir eserin basılması için saatler kâfi geliyor.

 Hurufat mı Taş Baskı mı?

   Osmanlı devrinde basılmış bir kitabı açtınız. Eliniz sayfaların üzerine dokundurduğunuzda birtakım tırtıklar hissedersiniz, hatta görürsünüz. İşi bilmeyenler hemen “ taş baskısı bu” derler. Ama öyle değil! Bu hurufatın yani kurşundan dökülmüş harflerin baskı sırasında sayfa üzerine çıkan izleridir. Taş baskılarda sayfalar dümdüz olur, hiçbir tırtık hissedilmez.

Taş Basması (Litografya)

  1796 yılında Almanya Bavyera’da Alois Senefelder isimli bir kişi tarafından icat edilen litografya (lito: taş, grafein: yazmak kelimelerinden müteşekkil), gayet ince taneli kalker taşının yüzeyine yağlı mürekkeple yazılan yazı veya resimleri, kâğıda basma sanatı olarak tarif edilmektedir.

  Bu usulde resim basmak için sanatkâr, resmi kâğıt üzerine çizer gibi taşın yüzeyine çizerdi. Resim, taş üzerine yağlı bir mürekkep veya yağlı bir kurşun kalemle çizildikten sonra bu taş üzerine kezzaplı su gibi, taşı aşındırıcı bir sıvı dökülür ve bu sıvı taşın mürekkeple örtülmüş kısımlarına tesir etmeyerek yalnız mürekkepsiz kısımlarını yiyerek çukurlaştırırdı. Sonra bu taş yıkanarak üstüne merdane ile matbaa mürekkebi sürülürdü. Bu taşın üstüne bir kâğıt konup taşla beraber baskıdan geçirilince resim veya yazı, olduğu gibi kâğıda çıkardı. Bu işlem istenildiği kadar tekrar edilerek birbirinin aynı birçok nüshalar elde edilmiş olurdu.

  Taş baskıcılığı Osmanlı ülkesine Henri Cayol isimli bir Fransız tarafından 1831 yılında getirilmiş ve ilk eser de aynı yıl basılmıştır. Sonraki yıllarda Osmanlı devlet adamlarının sahip çıkmasıyla taş basmacılığı yaygınlaşmıştır.

 Bir hattatın adeta bütün sanatını konuşturarak yazdığı nefis bir hüsn-i hat numunesi sayfayla hurufat vasıtasıyla basılmış bir sayfayı karşılaştırdığınız zaman evvelkini sanat ve zarafet bakımından ulaştığı mükemmeliyetle daima üstün olduğunu görürsünüz. Hurufatın, hat sanatının incelendiğini aksettirmesi mümkün değildir. İşte litografya tam burada imdadımıza yetişir. O mevcut olanı, ister yazı ister resim bir hat levhası herhangi bir tahrifata uğratmadan olduğu gibi kâğıda döker. Ayrıca hurufatla basımı çok zahmet isteyen bilhassa harekeli ve kenar kaydı bol kitaplar da  litografya ile basılmıştır.

 Taş basması usulüyle en çok basılan kitaplar arasında Mızraklı İlmihal, Muhammediye, Ahmediye, Tuhfe-i Vehbî, Mevlid, Karabaş Tecvihi, Delailü’l Hayarat, Şurûtu’s-Salât gibi eserler sayılabilir. Kur’ân-ı Kerim de fotoğraftan yardım alınarak (fotolitografya) yine taş basması vasıtasıyla defalarca basılmıştır.

Servet-i Fünungazetesi “Litografya sanatının bizce kadri büyük olduğu halde yüzüncü sene-i devriyesi şenliğine tarafımızdan iştirak edilmek” düşüncesiyle “Kadri” imzalı uzunca bir yazı neşretmiştir. Mevzunun daha iyi anlaşılmasına vesile olur ümidiyle bu yazıdan iki pasaj aktarıyoruz:

 Litografya sanatının, eğitimin yaygınlaşması hususunda hizmeti inkâar edilemez. Bu sanattan, matbaacılık ve matbaacılığın pek ziyade alakası bulunana ‘eğitimi yayma’ yönü pek çok istifade etmekte bulunmuştur. Litografyaya biz ‘taş basması’ deriz. Taş basması, nişastalı kâğıt üzerine yağlı bir mürekkeple yazılmış olan yazıları veya resmedilen tasvirleri ve şekilleri, gözenekli mürekkebi emen bu bir nevi taş üzerine nakletmekten ve bu naklolunan yazıların ve resimlerin istenildiği kadar nüshanı kâğıt üzerine geçirmekten ibarettir. Şimdiye kadar taş basmasıyla doğrudan doğruya birçok eser basılmış olduğu gibi Kur’ânı Kerim’in hüsn-i hat ile nüshasını çoğaltmaya bu sanat hizmet etmiş; Delâ il, En’âm-ı Şerife ve hüsn-i hatla yazılmış nefis levhaların basılması, yine bu sanat sayesinde kolayca süratle mümkün olmuştur. Bundan dolayı İslam âleminde litografyanın şu mühim hizmetleri nazar-ı itibara alınırsa bizce en makbul ve kadri en âlâ zanaatlardan biri sayılması gerekir(…)

  “ Bizim için litografyanın Avrupa’da güzel sanatlar, edebiyat ve fenne ne kadar hizmet ettiği önemli olmayıp ancak dinî kitaplarımızın ve hususiyle Kur’ân-ı Kerim’in basılmasındaki hizmeti bize göre litografyanın her türlü hizmetlerinden daha mühimdir. Hafız Osman hattıyla yazılmış olan Kelam-ı Kadim’in fotoğraf sanatının da yardımıyla vücuda getirilen nüshalar ile Osman Bey Matbaası’nda dikkat ve ihtiramla basılan tefsirli Kur’ân-ı Kerim, hilye ve en güzel atlarla yazılı levhalarda litografyanın takdire değer hizmeti vardır”

Matbaacılıkta Ne Nedir?


Matbaa harfleri:

 Fakat kitaplarınızın böyle tahtaya sayfa kazınıp kalıp yapılarak basıldığını zannetmeyiniz. Günden güne basma işi ilerledi, makineler icat edildi, hurufat ayrı ayrı döküldü. Bu harfler de mühürlerde olduğu gibi terstir. “

 Mürettiphane, mürettipler ve hurufat kasaları:

 Siz yazı yazarken harfleri nasıl yan yana getiriyorsanız bir kitabı basmak için de ayrı ayrı dökme harfler yan yana dizilir; kelimeler, satırlar oluşturulur.  Sonra bu satırlar sayfa haline konur.”

 Dökme hurufat, küçük gözleri olan ve her gözün bir cins harfe tahsis edildiği  “kasa” denilen küçük sandıklar içine konur.”

Kumpas:

  Mürettip bir kitabı dizeceği zaman o kitabın müsveddesini gözünün önüne koyar. Eline “kumpas” denilen kenarlı ve ayarlı cetvel tahtasına benzer madenden bir alet alır, kasanın gözünden boş yani harfsiz bir maden parçası alıp kumpasa koyar.

 Sonra dizeceği kelimenin ilk harfini koyar, sonra ikinci, üçüncü harfleri koyar ve her kelimenin sonunda bir boş yani yazısız bir harf koyar. Böylece kumpasta satırlar oluşur. Kumpas dolduktan yani birkaç satır dizdikten sonra bu satırları usulca, dağıtmadan bozmadan alıp “gale” yahut “tekne” denilen bir tekne üzerine yerleştirir ve bu şekilde devam eder. Yazı istenildiği kadar dizildikten sonra “çift”  denilen iki ucu sivri ve küçük bir maşa ile mürettibin yazıyı dizerken gözden kaçırdığı veya fazla dizdiği birtakım yanlışlar düzeltilir.


 Bağlanmış forma:

 Ekseriyetle on altı sayfa yani bir “forma” yazı dizilince, teknedeki dizili yazılardan kaç satırlık sayfa yapılacaksa o kadar satır alınıp sayfa bağlanır. Bağlanmış sayfaları “şasi” yani demirden bir çerçeve içine koyup “garantör” denilen delikli demir parçasıyla sıkıştırır.

 Merdane:

 Çerçeve içindeki sayfalar makineye götürülür, üzerine “matbaa mürekkebi” denilen mürekkep sürülmüş “merdane” yi sayfaların üzerinden geçirir.

 El Tezgâhı:

Sonra su ile tavlanmış, nemli bir kâğıdı üzerine koyar, makinenin pirinç ve sacdan yapılmış levhasını kapak gibi üzerinde kapatır ve makinenin kolunu çevirerek bastırmak için yapılmış aletin altına getirip sıkıştırır. Tekrar geriye çekip levhayı kaldırır ve koyduğu kâğıda sayfalar basılmış olduğu halde çıkar. Yerine diğer bir kâğıt koyup kaç tane basacaksa böylece devam edip basar.

Tap: Kitap ve sair yazıları basmak işine “tab” denilir.

Matbaa; Kitap basılan yerlere denilir.

Matbaacı:Tab işiyle uğraşana “matbaacı” denilir.

Tıbâ’at: Matbaacılık sanatına “tıbâ’at” denilir.

Mürettip: Matbaada harfleri yan yana dizene “mürettip” denir.


Matbaa Makinesi: Fakat zamanımızda böyle el tezgâhları terk edilmiştir. Şimdi gayet mükemmel matbaa makineleri icat edilmiştir. Bu makinelerin üst tarafından kâğıt konulup alt tarafından bir anda basılmış olarak alınır ve bir saatte binlerce kâğıt basılır.

 Lüzumu kadar basıldıktan sonra sayfalar makineden çıkarılıp makine sodalı su ve fırça ile yıkanır; sonra hurufat,  kasadaki gözlerine dağıtılır.

Bu dökme hurufat kullandıkça aşınır, bozulur, bastığı yazılar iyi çıkmamaya başlar. O zaman hurufat dönmecisine verilip yeniden döktürülür.


Bugünkü matbaalarda en yaygın kullanılan usul “ofset”  olup litografyanın günümüze uyarlanmış ve rafine edilmiş şeklidir. Litografya vaktiyle tipografyaya ( hurufat) karşı giriştiği yarışta istediği ölçüde muvaffak olamamış, sonra meydandan çekilmişti. Bugün torunu ofset, onun yapamadığını yaparak hurufatı tarihe gömmeyi başarmış ve mutlak hâkimiyeti kayıtsız şartsız ele geçirmiştir!

Hatıralar Arasında Osmanlı Matbaası

            Gazeteci yazar Ahmet Rasim, mektepten yeni mezun olduğu sıralarda (1883) Fransızcadan yaptığı bir tercümeyi basılmak üzere Ahmed Midhat Efendi’nin Tercüman-ı Hakikat matbaasına bizzat götürür. Dönüşte başından geçenleri Kitapçı Kirkor’a anlatır.

            “Derhal sağdan geri ettim. Doğruca Beyazıt’a gelerek olup biteni Kirkor’a anlattım. Düşünmedi bile:

            -O adam, başmürettiptir. Tatar Abdullah derler.

            Bir baş daha! …Hem ilk işittiğim kelime mürettip.

            -Mürettip nedir?

            -Yazıları dizenlere mürettip denir.

            -Yazı dizilmez yazılır!

Kirkor işi mühürden tutturarak matbaa hurufatının ne olduğunu anlatmaya başladı. Hatta yine mahut yazıhaneden birkaç tane harf çıkararak gösterdi. Yan yana getirdi. Üzerine Mürekkep sürdü, bir kâğıdı yaladı, bastı.

Ben pür-hayret seyrediyordum. Benim hayretimi daha ziyade arttırmak için de ta köşedeki gözden Ermenice bir kitap çıkardı. Çevirdi, aradı buldu. Eski hakkâklerimizin yaptıkları şimşirlerle basılmış, kaba saba bir adam şekli!.. Parmağıyla üzerine basarak:

-İşte!... Matbaacılığı ilk defa icat eden budur. İsmi de Gutenberg’dir, dedikten sonra kitaba iyice eğildi, heceler gibi dudaklarını kımıldatarak:

-Bize İbrahim Müte… Müter… Mütereffika… Değil! (yine heceleyerek) Müteferrika!.. Macar imiş.

Gazeteye götürdüğü yazıdan bir ses çıkmaması üzerine akrabasından Zühdü Efendi’yle müzakere ederlerken!

-Belki kaybolmuştur.!...

-Nasıl olur?

-Matbaa bu!.. Yüz kişi girer iki yüz kişi çıkar… Yazı masaları gözlerinde kalır. Mürettiphanede yırtılır… Türlü türlü karışıklıklar olur vesselam!

-Ya bu mürettiphane başka bir yerde midir?

-Hayır Oradadır. Mürettipler burada bulunurlar. Göz göz kasaları, bu gözlerin içinde ayrı ayrı böyle dökme hurufat vardır. Oradan alıp alıp dizerler, sütun yaparlar. Sütunları yan yana getirirler. Sayfa yaparlar, sonra bağlarlar. Makineye koyup basarlar.

Bu tariflerden bir şey anlamıyordum. Yalnız ‘Ne kalın kafalıymış! Demesin diye dinliyordum.





















Kaynak:
 Selman SOYDEMİR Hurufattan Taş Baskıya,Çamlıca Yayınevi,İstanbul 2013

Yorumlar

Popüler Yayınlar